Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

40. Sayı - Mayıs 2006

Kapitalizm, feodalizmin bağrında üretim ilişkisi olarak çıkmış, özellikle yeni coğrafi alanların Avrupalılar tarafından bulunmasıyla gelişmiş, içte mülksüzleşme, dışta kapitalist sömürgecilikle egemenliğini ilan etmiştir. Kapitalizm özel mülkiyetin en gelişmiş biçimine dayanır ve tüm sömürücü sınıfların tarihsel birikimine yaslanarak burjuvazinin sınıf egemenliğini içerir. Önce İngiliz devrimi daha sonra ve özellikle büyük Fransız devriminde öncülük yapan burjuvazi, "eşitlik, özgürlük, kardeşlik" sloganlarıyla feodalizme karşı ezilen sınıfların desteğini de alarak politik iktidarı ele geçirmiştir. Bu ön açıcı gelişmeler sanayi devrimiyle birlikte kapitalizmin dünya çapında tarihsel zaferini sağlamıştır. Tüm bu gelişmeler, aydınlanma çağının kültürel ve ideolojik desteğiyle iç içe yaşanmıştır. Burjuvazi sadece ekonomik alanda değil, politik, ideolojik ve kültürel alanda da egemenliğini ilan etmiştir. Bu feodalizmle kıyaslanınca ilerlemedir ve insanlığın önünü açmıştır. Ama insanlık için bu ilerleme, insanlığı sömürüden kurtaramamıştır.
Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek ve son aşamasıdır. Kapitalizmin en temel yasalarından biri azami kardır. Azami karı hedefleyen burjuvazi ve onların devletleri serbest rekabetci kapitalizm döneminde sömürgecilik ve rekabet yoluyla büyümüşler ve bu süreç tekelleri ve büyük kapitalist sömürgeci devletleri yaratmıştır. Böylece kapitalizm en ileri aşaması olan emperyalizm aşamasına ulaşmıştır. 1860'lardan sonra ortaya çıkan tekeller, kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırmamış, tam tersine kapitalist özel mülkiyet bir avuç tekellerin elinde yoğunlaşmıştır. Sadece tekellerin egemenliği değil, meta ihracının yanı sıra sermaye ihracını ön plana çıkması, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin iç içe geçmesi ve mali oligarşinin oluşması, dünyanın tüm kara parçalarının emperyalistler tarafından paylaşılması bu sürecin temel özellikleridir.
Yüz elli yılı aşkın süredir tekeller, özellikle günümüzde uluslararası tekeller, yeryüzünde egemenliklerini ilan etmiş, tüm yerküreyi kendi aralarında paylaşmış, kendi kar hırsları için, işçi ve emekçilere, dünya halklarına sınırsızca barbarlıklarını dayatmıştır. İşgaller, savaşlar, açlık, yoksuluk, vahşi sömürü, ahlaki düşkünlük, en barbar baskı biçimleriyle halklara reva görülmüş, kapitalizm, bu kan deryasından ve emeğin sınırsız sömürüsünden beslenerek karlarını, her zaman "daha çok kar" mantığı ile yükseltmiştir. Emperyalist uluslararası tekellerin kar hırsı yüzünden bütün insanlık, iki büyük paylaşım savaşını, sayısız bölgesel-yerel savaşları, bu temelde on milyonlarca insanın ölümünü yaşamıştır. 2. paylaşım savaşı sonrası, yani 1945 sonrasında ortaya çıkan dev sosyalist devletler bloku ve büyük boyutlar kazanan ulusal kurtuluş savaşlarının yarattığı tehdit nedeniyle, emperyalistler yeni bir dünya savaşını göze alamadılar. Ancak bu onların yerel-bölgesel düzeylerde sayısız saldırılar-savaşlar gerçekleştirmelerini engellemedi. Örneğin 1945-92 yıları arasında meydana gelen ve tümüne yakınında emperyalistlerin doğrudan rol oynadığı 143 savaşta toplam 23 milyon insan yaşamını kaybetmiş ve haklı olarak bu " üçüncü dünya savaşı" olarakta tanımlanmıştır. Bugün, emperyalistler tarafından, özellikle 11 Eylül saldırısı sonrası halklara karşı ilan edilen savaş "dördüncü dünya savaşı" olarak tanımlanıp, yüz yıl süreceği ilan edilmiştir.
Emperyalizm, dünyanın dört bir yanına, demokrasi ve özgürlük değil, işgaller, güce dayalı egemenlik sistemleri, siyasal gericilik ve onun bir biçimi olarak faşizmi, en vahşi sömürü biçimlerini, kan, acı, gözyaşı ve savaşları taşımıştır. Bugün milyarlarca insan açlık sınırında yaşıyorsa, açlık, hastalık ve sefalet içinde insan soyu tükeniyorsa, en barbar ve sinci biçimde işgaller ve savaş halklara dayatılıyorsa, kültürel ve ahlaki bozulma ile insanlık kendine, kendi emeği ve değerlerine yabancılaşmışsa, sömürge ve yeni-sömürge ülkeler her düzeyde emperyalizme bağımlılık içindeyse, ulusal onurları ayaklar altına alınıyorsa, ülkeler ve sınıflar arası uçurumlar sürekli büyüyorsa, bir avuç uluslararası/emperyalist haydut dünyaya meydan okuyorsa, dünyanın her yeri, en "demokratik" ülkesi bile birer işkence merkezi oluyorsa, bunun aslı nedeni kapitalizmdir; kapitalizmin çocuğu emperyalizm ve gerici-faşist iktidarlardır.
Türkiye emperyalizme tam bağımlı yeni-sömürge bir ülkedir. Osmanlı imparatorluğunun yarı- sömürgeleşmesinden bu yana tarihimiz, "batılaşma ve ıslahat" adına iç dinamiklerin bozulup, emperyalizmim çıkarlarına göre herşeyin düzenlenmesi, Kemalizmin işgal dönemiyle sınırlı ve açık işgale karşı geliştirdiği güdük anti-emperyalist tutumu bir yana, yaklaşık 200 yıllık bağımlılık tarihidir. Emperyalizm, dış borç, ikili anlaşma, yardım vb. yollardan Osmanlı imparatorluğunu yarı-sömürgeleştirilmiştir. Bu süreçte emperyalist sermaye, kapitalist meta dolaşımını sağlamak ve pazar alanlarını sömürüye açmak için, özellikle demiryolları ve limanlar gibi üretken olmayan alanlara yönelmiş, borç vererek kendine bağımlılığı geliştirmiştir. Osmanlı imparatorluğunda emperyalist ülkelere borçları ödemek için duyun-u umumiye gibi kurumlar yaratılmıştır.
Ekonomik bağımlılık siyasal bağımlılığı yaratır, siyasal bağımlılık ekonomik bağımlılığı yoğunlaştırır. Emperyalist sermaye, feodalizm çağının en büyük hanedanlıklarından bir olan Osmanlı hanedanlığı ve özellikle gayri müslüm sermayeye dayanarak, Osmanlı imparatorluğunu yarı-sömürgeleştirmiştir. Bu süreçte, burjuva devrimlerin yarattığı ulusal biliç ve ulusal hareketler, Osmanlı imparatorluğunun sınırların daraltmış, Yunanistan'ın kurtuluşu dahil, 20 ulus, burjuvazi önderliğinde kendi ulus devletini yaratmış ve Osmanlı imparatorluğuna karşı bağımsızlığını ilan etmiştir. Bir yandan Osmanlının sınırlarını daraltan bağımsızlık hareketleri, diğer yandan hanedanlığa dayanan yarı-sömürgecilik, Türk burjuvazisini çıkış arayışlarına yöneltmiş ve milliyetçilik son can simidi olmuştur. Gerici ve işbirlikçi Türk burjuvazisinin milliyetçiliği Alman emperyalizmin desteğiyle "pan türkizm" adı altında sovenizme dönüşmüştür.
Kemalizm, 1. paylaşım savaşında, Alman emperyalizmi ile yapılan işbirliği içinde, yenilgi sonrası yaşanan açık işgale karşı, Türk ticaret burjuvazisinin öncülüğünde, sınırlı (işgale karşı olmayla sınırlı) anti-emperyalist tutumdur. Öte yandan, Kurtuluş savaşının hemen ardından bu anti-emperyalist tutumda sonümlenmiş, Kemalizm, demokrasi ve özgürlüklerin inkarına dayanan, işçi ve emekçi sınıfların taleplerini katliamlarla bastıran, Kürt ulusunun özgürlük taleplerini sömürgecilikle boğan baskı rejiminin adı olmuştur. Bu süreçte, ülkenin yönü kesin biçimde emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşmeye çevrilmiş, uluslararası siyasal alanda emperyalistler arasında denge politikaları izlenmiş, ekonomik alanda emperyalist kapitalist dünyadaki gelişmelere bağlı olarak başlangıçta liberal politikalar izlenirken, 1929 dünya krizden sonra devlet kapitalizmi modeli esas alınmıştır. Açık sömürü ve devlet kapitalizmi uygulamaları, Kuzey Kürt coğrafyasının sömürgeleştirilmesi ve savaş vurgunları ile oluşan sermaye birikimi, kapitalizmin gelişmesini hızlandırmıştır. 2. paylaşım savaşı sonrası, ABD emperyalizmi tarafından geliştirilen yeni-sömürgecilik, bu birikim üzerinden yükselmiştir. Açık işgali gizleyen, emperyalizmin içsel olgu olmasını içeren yeni-sömürgecilik, sömürgecilik tarihinde görülen en sinsi sömürgecilik biçimidir. Sadece ekonomik değil,siyasal,askeri ve kültürel açıdan tam bağımlılığı ifade eder. Ve ülkemiz 2. paylaşım savaşı sonrası bu kapsamlı yeni-sömürgecilik ilişkileri içinde debelenmektedir.
ABD emperyalizminin, sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı, Türkiye ve Yunanistan'ın birer ileri karakol olması için geliştirdiği Truman doktirini, yeni-sömürgeciliğinin, Türkiye ve Yunanistan somutunda, bir sisteme dönüşmesinin başlangıcıdır. Yardım, kredi, ikili ve çok yönlü anlaşmalara dayanan yeni-sömürgecilik, işbirlikçi kadroların eğitimi ve yeni-sömürgelerde işbaşında olması, kültürel kuşatma, faşizmin bizzat emperyalizm tarafından kurumsallaştırılması, bunun için iplerin koptuğu yerde açık askeri cuntaların örgütlenmesi gibi temel özelliklere sahiptir. Her alanda tam bağımlığı ifade eden yeni-sömürgecilik, 2. paylaşım savaşı sonrası, emperyalist-kapitalist sistemin öncülüğünü ele geçiren ABD emperyalizmi öncülüğünde geliştirilmiştir. Çin, Kore, Vietnam, Doğu Avrupa ülkelerinin, yani dünyanın 1/3'ünün emperyalist kapitalist sistemden koparak sosyalizm yoluna girmesi ve gelişen ulusal kurtuluş mücadeleleri, emperyalist sistemi yeni bir sömürgecilik modeli geliştirmeye zorlamıştır. Eski kaba sömürgecilik yolları adım adım terk edilecek, daralan pazar alanlarına çare olarak mevcut pazarları daha yoğun sömürmek için özellikle geri bıraktırılmış ülkelerde kapitalizm geliştirilecektir. Artık emperyalist işgal açık değil, gizlidir. Kapitalist pazarın büyütülmesinin çözümü, yeni-sömürge ülkelerde emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kapitalizm yukarıdan aşağı geliştirilmiştir. Böylece yarı-sömürgeciliğin ortaya çıkardıgı yarı-feodal toplumsal süreç geride kalmıştır. Kapitalizm tüm ülkelerde toplumsal sürece egemen olmuştur.
Yeni-sömürgecilik, Asya, Afrika ve Latin Amerikada yaygınlaşmış, özellikle 1990'lı yıllarda "reel sosyalizm"in çözülmesi ve ulusal kurtuluş hareketlerinde yaşanan gerileme ile, emperyalist saldırı politikaları eşliğinde derinleşmiştir. Bu süreçte yeni-sömürge ülkeler, neo-liberal politikalarla, ithal ikameci, iç pazarın nisbeten korunarak genişletilmesine dayanan uygulamaları bir yana atmış, sanayisizleştirme politikaları ile açık pazara dönüşmüştür. Emperyalist sermaye, eski süreçte, yarı-sömürgecilikte olduğu gibi, sadece yeraltı ve yer üstü zenginlikleri talan etmekle kalmıyor, bizzat "yabancı sermayeyi teşvik" adına çıkarılan yasalarla üretim, ticaret ve tüketimde yerini alıyor, dahası her türlü çıkarı "tahkim" gibi yasalarla garanti altına alınıyor. Sosyalizme karşı geliştirilen "sosyal devlet" politikaları, bu süreçte terk edilmiştir. Neoliberalizm politikalar temelinde, ideolojik ve kültürel dayanaklarıda oluşturularak, emperyalist sermaye ve işbirlikçi tekelci için esnek üretim, özelleştirme, tarımın tasfiyesi, eğitim ve sağlığın paralı olması, iş güvencesinden uzak düşük ücretler hedeflenmiş ve önemli yol alınmıştır. Kısacası sosyal yıkım politikaları ile sömürü hızlanmıştır.
Yeni-sömürge ülkelerde tüm iktidar gücü emperyalistlerden büyük tekelcilerden, büyük tefeci tüccarlardan, toprak ağalarından oluşan küçük bir azınlığın, yani oligarşinin elinde toplanmıştır. Emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşi, bu ülkelerde emperyalizme ve tekelci sermayaye dayanarak faşizimi yukardan aşağı örgütlemiştir. Yeni-sömürgecilik aynı zamanda sömürge tipi faşizmin zeminidir. 1945 sonrasında emperyalizm Türkiye'yi yeni-sömürgecilik yoluyla işgal ederken, devlet yapısını da Kemalist bonapartist diktatörlükten, sömürge tipi faşizme dönüştürmüştür. Yeni-sömürgecilik üzerinde yükselen "çok partili demokrasi" herşeyi gizlemeye yarayan bir örtüdür ve yeni-sömürgeci kapitalizmin hukuksal çercevesini oluşturan 1961 anayasası, hem iç dengelerden, hem de bu süreçin genel özelliklerinden kaynaklanarak nisbi demokratik hakları içerse de devletin niteliği faşizmdir. Zaten bu hukuksal zemin, yeni-sömürgeciliğin önünü açmış, önce 12 mart faşizmi ile budanmış, sonra 12 Eylül açık faşizmi ile bir yana atılmış, faşimin yeni hukuksal çercevesi 82 anayasası ile oluşmuştur. 2. paylaşım savaşı sonrası, emperyalizm her alana sızmış, işbirlikçi tekelci sermaye emperyalist sermaye tarafından başta itibaren bağımlı biçimde geliştirilmiş, emperyalist sermayeye kapılar sonuda kadar açılmıştır. Ancak bu süreç sancısız olmamış, emperyalizm ve ona dayanan faşizm, halk muhalefetini etkisizleştirdikçe, işbirlikçi tekelci sermayenin önündeki engeller aşıldıkça bu süreç hızlanmıştır. Yeni-sömürgecilik zemininde faşizm, bu süreçte, uluslararası sermaye ve yerli işbirlikçi sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden biçim almıştır. 12 Mart ve 12 Eylül açık faşizm süreçleri, en son 28 Şubat süreçleri bunların ifadesidir. Emperyalizm ve yerli işbirlikçi tekelci sermayeye dayanan sömürge tipi faşizmde; parlemanto, burjuva demokrasisinin bir aracından öte, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin çıkarlarını savunan ve faşizmi örtülüyen yasama gücüdür. Burjuva partileri aynı emeryalist saldırı programının ve bu politikaların figüranlarıdır. Ordu ise, emperyalizmin kontrol ve denetiminde, iç savaşa göre örgütlenmiş, işçi ve emekçi sınıflara karşı konumlanmış vurucu güçtür.

Bu düzende herşey emperyalizm ve işbirlikçi sermaye içindir.
Emperyalizm adına mazlum halklara karşı savaşta, özellikle Ortadoğudaki her emperyalist saldırıda, 1 ve 2. ortadoğu savaşında, Afganistan ve Irak'ta mazlum halklara karşı savaşta, ülkemiz toprakları sadece istihbarat, sızma ve casusluk için değil, emperyalist savaşa her türlü destekte üs olarak kullanılmaktadır. Dökülen her damla kanda, Filistin, Irak, Afganistanda, Ortadoğuda, Balkanlarda, Kafkaslarda emperyalizm adına ayaklar altına alınan ulusal onurda, sadece emperyalizm değil, Türkiye'deki işbirlikçi oligarşide sorumludur. Dün sosyalist ülkelere karşı U2 casusluk skandalı, bugün için çok hafif kalmakta, emperyalizme yeni üsler açılmakta, tam bir iki yüzlülükle halklara karşı açılan bu emperyalist işgal ve savaşta verilen görevler tam bir emireri rolüyle yerine getirilmektedir. Türkiye'nin işbirlikçi oligarşisi, ABD, İngiltere ve İsrail ekseninde halklara karşı suç işlemektedir. Yapılan gizli ve açık anlaşmalar, "stratejik ortaklık"lar, IMF, Dünya Bankası kredileri ve ödenen borç faizleri, bu temelde emperyalistler tarafından istenen ve çıkarılan yasalar, sömürge valisi gibi IMF, Dünya Bankası, CIA görevlilerinin her gün yapıtığı denetimler hep bundandır.
Tüm bunlar, Türk, Kürt, Laz, Arap, alevi, sünni her ulustan ve inaçtan halklarımızın kaderimiz mi?
Elbette hayır?
Bu ülkenin gerçek sahipleri, emperyalistler, ABD, AB, IMF, D.Bankası, NATO ve işbirlikçi oligarşi, onun hükümetleri değil, tüm değerlerin üreticileri, işci ve emekçi sınıflar, Türk, Kürt, tüm ulusal topluluktan, her inançtan halkımızdır. Onların "vatan", "ülke" dedikleri, bu zülüm ve sömürü düzenini örtmek için basit bir demogojidir, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin çıkarıdır. Onlar bu demogoilerle kardeş halkları birbirine düşman etmeye çalışıyorlar. Vatan, millet nutuklarını ABD emperyalistlerine, işgalci güçlere karşı değil, emekçi Kürtlere, haklarını arayanlara karşı atıyorlar. Dillerinden düşürmedikleri, zaman zaman "bol geldiği" ifade edilen "demokrasi" ise bu çıkarları temsil eden sınıf egemenlikleridir ve burjuva anlamda bile demokrasi ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Onların elinde milliyetçilik halklara düşmanlık temelinde sovenizmdir, her türlü emperyalist çıkarı savunan kozmopolitizmdir. Yani onların ülkesi başkadır, işçiler,emekçiler ve tüm ezilenlerin başkadır.
Eğer emperyalistler ve işbirlikçi oligarşi bu kadar pervasızsa, "küresel"saldırılarla halkları teslim alınmak isteniyorsa, bunun nedeni de emekçi ve ezilen halkımızın örgütlü olmamasıdır. İşçi sınıfı ve emekçi halkımızın örgütsüzlüğü, sadece ülkemiz için değil, dünya ölçeğinde emekçilerin politik durumunun en önemli unsurudur ve ciddi bir tıkanmayı ifade eder. Proleteryanın ve önder güçlerinin bu tıkanması insanlığın bunalımına yol açmakta ve bu yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Emperyalistlerin sınırsız saldırıları; F tipi cezaevininden tutalım, özelleştirmeye, gecekondularda yaşanan yıkımdan tutalım, köy emekçilerinin yoksulaşmasına, kadın ve çoçuk emeğinin sınırsız sömürüsünden tutalım, gençliğin işsizlik ve yozlaşma cenderesinde boğulmasına, sağlık alanıdan eğitim alanına her türlü sosyal hakkımızın gasp edilimesine kadar, günlük herşeyede bunun izlerini görmek mümkündür. Bu saldırı politikaları sınıfsal temelde ulusal çelişkileri açığa çıkarmakta ve her alana yansımaktadır.

Kaderimiz Kendi Elimizdedir; Özgür Ülke İnsanca Yaşam İstiyoruz!
Bize, tüm emekçi halkımıza "kader" olarak dayatılan bağımlı, onursuz, insana yabancı yaşamı redetmek, emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye karşı mücadeleyi yükseltmek, işçi, köylü, yoksul, işsiz, emeğiyle yaşamını sürdüren, tüm halkımızın birliğinden ve örgütlülüğünden geçmektedir. Kendi kaderimiz kendi elimizdedir, bizi ancak kendi irade ve örgütlü gücümüz kurtarır. Kendi kaderimize, geleceğimize sahip çıkmalı, insanca yaşam ve özgür bir ülke için emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz.
Özgür bir ülke istiyoruz. Çünkü;
Emperyalizmle bu bağımlılık ilişkisi her türlü özgür ve demokratik gelişmenin önünde engeldir. Bağımlılığımızı ifade eden, emperyalistlerle yapılan tüm ikili, gizli, çok yönlü anlaşmalar, üsler, tesisler, emperyalist sermayeye sağlanan destekler, borç sarmalında halkımızın emeğinin emperyalizme sunulması, özelleştirmelerle peşkeş çekilmesi,emperyalist savaşta halklara karşı suç işlenmesi vb. halkımızın yararına değildir. Özgür ülke için, insanca yaşam için çözüm devrimdir, demokratik halk iktidarıdır. Demokratik halk iktidarında; tüm anlaşmalar halkımıza açıklanacak, IMF, D.Bankası ve emperyalistlere bir kuruş borç verilmeyecek, moratoryum ilan edilecek, halklara karşı işlenen suçlara destek olunmayacak, komşu halklar başta olmak üzere dünya halkları ile eşit ve özgür ilişkiler kurulacaktır. Özgür ve tam bağımsızlık olmadan, bu emperyalist kuşatma kırılmadan insanca yaşam mümkün değildir.
Özgür bir ülke istiyoruz. Çünkü;
Başkasını ezen özgür olamaz. Özgür ve eşit ilişki temelinde, özgür ve demokratik Türkiye ve Özgür-Birleşik-Demokratik Kürt coğrafyası, bu coğrafyada tüm emekçilerin özlemidir. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, Kürt ulusuna aittir. Kürt ulusunun özgürlüğü, Türkiye emekçilerinin özgürlüğüdür ve koşulsuz Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı desteklenerek, halkların kardeşliği ve mücadelesi anlam kazanacaktır. Türkiye'nin yeni-sömürgecilik ve Kürt coğrafyasının devletler arası sömürgecilik ilişkileri içinde boğulmasının asıl nedeni emperyalizmdir. Bu zincir, kendisini siyasal açıdan özgür ve bağımsız örgütleyen halklarımızın birleşik mücadelesi ile, devrimle parçalanacaktır. Emperyalist ve sömürgeci güçler tarafından çizilen sınırlar değil, halkların kendi sınırları çizilecek, eşitlik ve özgürlük temelinde büyük halklar federasyonu yaratılacaktır.
Özgür ülke istiyoruz. Çünkü;
Oligarşi, emperyalistlerin adına, onların hizmetinde komşu haklara karşı düşmanlık içindedir. Arap, Acem, Balkan ve Kafkas haklarına karşı düşmanlık, halkımızın ve komşu halkların çıkarına değildir. Kıbrıs işgal edilerek, Hatay ilhak edilerek komşu haklara karşı suç işlenmiş, komşu halklar düşman ilan edilmiştir. Özgür bir Türkiye de komşularla dostluk kurulacak, Türk ve Rum halklarının çıkarlarını koruyan eşit temelde barışla Kıbrısın işgaline, Hatay'ın ilhakına son verilecektir. Yunanistan halkına karşı her vesile ile körüklenen düşmanlığa son verilip, Akdeniz ve Ege barış ve dostluk denizi olacaktır. Ermeni halkına karşı körüklenen düşmanca saldırganlığa son verilecek, kardeşlik temelinde bir ilişki kurulacaktır.
Özgür bir ülkede insanca yaşamak istiyoruz. Çünkü;
İnsanca yaşamak, tam bağımsız ve demokratik Türkiye de yaşamak en doğal hakkımızdır. Bunun engeli mevcut çarpık kapitalist, yeni-sömürgeci sistemdir. İnsanca, özgür bir ülkede yaşamak bu sistemin tasfiyesi ve halk iktidarının kurulması ile mümkündür. Emperyalistler demokrasi değil, sosyal yıkım, baskı ve zülüm taşımaktadırlar. İşbirlikçi oligarşi'nin demokratik hiç bir geleneği ve özelliği yoktur. Herkese iş ve çalışma, barınabileceği konut, parasız ve eşit eğitim, ücretsiz sağlık hakkı, her ulus ve inançtan insanların özgürce düşüncesini açıklama ve örgütlenme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, kadının her alanda özgürlüğü ve başta eşit işe eşit ücret politikası olmak üzere kadınların her alanda erkeklerle eşitliği, kadın ve çocuk emeği başta olmak üzere emeğin korunması, işkence ve baskıların son bulması, siyasi tutakların özgürlüğü, kontgerilla gibi tüm özel savaş örgütlerinin dayıtılması, tüm emekçi sınıfların yönetime katılımı ve seçilenleri görevden alma hakkına sahip olması, özcesi insanca yaşam, ancak proleterya önderliğinde emekçi halkımızın kendi iktidarıyla kazanılacaktır.
Özgür bir ülke ve insanca yaşam istiyoruz ve bunun ancak bağımsız, demokratik halk iktidarının kurulduğu ve sosyalizme doğru kesintisiz olarak ilerlediği bir ülkede gerçekleşeceğini biliyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz.
Mücadele edenler kazanır.
Emperyalistler ve işbirlikçi oligarşinin ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel saldırılarına karşı direnmek, aşımızı, evimizi, tarladaki ürünümüzü, kazanılmış haklarımızı ve özgürlüğümüzü savunmak, onursuzluğa, yozlaşmaya ve aşağılanmalara tavır almak, doğal ve insan olmanın bir gereğidir. Bu saldırılara karşı direnmeden, direnişi kurtuluşa taşımadan ne bağımsız bir ülke, ne de eşit,özgür ve insanca yaşam mümkündür.
Bu coğrafyanın sosyalistleri, devrimcileri, demokratları, yurtseverleri, bu mücadelenin öncüsüdürler. Sadece bu yetmez. Bağımsızlık ve insanca yaşamı isteyen tüm insanların, emekçilerin mücadele içinde biraraya gelmesi, bu büyük davayı omuzlaması gerekiyor. Emperyalizme karşı özgür bir ülke ve insanca yaşam isteyen her bireye, çevreye, siyasal oluşuma, toplumsal kesime, sınıfa bu kavgada yer vardır. Sözlerimizi ve kavgamızı birleştirelim, devrimci bir halk hareketinin adımlarını atalım.
Birleşen ve örgütlenen halk yenilmez.
Birleşelim, örgütlenelim ve mücadele edelim. Emperyalizmi bu ülkeden kovalım, insanca yaşam için kendi iktidarımızı kuralım.

ÖZGÜR ÜLKE VE İNSANCA YAŞAM İÇİN
TEK YOL DEVRİM!
YA ÖZGÜR ÜLKE YA ÖLÜM!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ !




 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19