Biraz gelecekten söz edelim mi?
Daha doğrusu öyle soyut bir gelecekten değil de
senin kişisel geleceğinden, gelecek kaygından
ve devrimciliğin anlamından...
Polis gözaltına aldığı genç insanlara bin yıldır
hep aynı şeyleri söylüyor değil mi: “oku, eline
ekmeğini al, ondan sonra ne yapıyorsan yap!” Oysa,
çok sonraları yeniden, örneğin bir mühendis olarak
gözaltına alınsan, bu kez de şunu dinlersin: “okuyup
mühendis olmuşsun, hala bu işlerle niye uğraşıyorsun?”
Yani hiç şansın yok! Her koşulda kurtulamıyorsun!
Ve hep aynı şey: “Başkalarını kurtarmak sana mı
kaldı?”
Anahtar kelime de işte tam bu aslında biliyor
musun: Başkaları... Kim bu başkaları? Ne yer ne
içerler, nereden gelip nereye giderler? Başkaları
diye bir şey var mı gerçekten? Ya da o başkaları
zaten biz kendimiz değil miyiz?
Biz niye savaşıyoruz?
Her ülkenin devrimci hareketinde, eğitim olanaklarına
ulaşabilmiş orta sınıf çocuklarının öne çıktığı
bir ilk dönem vardır. Gerçekte öyle olsun olmasın,
her şey bu dönemde biraz bu insanların hayatlarını
ve geleceklerini feda edişleri gibi görünür. Özellikle
aralarında iyi okullarda okuyanlar varsa, ki hep
vardır, halk arasında belirgin bir hayranlıkla
şöyle denir onlar için: “bu işlere karışmasalar
başbakan bile olurlardı.”
İşler ne kadar değişti değil mi? Çevrene hiç bakıyor
musun? Kendine, yoldaşlarına, mahallendeki, okulundaki
devrimcilere... Ne kadar sıradan insanlarız hepimiz
ve o sıradanlığın içinden ne kadar sıradışı kahramanlıklar
yaratıyoruz.
Kirli bir düzen bizi her yandan kuşatıyor. Ve
biz onun bütün vahşi sonuçlarının tam da içinde
yaşıyoruz. Kuşkusuz yine başkaları için de, hatta
binlerce kilometre ötedeki adını, yüzünü bilmediğimiz
insanlar için savaşıyoruz; ama öte yandan bizler,
kendimiz için de savaşmıyor muyuz? Kendi hayatımıza
bir bak! Çok basit şeyler; çocuğumuz ya da yeğenimiz
için gerekli olan bir ilaç parasını nasıl da zorlukla
denkleştiriyoruz? Evimizde kaynayan tencere nasıl
günlük sıkıntılarla kaynıyor? Dün sabah işe giden
komşumuz bugün neden erken kalkmıyor? Çünkü artık
işsiz! Bir sokak ötede yıkım var; dün otobüste
karşılaşıp selamlaştığın adam bu geceyi sokakta
geçirecek!
Hayatımız böyle işte... Hatta bütün bunları bir
an için geç; bir an İstanbul’u düşün: koca bir
şehir koca bir çatlağın tam üstünde oturmuyor
mu şu anda? Hepimiz bu şehirde her an tabutumuz
olabilecek duvarların arasında yatıp kalkmıyor
muyuz?
Teorik yazılarda “toplumsal çürüme”den söz edilince,
teorik bir laf edilmiş gibi duruyor sanki. Oysa
hiç değil. Bir sabah uyanıp, kardeşinin yastığının
altında uyuşturucu haplar bulman olasılık dışı
mı? Ya da ilkokuldan tanıdığın bir arkadaşının
artık bir fahişe olduğunu öğrensen şaşırır mısın?
Her şey ne kadar değişti? Çirkinlik denilen şeyin
kentlerin zaten adı kötüye çıkmış mahallelerine
özgü bir istisna olduğu o günler artık bitti.
Çirkinlik, şimdi yakın ve çok yakın.
Akrabalıklara bir bak istersen... Birbiriyle kavgalı
olmayan, para yüzünden bozuşmamış kaç tane akraban
var? Bir cenazede buluştuklarında, ilk ağlamalardan
sonra duvar kıyısında oturulurken borçlardan-alacaklardan,
“yanlış yapan amcaoğulları”ndan söz edilmiyor
mu?
Peki ya şu adli koğuşlar? Oraların hep belli aboneleri
var da onlar mı dolduruyor ranzaları? Tinerciler
kimler? Kapkaç çocukları uzaydan mı gelip çantamıza
asılıyor?
Keşanlı Ali Destanı oyununda gecekonduları anlatan
bir şarkı vardır: “Çiçeklidağ burası / Şehre tepeden
bakar / Ama şehir uzakta / Masallardaki kadar...”
Masallardaki kadar uzakta olan şehirlerin gerçek
insanlarıyız biz. Yüzde yüz gerçek!
Devrimciyiz... Bütün dünya için de devrimciyiz.
Dünyanın hangi köşesinde acı çeken insan varsa
onu yüreğimizin derinliklerinde hissettiğimiz
için devrimciyiz. İsrail dozerinin yıktığı evinin
harabeleri üzerinde oturmuş ağıt yakan Filistinli
kadın, Güzeltepe’nin kapı komşusudur. Biz bunun
için de devrimciyiz.
Ama kendimiz için de, kendi mahvedilen hayatlarımızı
kazanmak, kendimiz ve çocuklarımız için yeni bir
dünya yaratmak için de devrimciyiz. Biz kendi
geleceğimizi feda etmiyoruz; zaten sosyalizmin
dışında bir geleceğimiz yok!
Biz kimselere özel olarak “iyilik” yapmıyoruz.
Sosyalizmi de öyle birkaç akıllının başkalarına
iyilik ettiği bir şey olarak düşünmüyoruz. Biziz
işte biziz, dipten gelenler, başkası değil. Kimse
bir şey feda etmiyor; hayatlarımız dışında feda
edecek pek bir şeyimiz de yok zaten.
2005 yılındayız... Son yüz elli yılın en vahşi
dönemindeyiz. Savaşıyoruz. Sokaktayız, barikattayız,
devrim istiyoruz, dünya değişsin istiyoruz, hayatlarımız
değişsin istiyoruz. Çünkü ne insanlık, ne de onun
bir parçası olan bizler, bugünkü çamur deryasını
hak ediyoruz.
Savaşıyoruz... Kendimiz ve dünya için...
Gözlerinden öperim.
Kendine iyi bak. Umudunu diri tut.
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!
|