Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

32. Sayı - Ağustos 2005

G. Koşmaz

Geçtiğimiz ay Londra’da patlayan bombalar yine dünyayı ayağa kaldırdı. Haber ajanslarının geçtiği görüntüler tam anlamıyla içler acısıydı. Etrafa yayılmış yaralılar ve bir panik havası kaplamıştı ortalığı. 7 Temmuz 2005 sabahı, Londra’da yaşayanların bir kısmı bir anda kendini hastanede yaralı olarak bulurken, bir kısmı da hayata veda etti. Dört ayrı yerde patlayan bombalar bir anda ülkenin gündemini değiştirdi.
Herkes, sıcağı sıcağına kendi açısından yapılan bombalı saldırıları değerlendirdi. En üst düzey yetkililerden, bombanın patladığı sokaklardan geçmeye başlayan insana kadar. Kimisi şaşkındı, kimisi de yaşananları normal karşılayacak olgunluktaydı.
En azından, bu sahneleri insanlar daha önce görmüştü. Hatırlatırsak, yaşananlar, 11 Eylül, Madrid, İstanbul vb. yerlerde yapılanlara çok benziyordu.
Dünyadaki tepkiler de ikiye ayrılmıştı. Bir kısım yapılanı lanetlerken, bir kısım da eden bulur mantığıyla hareket ediyordu. Daha sonrasında ortalık beyanatlardan geçilmez oldu. İngiliz istihbarat servisi açıklama üzerine açıklama yapıyordu.
Eylemi yapanların kim olduklarından, günde kaç kez dişlerini fırçaladıklarına kadar, haber merkezlerine en ince detay ulaşıyordu. Beceriksizlikle suçlanan İngiliz istihbaratı nasıl oldu da böyle bir patlamayı atlamıştı. Üstelik MOSSAD’ın daha önceden bildirmesine (hep öyle olur zaten!) rağmen... Eylemin, İngiltere’nin kalbi sayılan Londra’da yapılması bu soruyu daha da önemli kılıyordu.
Tüm bunları bir kenara koyarsak, CIA’den tutalım MI-6’sına kadar, hepsi de daha önce olduğu gibi, bu sefer de dünyaya rezil olmuştu. Her defasında şişirip durdukları yenilmez, yıkılmaz imajı yerle bir oluyordu. Son model teknoloji ile donanmış silahları başlarına çalınıyordu. Korku dağları yaratmak isterken, korku çığlarının altında boğuluyorlardı. Toplumu daha fazla terörize etmenin kargaşası kendilerinde daha fazla hayat buluyordu. Bir hafta sonra “terörist”ler istihbarat örgütlerini yine ayağa kaldırdı. Üstelik bu durumun ortasında, Londra’yı vuran ve 52 kişiyi öldüren, onlarca kişiyi yaralayan “terörist”ler bu sefer dalga geçercesine, yine aynı tarzda eylem yaparak, bir kişinin bile burnu kanamasına izin vermiyorlardı. Bu eylem emperyalizmin içi boş bir dev olduğunun ispatlanmasından başka bir şey değildi. İngiltere devleti, kendi terörünü artırarak, insanlara gözdağı vermek istiyordu. Bunun sonucunda, bir Brezilyalı genç sokak ortasında katledildi. İngiliz devleti, İngiltere ve dünya emekçi halklarından özür dilemek yerine, bunun gibi sokak infazlarını devam ettireceğini açıklıyordu. Herkes korksun istiyordu.
Tüm bunların arasında eylemlerin yapılış tarzı ve tarihi işin en önemli yanlarından biriydi. Eyleme kadar İngilizler zafer sarhoşluğunu yaşıyordu. Bir gün önce 2012 olimpiyatları bir sürü dönen dolaplarla İngiltere’ye verilmişti. Bunun verdiği moralle İngiltere Başbakanı Tony Blair, G-8 zirvesine gidiyordu. Diğer önemli nokta ise, eylemin G-8’lerin yapıldığı sabaha denk ge(tiri)lmesiydi. Yani, dünyayı köleleştiren politikaların yapıldığı toplantıya mesajlar verilmek istenmişti.
8 emperyalist ülkenin yaptığı bu zirvede, daha önce olduğu gibi bu sene daha fazla yoksulluk, daha fazla açlık, daha fazla ölümün tasarlandığı projelere imza atmak için bir araya gelinmişti. Emperyalist yağma zirvesi, İngiltere’nin yanı başında İskoçya’da yapılıyordu. Ne kadar mesafe olsa da, anında o patlamaları duymuştu zirvedeki barbar takımı. Zirvenin hazırlıkları bir kenara bırakılarak, zirveye katılan emperyalist haydutlar açıklama yarışına girdiler. Bunu da çok alçak bir biçimde yaptılar. Bunlardan Tony Blair, “özellikle barbarca” idi çünkü “insanların, Afrika’daki yoksulluk sorunlarına ve uzun vadeli iklim değişikliği ve çevre sorunlarına yardımcı olmak üzere bir araya gelip çalıştıkları bir günde gerçekleşmişlerdi.” diye açıklama yaparken, katil Bush da “İnsan hakları ve insan özgürlüğüne derin bir bağlılığı olan bizlerin niyetleri ve kalpleri ile kalplerinde günahsız insanların yaşamlarını alacak kadar kötülük bulunanlar arasındaki fark daha iyi ortaya çıkamazdı… daha iyi bir dünya için görüşmelere devam edeceklerini.... Burada, bu zirvede, dünya önderlerinin dünya üzerindeki yoksullukla mücadele etmek ve insanların yaşamını kurtarmak ve iyileştirmek için çaba sarf ettiklerini” söyledi.
Bush ve Blair nezdinde emperyalizme sövgü ve kinin daha da bileneceği bu laflar, emperyalist odağın, 11 Eylül’den bu yana hayata geçirmeye çalıştığı projeyi çok net açıklıyor. Yakın döneme damgasını vuran bu düşünce, sistemli bir işleyiştir. Yalan ve çarpıtma üzerine kuruludur aynı zamanda.
Dünya, Sovyetlerden sonra bir kez daha iki kampa bölünüyordu. Buna göre, Amerika’nın yanında ve Amerika’nın karşısında olanlar, yani “şer eksen”leri. 11 Eylül’den sonra insanlığa karşı savaş, bu sloganla açılmıştı. Ya Amerika’ya itaat edilecekti ya da bombalarla Amerikan karşıtlarının kafasına ölüm yağdırılacaktı. Böyle de oldu. Afganistan’la başlayan proje Irak’la devam etti.
Bu sürece damgasını vuran kavramlardan olan “terörizm” de emperyalistlerin vazgeçilmez malzemelerinden biri oldu. Kim Amerika karşıtı ise teröristti (!) Buna göre muamele görecekti. En gelişmiş teknolojisini arkasına alan ABD emperyalizmi, “terörist”leri yok ederken, bunların kendisine geri döneceğini belki tahmin etmiyordu. Ve o “terörist”ler 11 Eylül’de sahneye çıktı. 2001’de 11 Eylül, 2002’de Tunus ve Bali, 2003’te Suudi Arabistan, Fas, İstanbul, 2004’de İspanya, son olarak Londra ve Şarm El Şeyh’te emperyalizme olan nefret, bomba olarak patladı.

Usame Bin Ladin ve Örgütü
Adını bilmeyen insanın kalmadığı Usame Bin Ladin, 1957 doğumlu. Dolar milyarderi babası ve 53 kardeşi var. Cidde’de Kral Abdülaziz Üniversitesi’nde eğitim gören Usame Bin Ladin aynı zamanda mühendislik ve işletme de okudu.
Usame Bin Ladin için 1979 yılı dönüm noktalarından biri oldu. Suudi gizli servisi tarafından, Pakistan’ın Peşaver kentine gönderildi. Burada dünyanın dört bir tarafından gelen müslümanlar eğitiliyordu. Bunu ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan Gizli Servisi ISI organize ediyordu. Usame Bin Ladin burada ön saflarda çatıştı. Sovyetler Birliği, 1979 yılında Afganistan’ı işgal etti.
Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, Sovyetler’e karşı Afgan ve müslüman ülkelerden topladığı bu anti-komünist gerici çeteleri destekledi ve her türlü yardımı sağladı. Usame Bin Ladin, Sovyetler ile çatışmalara girerek, Afganistan’da gerici çeteler arasında sivrilen bir isim oldu. 1990 başlarında gericiliğin hakim olduğu ülkesine ülkesine kahraman olarak döndü.
Güçlendikçe, ABD ile araları bozuldu. Artık, kendi başına bir güç haline geldi. “Kafir”lere karşı “mümin”lerin sesi iddiasıyla savaş açtı batıya. Yahudilere yardım eden ABD’yi de karşısına aldı.
Usame Bin Ladin’in Afganistan’da ABD ile kesişen yolları, ABD’nin Ladin’in başına 5 milyon dolar ödül koymasına kadar vardı. Bundan sonra O, Amerika’nın bir numaralı düşmanı, Afganistan’a bomba yağdırmanın malzemelerinden biridir. 1998 yılında eğittikleri gönüllüler için bilgisayarda bir veri tabanı oluşturur. Gün geçtikçe büyür El-Kaide. Bir rivayete göre dünya çapında 55 ile 70 bin arasında militanı vardır. Yine bir rivayete göre, Bin Ladin El-Kaide’ye 900 milyon dolarlık kişisel servetini seferber etmiş durumdadır.
Bin Ladin kim ne derse desin, bir gerçekte, şu anda belirli bir hareketin önderidir. Geldiğimiz aşamada Amerika’nın kendi adamı, Amerika’ya karşı en büyük hareketlerden birini örgütlemiş durumdadır.
Daha doğrusu, Amerika’nın dizginsizce katliamlarına bir biçimde tepki vermek isteyen insanlar, karşılarında en kestirme yol olan El-Kaide’yi buluyorlar ve El-Kaide giderek bir örgütten çok bir tür üst çatı haline dönüşüyor. Sosyalistlerin, komünistlerin örgütleyemediği öfkeyi, El Kaide bünyesinde topluyor.
Bu noktada, başta ABD olmak üzere tüm emperyalistlerinde bu durumdan memnun olduğunu söyleyebiliriz. Son 15 yıl içinde her durumda El Kaide’nin öne çıkarılması emperyalistlerinde orta ve uzun vadeli çıkarları açısından en az riskli olan seçenektir. Emperyalistler yürüttükleri kanlı yeniden paylaşım mücadelesi ve bunun en vahşi alanı olan Ortadoğu’da geniş emekçi kesimlerin direniş eğilimlerinin gelişeceğini elbette bilmektedirler. Bu direniş eğilimlerinin kapitalist sistemle bir sorunu olmayan, ayrıca evrensel bir dile ve kurtuluş projesine sahip bulunmayan, “ilkel müslümanlar” söylemini ve “medeniyetler çatışması” hikayesini en ırkçı ve fanatik dinci tarzda işlemeyi mümkün kılan islamcı örgütlerde kanalize olması onların işini kolaylaştırmaktadır. Her durumda El-Kaide ve uzantıları öne çıkarılarak, Ortadoğu’nun militan halk dinamiklerine adeta bir adres de gösterilmektedir. Irak’ta bu daha somut yaşanıyor. Irak’ta işgal karşıtı direnişin bir bileşeni olan El-Kaide uzantısı örgüt veya örgütler adeta direnişin tek unsuru gibi lanse edilmeye ve böylece direniş El-Kaide ile özdeşleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu yoldan direnişe dönük enternasyonal dayanışmanın önü kesilmeye, savaşı gerekçelendirmede sağlam bir ırkçı ve dinci söylem geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Bu bağlamda El-Kaide anti-emperyalist bir hareket değil. Emperyalizmi yıkıp, yerine daha adil bir sistem isteyen bir örgüt hiç değil. Belki, bu niyetle de bu harekete katılanlar olabilir. Bu bir şeyi değiştirmez. Ortada Amerika’ya, emperyalizmine karşı biriken bir öfke var ve tek gerçek ise; El-Kaide’nin değil bizim o insanlara ulaşmamızın gerektiğidir.

El Kaide ve Eylemleri
Yapılan istatistikler, Amerika’nın Irak’ı işgal ettiğinden bu yana intihar saldırısı eylemlerinde çok büyük bir artışın olduğu yönde. Gün geçmiyor ki, bomba yüklü bir araç, beline bombaları bağlayan bir eylemci bir hedefe yönelmesin. Bu eylem tarzı, Irak’ın sınırlarını da aşarak büyüyor. Ortadoğu’da özellikle dinci hareketler arasında tipik hale gelen bu eylem tarzı artık sadece bölgeyle sınırlı kalmıyor, giderek batı coğrafyasına taşınıyor. Metropol kentleri hedef seçen bombalar, ortaya vahşet görüntüleri çıkarıyor.
Diğer taraftan ise, yıllardır, Ortadoğu’da emperyalistlerin de bu bombalamalardan kat kat fazlasını yaptığı ve bunlara karşı insanların seyirci kaldığı gerçeğini tüm dünyaya gösteriyor. Çocuk, genç, yaşlı demeden, bombalara hedef olmasından başka bir suçu olmayan insanların nasıl hayata veda ettiklerini de gösteriyor aynı zamanda. Elbette, El-Kaide eylemlerinin tarzı da hiçbir toplumsal kaygı taşımamaktadır. El-Kaide vb. gibi örgütler için önemli olan sadece elde edeceği sonuçtur. Ki bu noktada ki somut hedefi de dehşet yaratmaktır. Şimdiye kadar yapılan eylemlerde temel kıstas bu olmuştur. Yüzlerce insan bu tarz eylemlerde ölmüştür. Londra’da olan budur. Belki, El-Kaide tarafından tehdit edilen İtalya ve Danimarka’da da bunlar olacaktır.
Bu eylemlerin arkasından topluca dökülen timsah gözyaşları da artık, emperyalist politikanın vazgeçilmezlerinden olmuştur. Bir anda hepsinin insan oldukları, acıma hissinin hâlâ varolduğu akıllarına gelir. Birkaç saniye sonra da unutulur (!) Çünkü, insani değer yerini, kâr oranlarına bırakmıştır. Kapitalist, düşünce, kapitalist hissiyat bu oranlardan bağımsız düşünemez, hareket edemez. Zaten hemen akabinde intikam yeminleri içilir, bombalamak için yeni hedefler aranır. Bu şunu açıkça gösterir ki, Londra ve diğerleri birer sonuçtur. Birikmiş öfkenin dışa vurumudur. Kısasa kısastır. Irak’ta binlerce insanı katleder, pazar yerlerini bombalar, yaraladığın insanı dünyanın gözü önünde kurşuna dizer, taş üstünde taş bırakmaz, bir ülkeyi yıkar sonra da bir kenara geçip, ben özgürlük götürüyorum dersen kimse bu pişkinliğe, bu yalana inanmaz ve sessiz duramaz.
Devrimci sosyalistler, hiçbir koşulda emperyalist saldırılarla doğrudan ilişkisi olmayan sivil hedeflere dönük saldırıları eylemleri tasvip etmemiştir ve etmeyecektir. Ancak bundan emperyalist hedeflere emperyalist ülkelerde saldırı yapılmayacağı anlamı çıkmaz. Emperyalistleri, kendi ülkeleri de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde vurmak meşrudur.
Bu saldırılara öyle lanetli bir şeymiş gibi bakanlar önce dönüp kendi iki yüzlülüklerine bakmalıdır. Irakta ölen sivil sayısı şu ana değin asgari 100 binin üzerindedir ve bunların 39 bininin doğrudan işgalci güçlerin hedef gözeterek ateş açması sonucu, geri kalanının ise işgalin sonucu olarak öldüğü belirtiliyor.
Pazar yerlerini santralleri, sivil yerleşimleri akıllı bombalarıyla, roketleriyle yerle bir eden aşağılık emperyalistler mızrağın ucu kendi ülkelerine döndüğünde “terör” yalanına başvuruyor.
Aslında açık bir ırkçı, dinci söylemin en vahşi görünümü bu. El-Kaide gibi kendi ürünleri olan örgütleri vahşi dinciler olarak suçlayanların asıl kendileri misliyle vahşi ve ırkçı, dinci bir söyleme ve pratiğe sahiptirler. Arapları ve tabii ki ezilenler halkların tümünü aptal ve ilkel gösteren, islamı sürekli aşağılayanlar ve bu temelde ayrımcılık yapanlar kendileridir. Rüzgar ekiyorlar sürekli ve fırtına biçiyorlar. Bu saldırılar ezilenlerin öfkesinin kör yönünü ifade ediyor. Haklı ve meşru bir nesnel zemine dayanıyor. Ancak doğru hedeflere yönelmiyor, doğru yöntemlere yaslanmıyor.
Burada ikili bir görevle karşı karşıyayız. Ne haklı zemine dayanması nedeniyle bu eylemlerin sivil hedefleri vurmasını onaylayacağız ne de sivil hedefleri vuruyor diye bunların haklı zeminlerini görmezden gelip, “terör” söylemini kendimizi kaptıracağız. Biz terörün kaynağının kapitalist sistem ve barbar emperyalistler olduğunu biliyoruz.Biz çarenin ezilenlerin öfkesini onları insanlığın daha yüksek bir düzeyine ulaştıracak devrimci savaş olarak ifade ettiğimiz ölçüde sorunun çözülebileceğini biliyoruz. Bunun için de sosyalizm perspektifi taşımayan, hiçbir yapılanma insanlığın kurtuluşu olamayacaktır. Son olarak, şu bilinmelidir ki, bu barbarlık karşısında, tek alternatif, insanlığın kendi eliyle kuracağı sosyalist toplumdur. Gerisi, Bush, Blair gibi yalancıların insanları aptal yerine koymasından başka bir şey değildir.

Küresel Haydutluğun Son Sloganı: Esmerleri Kafasından Vur!

11 Eylül'ün ardından hortlatılan yeni-ırkçılık, her adımda yeni faşizan öğelerle beslenerek güç kazanıyor. 1980'lerden bu yana temelleri atılan yeni-sağcı saldırgan politika, tipik Nazi uygulamalarını da geçmişten ödünç alarak kendisini açık bir "ku klux klan" düzenine dönüştürüyor.
11 Eylül sonrasında batıda yaşayan müslümanlara, Ortadoğululara ve aslında bütün göçmenlere karşı başlatılan resmi ve gayrı resmi saldırılar, en son Londra cinayetiyle zirveye ulaştı. İngiliz polisi, daha doğrusu özel olarak adam avlamakla görevli özel timler, geçtiğimiz günlerde Brezilyalı elektrik teknisyeni Jean Charles de Menezes'i "terörist zannedip" 8 kurşunla kafasından vurdu. Menezes'in tek suçu, kuşkusuz renginin esmer oluşuydu ve Ortadoğuluya benzemek, onun öldürülmesi için yetti. Menezes'in polisi gördüğünde şüpheli hareketler yaptığı iddia edildi; oysa onun yaptığı, herhangi bir göçmenin polis gördüğünde hep yaptığı şeydi: Korkmak ve kendini sakınmak! Bu kadarı bile Menezes'in öldürülmesi için yeterliydi. Kuzeni Alex Pererira'ya göre Menezes'in "Kendisini en iyi şekilde ifade edecek düzeyde İngilizcesi vardı. Sorulacak her türlü soruya yanıt verebilecek kadar açık meşru hayatı vardı" ama bütün bunlar onu kurtarmaya yetmedi.
İngiliz polisinin ise olay üzerine söylediği şey tek bir cümleden ibaretti: Üzgünüz ama kafadan vurmaya devam edeceğiz! Londra Emniyet Müdürü Sir Ian Blair ''terörle mücadele sırasında çok daha fazla masum insan ölebilir'' diye açıkça ilan etti.
Blair de soruları hiç sektirmeden yanıtladı; evet vuracağız, "Menezes olayı da mantıksız bir eylem değildir!"
"Bu polisin politikası değil, ulusal politikadır" diyen Blair, "Bu politikanın doğruluğu konusunda çok rahatız, ancak tabii ki fantastik bir şekilde zor zamanlar da olacaktır" diyordu aynı rahatlıkla.
Daha da önemlisi, İngiliz polisinin "kafadan vurma" görevlisi olan SO19 timlerinin İsrail polisi ve İsrail istihbarat örgütü Şin Bet tarafından eğitildiğinin açığa çıkmasıydı. Bu, şüphesiz sıradan bir eğitim de değil; örneğin "eylemcilerin çok terlediklerini ve bu tip insanların vurulması gerektiğini" öğreten bir eğitimden söz ediyoruz. "Şüphelendikleri herkesi başından vurma yetkisine sahip" olan özel timler böyle bir eğitimden geçiyor işte.
Böylece saflar da belirginleşmiş oluyor: Bir yanda emperyalistler ve onların koltuk altlarında büyüttükleri siyonist çete devleti, diğer yanda Ortadoğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın yoksul halkları; yani biz, dünyanın "karakafalı"ları...

 



 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul