Kapitalizm, feodalizmin bağrında üretim ilişkisi
olarak çıkmış, özellikle yeni coğrafi alanların
Avrupalılar tarafından bulunmasıyla gelişmiş,
içte mülksüzleşme, dışta kapitalist sömürgecilikle
egemenliğini ilan etmiştir. Kapitalizm özel mülkiyetin
en gelişmiş biçimine dayanır ve tüm sömürücü sınıfların
tarihsel birikimine yaslanarak burjuvazinin sınıf
egemenliğini içerir. Önce İngiliz devrimi daha
sonra ve özellikle büyük Fransız devriminde öncülük
yapan burjuvazi, "eşitlik, özgürlük, kardeşlik"
sloganlarıyla feodalizme karşı ezilen sınıfların
desteğini de alarak politik iktidarı ele geçirmiştir.
Bu ön açıcı gelişmeler sanayi devrimiyle birlikte
kapitalizmin dünya çapında tarihsel zaferini sağlamıştır.
Tüm bu gelişmeler, aydınlanma çağının kültürel
ve ideolojik desteğiyle iç içe yaşanmıştır. Burjuvazi
sadece ekonomik alanda değil, politik, ideolojik
ve kültürel alanda da egemenliğini ilan etmiştir.
Bu feodalizmle kıyaslanınca ilerlemedir ve insanlığın
önünü açmıştır. Ama insanlık için bu ilerleme,
insanlığı sömürüden kurtaramamıştır.
Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek ve son aşamasıdır.
Kapitalizmin en temel yasalarından biri azami
kardır. Azami karı hedefleyen burjuvazi ve onların
devletleri serbest rekabetci kapitalizm döneminde
sömürgecilik ve rekabet yoluyla büyümüşler ve
bu süreç tekelleri ve büyük kapitalist sömürgeci
devletleri yaratmıştır. Böylece kapitalizm en
ileri aşaması olan emperyalizm aşamasına ulaşmıştır.
1860'lardan sonra ortaya çıkan tekeller, kapitalist
özel mülkiyeti ortadan kaldırmamış, tam tersine
kapitalist özel mülkiyet bir avuç tekellerin elinde
yoğunlaşmıştır. Sadece tekellerin egemenliği değil,
meta ihracının yanı sıra sermaye ihracını ön plana
çıkması, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin
iç içe geçmesi ve mali oligarşinin oluşması, dünyanın
tüm kara parçalarının emperyalistler tarafından
paylaşılması bu sürecin temel özellikleridir.
Yüz elli yılı aşkın süredir tekeller, özellikle
günümüzde uluslararası tekeller, yeryüzünde egemenliklerini
ilan etmiş, tüm yerküreyi kendi aralarında paylaşmış,
kendi kar hırsları için, işçi ve emekçilere, dünya
halklarına sınırsızca barbarlıklarını dayatmıştır.
İşgaller, savaşlar, açlık, yoksuluk, vahşi sömürü,
ahlaki düşkünlük, en barbar baskı biçimleriyle
halklara reva görülmüş, kapitalizm, bu kan deryasından
ve emeğin sınırsız sömürüsünden beslenerek karlarını,
her zaman "daha çok kar" mantığı ile
yükseltmiştir. Emperyalist uluslararası tekellerin
kar hırsı yüzünden bütün insanlık, iki büyük paylaşım
savaşını, sayısız bölgesel-yerel savaşları, bu
temelde on milyonlarca insanın ölümünü yaşamıştır.
2. paylaşım savaşı sonrası, yani 1945 sonrasında
ortaya çıkan dev sosyalist devletler bloku ve
büyük boyutlar kazanan ulusal kurtuluş savaşlarının
yarattığı tehdit nedeniyle, emperyalistler yeni
bir dünya savaşını göze alamadılar. Ancak bu onların
yerel-bölgesel düzeylerde sayısız saldırılar-savaşlar
gerçekleştirmelerini engellemedi. Örneğin 1945-92
yıları arasında meydana gelen ve tümüne yakınında
emperyalistlerin doğrudan rol oynadığı 143 savaşta
toplam 23 milyon insan yaşamını kaybetmiş ve haklı
olarak bu " üçüncü dünya savaşı" olarakta
tanımlanmıştır. Bugün, emperyalistler tarafından,
özellikle 11 Eylül saldırısı sonrası halklara
karşı ilan edilen savaş "dördüncü dünya savaşı"
olarak tanımlanıp, yüz yıl süreceği ilan edilmiştir.
Emperyalizm, dünyanın dört bir yanına, demokrasi
ve özgürlük değil, işgaller, güce dayalı egemenlik
sistemleri, siyasal gericilik ve onun bir biçimi
olarak faşizmi, en vahşi sömürü biçimlerini, kan,
acı, gözyaşı ve savaşları taşımıştır. Bugün milyarlarca
insan açlık sınırında yaşıyorsa, açlık, hastalık
ve sefalet içinde insan soyu tükeniyorsa, en barbar
ve sinci biçimde işgaller ve savaş halklara dayatılıyorsa,
kültürel ve ahlaki bozulma ile insanlık kendine,
kendi emeği ve değerlerine yabancılaşmışsa, sömürge
ve yeni-sömürge ülkeler her düzeyde emperyalizme
bağımlılık içindeyse, ulusal onurları ayaklar
altına alınıyorsa, ülkeler ve sınıflar arası uçurumlar
sürekli büyüyorsa, bir avuç uluslararası/emperyalist
haydut dünyaya meydan okuyorsa, dünyanın her yeri,
en "demokratik" ülkesi bile birer işkence
merkezi oluyorsa, bunun aslı nedeni kapitalizmdir;
kapitalizmin çocuğu emperyalizm ve gerici-faşist
iktidarlardır.
Türkiye emperyalizme tam bağımlı yeni-sömürge
bir ülkedir. Osmanlı imparatorluğunun yarı- sömürgeleşmesinden
bu yana tarihimiz, "batılaşma ve ıslahat"
adına iç dinamiklerin bozulup, emperyalizmim çıkarlarına
göre herşeyin düzenlenmesi, Kemalizmin işgal dönemiyle
sınırlı ve açık işgale karşı geliştirdiği güdük
anti-emperyalist tutumu bir yana, yaklaşık 200
yıllık bağımlılık tarihidir. Emperyalizm, dış
borç, ikili anlaşma, yardım vb. yollardan Osmanlı
imparatorluğunu yarı-sömürgeleştirilmiştir. Bu
süreçte emperyalist sermaye, kapitalist meta dolaşımını
sağlamak ve pazar alanlarını sömürüye açmak için,
özellikle demiryolları ve limanlar gibi üretken
olmayan alanlara yönelmiş, borç vererek kendine
bağımlılığı geliştirmiştir. Osmanlı imparatorluğunda
emperyalist ülkelere borçları ödemek için duyun-u
umumiye gibi kurumlar yaratılmıştır.
Ekonomik bağımlılık siyasal bağımlılığı yaratır,
siyasal bağımlılık ekonomik bağımlılığı yoğunlaştırır.
Emperyalist sermaye, feodalizm çağının en büyük
hanedanlıklarından bir olan Osmanlı hanedanlığı
ve özellikle gayri müslüm sermayeye dayanarak,
Osmanlı imparatorluğunu yarı-sömürgeleştirmiştir.
Bu süreçte, burjuva devrimlerin yarattığı ulusal
biliç ve ulusal hareketler, Osmanlı imparatorluğunun
sınırların daraltmış, Yunanistan'ın kurtuluşu
dahil, 20 ulus, burjuvazi önderliğinde kendi ulus
devletini yaratmış ve Osmanlı imparatorluğuna
karşı bağımsızlığını ilan etmiştir. Bir yandan
Osmanlının sınırlarını daraltan bağımsızlık hareketleri,
diğer yandan hanedanlığa dayanan yarı-sömürgecilik,
Türk burjuvazisini çıkış arayışlarına yöneltmiş
ve milliyetçilik son can simidi olmuştur. Gerici
ve işbirlikçi Türk burjuvazisinin milliyetçiliği
Alman emperyalizmin desteğiyle "pan türkizm"
adı altında sovenizme dönüşmüştür.
Kemalizm, 1. paylaşım savaşında, Alman emperyalizmi
ile yapılan işbirliği içinde, yenilgi sonrası
yaşanan açık işgale karşı, Türk ticaret burjuvazisinin
öncülüğünde, sınırlı (işgale karşı olmayla sınırlı)
anti-emperyalist tutumdur. Öte yandan, Kurtuluş
savaşının hemen ardından bu anti-emperyalist tutumda
sonümlenmiş, Kemalizm, demokrasi ve özgürlüklerin
inkarına dayanan, işçi ve emekçi sınıfların taleplerini
katliamlarla bastıran, Kürt ulusunun özgürlük
taleplerini sömürgecilikle boğan baskı rejiminin
adı olmuştur. Bu süreçte, ülkenin yönü kesin biçimde
emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşmeye çevrilmiş,
uluslararası siyasal alanda emperyalistler arasında
denge politikaları izlenmiş, ekonomik alanda emperyalist
kapitalist dünyadaki gelişmelere bağlı olarak
başlangıçta liberal politikalar izlenirken, 1929
dünya krizden sonra devlet kapitalizmi modeli
esas alınmıştır. Açık sömürü ve devlet kapitalizmi
uygulamaları, Kuzey Kürt coğrafyasının sömürgeleştirilmesi
ve savaş vurgunları ile oluşan sermaye birikimi,
kapitalizmin gelişmesini hızlandırmıştır. 2. paylaşım
savaşı sonrası, ABD emperyalizmi tarafından geliştirilen
yeni-sömürgecilik, bu birikim üzerinden yükselmiştir.
Açık işgali gizleyen, emperyalizmin içsel olgu
olmasını içeren yeni-sömürgecilik, sömürgecilik
tarihinde görülen en sinsi sömürgecilik biçimidir.
Sadece ekonomik değil,siyasal,askeri ve kültürel
açıdan tam bağımlılığı ifade eder. Ve ülkemiz
2. paylaşım savaşı sonrası bu kapsamlı yeni-sömürgecilik
ilişkileri içinde debelenmektedir.
ABD emperyalizminin, sosyalizm ve ulusal kurtuluş
hareketlerine karşı, Türkiye ve Yunanistan'ın
birer ileri karakol olması için geliştirdiği Truman
doktirini, yeni-sömürgeciliğinin, Türkiye ve Yunanistan
somutunda, bir sisteme dönüşmesinin başlangıcıdır.
Yardım, kredi, ikili ve çok yönlü anlaşmalara
dayanan yeni-sömürgecilik, işbirlikçi kadroların
eğitimi ve yeni-sömürgelerde işbaşında olması,
kültürel kuşatma, faşizmin bizzat emperyalizm
tarafından kurumsallaştırılması, bunun için iplerin
koptuğu yerde açık askeri cuntaların örgütlenmesi
gibi temel özelliklere sahiptir. Her alanda tam
bağımlığı ifade eden yeni-sömürgecilik, 2. paylaşım
savaşı sonrası, emperyalist-kapitalist sistemin
öncülüğünü ele geçiren ABD emperyalizmi öncülüğünde
geliştirilmiştir. Çin, Kore, Vietnam, Doğu Avrupa
ülkelerinin, yani dünyanın 1/3'ünün emperyalist
kapitalist sistemden koparak sosyalizm yoluna
girmesi ve gelişen ulusal kurtuluş mücadeleleri,
emperyalist sistemi yeni bir sömürgecilik modeli
geliştirmeye zorlamıştır. Eski kaba sömürgecilik
yolları adım adım terk edilecek, daralan pazar
alanlarına çare olarak mevcut pazarları daha yoğun
sömürmek için özellikle geri bıraktırılmış ülkelerde
kapitalizm geliştirilecektir. Artık emperyalist
işgal açık değil, gizlidir. Kapitalist pazarın
büyütülmesinin çözümü, yeni-sömürge ülkelerde
emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kapitalizm
yukarıdan aşağı geliştirilmiştir. Böylece yarı-sömürgeciliğin
ortaya çıkardıgı yarı-feodal toplumsal süreç geride
kalmıştır. Kapitalizm tüm ülkelerde toplumsal
sürece egemen olmuştur.
Yeni-sömürgecilik, Asya, Afrika ve Latin Amerikada
yaygınlaşmış, özellikle 1990'lı yıllarda "reel
sosyalizm"in çözülmesi ve ulusal kurtuluş
hareketlerinde yaşanan gerileme ile, emperyalist
saldırı politikaları eşliğinde derinleşmiştir.
Bu süreçte yeni-sömürge ülkeler, neo-liberal politikalarla,
ithal ikameci, iç pazarın nisbeten korunarak genişletilmesine
dayanan uygulamaları bir yana atmış, sanayisizleştirme
politikaları ile açık pazara dönüşmüştür. Emperyalist
sermaye, eski süreçte, yarı-sömürgecilikte olduğu
gibi, sadece yeraltı ve yer üstü zenginlikleri
talan etmekle kalmıyor, bizzat "yabancı sermayeyi
teşvik" adına çıkarılan yasalarla üretim,
ticaret ve tüketimde yerini alıyor, dahası her
türlü çıkarı "tahkim" gibi yasalarla
garanti altına alınıyor. Sosyalizme karşı geliştirilen
"sosyal devlet" politikaları, bu süreçte
terk edilmiştir. Neoliberalizm politikalar temelinde,
ideolojik ve kültürel dayanaklarıda oluşturularak,
emperyalist sermaye ve işbirlikçi tekelci için
esnek üretim, özelleştirme, tarımın tasfiyesi,
eğitim ve sağlığın paralı olması, iş güvencesinden
uzak düşük ücretler hedeflenmiş ve önemli yol
alınmıştır. Kısacası sosyal yıkım politikaları
ile sömürü hızlanmıştır.
Yeni-sömürge ülkelerde tüm iktidar gücü emperyalistlerden
büyük tekelcilerden, büyük tefeci tüccarlardan,
toprak ağalarından oluşan küçük bir azınlığın,
yani oligarşinin elinde toplanmıştır. Emperyalizm
ve işbirlikçisi oligarşi, bu ülkelerde emperyalizme
ve tekelci sermayaye dayanarak faşizimi yukardan
aşağı örgütlemiştir. Yeni-sömürgecilik aynı zamanda
sömürge tipi faşizmin zeminidir. 1945 sonrasında
emperyalizm Türkiye'yi yeni-sömürgecilik yoluyla
işgal ederken, devlet yapısını da Kemalist bonapartist
diktatörlükten, sömürge tipi faşizme dönüştürmüştür.
Yeni-sömürgecilik üzerinde yükselen "çok
partili demokrasi" herşeyi gizlemeye yarayan
bir örtüdür ve yeni-sömürgeci kapitalizmin hukuksal
çercevesini oluşturan 1961 anayasası, hem iç dengelerden,
hem de bu süreçin genel özelliklerinden kaynaklanarak
nisbi demokratik hakları içerse de devletin niteliği
faşizmdir. Zaten bu hukuksal zemin, yeni-sömürgeciliğin
önünü açmış, önce 12 mart faşizmi ile budanmış,
sonra 12 Eylül açık faşizmi ile bir yana atılmış,
faşimin yeni hukuksal çercevesi 82 anayasası ile
oluşmuştur. 2. paylaşım savaşı sonrası, emperyalizm
her alana sızmış, işbirlikçi tekelci sermaye emperyalist
sermaye tarafından başta itibaren bağımlı biçimde
geliştirilmiş, emperyalist sermayeye kapılar sonuda
kadar açılmıştır. Ancak bu süreç sancısız olmamış,
emperyalizm ve ona dayanan faşizm, halk muhalefetini
etkisizleştirdikçe, işbirlikçi tekelci sermayenin
önündeki engeller aşıldıkça bu süreç hızlanmıştır.
Yeni-sömürgecilik zemininde faşizm, bu süreçte,
uluslararası sermaye ve yerli işbirlikçi sermayenin
ihtiyaçları doğrultusunda yeniden biçim almıştır.
12 Mart ve 12 Eylül açık faşizm süreçleri, en
son 28 Şubat süreçleri bunların ifadesidir. Emperyalizm
ve yerli işbirlikçi tekelci sermayeye dayanan
sömürge tipi faşizmde; parlemanto, burjuva demokrasisinin
bir aracından öte, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin
çıkarlarını savunan ve faşizmi örtülüyen yasama
gücüdür. Burjuva partileri aynı emeryalist saldırı
programının ve bu politikaların figüranlarıdır.
Ordu ise, emperyalizmin kontrol ve denetiminde,
iç savaşa göre örgütlenmiş, işçi ve emekçi sınıflara
karşı konumlanmış vurucu güçtür.
Bu düzende herşey emperyalizm ve işbirlikçi
sermaye içindir.
Emperyalizm adına mazlum halklara karşı savaşta,
özellikle Ortadoğudaki her emperyalist saldırıda,
1 ve 2. ortadoğu savaşında, Afganistan ve Irak'ta
mazlum halklara karşı savaşta, ülkemiz toprakları
sadece istihbarat, sızma ve casusluk için değil,
emperyalist savaşa her türlü destekte üs olarak
kullanılmaktadır. Dökülen her damla kanda, Filistin,
Irak, Afganistanda, Ortadoğuda, Balkanlarda, Kafkaslarda
emperyalizm adına ayaklar altına alınan ulusal
onurda, sadece emperyalizm değil, Türkiye'deki
işbirlikçi oligarşide sorumludur. Dün sosyalist
ülkelere karşı U2 casusluk skandalı, bugün için
çok hafif kalmakta, emperyalizme yeni üsler açılmakta,
tam bir iki yüzlülükle halklara karşı açılan bu
emperyalist işgal ve savaşta verilen görevler
tam bir emireri rolüyle yerine getirilmektedir.
Türkiye'nin işbirlikçi oligarşisi, ABD, İngiltere
ve İsrail ekseninde halklara karşı suç işlemektedir.
Yapılan gizli ve açık anlaşmalar, "stratejik
ortaklık"lar, IMF, Dünya Bankası kredileri
ve ödenen borç faizleri, bu temelde emperyalistler
tarafından istenen ve çıkarılan yasalar, sömürge
valisi gibi IMF, Dünya Bankası, CIA görevlilerinin
her gün yapıtığı denetimler hep bundandır.
Tüm bunlar, Türk, Kürt, Laz, Arap, alevi, sünni
her ulustan ve inaçtan halklarımızın kaderimiz
mi?
Elbette hayır?
Bu ülkenin gerçek sahipleri, emperyalistler, ABD,
AB, IMF, D.Bankası, NATO ve işbirlikçi oligarşi,
onun hükümetleri değil, tüm değerlerin üreticileri,
işci ve emekçi sınıflar, Türk, Kürt, tüm ulusal
topluluktan, her inançtan halkımızdır. Onların
"vatan", "ülke" dedikleri,
bu zülüm ve sömürü düzenini örtmek için basit
bir demogojidir, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin
çıkarıdır. Onlar bu demogoilerle kardeş halkları
birbirine düşman etmeye çalışıyorlar. Vatan, millet
nutuklarını ABD emperyalistlerine, işgalci güçlere
karşı değil, emekçi Kürtlere, haklarını arayanlara
karşı atıyorlar. Dillerinden düşürmedikleri, zaman
zaman "bol geldiği" ifade edilen "demokrasi"
ise bu çıkarları temsil eden sınıf egemenlikleridir
ve burjuva anlamda bile demokrasi ile uzaktan
yakından ilişkisi yoktur. Onların elinde milliyetçilik
halklara düşmanlık temelinde sovenizmdir, her
türlü emperyalist çıkarı savunan kozmopolitizmdir.
Yani onların ülkesi başkadır, işçiler,emekçiler
ve tüm ezilenlerin başkadır.
Eğer emperyalistler ve işbirlikçi oligarşi bu
kadar pervasızsa, "küresel"saldırılarla
halkları teslim alınmak isteniyorsa, bunun nedeni
de emekçi ve ezilen halkımızın örgütlü olmamasıdır.
İşçi sınıfı ve emekçi halkımızın örgütsüzlüğü,
sadece ülkemiz için değil, dünya ölçeğinde emekçilerin
politik durumunun en önemli unsurudur ve ciddi
bir tıkanmayı ifade eder. Proleteryanın ve önder
güçlerinin bu tıkanması insanlığın bunalımına
yol açmakta ve bu yaşamın her alanında kendini
göstermektedir. Emperyalistlerin sınırsız saldırıları;
F tipi cezaevininden tutalım, özelleştirmeye,
gecekondularda yaşanan yıkımdan tutalım, köy emekçilerinin
yoksulaşmasına, kadın ve çoçuk emeğinin sınırsız
sömürüsünden tutalım, gençliğin işsizlik ve yozlaşma
cenderesinde boğulmasına, sağlık alanıdan eğitim
alanına her türlü sosyal hakkımızın gasp edilimesine
kadar, günlük herşeyede bunun izlerini görmek
mümkündür. Bu saldırı politikaları sınıfsal temelde
ulusal çelişkileri açığa çıkarmakta ve her alana
yansımaktadır.
Kaderimiz Kendi Elimizdedir; Özgür Ülke İnsanca
Yaşam İstiyoruz!
Bize, tüm emekçi halkımıza "kader" olarak
dayatılan bağımlı, onursuz, insana yabancı yaşamı
redetmek, emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye
karşı mücadeleyi yükseltmek, işçi, köylü, yoksul,
işsiz, emeğiyle yaşamını sürdüren, tüm halkımızın
birliğinden ve örgütlülüğünden geçmektedir. Kendi
kaderimiz kendi elimizdedir, bizi ancak kendi
irade ve örgütlü gücümüz kurtarır. Kendi kaderimize,
geleceğimize sahip çıkmalı, insanca yaşam ve özgür
bir ülke için emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz.
Özgür bir ülke istiyoruz. Çünkü;
Emperyalizmle bu bağımlılık ilişkisi her türlü
özgür ve demokratik gelişmenin önünde engeldir.
Bağımlılığımızı ifade eden, emperyalistlerle yapılan
tüm ikili, gizli, çok yönlü anlaşmalar, üsler,
tesisler, emperyalist sermayeye sağlanan destekler,
borç sarmalında halkımızın emeğinin emperyalizme
sunulması, özelleştirmelerle peşkeş çekilmesi,emperyalist
savaşta halklara karşı suç işlenmesi vb. halkımızın
yararına değildir. Özgür ülke için, insanca yaşam
için çözüm devrimdir, demokratik halk iktidarıdır.
Demokratik halk iktidarında; tüm anlaşmalar halkımıza
açıklanacak, IMF, D.Bankası ve emperyalistlere
bir kuruş borç verilmeyecek, moratoryum ilan edilecek,
halklara karşı işlenen suçlara destek olunmayacak,
komşu halklar başta olmak üzere dünya halkları
ile eşit ve özgür ilişkiler kurulacaktır. Özgür
ve tam bağımsızlık olmadan, bu emperyalist kuşatma
kırılmadan insanca yaşam mümkün değildir.
Özgür bir ülke istiyoruz. Çünkü;
Başkasını ezen özgür olamaz. Özgür ve eşit ilişki
temelinde, özgür ve demokratik Türkiye ve Özgür-Birleşik-Demokratik
Kürt coğrafyası, bu coğrafyada tüm emekçilerin
özlemidir. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin
hakkı, Kürt ulusuna aittir. Kürt ulusunun özgürlüğü,
Türkiye emekçilerinin özgürlüğüdür ve koşulsuz
Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı desteklenerek,
halkların kardeşliği ve mücadelesi anlam kazanacaktır.
Türkiye'nin yeni-sömürgecilik ve Kürt coğrafyasının
devletler arası sömürgecilik ilişkileri içinde
boğulmasının asıl nedeni emperyalizmdir. Bu zincir,
kendisini siyasal açıdan özgür ve bağımsız örgütleyen
halklarımızın birleşik mücadelesi ile, devrimle
parçalanacaktır. Emperyalist ve sömürgeci güçler
tarafından çizilen sınırlar değil, halkların kendi
sınırları çizilecek, eşitlik ve özgürlük temelinde
büyük halklar federasyonu yaratılacaktır.
Özgür ülke istiyoruz. Çünkü;
Oligarşi, emperyalistlerin adına, onların hizmetinde
komşu haklara karşı düşmanlık içindedir. Arap,
Acem, Balkan ve Kafkas haklarına karşı düşmanlık,
halkımızın ve komşu halkların çıkarına değildir.
Kıbrıs işgal edilerek, Hatay ilhak edilerek komşu
haklara karşı suç işlenmiş, komşu halklar düşman
ilan edilmiştir. Özgür bir Türkiye de komşularla
dostluk kurulacak, Türk ve Rum halklarının çıkarlarını
koruyan eşit temelde barışla Kıbrısın işgaline,
Hatay'ın ilhakına son verilecektir. Yunanistan
halkına karşı her vesile ile körüklenen düşmanlığa
son verilip, Akdeniz ve Ege barış ve dostluk denizi
olacaktır. Ermeni halkına karşı körüklenen düşmanca
saldırganlığa son verilecek, kardeşlik temelinde
bir ilişki kurulacaktır.
Özgür bir ülkede insanca yaşamak istiyoruz. Çünkü;
İnsanca yaşamak, tam bağımsız ve demokratik Türkiye
de yaşamak en doğal hakkımızdır. Bunun engeli
mevcut çarpık kapitalist, yeni-sömürgeci sistemdir.
İnsanca, özgür bir ülkede yaşamak bu sistemin
tasfiyesi ve halk iktidarının kurulması ile mümkündür.
Emperyalistler demokrasi değil, sosyal yıkım,
baskı ve zülüm taşımaktadırlar. İşbirlikçi oligarşi'nin
demokratik hiç bir geleneği ve özelliği yoktur.
Herkese iş ve çalışma, barınabileceği konut, parasız
ve eşit eğitim, ücretsiz sağlık hakkı, her ulus
ve inançtan insanların özgürce düşüncesini açıklama
ve örgütlenme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü,
kadının her alanda özgürlüğü ve başta eşit işe
eşit ücret politikası olmak üzere kadınların her
alanda erkeklerle eşitliği, kadın ve çocuk emeği
başta olmak üzere emeğin korunması, işkence ve
baskıların son bulması, siyasi tutakların özgürlüğü,
kontgerilla gibi tüm özel savaş örgütlerinin dayıtılması,
tüm emekçi sınıfların yönetime katılımı ve seçilenleri
görevden alma hakkına sahip olması, özcesi insanca
yaşam, ancak proleterya önderliğinde emekçi halkımızın
kendi iktidarıyla kazanılacaktır.
Özgür bir ülke ve insanca yaşam istiyoruz ve bunun
ancak bağımsız, demokratik halk iktidarının kurulduğu
ve sosyalizme doğru kesintisiz olarak ilerlediği
bir ülkede gerçekleşeceğini biliyoruz. Bunun için
mücadele ediyoruz.
Mücadele edenler kazanır.
Emperyalistler ve işbirlikçi oligarşinin ekonomik,
siyasal, ideolojik ve kültürel saldırılarına karşı
direnmek, aşımızı, evimizi, tarladaki ürünümüzü,
kazanılmış haklarımızı ve özgürlüğümüzü savunmak,
onursuzluğa, yozlaşmaya ve aşağılanmalara tavır
almak, doğal ve insan olmanın bir gereğidir. Bu
saldırılara karşı direnmeden, direnişi kurtuluşa
taşımadan ne bağımsız bir ülke, ne de eşit,özgür
ve insanca yaşam mümkündür.
Bu coğrafyanın sosyalistleri, devrimcileri, demokratları,
yurtseverleri, bu mücadelenin öncüsüdürler. Sadece
bu yetmez. Bağımsızlık ve insanca yaşamı isteyen
tüm insanların, emekçilerin mücadele içinde biraraya
gelmesi, bu büyük davayı omuzlaması gerekiyor.
Emperyalizme karşı özgür bir ülke ve insanca yaşam
isteyen her bireye, çevreye, siyasal oluşuma,
toplumsal kesime, sınıfa bu kavgada yer vardır.
Sözlerimizi ve kavgamızı birleştirelim, devrimci
bir halk hareketinin adımlarını atalım.
Birleşen ve örgütlenen halk yenilmez.
Birleşelim, örgütlenelim ve mücadele edelim. Emperyalizmi
bu ülkeden kovalım, insanca yaşam için kendi iktidarımızı
kuralım.
ÖZGÜR ÜLKE VE İNSANCA YAŞAM İÇİN
TEK YOL DEVRİM!
YA ÖZGÜR ÜLKE YA ÖLÜM!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ !
|