Onurun
Bayraklaştığı Ada
Küba...
M. Yıldırım
|
“Çok olanı bir kaç kişi arasında bölüştürmek
değil, sahip olduğumuz azı çok kişi arasında bölüştürmek...”
(R.Robaine)
İnsan onurunun bayraklaştığı ada... Devrim,
sosyalizm, enternasyonalizm, eşitlik, adalet ve özgürlük...
Buram buram insan ve aşk kokan bir ada ülkesi... Dünyanın
jandarması ABD emperyalizmin yanı başında ambargo, sabotaj,
provakasyon ve her türlü karşı devrimci saldırılara
kafa tutarak, direnerek, bağımsızlıkta ve sosyalizmde
ısrar eden Küba’dan söz ediyoruz.
Küba’da 26 Temmuz 1953’te bir grup devrimci öncü gerillanın
Moncada Kışlası’na yaptığı saldırı ile yeni bir dönem
açıldı. Ama elbette bunun tarihsel birikimi ve dayanakları
da bulunmaktaydı. Küba’da işgale ve yerli egemen sömürücülere
karşı isyan hiç bir zaman eksik olmamıştır. Özellikle
Jose Marti’nin Küba devrimi üzerine çok derin etkileri
bulunmaktadır. [Jose Marti’nin fikir ve pratik etkinliğinde
çizgiler vardır.] Dahası, Jose Marti sadece Küba’lı
değil, Latin Amerikalıdır. Küba’nın enternasyonal damarının
tarihsel yanı Jose Marti’ye dayanırken, kuramsal yanı
ise sosyalizm kavrayışına dayanmaktadır.
Moncada baskını yapılırken iki şey hedeflenmişti: Birincisi,
Kışlayı zapt etmek, silahları ele geçirmek ve Küba’nın
Santiago şehrini ayaklanmaya ve genel greve çağırmak,
genel grevle gerilla hareketini birleştirmek. İkincisi,
ulusal planda bir halk ayaklanması olmazsa, Moncada
kışlasının baskınında ele geçirilecek olan silahlarla
dağlara çıkıp gerilla savaşını uzatmalı bir şekilde
sürdürmek. Ama ne yazık ki bu öngörülenler gerçekleşmedi.
Baskın askeri olarak başarısız oldu. Bununla birlikte
ayaklanma girişimi de başarısızlığa uğradı. Ancak iki
noktada kazanımlar oldu. Birincisi, Moncada Kışlası
baskını askeri olarak başarısız olsa da, siyasal ve
moral olarak derin bir birikim gerçekleşti. Yığınlarda
Batista diktasına karşı savaşılabileceği fikri tohumlandı.
Devrimcilerin gözüpekliği, kararlılığı görüldü. İkincisi,
Moncada baskınının başarısızlığı, taktik-stratejik planda
da zengin deneyimlerin/derslerin oluşmasına vesile oldu.
Bu anlamda 1 Ocak 1959’da gerçekleşen ihtilal, zafer,
Moncada baskını deneyiminin sonucudur. Küba devriminin
stratejik-taktik ve örgütsel formunun vücut bulması
Moncada baskını ile başlar.
1955’de hapishaneden çıktıktan sonra Meksika’ya geçen
Fidel, Che gibi harika bir devrimciyi de yanına alarak
gerilla hareketini yeniden örgütlemeye çalışır. 26 Temmuz
Hareketi adını alan gerilla, 1956’da Küba topraklarına
ayak basarken 82 kişiden geriye 12 kişi kalmıştır. Ama
devrimciler Siera Meastra dağlarındadırlar ve önemli
zorluklar artık geride kalmıştır.
Başlangıç çoğu zaman zor olur. Hesaplaşmak için yapılan
hazırlık büyük azim ve sabır gerektirir. Çünkü bu süreç
aynı zamanda yılgınlığın, karamsarlığın ve kaçışın da
döl yatağıdır. Ama ilk kurşun bütün bunları geride bırakır.
26 Temmuz Hareketi önderliğinde başlayan öncü gerilla
hareketi, halk savaşı 1 Ocak 1959’da zafere ulaştı.
Emperyalizmin kuklası Batista oligarşik rejimi alaşağı
edilerek devrimci halk iktidarı kuruldu. Artık Küba’da
yeni bir sayfa açılmıştı.
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin
Abidin
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini
yapabilir misin
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
Ölsemde gam yemem gayrının resmini
yapabilir misin üstat
yazık yazık Havana’da bu sabah
doğmak varmış resmini yapabilir misin.” (Nazım)
Küba Devrimi ve Geçen 43 Yıl
Küba halkı devrimi sürdürüyor ve bağımsızlıkta ısrar
ediyor. Küba halkı geçen 43 yıl boyunca emperyalizmin
her türlü provakasyonuna karşı Fidel ve Küba Komünist
Partisi önderliğinde saygıya değer bir direniş gösterdi.
43 yılını dolduran Küba devrimi şiirselliği ve romantikliğiyle
dünya devrimcilerine coşku ve moral olma onurunu taşıyor.
Küba ezilen sınıfların/halkların yüreğinde bir kavga
çağrısıdır. Küba, emperyalizme karşı barikat olup devrimci
enternasyonalizmin yükselen sesidir.
Küba devrimi ABD emperyalizminin “arka bahçesi” denilen
bir coğrafyada ve 3. Bunalım Dönemi’nin ilişki ve çelişkilerinin
içinde, yeni sömürgeciliğe karşı ilk devrimci cephe
olması, ilk zafer olması nedeniyle özel bir yere sahiptir.
Bir ikinci özelliği de oportünizme, revizyonizme ve
dogmatizme karşı marksizm-leninizmin yaratıcı uygulamasıyla,
halkların devrimci kurtuluş mücadelesine yeni ufuklar
kazandırmasıdır.
Küba, halk savaşı stratejisi ile zafere ulaştı. Ama
bu halk savaşının gelişimi ve ara aşamaları Çin ve Vietnam
devrimlerinden farklı gelişti. Küba devrimi, öncü savaşıyla
başladı; ama kent emekçilerinin durumu, kapitalizmin
ilişki formasyonu vb. olgular nedeniyle, devrim hareketi
kır esasına dayalı fakat daha başından sonuna kadar
kentlerde ayağı olan, kır-şehir diyalektiği ile, başka
bir ifadeyle Birleşik Devrimci savaş biçiminde gerçekleşti.
Küba Devrimi’nin bir çok yönüyle kendine özgü özellikleri
olmakla birlikte, liberal ve doktriner sosyalistlerin
esas olarak bir tür burun kıvırmasını, küçümsemesini
ifade eden “Castroculuk” veya “Castrizm”kendi başına
bir ideoloji değildir. 1951-52’ de devrimci demokratik
çizgiyle başlayan ideolojik-örgütsel devinim giderek
marksizm-leninizme ulaşmış ve devrimci sosyalizme yeni
ufuklar, yeni deneyimler kazandırmıştır.
“Moncada’dan önce yaptığımız her şey Marksist bir kavrayışa;
toplumun analizine, nüfusun büyük çoğunluğunun işçi
ve köylülerden oluşması ve bunların zenginler ve büyük
toprak sahiplerince sömürülmesine dayanıyordu.” (Fidel)
“Gerçekten de 10 Mart 1952 darbesinden sonra bu rejimi
alaşağı etmenin tek yolunun silahlı mücadeleden, gerilla
savaşından geçtiğini kavradık.” (Fidel)
Fidel’in bu değerlendirmesi Küba devriminin gelişim
biçimini ve niteliğini özlü bir biçimde açıklamaktadır.
Küba Devrimi ve Enternasyonalizm
“Bize göre, uluslararası komünist hareket her şeyden
önce komünistlerin, devrim savaşçılarının hareketidir.
Ve devrim savaşçısı olmayanlara komünist denmez.” (Fidel)
Küba halkı “Ya Özgür Vatan Ya Ölüm “şiarıyla bağımsızlık
ve sosyalizm savaşımını yükseltirken, “İki Üç Daha Fazla
Vietnam” şiarıyla enternasyonalizmin en iyi örneğini
sergilemiştir. Bu şiar Bolivya’dan tüm Latin Amerika
kıtasına, Angola’dan Afrika kıtasına kadar fiili adımlarla
somutlaşmış, bunun sonucu olarak Küba’nın adı enternasyonalizmle
birlikte anılır olmuştur. Küba halkı ve devrimcileri
enternasyonalizmin prensiplerini lafta değil, özünde
yaşadılar/uyguladılar. Küba bu enternasyonalist duruşu
ile dünya halklarının büyük sevgisini ve saygısını kazanmıştır.
1975’te faşist Güney Afrika devletinin saldırısına uğrayan
Angola ile enternasyonal dayanışma için çağrı yapıldığında
300 bin Kübalı gönüllü savaşmak için başvurdu. Sonuçta
50 bin Küba’lı savaşçı faşist Güney Afrika rejimine
karşı Angola devrimcileriyle omuz omuza savaştı.
Nikaragua devriminin zafer döneminde Küba’dan belli
sayıda öğretmen istediğinde, 30 bin Küba’lı öğretmen
gönüllü oldu. Nikaragua’ya giden öğretmenlerden bir
kaçı kontrgerilla tarafından öldürülünce Nikaragua’ya
gitmek isteyen Kübalı öğretmenlerin sayısı kat kat arttı.
Bu örnekleri daha fazla uzatmak mümkün. Ama özellikle
70’li yılların ortalarından sonra enternasyonalizm prensiplerinde
hatalar da yapılmıştır. Bu noktada Etiyopya/Eritre örneği
verilebilir.
Küba ve İnsan
“İnsana dair olan hiç bir şey sosyalizme yabancı değildir.”
(Marks)
Devrim sadece toplumsal alt-üst oluş değildir. Gerici
iktidarı ve sömürüye dayalı ilişkileri parçalamak kadar,
yeniyi inşa etmek de önemlidir. Bu anlamda devrim sürekli
değişimdir. Devrim dayanışma, sevgi, eşitlik, dostluk
ve enternasyonalizmdir. Özcesi devrim insana dair güzel
olan her şeydir.
Küba yoksul bir ülkedir. İnsanlar bolluk içinde değil.
Hatta bir çok alanda sıkıntıları bulunmaktadır. Ama
insanları gene de çok mutlular. Gülmek, dans etmek,
müzik dinlemek Kübalıların vazgeçemeyeceği şeylerdir.
Küba devriminin en önemli özelliklerinden biri de sosyalizmi
ekonomik gelişmişlikten ibaret görmemesi, moral ve manevi
zenginliğe de önem vermesidir. Bunun için “hiç bir zaman
insanların yüreklerinde ve zihinlerinde dolar işareti
ile damgalanmış bir komünist vicdan oluşturmayacağız”
diyordu, Fidel.
Reel sosyalizmin bütünselliğinde insanla insan, insanla
doğa ilişkisi, insanın moral ve entelektüel gelişimi
problemli olduğu bilinmektedir. Fidel ve Che bu gerçeği
1960’larda görmüş ve önemle üzerinde durmuşlardı. Bu
nedenle, bugün Küba’nın gösterdiği direnişi sadece halkın
Fidel’e olan sevgisiyle açıklamak yetersizdir. Küba’nın
en büyük avantajı ve silahı sosyalizmi şablonlardan
uzak ve dinamik kavramaları, capcanlı enternasyonalizm
ruhu ve yeni insan anlayışıdır.
Fidel... Fidel...
Mahkemede “tarih beni haklı çıkaracaktır” diyen Fidel,
kararlı devrimci duruşuyla, karizmatik mizacıyla, keskin
ve sıcak söylevleriyle, derin politik görüşleriyle Küba
halkının gönlünde taht kurmuş, dünya devrimcilerinin
saygısını kazanmıştır.
Küba halkı 1953’ten beri Fidel’i o bildik soğuk, buyurgan,
bürokratik önderlerden farklı olarak kendinden biri
olarak görürler. Ondan uzak değiller... Fidel’le arkadaştırlar.
.
“Eğer bugün buradaysak ve eğer Küba devrimi her zaman
buradaysa bunun nedeni şudur: Çünkü Moncada’ya ilk önce
Fidel girdi; çünkü Granma’dan ilk önce o indi; çünkü
Sierra Meastra’ya ilk o çıktı; çünkü Domuzlar Körfezi’ne
bir tankın üzerinde gitti: çünkü su baskınları olduğunda
afet yerlerine gitti ve hatta geçmesine izin verilmek
istenmediğinde kızdı.
Bu nedenledir ki, halkımız başkumandanına sınırsız güven
duymaktadır. Çünkü o kişi olarak, devrim alanında herhangi
bir fedakârlığı isteyebilmek için manevi otoriteye sahiptir.”
(Che)
Fidel, uzun ve parlak söylevleriyle ünlüdür. Fidel her
konuşmasında dünyayı ve Küba’yı büyüteç altına alır
ve manzaranın her karesini yalın ve coşkun sözlerle
tarif eder. Ardından da kendisini saatlerce dinleyen
binlerce kitleye samba yaptırır.
Uluslararası oturumlarda ilgi odağı her zaman Fidel’dir.
İliklerine kadar anti komünist olanlar bile Fidel’e
saygı göstermek zorunda hisseder kendisini. Romantiktir,
karizmatiktir... Gerilla teorisyeni ve uygulayıcısıdır.
İyi bir diplomattır. Diploması yaparken söylemesi gerekenlerden
sakınmaz. Her seferinde istatistikler vererek emperyalist
kapitalist sistemi teşhir eder.
Küba’da Fidel’in adını taşıyan ne bir cadde ne bir meydan
ne de bir park var. Anıtı/heykeli de yoktur. Ülkenin
parası olan paso’nun üstünde resmi de yoktur. Doğum
günü, resmi tatil günü değildir. Resmi günlerde Fidel’in
değil, Che’nin, Camilo’nun ve Marti’nin resimleri asılır
şehrin caddelerine.
11 Eylül olayı ve ardından Afganistan’a yapılan operasyon
sırasında dünya planında yaratılan onca toz duman ve
pasifikasyon dalgasına karşın Fidel’in şu sözleri Küba’nın
siyasal duruşunu, ezilen halklar için taşıdığı önemi
gösteriyor.
“Tüm bu savaş histerisinin bir savaş devletinin tüm
bu müdahelelerinin açık amacı, halk hareketlerini etkisiz
hale getirmek ve ezmektir. Bizim için masum insanların
kurban edildiği her eylem terörizmdir. Terörizm, adaletsiz
insanlık dışı ve aptalca bir mücadele biçimidir.
Terörizm kınanmalı ve onunla mücadele edilmelidir. Ancak,
silahlı mücadeleyle terörizm arasında büyük bir fark
var. Dünya güçleri egemenliklerini daha kolay sürdürmek
için bu farkı haritadan silmek istiyorlar. Meşru silahlı
mücadeleyle kör terörizmi birbirinden ayırmak gerekiyor.”
(Fidel, L. Amerika Gazeteciler kongresinde yaptığı konuşma)
Fidel’in açıklaması çok net. Özetle, ne eylemin ABD’ye
yönelmesinden ve emperyalizme olan kinin doğurduğu haklı
öfkeden dolayı etik boyutunu görmezlikten gelir ne de
emperyalistlerin terörizm demogojisi altında yatan karşı
devrimci programın niteliğini görmezlikten gelir. Sosyalistler,
iki ucu pis değneyi tutmak zorunda değildir.
Fidel, bu günlerde 76. yaşına giriyor. Dolu dolu bir
yaşam... “Prensipler yaşamın kendisinden daha değerlidir.”
diyerek devrimci değerlerde ısrar etmiş, Che’nin anısını
büyütmüştür Fidel.
Küba Herşeye Rağmen Direnmektedir
“ABD’nin uyguladığı ablukaya Sovyetler Birliğiyle yaptığımız
alışveriş sayesinde dayandık. Onlardan petrol alıyor,
şeker veriyorduk. Sosyalist sistemin çöküşünden sonra,
artık şekerimizi istemediler. Petrol de alamadık. ABD,
yakın ve güçlü komşumuz; ‘tamam, artık, Küba’yı dize
getirebilirim’ dedi. Miami’deki Küba lobisinin isteğiyle
ablukayı artırdı. 1992’de Toriçelli Yasası’nı çıkardı.
Buna göre; bizim limanlarımıza uğrayan gemiler, 6 ay
ABD limanlarına giremez. Bizimle alış veriş yapan şirketler
ABD ile iş yapamaz. Pasaportunda Küba damgası olanların
hem kendileri hem de çocukları ve hatta torunları bile
ABD’ye giremez. Toriçelli Yasası bizim için yıkıcı olmuştur.
Bu arada bir devlet için, deniz taşımacılığının yaşamsal
bir önemi vardır. Pirincimizi eskiden ABD’den alırdık.
Şimdi Asya ükelerinden almak zorunda kalıyoruz. Deniz
yoluyla yapılan taşıma, Küba ile iş yapma riskleri nedeniyle
çok pahalıya geliyor. Kübalılar günde iki öğün pilav
yer. Pirinç bizim için önemlidir. ABD, ablukayla bizi
ezmeye ve dize getirmeye çalıştı. Ablukanın sonuçları
ağırdı. Ekonomi geriledi. Günde 16 saat elektrik kesintisi
oldu. Elektrik olmayınca fabrikalar kapandı, insanlar
işsiz kaldı. Petrol olmadığı için taşıtlar çalışmadı.
İnsanlar bisiklete binmeye başladı. Traktörler çalışmadı,
tarım eski yöntemlerle yapıldı. Hayvan, insan gücüyle,
sabanla ekilip biçildi. Herkes bir anda zayıfladı. Biz,
bütün bu güçlüklere karşın yılmadık çalıştık, çok çalıştık,
direndik. Yalnız kendimiz için değil, dünyadaki bütün
insanlar için direnmemiz ve başarmamız gerektiğini biliyorduk.”
Bu sözleri söyleyen 34 yaşındaki Küba Dışişleri Bakanı
Felipe Perez Rogue. 16-19 Ocak 2001 tarihleri arasında
Türkiye’ye yaptığı ziyarette, Türkiyeli Küba Dostları’nın
düzenlediği bir toplantıda yaklaşık iki saat konuştu.
Küba’nın içinde bulunduğu durumu ve bu durumun arka
planını anlattı. Genç bakan, Küba bayrağını göstererek,
“biz kazanacağız! o yıldız var ya o yıldız, işte o yıldız
bu bayraktan hiç gitmeyecek” diyerek, dinleyicilerin
“Yaşasın Küba”,“Yaşasın Sosyalizm” sloganları arasında
konuşmasını bitirdi.
1990’lara gelindiğinde başta SSCB olmak üzere bir çok
reel sosyalist ülke çözüldüğünde, gözler Küba’ya ve
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne çevrilmişti. Özellikle
Küba’nın dış ticaretinin yüzde 87’sinin SSCB ve Demokratik
Avrupa ülkeleriyle olması nedeniyle Küba ekonomisinde
ciddi sıkıntılar -haklı olarak- bekleniyordu. Ayrıca,
ABD emperyalizminin pervasızlaşarak ambargoyu ve ülke
içi provakasyonları arttırması bu görüşü daha da kuvvetlendiriyordu.
Bilindiği gibi ABD emperyalizmi her yeni hükümet değişikliğinde
“Küba rejiminin günlerinin sayılı olduğunu” ilan ediyordu.
[Ama zaman gösterdi ki, Küba reel sosyalist ülkeler
(SSCB ve Avrupa Halk Cumhuriyetleri gibi) teslim olmayacaktır.
Diz çökmeyecektir.]
11 Eylül olayından sonra dünyaya yeni bir operasyon
başlatan emperyalizmin hedeflerinden biri de Küba’dır.
“Şer Cephesi” içinde görülen Küba, çok yönlü bir kuşatma
ile karşı karşıyadır. Ekonomik ve askeri baskılara bağlı
olarak siyasal baskılar ve provakasyonlar da gündeme
getirilmektedir. Son günlerde, karşı devrimcilerin önderliğinde
Küba’da sivil ve siyasi özgürlük için bir imza kampanyası
başlatıldı. Küba buna karşı atağa kalkarak karşılık
verdi: Fidel, halkı, anayasaya “sosyalist işçi devletinin
dokunulmazlığı” ifadesinin konmasını isteyen bir dilekçeyi
imzalamaya çağırdı. Dev bir kampanya sonucu, halkın
yığınsal katılımıyla sosyalist rejimin “değiştirilemez
ve geri döndürülemez” olduğu hükmü anayasaya konuldu.
Fransız gazeteci J. E. Hallien’in 1990 yılında Fidel’le
yaptığı bir röportajda “size küçük bir yumruk atılıyor
ve siz bir ağır sikletin yumruğuyla cevap veriyorsunuz”
diyordu. Küba’daki son anayasa değişikliğini de böyle
okumak gerekiyor. Çok anlamlı bir karşı atak sözkonusudur.
Küba Komünist Partisi, 4. Kongre’de Küba’nın içinde
bulunduğu sıkıntıları etraflıca ortaya koyarken hiç
bir şeyi gizleme gereğini duymamıştır. Küba’da her şey
alenidir. Yaşanılan sorunlardan çıkış için kitlelere
başvurulmaktadır. Küba halkı yaşadığı sorunları bilerek,
sıkıntılara katlanarak sosyalizm’de ısrar etmektedir.
Bu gücü sosyalizmin kazandırdığı bilinçten ve moral
değerlerden almaktadır.
“Küba’daki sosyalizmi bize muzaffer kızılordunun tankları
getirmedi, biz döğüşerek kurduk. Sosyalizmin bayrağını
ancak döğüşerek indirebilirler” demişti Fidel.
Reel sosyalist ülkelerin bürokratik-revizyonist klikleri
hızla kapitalistleşme yolunu tutarken, Küba “YA Sosyalizm
Ya Ölüm” şiarıyla sosyalizm kavgasına bağlı kaldı ve
gelecek için, devrimciler için büyük bir moral değer
oldu.
Küba’nın Bugünü
Küba’da bugün yoksulluk var ama sefalet yok. ABD’de,
İngiltere’de ve Fransa’da yoksulluk yok ama sefalet
var. Küba halkı yeterince hamburger yemiyor, ama Küba’da
hiç kimse aç değildir. Yılda 10 bin ton istakoz ihraç
eden Küba, yerine yaklaşık 20 bin ton süt tozu almaktadır.
Ve bundan 200 bin litre süt üreterek tüm çocukların
yıl boyunca süt içmesini sağlamaktadır. ABD’de istakoz
çok, Küba’da yok. Ama ABD’de aç kalan, süt yüzünü görmeyen,
evsiz ve köprü altında binlerce çocuk var. Küba’da aç
ve açıkta kalan çocuklar olmadığı gibi dünyanın en iyi
beslenen ve eğitilen çocukları Küba’lı çocuklardır.
Latin Amerika’da, Asya’da, Afrika’da çocuk fuhuşu, dilencilik
ve hırsızlık birer sektör düzeyine yükselmiştir. Asya’da
, Afrika’da ve Latin Amerika’da çocuklar öldürülerek
iç organları pazara sürülmektedir. Brezilya’da evsiz,
kimsesiz ve sokaklarda kalan çocuklar devletin kolluk
kuvvetleri tarafından sokak ortalarında katledilmektedir.
Küba’da sağlık hizmetleri halka ücretsiz olarak verilmektedir.
Kimseye bir ayrıcalık yoktur. Kimse hastane kuyruklarında
beklemiyor. Parası yok diye kimse hastanelerde rehin
kalmıyor. Dahası, tıp bütün maddi imkansızlığa karşın
bir çok gelişmiş ülkeler düzeyindedir, hatta bazı branşlarda
daha gelişmiş durumdadır. Başta Latin Amerika olmak
üzere dünyanın bir çok ülkesine doktor göndermektedir.
Çernobil kazasında yaralanan 13 bin çocuk Küba’da tedavi
edilmektedir. Bu bakımdan Küba doktorları büyük bir
üne sahiptir.
Kültür ve sanat alanında da önemli başarılar sözkonusudur.
Sinema, tiyatro, müzik, edebiyat ve dans... elit kesimin
denetiminde değildir. Toplumun bütün kesimleri söz konusu
alanlarla ilgilenmektedir ve bunun için herkes eşit
olanaklara sahiptir.
Eğitim ve spor ücretsizdir. Okuma-yazma bilmeyen yok.
Yüksek eğitim görmüş nüfus devasa düzeydedir. Okula
bağış adı altında insan soyulmuyor. Öğrenim kurumlarına
ticari kurumlar gibi bakılmıyor. Bugün başka ülkelerden
20 bin öğrenci Küba’ya gidip ücretsiz olarak öğrenim
görebiliyor.
Bugün dünyanın en örgütlü halkı Küba halkıdır. Tabanda
çok yoğun örgütlülük kanalları yaratılmıştır. Çocukların
eğitileceği, yaşlıların dinleneceği kurumlardan, işçi
komiteleri, sendikalar, federasyonlar, köylü konseylerine
kadar bir çok alanda örgütsel kurumlar sözkonusudur.
Küba halkı bu kurumlarda tartışıyor ve yönetime aktif
olarak katılıyor. Ülke yönetiminde yer alacak idarecileri
halkın kendisi seçiyor ve istediği zaman değiştirebiliyor.
Seçimlerde kadınlar önemli bir yer tutuyor. Kadınların
% 60’ı örgütlüdür. Ataerkil kültür önemli ölçüde kırılmıştır
ABD’de bir kişinin seçilebilmesi için yürüttüğü seçim
kampanyalarında en az 30-40 milyon dolar harcanmaktadır.
Peki herkes 30-40 milyon dolar harcayabilir mi? Hayır.
O zaman burjuva sistemde herkes seçilebilir iddiası
bir yalandır, demogojidir. Ama Küba’da seçilebilmek
için milyonlarca dolar harcamaya gerek yoktur.
“Şu andaki büyük yoksulluğa rağmen, kaldırımlarda gazete
kağıtlarına sarılmış bir vaziyette uyuyan insanlara
rastlanmıyor. Şu andaki büyük yoksulluğumuza rağmen,
barınacak yeri olmayan, sosyal güvenlikten yoksun tek
bir insan bile yoktur. Kapitalist toplumlarda her gün
görülen kötülükler bizim ülkemizde mevcut değildir.
Bu devrimin bir eseridir.
Okulsuz ve öğretmensiz tek bir çocuk yoktur. Tıbbi güvencesi
olmayan tek bir vatandaş yoktur. Hatta daha doğmadan
önce sigortalı olunur. Bir vatandaşla, daha anasının
karnındayken, hamileliğin daha ilk haftalarından itibaren
ilgilenmeye başlıyoruz.” (Fidel)
Bugünün Arka Planı
Küba devrimi, sınırlı ve zayıf ekonomik alt yapı üzerinde,
küçük bir coğrafyada gerçekleşmiştir. Buna bir de ABD
emperyalizmin ablukası eklenince devrimin inşa süreci
daha da sancılı oldu. Küba içinde bulunduğu handikapları
ve zorlukları aşmak için devrimin ilk yıllarında bir
çok dalda (hem tarımda hem de endüstride) üretime geçmeyi
hedefledi. Ancak, sanayi sektöründe ve teknik kadro
bakımından buna yeterli olmadığı için başarılı olamadı.
Daha sonra şeker üretimine ağırlık verdi. Şeker üretiminin
büyük bölümünü uluslararası fiyat standartlarının üstünde
bir fiyatla SSCB’ye ihraç ediyordu. Böylelikle, zamanla
hem endüstrileşmeye hem de teknik kadro bakımından imkanlara
kavuşacaktı. Fakat bu plan öngörüldüğü gibi olmadı.
Üretimin tek düzeyde kalması ve üretim araçlarının üretimine
dönük adımların atılmaması, ekonomik yapının yerinde
saymasına neden oldu. Bu durum Küba için bir handikaptı.
Reel sosyalist ülkelerin dağılmasıyla birlikte, ticari
ilişkilerdeki açık ve emperyalizmin artan ekonomik,
askeri ve siyasi baskıları Küba’nın sıkıntılarını artırdı.
“Varlığını tek bir ürüne bağlamak bir ulusun intiharıdır”
diyordu Jose Marti. Küba ekonomisinin tek bir ürün üzerinde
olması büyük açmazlardan biri olmuştur. Elbette bu durumun
tarihsel ve coğrafi nedenleri var: Emperyalizm ve sömürgeciliğin
yarattığı tahribatlar... Bu tahribatların giderilmesi
yılları almaktadır
Küba’nın yaşadığı sıkıntılar reel sosyalist ülkelerin
yaşadığı sıkıntılara benzememektedir. Küba’nın sıkıntıları
siyasal, sosyal yönetimden değil, ekonomik alt yapının
zayıf olması, devrim coğrafyasının küçük bir ada olması
ve emperyalizmin çok yönlü ablukasından kaynaklanmaktadır.
Küba bu sıkıntıları aşmak için I990’lardan sonra bir
dizi riskli politikalar uygulamak zorunda kaldı.Bu riskli
kararlar kısaca şunlardı: 1) küçük ölçekli özel mülkiyete
izin verilmesi: 2) devlet kontrolünde yabancı sermayeye
ve turizm sektörüne izin verilmesi. Elbette bu durumun
bazı riskleri bulunmaktadır. Özellikle turizm riskli
bir sektördür. Ne ölçüde tedbir alınırsa alınsın fuhuş
ve uyuşturucunun gelişmesini beraberinde getiriyor.
Nitekim Küba’da çok geçmeden bu riskin sonuçları ortaya
çıkmaya başladı. Ülkenin en lüks otelleri turistlere
ayrıldı. Turizmle birlikte dışarda pompalanan tüketim
kalıpları ve fuhuş başta olmak üzere bir çok noktada
sosyal-kültürel dejenerasyon görülmektedir. Fakat bu
durum burjuva medyasında yansıtıldığı gibi ileri düzeyde
değildir. Fuhuş ve uyuşturucu burjuva ülkelerinde olduğu
gibi bir sektör değildir. Buna izin verilmemektedir.
Öte yandan, kaygı verici kimi durumlara karşın, son
bir kaç yıldır ekonomi alanında belli bir canlanma görülmektedir.
Sonuç Olarak
“Küba’nın bütün ilerici bilince sahip insanlara, bu
karmaşa ve tehlike ortamında Küba devriminin bayraklarını
indirmediğini ve indirmeyeceğini, devrimci Küba halkının
boyun eğip teslim olmadığını ve olmayacağını, Küba’lı
devrimcilerin yılmadığını ve yılmayacağını göstererek,
bu hülyayı bir kez daha yaşatacağına inancım sonsuzdur.
Unutmayalım ki; halklar mücadele edenleri, kendi kendisine
ve kendi özgüçlerine güvenenleri daima takdir ederler.
Bugün dünya devrimcilerinin düşlerine yapacağımız katkı,
bu kararlılığımız olacaktır.” (Fidel)
Bugün Küba’nın içinde bulunduğu dar boğazı aşması için
desteğe/dayanışmaya ihtiyacı var. Tüm devrimcilerin,
sosyalistlerin ve demokratların bu noktada yapacağı
görevler dizisi bulunmaktadır. Ancak en iyi destek,
en iyi dayanışma her devrimcinin kendi ülkesinde devrimci
savaşı yükseltmesidir. Küba için en iyi destek, en iyi
dayanışma budur.
Devrimcinin görevi devrim yapmaktır!
|