Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

40. Sayı - Nisan 2006

Parti ve Kültür:
Devrimci Sosyalist Kadro
ve İyimserlik-Çözüm Bulucu Yaratıcılık

Türkiye devrimci hareketinin yayın organlarında çok yaygın bir yazı geleneği vardır. "Kâbus Yazı" ya da "Karamsar Yazı" diye adlandırabileceğimiz bu yazı biçiminin özelliği, bir konuyu etraflıca, rakamlar ve verilerle destekleyerek ortaya koyması ama sorunun çözümü konusunda çoğu kez zayıf bir bölümle sona ermesidir. Örneğin "küreselleşme" üzerine uzun ve ayrıntılı bir yazı kaleme alınır, ABD önderliğindeki emperyalist kampın ortalığı nasıl kasıp kavurduğu, dünya halklarına nasıl acılar çektirdiği ve en önemlisi dünyada nasıl güçlü ve pervasız bir hegemonya kurduğu anlatılır. Ama yazı, kendi seyri içersinde bezen öyle bir noktaya ulaşır ki, okuyucu şöyle düşünmeye başlar: "İyi o zaman, gidip bileklerimizi keselim; çünkü bu kadar güçlü bir düşman karşısında hiç şansımız yok!"
Ya da düşmanın kontr-gerilla gibi baskı ve cinayet örgütleri anlatılırken aynı şey olur: Komplocu düşünme tarzı ile de birleşen anlatım, biraz da abartıldığında aslında mücadele eğilimini değil, böyle bir karmaşık mekanizmaya karşı ne yapılabileceği konusunda kuşkuları beslemeye başlar. Evet, çoğunlukla bu yazılar "düşmanı yeneceğiz" sloganlarıyla biter ama yine de bu kadarı zayıf kalır.
Günlük sol basında da tipik örnekler vardır. Örneğin bir yerde koca bir miting yapılmıştır ama bakarsınız ki X gazetesi, mitingin taleplerini ve görkemini değil, polisin saldırısını ve gözaltıları manşete çıkarmış. Ya da yine bazen bir televizyon kanalı, göstericilerin dövülmesini bütün ayrıntılarıyla dakikalarca gösterdiğinde ilk anda bunun iyi bir habercilik olduğunu, bizim lehimize olduğunu düşünürüz; ama aslında bu "vatandaşa devletin yüzünü gösteren" bir görüntü değil, onun ruhunu ezen, devletin gücünü abartan bir görüntüdür ve bütün bu haberlerin toplamından mücadele azmi değil, geriye çekilme ve yılgınlık psikolojisi çıkar.
Sonuçta bütün bunlar, çözümü ve mücadeleyi, iyimserliği değil, sıkıntı ve kaygıyı, karamsarlığı besleyen tutumlardır.
Artık sanırız fark ediliyordur; Sosyalist Barikat, uzunca bir süredir kendisini bu eğilimin dışında tutmaya, salt olguyu ve düşmanın, sistemin durumunu değil, o olguyla, o durumla ilgili devrimci sosyalist çözüm ve mücadele yöntemlerini de ortaya koymaya çalışıyor. Bunu yalnızca teorik-politik yazılarında değil, haber sayfalarında ve "tarih", "portre", vb. gibi özel bölümlerde de uyguluyor. Örneğin bu özel bölümlerde emperyalizmin ve faşizmin kıyımlarını değil, bütün bu kıyımlara rağmen halkların göstermiş olduğu direnişleri ve kazandığı zaferleri işliyor.
Bu boş bir iyimserlik değil; gerçek dışı bir atmosfer yaratma, tabiri caizse "gaz verme" çabası da değil. Birincisi, bunun dünyanın dört bir köşesinde artık çok ciddi temelleri var. Artık 1990'ların başında değiliz; henüz tam bizim istediğimiz düzeyde ve biçimde olmasa da (ki olup biten her şeyi bizim sübjektif isteklerimiz biçimlendirmiyor) dünyanın çeşitli bölgelerinde ezilen halkların mücadele performansı her geçen gün daha fazla artıyor. Özellikle anti-emperyalist temelde şekillenen yeni bir direniş dalgası, kendisini artık neredeyse izlediğimiz her haber bülteninde duyuruyor. Arjantin'den Fransa'ya ve hatta kamuoyuna daha az yansıyan Güney Afrika, Hindistan, vb. gibi ülkelere dek artık önümüzde başka bir tablo var. Bütün bunların henüz neoliberal vahşete karşı savunma çizgisini aşmadığını söyleyebilir ve iktidara yönelik girişimlerin azlığından dem vurabiliriz. Zaman zaman masa başında ahkâm kesebiliriz, zaman zaman da gerçekten ciddi incelemelere dayanan eleştirel tutumlar geliştirebiliriz. Ama ne olursa olsun, sonuç olarak bütün bu olup bitenlerin, "sanal" olmadığı da kesindir. Olup bitenler gerçektir. Ve bu gerçekler, yakın geleceğe artık daha iyimser bakmamız için yeterli verileri bize sunmaktadır. Çünkü biz, diyalektik aklımızla biliyoruz ki, nerede kitlelerin sisteme karşı hareketi gelişiyorsa, orada politik tartışmaların "sahici" zeminlere oturması ve kendi yolunu bulması için en azından nesnel zeminler vardır.
Evet, özellikle 1990'lı yılların bir bölümündeki içi boş "iyimserlik"(!) gösterilerine, yarın devrim olacakmış havasındaki dergi manşetlerine karşı reel durumu ortaya koymak cesurca ve önemli bir girişimdi. Aslında dogmatizmden ve düşünsel üretimden kaçıştan kaynaklanan bu kof çığlıklar, çoğu kez sola sempati duyan kitlelerdeki gerçeklik duygusunu zedeliyor, devrimcilerin gerçek hayat dışında kapalı devre bir alanda yaşadığı izlenimi yaratıyor ve sonuç olarak devrime karşı güveni törpülüyordu. Bunun yerine dünya ve ülke tablosunu gerçekliğe uygun biçimde ortaya koymak, gerileme unsurlarının altını çizmek, manzaranın elverişsizliği ve solun yetersizliği üzerine çözümlemeler yapmak ve bu tablo üzerinden giderek sempatizanlardan yeni ve yüksek bir devrimci performans talep etmek doğruydu. Ancak bugün durum ciddi biçimde değişmeye başlamıştır; bu değişimi görmeksizin yalnızca durum tespitleri yapmak, artık yetersiz ve geriletici bir yaklaşımdır.
İkincisi, devrimci sosyalist hareketimiz açısından da böyle bir atak tutumun zeminleri artık daha fazla mevcuttur. Ne abartmak ne de küçümsemek gerekiyor: Hareketimiz, yeni sürecinde belli bir emek ve çaba ortaya koymuş ve bunun sonucunda düne göre oldukça farklı bir noktaya gelmiştir. Daha düzenli işleyen bir yapılanma, programlı bir çalışma ortaya çıkmış ve artık hayatın içindeki sorunlara müdahale edebilme olanakları genişlemiştir. Bütün bunların henüz bizim istediğimiz düzeyde olup olmadığı, kuşkusuz ufkumuzla ve mücadele anlayışımızla ilgili bir tartışmadır. Siyasi yelpazenin boy sırasında kendinize belli bir yer edinmek istiyorsanız gelişmelere bir yerden bakarsınız; bir devrim hareketi yaratmak istiyorsanız, başka bir yerden! Biz bu ikinci noktadan bakıyoruz ve bugün yapılanların ve yarın yapılacakların hiçbirini yeterli bulmuyoruz. Birkaç küçük adım, belki kimilerine "bugünkü elverişsiz koşullarda ulaşılabilecek en iyi nokta" gibi görünebilir; ama bizim için yalnızca bir kilometre taşıdır. Çünkü biz, başka bir yoldan yürümeye karar verdik ve o yol sürekli, sürdürülebilir bir gelişme yoludur. Yani evet, eksiğiz, zayıflıklarımız var; ama bütün eksikliklerimize karşın, bugün gelmiş olduğumuz nokta, dilimizin ve tutumumuzun değişmesi için yeterli zemini sağlamaktadır. Artık yalnızca işsizlik ve yoksulluktan söz etmekle yetinme durumunda değiliz; buna karşı (bütün eksikliklerine karşın) örgütlü bir faaliyet de yürütebilir haldeyiz. Artık yalnızca emperyalizmin ülkemizdeki egemenliğinden söz etmekle yetinemeyiz; bu işgale karşı planlı bir kampanya örebilme olanağına sahibiz, bunu yapıyoruz da zaten. Bugün artık insanlarımız bir afişi ya da pankartı tartışırken klasik yakınmacı ya da salt karşı çıkıcı sloganlar yerine daha kararlı ve çözüm işaret eden, adres gösteren sloganlar bulmaya çalışıyorlar; emekçi insanların ne kadar yozlaştırıldığını tartışırken buna karşı ne yapılabileceği üzerine de kafa yoruyorlar, yollar arıyorlar, vb. vb...
Dolayısıyla salt olguları tespit eden, bu olgular konusunda okurlarda bir bilinç oluşturmaya çalışan bir yazı politikası artık bizim açımızdan geride kalmıştır. Kuşkusuz yeni bir dili ne kadar tutturabildiğimiz, Sosyalist Barikat'ın ilk sayısındaki "Yeni Bir Dil İnşa Etmek" yazısında ele aldığımız genel yakınmacı havadan ne kadar kurtulabildiğimiz konusunda eleştirilere de açığız; zaman zaman bu genel eğilimimize uygun olmayan yazılarımız da oluyor; ama rota budur, bu yoldan yürümek istediğimiz kesindir.

Yakınmadan, Sızlanmadan,
Çözüm Bularak...

Yani, somut örneklerle ortaya koyarsak, mesele şudur: Örneğin 12 Eylül'ün yıldönümünde cuntanın baskı ve dehşeti üzerine bilgiler vermek tabii ki tarih bilinci ve bellek açısından önemlidir; ama hepsi bu kadar. Eğer siz hâlâ 12 Eylül yenilgisi ve onun Türkiye devrimci hareketinin gerilemesindeki rolü üzerine uzun uzun laflar ediyorsanız, orada bir sakatlık vardır. 12 Eylül kıyımının yarattığı geriletici etki elbette bir veridir ama siz mevcut durumu artık bununla açıklayamazsınız. En önemlisi de, aradan geçen 25 yılda Türkiye devrimci hareketi nasıl hatalar ya da eksiklikler yaptı ki bu silindirin etkilerini üzerinden atamadı sorusunun karşılığını insanlara anlatamazsınız. Siz artık, gelecekle ilgili nasıl bir perspektifinizin olduğunu, nasıl bir stratejik anlayışla bugünkü süreci aşmak ve bir devrimci atılım yaratmak istediğinizi insanlara anlatacaksınız. Burada, geçmişe ait olguların eleştirel bir gözle irdelenmesi artık yalnızca bir yan olgudur; siz esasa gelmek, esas derdinizi ortaya koymak zorundasınız. 12 Eylül'ün sınıf hareketini nasıl çökerttiği sorusu, "çökmeyecek bir sınıf hareketini nasıl inşa ederiz" sorusuyla birlikte anlamlıdır; 1980 restorasyonunun toplumsal yapıda neleri bozduğu sorusu, "bu bozulmuşluk koşullarında biz nasıl ilerleriz" sorusunu arkasından getiriyorsa işe yarar, vb. vb...
Aynı şey, 1990 çöküşü için de geçerlidir. Reel sosyalizmin çöküşünün bütün dünya devrimci hareketi üzerinde yarattığı olağanüstü geriletici etki tartışılmaz bir olgudur. Bu, yalnızca tek tek sosyalist ülkelerin düşüşü anlamına gelmemiş, genel olarak insanlığın geleceğe bakışında ciddi ve kapsamlı bir daralma yaratmıştır. Gerek sol ve emekten yana örgütler cephesinde, gerekse de tek tek emekçilerin dünyasında böylece büyük bir erozyon gerçekleşmiş ve bu bizim şu andaki günlük pratik devrimci çalışmamıza dek uzanan yıpratıcı etkiler ortaya çıkmıştır.
Ama artık 2000'lerin ortalarında hiç kimse bu olup bitenlere ah vah etmekle vakit harcayamaz; ya da pratik görevleri askıya alarak salt bu sorun üzerine bir tartışma yürütemez. Sosyalist deneyimler, üst ve yan kameralardan tekrar tekrar ağır çekimlerle izlenen futbol maçları gibi değildirler; yeniden ve yeniden ekrana bakıp kaçırdığınız pozisyonlara ve pas hatalarına, vs. ağlayıp duramazsınız. Kuşkusuz geleceğe dersler çıkarmak amacıyla bütün bu süreç daha uzun yıllar boyu tartışılacaktır; ama bunu yaparken yürümek, yeni bir sosyalizm anlayış ve programını adım adım inşa etmek ve bunu kitlelerin arasında somut, elle tutulur bir pratik haline getirmek zorundayız. Sovyet deneyinin şu ya da bu aşamasındaki bütün tartışmalara hâkim olan ama organize sanayi bölgesindeki atölye işçilerinin yaşamı üzerine hiçbir şey bilmeyen bir devrimci sosyalist düşünülemez. Devrimci sosyalist, bütün bu deneyimleri geleceğe ışık tutmak için tekrar tekrar dönüp ele alan ama asla orada kalmayan, yeni bir anlayışla yeni devrimler için gücünü ve iradesini ortaya koyan, kitlelerde yeni bir güven duygusunu adım adım inşa eden insandır.
Yalnızca geçmişteki olgularla ilgili de değil, bugünkü gelişmeler ve emperyalist-kapitalist politikalar konusunda da durum böyledir. Örneğin. "Yeni Dünya Düzeni", emperyalist hegemonyanın günümüzdeki pervasızlığı üzerine koca bir kitap yazabilirsiniz. Yüzlerce veriyi art arda dizersiniz. Bunların hepsi önemli ve anlamlıdır. Bütün bu gerçekleri ve bu gerçeklerin iç bağlantılarını hiç durmaksızın kitlelere anlatmak zorundayız. Ama bir yere kadar! Bir yerden sonra, karşımızdaki insanın her akşam televizyonda izlediği bir gerçekliği, (emperyalizmin acımasızlığı, kendi çıkarları için bütün değerleri hiçe sayması, vb.) ona tekrarlamak noktasına gelir takılırız. Oysa aslında Leninist literatürde "siyasi gerçekleri açıklama" denilen görev, yalnızca emperyalizmin (oligarşinin, burjuvazinin, vs. vs.) "yüzünü açığa çıkarma" gibi bir çabayla sınırlı değildir; kitlelere bu güçlerin nasıl yenilebileceğini anlatmak ve tabii ki göstermek gereklidir. Şüphesiz, bu görev değişik mücadele biçim ve araçlarını gerekli kılar ama bugün bulunduğumuz eksikli noktada bile elverişli araçlardan tamamen yoksun değiliz. Yüzlerce değişik yoldan kitlelere başka bir dili, mücadele dilini yansıtabiliriz; emperyalizmle ilgili olarak kitlelerin zihnindeki "her şeye hâkim imparatorluk" imajını sarsabiliriz. Yani emperyalist hegemonya somut bir veri ise eğer, veridir. Artık bu gerçeğin basit tekrarıyla yetinemeyiz; bu hegemonyanın iç bağlantılarını yüzlerce kez tekrarlayarak kitlelere anlatırız ama öte yandan o gücün dünyanın her köşesinde sarsılmakta olduğunu örneklerle ortaya koymak, bu güce karşı bizim de direnebileceğimizi, direnmekten başka yolumuzun olmadığını anlatmak zorundayız. Üstelik bunları anlatmak, somut gerçeğin tahrifi de değildir; çünkü emperyalizmin gücü her zaman taktik plandaki bir güçtür, stratejik planda, yani uzun ve orta vadede kitlelere söylediklerimiz tümüyle gerçeğe uygundur, bunlar hayat tarafından kanıtlanmıştır. Mao'nun emperyalizmle ilgili yaptığı "kağıt kaplan" benzetmesi asla düşmanı hafife almak değildir; bu özgün Çin deyişi bugün önümüzde bütün vahşetiyle duran gücün gerçekte tarihsel anlamda kof olduğunun vurgulanmasıdır.
Daha somut olgulara baktığımızda da durum böyledir. Örneğin özelleştirmeler, taşeronlaştırma ve esnek üretimle işçi sınıfının yapısının parçalanışını uzun uzadıya inceleyebilir, böylesi koşullarda sınıfın örgütlenmesinin ne kadar zorlaştığına değinebiliriz. Bütün bu belirlemelerden hareketle özelleştirmelere, taşeronlaştırma ve üretimin parçalanmasına yönelik sloganlar ve eylemler örgütleyebiliriz. Bunu yapmak kesinlikle gerekli ve zorunludur. Emekçilerde neoliberal politikalara yönelik bir bilinç oluşturmak yeni sürecin önemli görevlerindendir. Ama öte yandan, bütün bu olguları veri olarak kabul eden bir başka programa da ihtiyacımız vardır. Yani "Özelleştirmelere hayır" sloganı, "özelleştirilmiş işletmelerdeki emekçileri nasıl örgütlemeliyiz" sorusunun üzerini örtemez. "Taşerona hayır" sloganı altında sınıfa gidebilir ve onun bu çok yakıcı talebinin altını çizebiliriz; ama diğer yandan "taşeronlaşmış işletmelerde sınıfı nasıl birleştirip mücadeleye yöneltebiliriz" sorusu üzerine de kafa patlatmak gerekiyor. "Üretimin yapısı ve sınıfın bütünlüğü parçalandı" diye bir belirlemede bulunduğumuzda, emekçilerin bu parçalanmış dünyasına nasıl gireceğimizi, atölyelerde, ev işlerinde, vs. çalışan insanları nasıl örgütleyeceğimizi düşünmek zorundayız. Zaman zaman kelli felli sendikacıların sınıfı örgütlemenin zorluklarından yakınması tuhaf bir durum değil midir? Bir insan, yapmaya soyunduğu işe çözümler ve araçlar bulur, yoksa o işin "zorlaştığından" yakınarak nereye varabilir? Sınıf atölyelere gittiyse sen de oraya gideceksin; sınıf parçalandıysa sen onu nasıl birleştirebileceğini düşünüp uygun yöntem ve araçlar bulacaksın; sınıfın belleği ve örgütsel refleksleri zayıfladıysa ben bunu nasıl beslerim ve güçlendiririm diye düşünüp yollar arayacaksın. Başka bir yol yok! Devrimciysen eğer, bir kabus manzarası çizip kendine bahane arayacağına, çözümlemelerini, düşüncelerini yenileyip yeni araçlarla sürece yüklenirsin, tersi tam bir bataklık ve karamsarlık tablosudur.
Örneğin, emekçi mahallelerinin "yozlaştığı" üzerine de çok konuşulur. "Bizim zamanımızda..." diye başlayan boş muhabbetler en çok bu alanda yapılır. Doğrudur, oligarşinin bilinçli politikalarının da katkısıyla bugün gerçekten emekçi mahalleleri ve genç insanlar korkunç bir kişiliksizleşme, çürüme ve bozulma atmosferi içindedirler. Pratikte çalışan her devrimci, insan örgütlemenin ne kadar zor bir iş olduğunu, nasıl hayal kırıklıkları ve trajediler yaşadığını bize anlatabilir. Bugün emekçi mahallelerindeki devrimci kurumların tümü bu sorunlarla boğuşmakta, genç insanları bir yerden bir yere taşımak için adeta iğneyle kuyu kazmaktadır. Peki ama ne yapacağız? Ya da şöyle soralım: Bu "yozlaşmış" çocuklar kim? Onlar bizim devrimimizin çocukları değil mi? Devrim dediğimiz şey, başka diyarlardan getirttiğimiz başka insanlarla mı yapılacak? Tabii ki bu insanlar bizim insanlarımız ve biz onları dönüştüren pratikleri ve araçları bulacağız, böyle yürüyeceğiz.

Yaratıcılık ve Devrimci
Sosyalist Kadro

Artık doğrudan kendimize dönerek tartışmayı sürdürebiliriz. Evet, böyle yapacağız. Bir devrimci sosyalist, olguları tespit etmekle yetinemez; o, çözüm bulucu, yenilik üretici bir kadrodur. Yozlaşmayı, parçalanmış iş ve hayat ilişkilerini, vs. tümünü belirler, bunlar üzerine çözümlemeler yapar; ama sonra mutlaka harekete geçer! Elindeki örgütsel araçları ve ilişki yöntemlerini, dilini, tavrını hayata uygular, bunlarla sonuç alamadığında yenilerini "icat" etmekte tereddüt göstermez. Belki devrimci sosyalizmin kitlelerle ilişki için ortaya koyduğu temel örgütsel yapılar yine çalışmanın belkemiği olarak kalır, ama o, pratikteki çalışmanın ihtiyaçlarını düşünür, yeni araçlara, yöntemlere yönelir. Futbol kulüpleri bizim perspektifimizin dışında değildir; uyuşturucuya karşı özel gençlik çalışmaları da, gecekondu yıkımlarına karşı halk komiteleri de, sanayi bölgelerinde işçi dernekleri de, evde çalışan kadınlar için yaratılabilecek ortak işler de öyle... Afiş, bildiri, vb. bir yoldur; ama ev ziyaretleri, duvar gazeteleri de, film gösterimleri de başka yollardır. Süreç geliştikçe kuşkusuz bunlara yüzlerce yeni yöntem ve araç eklenecektir. Devrimci sosyalist, bütün bu biçimlerin hiçbirini baştan reddetmez; zihnini baştan kilitlemez. Bazı araçların bugün başka siyasi hareketler tarafından yanlış ve verimsiz kullanılıyor olmasına bakarak kendisini onlara kapatmaz. Sonuçta parti örgütü ve temel alan yapılanmaları dışında hiçbir örgütsel form kalıcı olmak zorunda değildir. Devrimci sosyalist, yaratıcı ve çözüm bulucudur. Önündeki olguya (atölye, mahalle, okul, vb.) bakar, önsel olarak pratik bir çözümleme yapar ve işe koyulur. Elle tutulur bir başarı sağlayamıyorsa eğer, hem kullandığı araçları ve yöntemleri, hem de kendisinin bu araçları-yöntemleri kullanmaktaki yeterliliğini sorgular. Buradan vardığı sonuçlarla kendisini de, kullandığı araçları-yöntemleri de değiştirir, zenginleştirir. Ama durum ne olursa olsun, koşulların elverişsizliği üzerine ağlayıp sızlanmaz. Bir felaket tablosu çizip, karşısında ah vah etmez. Devrimci sosyalistin iyimserliği, bu anlamda boş bir iyimserlik değildir. Sahip olduğu devrimci perspektif, ona yol gösterir ve önünü açar; bu anlamda devrimci yenilenme süreci de yalnızca iktisadi-siyasi tahlillerin ardarda sıralanışından öte bir şeydir. Devrimci yenilenme, yeni tarihsel süreçte yalnızca emperyalist sömürü ve işleyiş biçimlerindeki değişimi tespit etmekle yetinmez. O, aynı zamanda bu sürece yanıt verecek yeni örgüt ve kadro biçimlerinin de yaratılması gerektiğini ifade eder. Devrimci sosyalist kadro, işte tam bu yeni biçim ve yöntemlerin bulucusudur. Süreci çözümleyerek hayata yönelmek, hayattan öğrenerek yeni ve yaratıcı yollar bulmak... Devrimci sosyalistin işi budur.
Ancak bu yoldan yürüdüğümüzde kitlelerle buluşacak ve zafere ulaşacağız.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19