Son yirmi yıldır yeni-sömürgeler dünyasında Ortaçağ’ın
veba salgınına benzer bir hayalet geziniyor. Ulaştığı
her karış toprağı mahveden, dünyanın en verimli
alanlarını çölleştiren bu ahir zaman “azrail”i
artık yoksul halklar tarafından iyi tanınıyor:
IMF ve Dünya Bankası!
Uluslararası tarım ve gıda tekelleri her köşeyi
yağmalıyor, her karış toprağı sahipleniyor, her
ürünü kendi hanesine yazıyor. Önce “uzman”larını
gönderip raporlar hazırlıyorlar, sonra yeni-sömürge
ülkelerin önüne “reçete”lerini koyuyorlar; onların
kendi tarımsal potansiyellerini yok eden “yeniden
yapılandırma” programlarını uygulatıyorlar. Ve
sonra, yağma başlıyor; buğday üreticisi ülkeye
buğday satmak, et bolluğunda yaşayanlara et satmak...
Sonuç, kesin biçimde yıkım ve felakettir.
Afrika, Asya ve Güney Amerika... Aşağıda, tek
tek ülkelere baktığımızda manzara daha açık biçimde
görülecektir.
Afrika: Dünyanın En
Yeşil Kıtasında Felaketler Zinciri
IMF’nin dayattığı dışa açılma politikalarının
Afrika tarımında yarattığı tahribat, kuraklık,
açlık, kronik iç savaşlar saymakla bitmez. Afrika
dünyanın en borçlu bölgesi haline geldi. 1980’de
Afrika’nın toplam dış borçları GSMH’nin % 39.6’sı
iken, bu oran 1996’da % 78.7’ye yükseldi. 1987-98
yılları arasında Aşağı Sahra’da mutlak yoksulluk
içinde yaşayanların sayısı 80 milyon kişi arttı.
Bugün Afrika’daki 48 ülkenin yıllık geliri, Belçika’nın
yıllık gelirini ancak geçiyor ve dünyanın en yoksul
50 ülkesinden 33’ü Sahra Afrikası’nda bulunuyor.
Somali
1980’lerin başında IMF müdahalesi Somali’de tarım
krizinin şiddetlenmesine yol açtı. Yapısal uyum
programı tahıl ithalatına bağımlılığı arttırdı.
ABD’den ithal edilen ürünlerin fiyatları düşürmesinin
yanı sıra tarımsal girdi fiyatlarının yükselmesi,
küçük çiftçileri yok etti. Kredi kuruluşları mısır,
süpürge darısı gibi geleneksel ürünlerin üretimini
teşvik etmek yerine, ülkenin en iyi sulanan arazilerinde
ihracata yönelik meyve, sebze, yağlı tohum ve
pamuk üretimini teşvik ettiler. Bu dönemde en
verimli tarım toprakları bürokratlar, subaylar
ve tüccarların eline geçti.
Zimbabwe
Bir zamanlar Güney Afrika’nın “ekmek sepeti” olarak
anılan Zimbabwe, 1992’de yaşanan kuraklık ve kıtlıktan
ciddi biçimde etkilendi. Mısır üretimi % 90 oranında
düşerken, tütün üretiminde önemli artışlar sağlandı.
Kitleler kıtlıktan dolayı karınca yerken, tütünden
elde edilen gelir ise dış borç ödemelerinde kullanılıyordu.
Malawi
Bir zamanlar gıda ihracatçısı olan Malawi’de yapısal
uyum programları uyarınca çiftçiler, hızla geleneksel
gıda ürünleri üretimini terk ettiler. Mısır üretimi
% 40 azalırken, tütün üretimi ikiye katlandı.
Ruanda
1990’da ticaretin serbestleştirilmesi, devalüasyon,
tarım teşviklerinin kaldırılması, özelleştirme
ve işten çıkarmaları içeren Dünya Bankası programı
kabul edildi. Çiftçiler ekonomik kriz nedeniyle
300 bin kahve ağacını kökünden söktüler. Manyok,
fasulye ve süpürge darısından oluşan geleneksel
üretim de kahve krizinden etkilendi. Emperyalistlerin
dayatmasıyla ticaretin serbestleştirilmesi ve
tahıl piyasalarının kuralsızlaştırılması sonucunda
yerel piyasaların dengeleri tarumar oldu. Ödemeler
dengesi yardımı adı altında verilen kredilerin
önemli bir yüzdesi silah alımına harcandı. Dahası
Ruanda ordusu bir gecede 5 binden 40 bine çıkarıldı
ve kredilerin önemli bir bölümü de buraya aktarıldı.
Bu gelişmelerin hemen ardından Ruanda’da iç savaş,
etnik çatışmalar, katliamlar başladı.
Gana
Gana, 1983’ten itibaren IMF ve DB ile 16 kez istikrar
ve yapısal uyum anlaşması imzalamıştır. Yapısal
uyum programının ihraç ürünlerine, özellikle de
kakaoya aşırı destek vermesi, kimyasal gübrelere
verilen sübvansiyonun kaldırılması, ülkenin gıda
üretimini çökertti ve gıda maddeleri ihraç eden
bir noktadan, gıda maddeleri ithal eden bir noktaya
gelindi. Öte yandan Dünya Bankası’nın desteğiyle
ticari ormancılık canlandırılmaya çalışıldı, artan
kereste üretimi Gana’da zaten kısıtlı olan orman
alanlarının tahrip edilmesiyle sonuçlandı. Ormansızlaşma
aynı zamanda bölgesel iklim değişikliklerine ve
toprak erozyonuna yol açtı.
Benin
1993’te uygulanmaya başlanan yapısal uyum programı
nedeniyle, ülkenin odun ihracatı 6 yıl içinde
4 kat arttı ve bu yükü kaldıramayan topraklar
çoraklaşmaya başladı.
Mozambik
Dünya Bankası ve IMF tarafından önerilen program
yüzünden maun ağacı işleme sektörü tümüyle yok
oldu.
Güney ve Güneydoğu Asya:
Yoksulluğun Artışı
Güney ve Güneydoğu Asya’da uygulanan IMF-Dünya
Bankası programları küçük ve orta ölçekli tarım
işletmelerinin batmasına neden oldu. Tarım destekleme
sisteminin çöküşüyle birlikte kırsal nüfusun büyük
bir bölümü topraklarını yitirdi, aynı zamanda
da tefecilik yaygınlaştı.
Hindistan
1991’de yürürlüğe giren IMF programı yüz milyonlarca
insanın yaşamını doğrudan etkiledi, ülkede yaygın
bir şekilde açlık ve yoksulluk baş gösterdi. IMF
anlaşması gereğince tarım desteklerinin kaldırılması
nüfusun % 45’ini oluşturan küçük ve orta çiftçilerin
çoğunluğunu iflas ettirdi. Aynı programın altında
milyonlarca topraksız tarım işçisi de ezildi.
IMF programları girdiği her yerde emekçilerin
düşmanı oldu, yoksulluğun değil yoksulların yok
edilmesini sağladı. Milyonlarca tarım işçisi,
emekçi kişi başına günde 50 sentin altında bir
gelirle, adeta açlıktan ölmesi için kaderine terk
edilirken, bir kısmı da açlıktan ölüyordu. Mülksüzleşme
hızlandırılırken komünal köy arazileri zengin
köylüler ve toprak ağalarınca yağmalandı, tefeciler
güçlendirildi.
Bangladeş
Bangladeş’te 1970’lerin ortalarından itibaren
uygulamaya konulan IMF programı gereğince tarım
teşvikleri kaldırıldı. Bu süreç 1980’lerin başlarında
küçük ve orta ölçekli tarım işletmelerinin batmasına
yol açtı. Ayrıca tarımsal kredilerin liberalizasyonu
tefecilerin geleneksel rolünü güçlendirdi. Ticaretin
serbestleştirilmesi ve tahıl piyasasının kuralsızlaştırılması,
iç pazara dönük gıda üretiminde durgunluğa yol
açtı. Bu durgunluk aynı zamanda ABD’li tahıl üreticilerinin
çıkarlarına da hizmet etti.
Vietnam
Vietnam’da 1986’da uygulamaya konulan ekonomik
reformlar, ekonomik ve tarihsel çöküşün yeni bir
evresini de başlatmış oldu. Aynı yıl başlatılan
ikinci tarım reformu dalgası köylülerin büyük
bölümünün yoksullaşmasına yol açtı. Orta Vietnam’da
köylüler gıda üretiminden vazgeçerek manyok, pamuk,
ve özellikle de kahve gibi ihraç ürünlerinde uzmanlaşmaya
teşvik edildiler. Vietnam’da kahve üretimi 1990’da
92, 1999’da ise 487 bin tona yükseldi ve ülke
Brezilyanın ardından dünyanın ikinci büyük kahve
ihracatçısı haline geldi. 1999’da kilosu 4.5 dolar
olan kahve fiyatının 2001’de 1,3 dolara düşmesi
üreticilerin kitleler halinde iflasına yol açtı.
Öte yandan tahıl piyasası kuralsızlaştırıldı,
çeltik üretimi bitirildi. Tarımsal destekleme
sisteminin çöküşüyle birlikte kırsal nüfusun büyük
bir bölümü topraklarını yitirirken toprak kutuplaşması
ve tefecilik yaygınlaştı.
Filipinler
Balık yetişmesine uygun bir zemin oluşturan 500
bin hektarlık mangrov ormanının %90’ı tahrip edildi.
Geriye kalan ise ihracata dönük balık ve karides
çiftliklerine dönüştürüldü. Karides yetiştiriciliği
için kurulan çiftlikler toprakların tuzlanmasına
yol açtı.
Latin Amerika: Yıkım ve İsyan
Dünya Bankası verilerine göre 1980-90 arasında
Latin Amerika’da GSMH %10 geriledi. Mutlak yoksulluk
sınırı altında yaşayanlar 1980’lerde 130 milyon
iken 1990’larda 180 milyona çıktı. Aynı dönemde
nüfusun en yüksek gelirli % 20’sinin zenginliği,
en yoksul %20’ye göre 20 kat arttı. 1990’larda
Latin Amerika’da nüfusun % 44’ü yoksulluk sınırının
altında yaşıyor. 1990’da toplam dış borçlar 476
milyar dolar iken 1998’de 698 milyar dolara (GSMH’nın
%45’ine) ulaştı. Bütün bu somut olgulardan da
anlaşılacağı gibi IMF ve DB’nın dayattığı “yapısal
uyum” ya da adı ne olursa olsun programları uygulayan
Türkiye’de ya da bir başka emperyalizme bağımlı
ve yeni-sömürge ülkelerde hiç bir şey fark etmemekte,
üç aşağı beş yukarı hepsinin başına aynı akıbet
gelmektedir. Sonuçta IMF ile ilişkiye geçen bu
ülkelerin ekonomileri alt üst olmakta, GSMH’ları
gerilemekte, dış borçları sürekli olarak katlanarak
artmakta, özelleştirmelerden, vergilerden vb.
elde edilen gelirlerin büyük çoğunluğu (bazı ülkelerde
%50’yi geçmektedir) dış borç ödemelerine gitmekte,
zenginle yoksul arasındaki fark katlanarak artmakta,
verimli araziler çoraklaşmakta, ormanlar talan
edilmekte, tarım ve hayvancılık yok olmakta, işsizlik
ve yoksulluk her geçen daha da artmakta, açlıktan
ölümler çoğalmakta vb. Yazımızın başlığında belirttiğimiz
gibi facia yalnızca tarımda değil yaşamın tüm
alanlarında yaşanmakta, emekçilerin hayatları
felç olmaktadır.
Peru
IMF programları, Peru’da yasa dışı koka ekimi
dışında tarımsal üretimde büyük düşüşlere neden
oldu. Tarımsal tekellerin pazarlama ve dağıtım
kanallarını sürekli denetlemesiyle kırsal nüfusun
yoksullaşması daha da arttı. Tarımsal girdi ve
kredi fiyatlarındaki hızlı yükselişler küçük çiftçilerin
iflasına yol açtı. Üretim maliyetleri yükselen
yerli üreticiler ucuz tarımsal ürünlerin ithal
edilmesi sonucunda topraklarını yitirdiler. 1991’de
çıkarılan toprak yasası, küçük çiftçilerin toprağını
yitirmesine ve kentlerdeki ticari çıkar çevrelerinin
büyük miktarlarda toprak satın almasına hizmet
etti. Yoksul köylü yığınları ise giderek ticari
tarımın yedek işgücü haline geldiler.
Bolivya
IMF destekli “yapısal uyum programı”nın uygulanmaya
konulmasının ardından yabancı şirketler ülkedeki
verimli tarım alanlarını ele geçirdiler. Toprakları
elinden alınan çiftçiler ise toprak kaymasına
müsait yamaçlarda ölüm pahasına tarım yapmaya
ya da ormanları yakıp kendilerine tarım arazisi
açmaya zorlandılar. Mülksüzleşen köylülerin çoğu
işsizler kervanına katılmak üzere kentlere göç
ettiler. Küçük çiftçilere verilen devlet desteği
kesilirken, tarımda tekelleşme hızlandı. Tümüyle
ihracata dönük tarım politikaları, kimyasala dayalı
tarım tekniklerini getirdi, bunun sonucunda toprakta
kaçınılmaz sorunlar yaşanmaya başlandı.
Şili
Şili en uzun süreli “yapısal uyum programı” uygulayan
ülkelerden biridir. Orman ürünleri ihracatı 1983-89
yılları arasındaki dönemde ikiye katlandı, ancak
bir çok çeşitlilikteki orman ağaçlarını kesilerek
ormandaki çeşitlilik katledildi, ormandaki çeşitlilik,
zenginlik yerini tek ağaç türüne, çam ormanı plantasyonuna
bıraktı. Balıkçılık sektöründeki aşırı ve kontrolsüz
avlanmanın kaçınılmaz sonucu olarak toplam balık
üretimi 1992 verilerine göre % 22 oranında düştü,
bugün bu oran çok daha fazla aşağılara inmiştir.
Kosta Rika
Kosta Rika 1980-89 arasında IMF ve Dünya Bankası’nın
9 istikrar ve “yapısal uyum programı”na tabi oldu.
“Yapısal uyum politikaları”ndan en çok sığır yetiştiriciliği
ve muz endüstrisi yararlandı. Bir yandan “yerli”
ve yabancı tekellerin sahip olduğu muz plantasyonları
genişlerken, öte yandan ormanların katledilmesi
süreci aralıksız ve hızlandırarak sürdürüldü.
Muz alanlarının genişlemesi bir yandan biyolojik
çeşitliliği tehdit ederken, öte yandan bu plantasyonlarda
çalışan işçileri ve ailelerini daha derin bir
yoksulluğa sürükledi. Ormanlar bu kez de uluslararası
fast-fost sanayiye sığır yetiştirmek için otlak
ve meraya dönüştürülerek katlediliyordu.
Meksika
Meksika, 1940’tan 1970’lere dek gıda alanında
kendi kendine yeten bir ülkeydi. Gıda üretimini
son derece yüksek olan nüfus artış hızının iki
katı bir hızla artırabiliyor, hükümet politikalarının
temelini gıdada kendi kendine yeterli olmak oluşturuyordu.
Meksika’da IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarıyla
1992’den beri uygulanmaya başlanan neoliberal
politikalar, ulusal tarım politikalarını derinden
etkiledi. Kırsal kesime yönelik bu politikalar
devlet desteğinin çekilmesi ve tarımda düşük gelir
uygulamasını içeriyordu. IMF ve Dünya Bankası
programlarının yürürlüğe girmesiyle tarımsal üretim
-mısır ve fasulye gibi- temel gıda ürünlerinden
ihracata yönelik ürünlere ve hayvan yemlerine
kaydı; tarımsal istihdam düştü, verimli araziler
boş bırakıldı ve büyük miktarlarda gıda ürünleri
ithalatına başlandı. Meksika, gıda üretiminde
kendi kendine yeten bir ülke konumundan, 90’lı
yıllara gelindiğinde IMF ve DB’nın programları
sayesinde fasülyenin %40’ını, mısırın %25’ini,
şekerin %30’unu ithalatla karşılayan bir konuma
getirildi.
Neoliberal politikaların sonuçları, yoksullaşmış
ve borçlandırılmış bir tarım sektörü ve çoğu kırsal
kesimden olmak üzere yaklaşık 4 milyon Meksika’lının
ABD’ye göçü oldu. Küçük köylülerin tarım dışına
itilmesiyle yaratılan toprak pazarında ise “yerli”-işbirlikçi
ve uluslararası büyük tekeller yeni yasalardan
da yararlanarak toprağı kontrol altına aldılar.
Tarım sektörüne de el atan uluslararası tekeller
kırsal alanda büyük plantasyonlar kurarak ve geleneksel
“ejido” topraklarından itilen küçük köylüleri
(minifundista) ücretli işçi olarak çok ucuza çalıştırdılar.
Meksika örneği uluslararası sermayenin bağımlı
ülke tarımına doğrudan üretim örgütlenmesini üstlenerek
girmesinin ve kırsal alanı global tarımın tahkimi
altına almasının çarpıcı bir örneğidir.
Sonuç: Sermayenin Sınırsız Talanı
ve Halkların Yoksullaşması
Görüldüğü gibi IMF ve DB destekli “yapısal uyum
programları”nın bağımlı-yeni-sömürge ülkelerdeki
tarımsal üretim ve kırsal nüfus üzerinde yarattığı
yıkım çok açıktır. İhracata dönük ticari tarımın
teşvik edilmesine karşın fiyat, girdi ve kredi
sübvansiyonları kaldırılarak geleneksel gıda ürünleri
üretiminin çökertilmesi nedeniyle kıtlık sorunu
baş gösterdi. Ticaretin serbestleştirilmesi sonucu
ithal edilen (gümrüksüz) teşvikli tahıl, et ve
süt ürünleri kırsal ekonominin çökmesine yol açtı.
Küçük ve orta çiftçiler topraklarını yitirerek
ya büyük çiftliklerde mevsimlik işçi olarak çalışmak
ya da kentlere göçmek zorunda kaldılar. Toprak
kutuplaşması yoğunlaştı, en verimli tarım arazileri
yerel işbirlikçi ve uluslararası büyük tekellerin
eline geçti. Büyük toprak sahipleri ve tefeciler
güçlendirildi. Doğal çevrenin tahribatı arttı,
ormanlar talan edildi. Giderek daha geniş tarım
arazileri erozyon etkisine açıldı, toprak tuzlulaştı
ve çoraklaştı.
“Yapısal uyum programları” -yukarıda da özetlediğimiz
gibi- facialara zemin hazırlarken bu programları
uygulayan ülkelerin mali durumlarında bir düzelme
olmadı. Bu programların gerçekte başarısız olduğu,
yeni-sömürge ve emperyalizme bağımlı ülkelerde
yıkıma yol açtığı, sadece ABD’nin, AB’ne üye emperyalist
ülkelerin ve mali sermayenin işine yaradığı, çok
net bir şekilde anlaşılmaktadır. 1995’e değin
IMF’den uyum politikaları için kredi alan (daha
doğrusu dayatılan bu politikayı uygulamak zorunda
kalan) 137 ülkeden 81’nin IMF’ye bağımlılığı azalmak
yerine arttı, 89 bağımlı ülkeden 48’inin durumu
iyileşmedi. 32’si ise daha da yoksullaştı. IMF
politikalarına bağımlı hale getirilen ülkelerin
dış borçları kriz sonrasında 1980’de 685 milyar
dolar iken 1996 yılında 2 trilyon doları geçti.
Bu arada IMF 1984-1990 döneminde yeni-sömürgelerden
emperyalist ülkelere 715 milyar dolar aktarılmasını
sağladı.
Bu arada IMF kendi yaptığı saptamasında “yapısal
uyum programlarını” uygulayan ülkelerde ekonomik
büyümenin, uygulamayan ülkelerin çok gerisinde
kaldığını itiraf etmek zorunda kalmıştır. Görmek
isteyenler için her şey gayet açıktır. Yeter ki
görmek istensin. Sorun nereye baktığımızda değil
neyi görmek istediğimizde. Bu “uyum programını”
bizim gibi yeni-sömürge ülkelere dayatanlar, bu
işin mimarları dahi sonuçta mızrak çuvala sığmayınca
gerçeği itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Bizim
gibi yeni-sömürge ülke yönetimleri bu kadar bariz
bir gerçeği göremeyecek kadar kör, zır cahil olamayacaklarına
göre sorun başka bir yerdedir. Sorun işbirlikçi
karakterlerinden ve kendi kaderlerini emperyalist
mali sermayenin çıkarlarına bağlı olduğunu düşünmelerinden
kaynaklanmaktadır. Bu durum bütün işbirlikçi,
gerici yönetimler için geçerlidir.
O zaman sermayenin global ortak duruşuna karşı
dünya halklarının ve devrimci sosyalistlerinin
ortak mücadelesi, devrimci enternasyonalizm acilen
yakıcılığını hissettirmektedir. Ancak ayağa kalktığımızda,
kendi davamıza kendimiz sahip çıktığımızda, dünyanın
tüm lanetlileri olarak bir araya geldiğimizde
kapitalizmi tüm pislikleriyle birlikte ortadan
kaldırabiliriz. Marşımızın son kıtasında belirtildiği
gibi; “enternasyonalle kurtulur insanlık”....
(Not: Bu yazının hazırlanmasında Dr. Necdet
Oral’ın sendika.org’da yayınlanan “Azgelişmiş
Ülkelerde Tarım Nasıl Çökertiliyor?” yazısından
büyük ölçüde yararlanılmış, özellikle somut bilgilerin
hemen tümü bu yazıdan aynen alınmıştır.)
|