DÜNYA DEVRİMİ
VE ENTERNASYONALİZM
Marks, Engels ve Dünya Devrimi
Komünist Enternasyonal ile ilgili tartışmalarda
“Dünya Devrimi” kavramı kilit bir noktaya sahiptir.
Bu nedenle Enternasyonal’i incelerken dünya devriminden
ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak zorunludur.
Hemen belirtelim: Marks ve Engels, devrim sorununu
hiçbir zaman için tek ülke zemininde ele alıp
tartışmamışlardır. Marks ve Engels’teki devrim
anlayışı, zamandaş ya da zamandaşa yakın bir dünya
(Avrupa) devrimidir. Marks ve Engels, devrim koşullarının
en olgun olduğu yerde başlayacak devrimin hızla
diğer ülkelere yayılacağını belirtirler. Devrim
dalgasının başlayacağı yer konusunda, (koşulların
değişmesine bağlı olarak) zaman zaman değişiklikler
yapsalar da, devrimin hemen tüm Avrupa kıtasına
yayılacağı ve sosyalizmin, dünyanın ekonomik,
sosyal ve siyasal olarak en ileri ülkelerinde
kurulacağı anlayışı değişmemiştir. Marks ve Engels,
ilk dönemlerde devrim dalgasının öncelikle İngiltere’de
başlayıp tüm kıta Avrupa’sını saracağını beklemişlerdi.
Sonraları Fransa’nın öncü olacağını beklediler.
Ardından Engels, devrim dalgasının Almanya’ya
kaydığını tespit ediyor. Sonraları devrim dalgasının
daha da doğuya kaydığını görüyor. Doğu Sorunu’nda
“.... 1789 yılından beri devrimin kilometre taşları,
daima daha ileri gitmiştir. (...) bundan sonraki
devrimin işaret levhalarının Petrograd ve İstanbul
olmaları gerekir. Bunlar devrim karşıtı Rus devinin,
saldırılması gereken kolay yaralanır yeridir”(1)
diyordu. Daha sonra Kautsky 1902’de ‘Slavlar ve
Devrim’ başlıklı makalesinde devrim dalgasının
Rusya’ya kaydığını doğru olarak saptadı. Kautsky
şöyle diyordu: “...Bugün -1848’den farklı olarak-
Slavların yalnızca devrimci halklar safına katıldıklarını
değil, aynı zamanda devrimci fikir ve eylemin
ağırlık merkezinin giderek Slavlara doğru kaydığını
düşünebiliriz. Devrimin merkezi Batı’dan Doğu’ya
doğru kaymaktadır. 19. yy’ın ilk yarısında, bu
merkez Fransa’da ve zaman zaman İngiltere’deydi.
1848’de Almanya, devrimci uluslar safına katıldı....
Yeni yüzyıl öyle olaylarla başladı ki, bunlar,
devrim merkezinin yeniden bir yön değişmesiyle,
Rusya’ya doğru yer değiştirmesiyle karşı karşıya
olduğumuzu bize düşündürmektedir. (...) Batıdan
bunca devrimci girişkenlik edinmiş olan Rusya,
belki şimdi artık, bu Batı için bir devrimci enerji
kaynağı olmak yolundadır. Alev alev yanan Rus
devrim hareketi, belki de saflarımıza yayılmaya
başlayan o küçük burjuva uyuşukluğunu ve küçük
politikacılığı defetmek için yararlanabileceğimiz
en güçlü araç olacaktır; bu devrimci hareket,
savaşa susamışlığımızı ve büyük ülkülerimize bağlılığımızı
yeniden alevlendirecektir.”(2)
Burada altı çizilmesi gereken nokta, Marks ve
Engels’in devrim beklentilerinin dünyanın ekonomik,
siyasal, toplumsal ve kültürel alanda en ileri
ülkelerinde zamandaş ve/veya zamandaşa yakın olacağı
biçimindedir. Marks ve Engels’te sosyalizmin kuruluşuna
ilişkin önermeler de bu tespit üzerine kurulmuştu.
Lenin ve Dünya Devrimi
Lenin, Engels ve Kautsky’nin devrimin Doğu’ya
kayması anlayışından, Rusya’nın dünya devriminin
öncüsü olacağı anlayışını çıkarmıştı. Rusya’da
başlayacak burjuva demokratik devrimin Avrupa’daki
sosyalist devrimleri tetikleyeceğini, Avrupa’daki
sosyalist devrimler aracılığıyla da Rus devriminin
sosyalist devrime dönüşeceğini bekliyordu.
1905’leri değerlendirirken Lenin, “...Eğer sosyalist
Avrupa proletaryası Rus proletaryasının yardımına
gelmezse, tek başına Rus proletaryası için bu
kavga, hemen hemen umutsuz olacaktır ve Rus proletaryasının
yenilgisi, Alman Devrimci Partisinin 1849-1850
yıllarındaki ya da Fransız proletaryasının 1871
yenilgisi gibi kaçınılmaz olacaktır” demekteydi.
Hatta bunu devrimden sonra bile savundu”.(*)
(*)
Lenin, bununla ilgili olarak şunları belirtir:
“Uluslararası devrime başladığımızda, bunu
devrimin gelişiminin önüne geçebileceğimiz
inancı yüzünden değil, bilakis bir dizi koşul
bizi bu devrimi başlatmaya ittiği için
yaptık. Şöyle düşünüyorduk: Ya uluslararası
devrim yardımımıza gelir ve o zaman zaferimiz
tam olarak sağlama alınmış olur; ya da mütevazı
devrimci çalışmamızı yenilgi durumunda bile
devrim davasına hizmet etmiş olacağımız ve
deneyimlerimizin diğer devrimlere yararlı
olacağı bilinci içinde yerine getiririz. Uluslararası
dünya devriminin desteği olmadan proleter
devrimin zaferinin olanaksız olduğu bizim
açıktı. Devrimden önce ve hatta sonra da şöyle
düşünüyorduk: Ya devrim diğer ülkelerde, kapitalist
bakımdan daha gelişmiş ülkelerde hemen veya
en azından çok çabuk patlayacak, ya da yok
olacağız. Bu bilince rağmen Sovyet sistemini
her şart altında mutlaka korumak için elimizden
gelen her şeyi yaptık, çünkü sadece kendimiz
için değil, aynı zamanda uluslararası devrim
için çalıştığımızı biliyorduk.(...) Oysa gerçekte
gelişmeler, beklediğimiz gibi düz bir çizgide
seyretmedi. Diğer büyük, kapitalist bakımdan
en gelişmiş ülkelerde şimdiye kadar devrim
başlamadı. Devrim -bunu büyük bir hoşnutlukla
saptayabiliriz- bütün dünyada gelişiyor. Bizden
ekonomik ve askeri olarak yüz kez güçlü olmasına
rağmen, uluslar arası burjuvazinin bizi boğabilecek
durumda olmamasını bu duruma borçluyuz.”
Lenin, RKP’nin Taktikleri Üzerine Rapor, Lenin
Döneminde Komünist Enternasyonal, c. 2, s,160-161 |
Lenin, Rusya’da başlayan devrimin dünyadaki devrimlerin
öncüsü olduğunu net bir tarzda vurguluyordu. 1.
Emperyalist savaş sonrasında yükselen devrimci
dalganın yeni devrimlere yol açacağı beklentisi
vardı. Aslında Engels, 1891’de yaptığı değerlendirmede
olası bir savaşı tasvir etmiş ve böylesi bir savaştan
devrimlerin doğmasını beklemişti. Engels şöyle
diyordu: “Eğer savaş patlak verirse, kesin olan
tek şey şu olacak: Daha önce benzeri görülmemiş
biçimde bütün Avrupa’yı yakıp yıkacak, on beş-yirmi
milyon silahlanmış insan birbirlerini gırtlaklayacak
ve bu savaş, ya anında sosyalizmin zaferine yol
açacak ya da eski düzenin temellerini öylesine
sarsacak ve arkasında öyle bir enkaz yığını bırakacak
ki, eski kapitalist toplumun varlığını sürdürmesi,
her zamankinden daha saçma görülecektir. Bu durumda
sosyalist devrim belki on-on beş yıl daha gerileyecek
ama sadece daha hızlı ve köklü bir zafere ulaşmanın
yolu açılacaktır.”
Engels’in bu isabetli belirlemesinin yanında Almanya
ve Macaristan’da kurulan Sovyetler ve diğer ülkelerdeki
mücadelelerin yükselen bir seyir göstermesi Lenin’in
Rus devriminin yalnız kalmayacağına ilişkin düşüncelerini
güçlendirmişti.
Lenin, emperyalizmin, dünya ekonomilerini emperyalist
zincirin halkaları haline getirdiğini, devrimin,
bu zincirin en zayıf halkası ya da halkalarında
gerçekleşeceğini belirtir. Yapılan bu tespit Lenin’in
dünya devrimi anlayışından vazgeçtiği anlamına
gelmediği gibi tek ülkelerde devrimlerin gerçekleşmeyeceği
ve korunamayacağı anlamına da gelmiyor. Lenin,
dünya devriminin, yükselen devrim dalgasıyla bağlantılı
olduğunu vurgulamaktadır: “DEVRİM DURUMU varsa,
-der Lenin- bir Avrupa devrimine güvenmek (abç)
bir Marksist için gereklidir.”(3) “(...) bu nedenle,
Avrupa’daki bir devrim durumunun beklentisi Bolşeviklerin
çılgın sevdası değil, tüm Marksistlerin GENEL
DÜŞÜNCESİYDİ.”(4) (vurgular Lenin’in) (abç).
Burada vurgulananlar nettir... Açıktır ki, bu
koşullarda Lenin, diğer Avrupa ülkelerinden devrim
beklemektedir.
Peki devrim dalgasının gerilediği durumda ne olacaktı?
Sürecin en can alıcı sorusu buydu ve Lenin, devrimci
dalganın geriye çekilmeye başladığı koşullarda
dünya devrimini değil, Sovyet iktidarının kendini
koruması ve sosyalizmin kurulabilmesi için izlenilmesi
gereken politikaların belirlenip yaşama geçirilmesi
noktalarını ön plana çıkarmaktaydı.
Troçki ve Dünya Devrimi
Troçki, ise dünya devrimini, zamandaş ya da hemen
hemen zamandaş bir devrim olarak ele alıyordu.
Ona göre devrim, dünya devrimiyle taçlanmadığında
ayakta kalamazdı. Eğer zafer kazanmış Rus devrimi,
Avrupa devrimleriyle (dünyanın ekonomik, sosyal,
siyasal ve kültürel alanda en gelişmiş olmalarından
dolayı) desteklenmezse ayakta kalamazdı ve sosyalizmi
kurmaya girişemezdi. 1925 tartışmalarına yansıyan
Troçki’nin söylemleri kuşku bırakmayacak kadar
açıktır:
“ezici çoğunluğu köylü olan bir nüfusa sahip geri
bir ülkedeki işçi hükümetinin konumundaki çelişkiler
ancak uluslararası ölçekte proletaryanın dünya
devrimi arenasında çözümünü bulabilecektir.”(5)
(vurgular bizim)
“Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği
olmadan Rusya işçi sınıfı, iktidarı koruyacak
ve geçici egemenliğini kalıcı bir sosyalist diktatörlüğe
dönüştürecek durumda olmayacaktır. Bundan bir
an bile kuşku duyulamaz”(6) (vurgular bizim)
“...Örneğin devrimci bir Rusya’nın tutucu bir
Avrupa karşısında tutunabileceğini... düşünmek
umutsuz”(7) (vurgular bizim)
“Rusya’da sosyalist iktisadın gerçek bir ilerlemesi
“ diyor Troçki yine “ancak Avrupa’nın en önemli
ülkelerinde proletaryanın zaferinden sonra mümkün
olacaktır.”(8) (vurgular bizim)
Sonuçta Troçki, Avrupa devrimleri imdada gelmedikleri
takdirde devrimin korunacağından umutsuzdur ve
Troçki’nin bu yaklaşımı stratejik bir yaklaşımdır.
Yani devrimci dalganın yükseliş döneminde de,
gerilediği dönemde de bu yaklaşım değişmez.
***
Troçkistlerle ve Troçkizmden etkilenenlerin yaklaşımlarına
göre Sovyet Devrimi, dünya devrimi perspektifinden
vazgeçtiği ve tek ülkede sosyalizm anlayışını
ön plana çıkardığı oranda deformasyona uğradı
ve kırıldı. Bu kırılma için de tarih olarak 1924’leri
belirtirler.
Bu yaklaşım, irdelenmesi gereken, ama sorunlu
bir yaklaşımdır.
Gerçekte devrim dalgası geriye çekildiği oranda
Rus devrimi kendini koruma yönündeki tedbirlerini
güçlendirmiştir. Yani, perspektif kırılmasına
bağlı olarak devrim dalgası ve bu anlama gelmek
üzere dünya devrimi perspektifinden vazgeçilmedi.
Devrim dalgası gerileyince, -yaşanılan konjonktürde
Avrupa’dan devrim beklemenin doğru bir yaklaşım
olmadığı görülünce- Avrupa devriminden vazgeçildi.
Hemen belirtmek gerekir ki, Avrupa devriminden
vazgeçmek stratejik değil, taktik bir yaklaşım
olarak görülüyordu. Yani iki devrimci dalga arasındaki
süreç olarak görülüyordu.
Devrimci dalganın geriye çekildiği bu dönemde
Lenin iki nokta üzerinde yoğunlaşır. Doğu halklarıyla
ittifak kurarak emperyalizmin ve özellikle de
İngiliz emperyalizminin saldırılarını boşa çıkartmak;
ikincisi, Brest Litovsk anlaşması ve NEP ile ülke
içinde düzenli bir geri çekilişle emperyalizmin
saldırılarına daha güçlü yanıt vermeye hazırlanmak...
Sovyet iktidarı, Brest Litovsk anlaşmasıyla Polonya’nın
ve Baltık denizi ile sınırı bulunan ülkelerin
bir kısmının denetimini -Türkiye’nin toprak büyüklüğüne
yakın bir parçayı- Alman emperyalistlerine bırakmak
durumunda kalmıştır. Brest Litovsk anlaşması devrimin
kendini koruması için neleri feda edebileceğini
göstermiştir. Lenin’in “haydutlar yolunuzu kesmiş,
ya malınız ya canınız” söylemi, canı kurtarmak
için malın feda edilebileceğini gösteriyor. Öte
yandan NEP ise ekonominin kilit noktaları tutulmak
kaydıyla kapitalizmin kontrollü gelişimine izin
vermek anlamına geliyordu.
Avrupa devriminin gündemden düştüğü ve emperyalist
ablukanın kendini dayattığı bir koşulda, geri
emperyalist bir ülkede zafer kazanmış devrim,
kendini korumanın ötesinde ne yapabilirdi? Bu
nokta bir tercih değil, tarihin bir dayatmasıydı.
Böylesi koşullarda Sovyet ve dünya komünistlerinin
çubuğu Sovyetlerin korunmasına bükmelerinde bir
yanlışlık bulunmuyor. Yanlış olan, bu anlayışın,
süreç içinde stratejik bir yaklaşım olarak ele
alınması ve enternasyonalizmin, Sovyet devletinin
konjonktürel çıkarlarının savunulup savunulmamasına
dönüşmesidir. Önceleri tarihin bir zorlaması olarak
gündeme gelen bu yaklaşım, giderek öznel bir yaklaşıma
dönüşmüş, yeni haliyle stratejik bir politika
ve sonuçta teorik bir ilke olarak ele alınmıştır.
Görüldüğü gibi devrimin ideolojik kırılmasına
bağlı olarak diğer ülkelerdeki mücadeleler kırılmamıştır.
Diğer ülkelerdeki mücadelelerin kırılması ve Rus
devriminin tek başına kalması Enternasyonalizm
anlayışında kırılmalara neden olmuştur. Enternasyonalizmde
yaşanan kırılmalar giderek teorik bir ilkeye çıkarıldığı
oranda diğer ülkelerdeki devrimlerin daha da kırılmasına
neden olmuştur.
Tek Ülkede Sosyalizm ve
Enternasyonalizm
Sonuç olarak altı çizilmesi gereken soru şudur:
“Tek ülkede sosyalizm” anlayışı olarak ifade edilen
kavram ve onun içerdiği anlam, ideolojik bir kırılmanın
ürünü müdür; yoksa tek kalmanın (Ekim Devriminin
tek kalması) zorunlu bir ifadesi mi? (1. Emperyalist
savaşla birlikte yükselen devrimci dalganın düşmesiyle
Ekim Devriminin SB’i sınırları içinde sıkışması
ve yeni bir devrimci dalgaya kadar SB’de sosyalist
kuruluş sürecini tek başına yaşama zorunluluğu)
Tarihsel olaylara böyle bir temel sorudan hareketle
baktığımızda o olayları yaşayanların yanılgılarını
ve saplantılarını anlamak mümkündür.
Ya da başka bir temel soru şu: Konjonktürel olarak
Sovyet iktidarının kendini korumak istemesi bir
nesnelliği ve doğruluğu ifade etmiyor mu?
Bilindiği gibi 1925’lerde Stalin’in başını çektiği
Parti Çizgisi ile tasfiye edilen Troçkist çizgi
arasında yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Gündeme
gelen bu tartışmalarda doğru olan ne idi ve koşullarca
desteklenen çizgi hangisiydi?
***
Stalin 14. Parti Konferansında konuşurken “Sovyetler
Birliği’nde sosyalizmin kaderi” üzerinde duruyor
ve Sovyetler Birliği’nde iki grup karşıtlık olduğunu;
bir karşıtlık grubunun proletarya ile köylülük
arasında, diğer karşıtlık grubunun ise Sovyetler
Birliği ile dünya kapitalist sistemi arasında
olduğunu belirtiyordu. Stalin proletarya ile köylülük
arasındaki sorunun kendi güçlerine dayanarak çözülüp
çözülmeyeceği anlayışının Troçkistlerle temel
tartışma noktası olduğunu belirtir. Stalin, Lenin’e
dayanarak bunlar arasındaki karşıtlığın çözülebileceğini
belirtir ve Lenin’in farklı dönemlerde yazdıklarını,
söylediklerini referans olarak alır. Tezlerini
özellikle Lenin’in 1915’te Avrupa Birleşik Devletleri
Üzerine makalesi ile 1923’lerde yazdığı son yazılara
(Kooperatifçilik Üzerine makalelerine) dayandırır.
Stalin’in dayandığı noktalar:
“Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin
mutlak bir yasasıdır. Buradan sosyalizmin zaferinin
başlangıçta az sayıda, hatta tek başına bir kapitalist
ülkede mümkün olduğu sonucu çıkar. Kendi ülkesindeki
kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve sosyalist
üretimi örgütledikten sonra, bu ülkenin muzaffer
proletaryası, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını
yanına çekerek, o ülkelerde kapitalistlere karşı
ayaklanmayı körükleyerek ve hatta gerekirse sömürücü
sınıflara ve onların devletlerine karşı askeri
şiddete başvurarak kapitalist dünyaya karşı ayaklanacaktır.”(9)
(abç)
Stalin, Lenin’in bu sözlerine dayanarak, devrimin
sadece proletarya ve köylülük arasındaki iç karşıtlıkları
kendi gücüne dayanarak ortadan kaldıracak durumda
olmakla kalmayıp sosyalizmi kurabileceğini ve
kurmak zorunda olduğunu belirtir. Stalin, Lenin’in
bu yaklaşımının Leninizm’in ‘sosyalizmin zaferi
üzerine’ temel tezi olduğunu ortaya koyar. Stalin,
ayrıca Lenin’in 1922 yılında kooperatifçilik üzerine
yazdığı makaledeki şu sözleri de referans olarak
alır: “Gerçekten de, tüm büyük çaplı üretim araçlarının
devletin tasarrufunda olması, bu proletaryanın
milyonlarca küçük ve küçücük köylülerle ittifakı,
bu proletaryanın köylülük karşısında yönetici
konumunun güvenlik altına alınmış olması vs.-
tüm bunlar eskiden bezirganlık saydığımız ve bugün
de NEP düzeninde bazı bakımlardan öyle saymakta
haklı olduğumuz kooperatifçilikten, yalnızca kooperatifçilikten
hareket ederek, tam bir sosyalist toplumu kurmak
için gerekli olan her şey değil midir? Bu, henüz,
sosyalist bir toplumun kuruluşu değildir ama bu
kuruluş için gerekli ve yeterli olan her şeydir.”(10)
Oysa Troçki, “Dünya devrimi ve Enternasyonalizm”
bölümünde aktardığımız gibi devrimin korunmasının
ve sosyalist inşanın dünya devrimine bağlı olduğunu
belirtmektedir.
***
“Tek ülkede sosyalizm” uygulaması Sovyet komünistlerinin
bir tercihi değil, tarihin dayatmasıydı. Sovyet
komünistleri sadece tarihin bu dayatmasını kabul
etmişlerdir. Esasında bundan kaçınmanın olanağı
da yoktur. Bu nedenle Sovyet komünistleri, kurallarını
kendilerinin koymadıkları, belirlemedikleri bir
alanda savaşı kabullenmek zorunda kalmışlardır.
Kabullenmeme biçiminde bir yaklaşımın bilimsel
ve mantıklı bir yanı olamazdı. İşçi sınıfı iktidarı
kaybedebilir diye iktidarı almamazlık; korumaya,
yeni bir toplumun inşasına yönelmemezlik yapamazdı.
(Unutulmamalıdır ki -savaşılarak alınan bir yenilgi
kolay kazanılan bir zaferden iyidir-.) Yenilgi
kaçınılmaz bir son olsa dahi çabaları sonuna kadar
götürmek gerçek devrimci tavırdır. Bununla ilgili
Marks’ın Paris Komünü ve Lenin’in 1905 Devrimi
hakkında söyledikleri hatırlanmalıdır.
Sovyet devrimi noktasında, ideal ile gerçek arasında
ciddi bir uyumsuzluk vardı. İdeali gerçekleştirmek
adına gerçeklikten vazgeçilemezdi. Ya da gerçeklikten
vazgeçmek ideale ulaşmada olumluluğu ifade etmiyordu.
Bu anlamıyla yaşanan bu tartışmalarda SBKP’nin
Parti Çizgisi esas olarak doğru olanı temsil etmektedir.
İki devrim dalgası arasında Sovyet devriminin
kendini koruyup geliştirmesinin ve diğer ülkedeki
KP’lerin -kendi ülkelerindeki devrimlerinden vazgeçmeksizin-
bu devrimi desteklemeleri anlayışı enternasyonalist
bir yaklaşımı ifade eder. Sovyet iktidarının korunması
ve ülkede sosyalist ilişkilerin oturtulmaya çalışılması
yanlış değildir ve bu çerçevede düşünüldüğünde
Troçkistlerin iktidarın ancak dünya devrimiyle
ayakta kalabileceğini ifade eden “Rusya’da sosyalist
iktisadın gerçek bir ilerlemesi (...) Ancak Avrupa’nın
en önemli ülkelerinde proletaryanın zaferinden
sonra mümkün olacaktır” (vurgular bizim) sözleri
ile “Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği
olmadan Rusya işçi sınıfı, iktidarı koruyacak
ve geçici egemenliğini kalıcı bir sosyalist diktatörlüğe
dönüştürecek durumda olmayacaktır. Bundan bir
an bile kuşku duyulamaz” vb. gibi yaklaşımları
uçuk ve ayakları havada yaklaşımlar olarak kalmaktadır.
Troçkizm soyut ‘ilkeleri’ gerçekliğin ve onun
sosyalist dönüşümü için gerekli somut politikanın
yerine ikame etmiştir. Somut durumun somut tahlilinden
hareketle politika üretmek yerine, henüz Paris
komünü dışında bir proleter devrimin yaşanmadığı
koşullarda üretilen yaklaşımları Ekim Devrimi
gibi devasa bir devrimin yarattığı büyük değişim
koşullarına olduğu gibi uyarlama yolunu seçmiştir.
Oysa politika somutluk üzerinde yükselir; bir
ölçüde politika var olanı en iyi yapabilme sanatıdır.
Bu bağlamda Troçkizm, -tüm söylemlerine rağmen-
Sovyet özgülünde devrimci, enternasyonalist bir
politika gütmemiştir.
Stalin’in başını çektiği parti çizgisine yönelik
esas eleştirimiz ise iktidarın korunmasının ve
sosyalizmin inşa edilmeye çalışılmasının konjonktürel
olarak ön planda tutulması değil, bunun giderek
diğer ülke devrimlerine rağmen stratejik bir hal
almasıdır. Oysa Lenin, devrimci durumun yükseldiği
koşullarda diğer ülkelerdeki devrimlerin -başta
Avrupa devrimleri, sonraları Doğu devrimleri-
başarılı olabilmeleri için mümkün olan her şeyi
yapmaya çalıştı. Ancak devrim dalgası geriye çekilince
Sovyet iktidarının korunmasını ön plana çıkardı...
1. Emperyalist Savaş’tan hemen sonra imzalanan
Brest Litosk antlaşması ve devrim dalgasının çekildiği
koşullarda uygulanan NEP, Sovyet iktidarının kurtarılması
için emperyalizme verilmiş tavizlerin boyutunu
gösterir. Bu yaklaşım, bütünü kurtarmak için parçanın
feda edilmesi olarak anlaşılmalıdır.
“Tek ülkede sosyalizm” yaklaşımı ilk başlarda
iki devrimci dalga arasındaki süreç olarak anlaşılmasına
karşın Stalin’in başını çektiği parti çizgisi,
bunu giderek stratejik bir yaklaşım durumuna dönüştürdü.
Bu noktada Parti çizgisi statükocu bir duruma
dönüşmüş; diğer ülke devrimlerine kendi çıkarı
üzerinden bakmaya başlamıştır. Parti çizgisi böylece,
zafer kazanmış devrimin ihtiyaç duyduğu uluslararası
desteğin pratik araçlarını teorileştirmesiyle
birlikte ideolojik deformasyon yaşamaya başladı..
Bu aşamadan itibaren enternasyonalizm, Sovyet
Devletinin çıkarları çerçevesinde formüle edilmeye
başlanmıştır. Tek ülkede sosyalizmin yaşatılmasına
koşulsuz destek politikası diğer ülkelerdeki KP’lerin
iktidar perspektifini yitirmelerine ve zayıflamalarına
neden olmuştur.
Bu arada, Bolşevizmi, dünyanın devrime gebe toplumlarına
taşımak ve Rus devriminin kazançlarını komünist
bir dünya ideali doğrultusunda dönüştürmek için
oluşturulan Komünist Enternasyonal de Avrupa devriminin
geri çekilmeye başlaması ile yeni bir devrimci
dalgaya kadar zafer kazanmış devrimin korunmasını
temel aldı. Taktik düzeyde doğru olan bu politikanın
stratejik bir hal almasıyla birlikte, Sovyet devletinin
devlet çıkarları üzerine oturdu. Bu gelişme onun
sonunu da getirecek sürecin başlaması anlamına
geliyordu.
1928 Programı
1928 programı Komünist Enternasyonal’in 6. kongresinde
kabul edildi. Program, 6 ana başlıktan oluşuyordu.
Birinci başlık, “Dünya Kapitalist Sistemi, Gelişmesi
ve Kaçınılmaz Çöküşü” şeklindeydi. Bu başlık,
kapitalizmin genel hareket yasaları ve sanayi
sermayesi çağı, mali sermaye (emperyalizm) çağı,
emperyalizmin güçleri ve devrimin güçleri ile
emperyalizm ve kapitalizmin çöküşü ara başlıklarını
içeriyordu.
İkinci ana başlık, “Kapitalizmin Genel Krizi ve
Dünya Devriminin İlk Aşaması” adını taşıyor ve
bu bölümde de dünya savaşı ve devrimci krizin
seyri, devrimci kriz ve karşı devrimci sosyal
demokrasi, kapitalist kriz ve faşizm, kapitalist
istikrarın çelişkileri ve kapitalizmin devrimci
çöküşünün kaçınılmazlığı ara başlıkları yer alıyordu.
Üçüncü ana başlık ise “Komünist Enternasyonal’in
Nihai Hedefi: Dünya Komünizmi” idi.
Dördüncü ana başlık; “Kapitalizmden Sosyalizme
Geçiş Dönemi Ve Proletarya Diktatörlüğü” olarak
belirlenmişti ve bu başlık altında geçiş dönemi
ve iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi,
proletarya diktatörlüğü ve biçimi; Sovyetler,
proletarya diktatörlüğü ve mülksüzleştirenlerin
mülksüzleştirilmesi, proletarya diktatörlüğünün
ekonomik siyasetinin ana hatları, proletarya diktatörlüğü
ve sınıflar, proletarya diktatörlüğü sisteminde
kitle örgütleri, proletarya diktatörlüğü ve kültür
devrimi, proletarya diktatörlüğü için mücadele
ve başlıca devrim tipleri, dünya proletarya diktatörlüğü
için mücadele ve sömürge devrimleri konuları ele
alınıyordu.
Beşinci ana başlık olan “Sovyetler Birliği’ndeki
Proletarya Diktatörlüğü ve Uluslararası Sosyalist
Devrim” bölümünde de, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin
inşası ve sınıf mücadelesi, Sovyetler Birliği
ve uluslararası devrime karşı yükümlülükleri,
uluslararası proletaryanın Sovyetler Birliği’ne
karşı görevleri konuları ortaya konulmuştu.
Programın son ana maddesi ise “Proletarya Diktatörlüğü
Uğruna Mücadele Komünist Enternasyonalin Stratejisi
Ve Taktiği” bölümünde de işçi sınıfı içinde komünizme
düşman ideolojiler ile komünist strateji ve taktiğin
ana görevlerini içeriyordu.
Programın ana ve alt başlıkları içerisinde en
çok tartışılan ve tartışılması gereken bölümü,
şüphesiz ki, “Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Dönemi
ve Proletarya Diktatörlüğü” ana başlığı altında
yer alan “Proletarya Diktatörlüğü İçin Mücadele
ve Başlıca Devrim Tipleri” bölümüdür. Bu bölümde
devrim tipleri şöyle ifade edilir:
“1- Muazzam gelişkin üretici güçleri, geniş
ölçüde merkezileşmiş üretimleri, küçük işletmelerin
nispeten küçük özgül ağırlığı ve uzun zamandır
varolan burjuva demokratik siyasal rejimleriyle
çok gelişmiş kapitalist ülkeler (Birleşik Devletler,
Almanya, İngiltere, vb.). Bu ülkelerde programın
temel siyasal talebi, doğrudan doğruya proletarya
diktatörlülüğüne geçilmesidir...
2- Tarımda yarı-feodal ilişkilerin önemli
kalıntıları bulunan, sosyalizmin inşası ‘için
gereken maddi önkoşullara belirli minimum bir
düzeyde sahip olan, kapitalizmin orta düzeyde
gelişmiş bulunduğu ülkeler (İspanya, Portekiz;
Polonya, Macaristan, Balkan ülkeleri, vb.); burjuva-demokratik
devrimin henüz tamamlanmamış olduğu ülkeler. Bu
ülkelerin bazılarında burjuva-demokratik devrimin
şu, ya da bu hızla sosyalist devrime dönüşmesi,
başka bazılarında ise burjuva-demokratik nitelikte
geniş kapsamlı görevler üstlenen proleter devrimin
tipleri mümkündür.
3- Bir takım sanayi öğelerine, hatta bazen
hatırı sayılır oranda, fakat bağımsız bir sosyalizm
inşası için yetersiz düzeyde gelişmiş bir sanayiye
sahip bulunan; hem ekonomide hem de siyasal üstyapıda
feodal ortaçağ ya da “Asya üretim tarzı” ilişkilerinin
egemen olduğu; nihayet tayin edici sanayi, ticaret
ve banka girişimlerinin, en önemli ulaşım araçlarının,
latifundiyaların; sömürge çiftliklerinin vb. yabancı
emperyalist grupların elinde yoğunlaşmış olduğu
sömürge ve yarı-sömürge ülkeler (Çin, Hindistan,
vs.) ve bağımlı ülkeler (Arjantin, Brezilya vs.)...
Burada kural olarak, proletarya diktatörlüğüne
geçiş ancak bir dizi hazırlık basamağından geçmekle,
ancak burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime
dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu olarak olanaklı
hale gelir. Bu ülkelerin çoğunda sosyalizmin başarılı
biçimde inşası ancak proletarya diktatörlüğünün
gerçekleşmiş bulunduğu ülkelerin doğrudan desteğiyle
mümkündür.
4- Hemen hemen hiç ücretli işçinin bulunmadığı,
nüfusunun çoğunluğu kabile yasaları çerçevesinde
yaşayan, eski gentil düzenin kalıntılarının hâlâ
yaşadığı, ulusal bir burjuvazinin hiç bulunmadığı;
yabancı emperyalizmin de her şeyden önce silahlı
işgalci olarak göründüğü daha da geri ülkeler...
Bu ülkelerde ulusal ayaklanma ve onun zaferi,
eğer proletarya diktatörlüğü ülkeleri, (bu ülkelere-ÇN)
güçlü, etkin yardımda bulunurlarsa, kapitalist
aşamayı atlayarak sosyalizmin yolunu açabilir.”(11)
Burada tartışılması gereken temel nokta da, geri
ülkelerdeki devrimin Burjuva Demokratik aşamadan
geçerek sosyalist devrime dönüşmesi anlayışıdır.
Bilindiği gibi burjuva demokratik devrim, genel
olarak (özellikle 19.yy. boyunca) burjuva üst
yapının tamamlanmamış ya da yeterli demokratik
kurumlaşmadan yoksun olmasını veri alan siyasal
bir çözüm olarak gündeme getirilmişti. Feodalizmin
henüz tasfiye edilmediği, özellikle üstyapıda
eski toplum kurumlarının egemenliğini sürdürdüğü
koşullarda, Komünist Manifesto’nun vurguladığı
gibi “proleterler kendi düşmanlarına karşı değil,
düşmanlarının düşmanlarına karşı savaşı yürüteceklerdir”(12)
Manifesto, proletaryanın “düşmanlarının düşmanları”
olarak sadece aristokrasi ve kralcı çevreler olarak
görmez; sanayici olmayan burjuvaziyi de bu sınırlar
içinde görür.
Proletaryanın kendi gerçek düşmanıyla doğrudan
çatışmasının “en özgür” koşulları ancak böylelikle
oluşturabilecektir. Bu nedenle, kendi siyasal
gelişimi için kesin bir ihtiyaç olmasından dolayı
proletarya “genel oy hakkını, demokrasinin kazanılmasını
en başta gelen ve en önemli” görevlerinden biri
ilan eder.
Ancak Manifesto diğer yanda, işçi sınıfı için
salt siyasal devrimlerin yeterli olmayacağını
da ortaya koyan 1848 koşullarının Sosyalist Devrime
“ortam hazırladığını”, proletaryanın egemen sınıf
durumuna gelebileceğini, örneğin, Almanya’da burjuva
devrimin “onu hemen izleyecek bir proleter devrimin
başlangıcı olacağını”(13) da öne sürer. Formülasyon
proletaryanın; burjuva demokrasisiyle ilişkisi
ve iktidar sorununu koyuş biçimiyle önemli olmasına
karşın, tarihsel koşullar itibarıyla gerçekçi
değildir. Zira kapitalizmin yükselme dönemi henüz
devam etmekte, üretici güçlerin gelişimi kapitalist
ilişkiler tarafından engellenmemektedir. Bu anlamıyla
devrimin ekonomik ve toplumsal koşulları hazır
değildir. Dönemin en ileri örneği olan Fransa
için Engels 1883’te Komünü değerlendirirken şöyle
diyordu: “ne ülkenin ekonomik gelişmesi ne de
Fransız işçisinin zihinsel gelişmesi henüz toplumsal
bir yeniden kuruluşu olanaklı kılacak aşamaya
ulaşmış değildir.” (vurgular bizim) “Devrim, birçok
Avrupa ülkesinde öncelikle ortaçağ gericiliğinin
kalıntılarıyla, monarşiyle, aristokrasiyle ve
ayrıcalıklarla hesaplaşmak zorundaydı. Ve bu hesaplaşmanın
en keskin “avam tarzda” olması proletaryanın lehineydi.
Bu çerçevede somut siyasal görev, gelişecek demokrasiye
(burjuva sınırların aşılmasında) “kendi” damgasını
vurmak, siyasal demokrasiyi en ileri önlemleri
gerçekleştirmek için zorlamak burjuvazinin feodal
gericilik karşısındaki tutarsızlığını teşhir etmek,
giderek kendi öz devrimine hazırlamaktır. Nitekim
1848’in peşinden ve özellikle 1871 deneyimiyle
beraber somut tarihsel gelişmeler yeni bir değerlendirilmeyi
zorunlu kılar. “1848’in savaşım tarzı...her bakımdan
eskimiş, zamanı geçmiştir”, “kıta üzerindeki iktisadi
gelişme (henüz)...kapitalist üretimin kaldırılması
için yeterince olgunlaşmamıştır” belirlemeleriyle
Engels 1895’te “tarihin kendilerini haksız çıkardığını”
ve o zaman ki görüşlerinin bir yanılsama olduğunu,
sonuçta toplumsal devrimler çağının henüz başlamadığını
teslim eder.
Tarih proletaryanın önüne “toplumsal devrimin
yavaş bir hazırlığını” yavaş örgütlenme ve eğitim
çalışmasını koymuştur. Gerçekleşen devrimci atılımlarda,
bunlar önemli deneyim ve olanaklar sağlasa da,
“devrimin meyvelerini toplayan son tahlilde kapitalist
sınıftır.” Tarihsel koşullar henüz yetersiz olmakla
beraber proletarya pratik olarak demokrasiyi kendine
göre “yorumlamaya” ve bunu hasımlarına zorla kabullendirmeye
çalışır. Ki komün bir yana, 19.yy demokratik devrimlerinin
çoğunun gerçek yürütücüsü, “barikatlardaki savaşın
organizatörü” proletarya olmuştur.(14)
Emperyalizm dönemiyle birlikte üretici güçlerin
gelişimi kapitalist ilişkiler tarafından engellenmeye
başlanmış böylece toplumsal devrimler ve sosyalizm
için koşulları “genel olarak” hazırlamıştır. Demokrasi
hedefinde daima tutarsız ve “her zaman” gericilikle
(eski sınıflarla) uzlaşma çabası içinde olan burjuvazi
(özellikle egemen büyük burjuvazi) artık gericiliğin
odağı haline gelmiş, “her alanda gericilik eğilimi”
egemen olmuştur. Bu koşullarda çağımız demokratik
devrimlerinin niteliği, proletaryanın belirleyiciliğine
dayanmaktadır. 1848’de burjuva devrimine “toplumsal
bir karakter aşılayan”, sosyal cumhuriyeti Fransa’da
ilan eden proletarya olanakların sınırlarını zorluyor,
nesnelliğe yenik düşüyordu. Emperyalizm dönemindeyse,
bu toplumsallık, sadece coşkunun ve tasarımın
değil, bilimin de gereğidir. 1848’de tohum halinde
olan, emperyalizm döneminde artık egemen olandır.
Proletarya artık, demokrasiyi daha tutarlı ve
geniş olmaya zorlamayla yetinmeyecek, bunu kendi
perspektifinde biçimlendirecektir. Çağın genel
özellikleri, toplumsal ilerleme, gelişen sosyalizmin
deneyimi, politik güç ve proletaryanın etkinliğindeki
nicel ve nitel değişim bu biçimlendirmenin temelidir.
Bu aynı zamanda toplumsal ve ekonomik özü bakımından
temel farklılıklar içeren demokratik ve sosyalist
devrim ilişkisinde (geçmişten farklı olarak) yeni
bir biçim demektir.
Lenin, İki Taktik’te, “Şimdi artık yeni bir döneme
girmiş bulunuyoruz; siyasal alt üst olmalar ve
devrimler dönemi başlamıştır”(15) diyordu. Artık
proletaryanın önündeki görev, proletarya ve köylülüğün
devrimci demokratik diktatörlüğüydü. Bu, devrimle
beraber kesintisiz sosyalizme geçiştir.
1905 koşullarında burjuva sınırların dışına çıkılmasa
da “bu sınırları fazlasıyla genişletmek” mümkündür.
Burjuva devrimine “proleter” ya da “proleter-köylü
damgası” vurulmalıdır. Savaşımın sınırları ve
içeriği yalnızca burjuva demokratik devrimin amaçlarına
göre değil, sosyalist devrimin amaçlarını da kapsayacak
biçimde genişletilmelidir. Proletarya dönemin
Rusya’sında “burjuva demokratik devrimin öncüsü
ve yöneticisi olabilir ve olmalıdır”(16)
İşte bu temel-ilkesel noktalarda, Menşevizm’le
ayrım daha da keskinleşir. İşçi sınıfının devrimci
rolü ile “burjuvazinin yamağı rolü”, demokrasinin
devrimci yorumuyla reformist-liberal yorumu arasındaki
köklü ayrılık üzerinde saflaşılır. Nesnelliğin
gerici ve devrimci yorumu çatışırlar.
(*) Lenin tartışmayla
ilgili şunları belirtir.”...Üçüncüsü, geri
kalmış ülkelerde demokratik burjuva hareketi
sorununun önemine özellikle parmak basmak
isterim. Aramızda bazı görüş ayrılıkları doğuran
sorundur bu. Komünist Enternasyonal’in ve
komünist partilerin geri kalmış ülkelerde
demokratik burjuva hareketi desteklemeleri
gerektiğini söylemelerinin ilke olarak ve
teoride doğru olmadığını tartıştık. Tartışmalarımız
sonunda oybirliğiyle ‘burjuva demokratik’
hareket yerine ulusal devrimci hareketten
söz etme kararına vardık. Hiç şüphe yok ki
her ulusal hareket ancak bir demokratik burjuva
hareketi olabilir. Çünkü geri kalmış ülkelerde
nüfusun büyük çoğunluğu burjuva kapitalist
ilişkileri temsil eden köylülerdir. Bu geri
kalmış ülkelerde proletarya partilerinin kurulmaları
gerçekten mümkün olsa bile köylü hareketiyle
kesin ilişkiler kurulmadan ve köylü hareketini
etkin bir biçimde desteklemeden komünist taktikleri
ve bir komünist politika izleyebileceklerini
sanmak düşe kapılmaktır. Bununla birlikte
şöyle karşı görüşler ileri sürülmüştür: burjuva
demokratik hareketten söz edersek reformcu
hareketle devrimci hareket arasındaki bütün
ayırımı silip atmış oluruz. Oysa o ayırım
son zamanlarda geri kalmış ve sömürge ülkelerde
ayan beyan ortaya çıkmıştır. Çünkü emperyalist
burjuvazi reformcu hareketi ezilen milletlere
de sokmak için elinden geleni yapmaktadır.
Sömürücü ülkelerin demokrasisi ile sömürge
ülkelerin burjuvazisi arasında belli bir yakınlaşma
olmuştur. (...) Bu komisyonda tartışma götürmez
bir biçimde kanıtlandı ve tek doğru tutumun
bu ayrımı dikkatle almak ve ‘ulusal devrimci’
terimini kullanmak olduğu kararlaştırıldı.
Bu değişikliğin anlamı şudur: biz komünistler
olarak sömürgelerde burjuva kurtuluş hareketlerini
ancak gerçekten devrimci bir ruhla eğitip
örgütlenmemize engel olmadıkları takdirde
desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz...” Lenin
Döneminde Komünist Enternasyonal Belgeler,
c.1, s.205-206, Maya yayınları, Mart 1997
Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal Belgeler,
c.1, s.214-215 Maya yayınları, Mart 1997) |
***
“Burjuva demokratik devrimden sosyalizme geçiş
sorunu” Komünist Enternasyonal’in gündemine, Avrupa
devriminden beklentilerinin zayıflaması ve buna
bağlı olarak Doğu halklarına ilginin artmasıyla
girdi denilebilir.
Doğu halkları, Avrupa halklarının tersine ekonomik,
sosyal, siyasal ve kültürel alanda oldukça geri
bir konumda bulunuyorlardı. Buradaki ülkelerin
çoğu emperyalizme bağımlı sömürge ve yarı-sömürge
ülkeler konumundaydı. Lenin, Doğu halkları için
komünistleri uyarıyor ve onları daha önce dünya
komünistlerinin karşılaşmadığı bir görevin beklediğini
açıklıyor. Bu görevin komünizmin genel teori ve
pratiğine dayanmasını, Avrupa ülkelerinde var
olmayan özel koşullara uyarlanmasını; komünizmin
teori ve pratiğinin, nüfusun çoğunun köylü olduğu
ve kapitalizme karşı değil, ortaçağ kalıntılarına
karşı bir savaşım verme şeklinde belirdiği koşullara
uygulanabilmesini istiyor. Lenin bu görevin güç
ve özel bir görev olduğunu ve yerine getirilmeye
değer bir iş olduğunu belirtiyor. Lenin bu sorunların
çözümünün herhangi bir kitapta bulunmayacağını
ve bunu ancak komünistlerin kendi bağımsız deneyleriyle
çözebileceklerinin altını çiziyor
Lenin, Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde
“Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu”yla ilgili
sunduğu tezlerin daha sağlıklı tartışılması için
katılımcılardan ve “özellikle bu karmaşık sorunların
herhangi biri hakkında somut bilgisi olan yoldaşlar”dan,
değiştirip ya da eklemelerini ve somut noktaları
iki ya da üç sayfadan fazla olmamak üzere yazmalarını
istiyor. Eleştiriler gelmekte gecikmiyor. Özellikle
Hindistan temsilcisi Roy’un eleştirileri Lenin’in
tezlerinde kimi değişiklikler yapmasını gerektirecek
boyutlardaydı. Lenin’le Roy arasındaki tartışma,
Lenin’in tezlerinde ileri sürdüğü “bütün komünist
partileri bu ülkelerdeki burjuva demokrat kurtuluş
hareketlerine yardım etmelidir” üzerinde düğümleniyor.
Roy bu yaklaşıma itiraz ediyor ve burjuva demokratik
hareketten söz edilmesi halinde reformcu hareketlerle
komünist hareket arasındaki ayırım çizgisinin
kaldırılmış olacağını belirtiyor. Bu tartışmaların
sonunda Lenin, tezlerinde değişiklikler yapıyor.(*)
Bu tartışmalarla birlikte alınan kararlardan biri
de, Doğu’nun bu geri ülkelerinde de “köylü” ve
“Emekçi Halk Sovyetleri”nin kurulabileceğinin
belirtilmesidir. Bunun yanı sıra “Tamamlayıcı
Tezler”de: Ezilen ülkelerde günden güne birbirinden
ayrılan iki hareketin bulunduğunu, birincisinin
burjuva düzeni programına sahip ve siyasal bağımsızlığı
temel alan milliyetçi burjuva demokratik hareket
olduğu, ikincisinin ise cahil ve yoksul işçi ve
köylüleri her türlü sömürüden kurtuluş hareketlerinin
olduğunu belirtir. Birincisinin ikincisini yönetmesine
karşı çıkılması gerektiği vurgulanırken, bunun
için işçi ve köylüleri örgütleyip devrim ve Sovyetlerin
kurulması yoluna sokacak olan KP’LERİN kurulması
gerektiği üzerinde durulur. Sömürge ülkelerdeki
devrimin ilk adımı, yabancı egemenliğin yıkılması
olarak görülür. Tamamlayıcı Tezler bu noktayı
şöyle formüle eder: “6) (...) Yabancı egemenlik,
iktisadi güçlerin özgürce gelişmesini köstekler.
Bu nedenle bu egemenliğin yıkılması, sömürgelerdeki
devrimin ilk adımıdır; bu nedenle sömürgelerde
yabancı egemenliğin yıkılması için yürütülen mücadeleye
verilen destek, yerli burjuvazinin milliyetçi
hareketine sunulan bir destek değil, kendisi de
ezilen proletaryanın önündeki yolun açılması demektir.”(17)
Tamamlayıcı Tezler 9’da da, “Sömürgelerdeki devrim
ilk aşamasında komünist bir devrim olamaz. Ama
eğer başlangıçtan itibaren önderlik komünist öncünün
elinde olursa kitleler dağılmaz ve hareketin değişik
gelişme aşamaları onların devrimci deneyimini
artırır...”(20) denmektedir.
“Sömürgelerdeki devrimin ilk adımı yabancı egemenliğin
yıkılması”dır ve “sömürgelerdeki devrim ilk aşamasında
komünist bir devrim olamaz” anlayışıyla, pratikte
ortaya çıkan hareketler karşısında takınılan tavırlar
çeşitli soru işaretlerinin oluşmasını gündeme
getiriyor.
Bunun üzerinde biraz durmak istiyoruz: En başta
devrime rengini veren temel olgu, devrimin ekonomik
ve toplumsal yapıda neler çözeceği değil, siyasal
iktidarın kimler tarafından ele geçirildiği sorunu
ise, sömürgelerde gerçekleştirilecek bir devrime
muhtevasını veren kıstas da bu olacaktır. Dolayısıyla
Komünist partisi aracılığıyla devrime öncülük
edecek proletarya, kesintisiz bir şekilde komünizme
doğru gidecek yürüyüşü başlatmış anlamına gelecektir.
Elbette burada gerçekleştirilecek devrimin ekonomik
ve toplumsal yapıda çözeceği sorunlar büyük oranda
burjuva demokratik devrimin çözmesi gereken sorunlar
olacaktır. Tezlerde de belirtildiği gibi buradaki
nüfusun büyük bir kesimin köylü olmasından dolayı
proletarya bu durumu dikkate alacak ve özellikle
tarımsal alanında gelişmiş ülkelerdeki gibi bir
kolektifleşme yerine, geçici bir süreliğine de
olsa küçük mülkiyetin yaygınlaştırılması anlamına
gelecek toprak reformu ön planda olacaktır. Şüphesiz
ki bundan hiç kolektifleştirme yapılmayacağı anlamı
çıkmaz.
Üzerinde durmak istediğimiz bir nokta da “sömürgelerdeki
devrimin ilk adımının yabancı egemenliğin yıkılması”
sorununa ilişkindir. Bu yaklaşım esasta doğru
olmakla birlikte şu sorunu gündeme getirmektedir:
“Yabancı egemenliğini yıkacak” olan mücadelenin
başını kimler çekecek? Burjuvazi mi çekecek, proletarya
mı çekecek? Burjuvazi başı çekiyorsa ve ulusal
sorun tartışmalarında gündeme getirilen “...biz
komünistler olarak sömürgelerde burjuva kurtuluş
hareketlerini ancak gerçekten devrimci bir ruhla
eğitip örgütlenmemize engel olmadıkları takdirde
desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz...” anlayışına
rağmen, örneğin Mustafa Suphi’lerin katline ve
komünistlerin kovuşturmalarına rağmen Kemalizm
hangi ilkeye göre desteklendi? Ayrıca Komünist
Enternasyonalin 5. kongresinde: “Türk hükümeti,
bir yandan Türkiye proletaryasının, emekçi sınıfların
partisi olan Türkiye Komünist Partisini (TKP)
kovuşturuyor.
Ne var ki bugünkü iktidara karşı izlenecek taktiği
onun sırf bu özelliğine bakarak, yani komünistleri
kovuşturmasına dayanarak belirlemek ağır hata
olurdu”(20) denilebilmektedir. Bu pratik tavırlar
ve coğrafyamızdaki örnekten (TKP’nin Kemalizm’e
karşı tavrı) çıkarılabilecek sonuçlardan biri,
Komünist Enternasyonal’in, pratik politika boyutunda
KP’leri zayıf olarak gördüğü için, KP’lerin, demokratik
reformlar karşılığında burjuva önderlikleri desteklemeleri
anlayışı ön plana çıkardığıdır...
1928 programında teorik bir ilke haline getirilen
“Burjuva demokratik devrimden sosyalizme geçiş”
sorunu bu maddi zemine oturduğundan ciddi bir
sorunla karşılaşmadan kabul edilmiştir. 1928 programının
sorunlu noktalarından biri aynı zamanda aşil topuğu
da bu noktadır.
Programın “ekonomik gelişmelere bağlı devrim tipleri”
olarak kabul edilen kararların 2. ve 3. maddelerinde
sergilenen yaklaşım, serbest rekabetçi dönemde
savunulan yaklaşımla örtüşmektedir. Proletaryanın
egemen olmadığı yerlerde proletaryanın öncelikli
görevi düşmanıyla değil, düşmanının düşmanıyla
savaşmaktı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Manifesto’da
açık bir tarzda dillendirilen bu yaklaşım, üretici
güçlerin üretim ilişkileri tarafından engellenmeye
başlanmadığı koşullarda doğru bir yaklaşımı ifade
ediyordu. Ancak, üretici güçlerin kapitalist üretim
ilişkileri tarafından engellenmeye başladığı emperyalizm
dönemi dünya çapında devrimin nesnel koşullarının
oluşmasını sağladı. Artık proletaryanın öncelikli
görevi düşmanının düşmanıyla değil, bizzat düşmanını
hedef almasıydı. Düşmanının düşmanına karşı mücadelesi,
düşmanına karşı mücadelesini başarıya ulaştırdığı
oranda yerine getirebilecekti.
Bu anlamıyla ülkenin ekonomik gelişme düzeyinden
bağımsız olarak proletaryanın siyasal iktidarı
almasının ve kesintisiz şekilde komünizme doğru
evrilecek bir süreci başlatabilmesinin nesnel
zemini oluşmuştur.
Soruna bu açıdan yaklaşılmadığı sürece, sorunun
kaynağında Kesintisiz devrim anlayışının inkârı
açığa çıkartılamadığı sürece, ne 1928 programı
ne de sonraları gerçekleşen devrimler kavranabilir.
Troçkistlerin ya da Troçkizmden etkilenen yapıların
Vietnam, Küba gibi devrimler konusundaki yaklaşımları
bununla bağlantılıdır. Aslında bu noktada Troçkistler,
Troçkizmden etkilenen gruplar ve klasik komünist
partiler aynı yerde birleşirler: Bu nokta devrim
kaçkınlığıdır. Biri, ekonomik, sosyal ve kültürel
anlamda doğrudan sosyalizme geçmeyecek olan ülkelerdeki
devrimlerin öncülüğü burjuvaziye bırakmakta, diğeri
burjuvaziden kalma sorunların çözümünü atlayarak
güncel sorunlardan uzaklaşmaktadır.
Bu iki yaklaşımın ikiz kardeşler olduğu unutulmamalıdır.
Geleneksel-klasik KP’lerle, Troçkistlerin dünyanın
hiçbir yerinde devrimin başını çekememeleri, zafer
kazanmış devrimleri (Vietnam, Küba gibi) sosyalizm
merkezli devrimler olarak görmemeleri bununla
ilgilidir. İki zıt kutupta gözüken Troçkiçkistlerle/Troçkizmden
etkilenenlerle ve reformistlerin sömürge, yarı-sömürge
ve yeni sömürgelerdeki devrimler konusunda bu
ortak yaklaşımları, “zıt kutupların” birbirine
ne kadar yakın olduğunun göstergesidir.
Sürecek...
Dipnotlar
(1) Marks, Engels, Doğu Sorunu, s. 45 Sol
yayınları
(2) Komünizmin Çocukluk Hastalığı Sol Komünizm,
9, Sol Yayınları, 5. baskı)
(3) Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky,
s,76, Başak Yayınları, 1. baskı 1989
(4) Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky,
S,76, Başak Yayınları, 1. baskı 1989
(5) Troçki nin 1905 yılı kitabının önsözü,
aktaran Stalin, Eserler c,7, s,98, İnter
yayınları 1. baskı şubat 1991)
(6) (Bakınız Troçki’nin ‘Devrimimiz’i,.s.278,
aktaran Stalin Eserler c,7, s,99, İnter
yayınları 1. baskı şubat 1991)
(7) (Troçki’nin yazıları c,3, bölüm 1 s,
90 , aktaran Stalin Eserler c,7, s,99, İnter
yayınları 1. baskı şubat 1991)
(8) Aynı yerde s,93, aktaran Stalin Eserler
c,7, s,99, inter yayınları 1. baskı şubat
1991)
(9) Lenin, Seçme Eserler, c,5, s,151-152,
1Ağustos 1915 Avrupa Birleşik “...Devletleri
Üzerine, İnter yayınları 1. baskı, Haziran
1995. Ayrıca Stalin, Eserler c,7, s,100,
İnter yayınları 1. baskı şubat 1991’e bakılabilir
(10) Aktaran Stalin, Eserler c,7, s,102,
İnter yayınları 1. baskı şubat 1991, Ayrıca
Lenin, İşçi sınıfı ve Köylülük, s. 346-347
, Sol Yayınları, 2. baskı, Ocak 1990’a bakılabilir.
(11) K. Popov, A.S. Dobrov, Burjuva Demokratik
Devrimin Proleter Devrime Dönüşmesi, s.9-10,
Dönüşüm yayınları, 1. basım, Haziran 1991
(12) Marks-Engels, Komünist Manifesto ve
Komünizmin İlkeleri, s.126, Sol yayınları,
5. baskı Temmuz 2002
(13) Marks-Engels, Komünist Manifesto ve
Komünizmin İlkeleri, s.157 Sol yayınları,
5. baskı Temmuz 2002
(14) Geniş bilgi için F. Engels’in, Fransa’da
Sınıf Savaşımları, Önsöz 1895 bakılabilir.
(15) Lenin, İki Taktik, s.24
(16) Lenin’den aktaran Bolşevik Partisi
Tarihi s.85
(17) Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal
Belgeler, c.1, s.215 Maya yayınları, Mart
1997)
(18) Komünist Enternasyonal Dergisi, 1925,
sayı 12 s.1238-1239- Türkiye Komünist İşçi
hareketi, s.135
|
|