Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

KAVRAM

Bu sayımızda Haziran ayında yitirdiğimiz yoldaşımız Erdal Altunöz’ün bir yazısına daha bu kez kavram sayfamızda yer veriyoruz. Görüldüğü gibi Erdal Yoldaş, yalnızca anısıyla değil, somut olarak teorik çalışmalarıyla da yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.

Ahlak (moral) Latince "mos" sözcüğünden türemiştir. Toplum içerisinde yaşayan bireylerin uyması gereken kurallardan (ölçütlerden) meydana gelir. Birey ölçütlere (kurallara) uyduğu takdirde "iyi" uymadığı takdirde "kötü" olarak kabul edilir. Ve bu ölçütler mutlak değildir değişkendir. Engels bunu şöyle açıklıyor: "İyi ve kötü kavramları ulustan ulusa ve çağdan çağa o kadar çeşitleme göstermiştir ki, çoğu zaman bir birinin doğrudan doğruya karşıtı olmuştur."(1) Demek ki mutlak "iyi" ya da mutlak "kötü" diye bir şey olamaz. Örneklerle de açıklarsak insan eti yemek günümüzde "kötü" ve yasaktır. İlkçağlarda ise "iyi" ve serbesttir. Yine günümüzde kardeşler arası evlilik "kötü" ve yasaktır. İlkçağlarda ise "iyi" ve serbesttir. Bu durumu Marks şöyle dile getiriyor: "İlkel çağlarda, kız kardeş karı idi ve bu durum ahlaka uygun idi" (2) bunlardan şu sonuç çıkıyor: ahlak kuralları (ölçütleri) mutlak değil değişkendir.
Ahlak kuralları değişkendir dedik, peki bu kuralları değiştiren olgular nelerdir? Ahlak kurallarını değiştiren olgu toplumun değişmesidir. Başka bir deyişle üretim ilişkilerinin değişmesidir. Zaten üretim ilişkilerinin değişmesiyle toplum değişmektedir. (Geçerken değinelim: Komünist toplum oluşturmak için üretim ilişkilerini değiştirmek yetmez. Yabancılaşmaya alternatif "yeni insan" ve "yeni ahlak" oluşturmak da zorunludur.) Bu bağlamda da ahlak toplumun ulaştığı iktisadi aşamanın bir ürünü olmaktadır. Engels; "iktisadi gelişmenin benzer ya da hemen hemen benzer aşamalarında, ahlak kuramları zorunlu olarak az ya da çok birbiriyle uyum içindedir. Taşınabilir nesneler üzerindeki özel mülkiyetin geliştiği andan başlayarak, bu özel mülkiyetin var olduğu bütün toplumlarda şu ahlak yasasının ortak olması gerekir: çalmamalısın. Böylelikle bu yasa ölümsüz bir ahlak yasası mı olur? Kesinlikle hayır. Çalma güdüsünün yok edildiği dolayısıyla olsa olsa yalnızca delilerin hırsızlık edebileceği bir toplumda, "çalmamalısın" diyen ölümsüz doğruyu ciddi ciddi ilan etmeye kalkan ahlak öğretmeniyle ne kadar alay edilirdi" demektedir. (3)
Günümüz toplumunun ulaştığı iktisadi aşama kapitalizmdir. Bunun içindir ki günümüzde ahlak kapitalizmin ürünüdür. Bu bağlamda ahlak kurallarını kapitalizm belirler. Bize dayatılan ahlak egemen sınıfın ahlakıdır. Bunun daha iyi kavranması için ahlak kurallarının kökenine inmek gerekmektedir. Nietzche ahlak kurallarının kökenini şöyle açıklamaktadır: "her yerde 'soylu', 'asilzade' toplumsal anlamıyla temel kavramlardı; 'iyi' onlardan yola çıkarak 'ruhça soylu', 'asilzade', 'ruhça yüksek', 'ruhça ayrıcalıklı' anlamlarında zorunlu olarak gelişime uğradı; Bu gelişim, hep diğerleriyle paralel yürüdü; bayağı 'köylülük', 'alçak', sonunda 'kötü' kavramına dönüştü. Bu sonuncusunun en iyi örneği Almanca'daki 'Schlichte'ye (basit gösterişsiz sıradan) özdeştir. 'Schlechterdings'le (düpedüz) karşılaştırın- kökeninde kötüye yorumlanacak bir anlam taşımadan, sadece soyluluğun karşıtı olarak, basit, sıradan insanı gösteriyor." (4) görüldüğü gibi ahlak kurallarının kökeni - Soylu "iyi"le özdeş. Köle "kötü" ile özdeş- sınıfsaldır. Bunun içindir ki toplumun ahlakı egemen sınıfın ahlakı olmuştur.
Bugünkü Kapitalist Toplumda Ahlakın İki İşlevi Vardır.
1) Egemen sınıfın ahlakı aşılanarak kapitalist sistemin sürmesine yardımcı olmak. Bu, işçinin burjuva ahlaka sahip olmasıdır. Bir başka deyişle işçinin bir olaya burjuva gözüyle bakmasıdır. Örnekle açıklarsak işe alınan bir işçi patrona şükretmektedir: "patron beni işe almasaydı ben ne yapardım." Ve daha sonra, "onun ekmeğini yiyorum", "o olmasaydı açlıktan ölürdük" gelir. Böylece işçi patrona karşı bir "insanlık borcu", bir "sorumluluk" duymaya başlamaktadır. Ve son olarak da "onun ekmeğini yiyorum, ona karşı çıkamam" diye düşünen işçi patrona karşı çıkamamaktadır. İşçi patrona karşı çıktığında ise patron tarafından dile getirilen ahlaki bir önermeye çarpmaktadır. Bu ise "koynumuzda yılan besliyoruz" önermesidir. Sonuç olarak da karşı çıkan ahlaki olarak "kötü" sayılmaktadır. Artık patron gibi düşünen işçi doğal olarak patrona zarar verecek davranış ve tutumlardan sakınmaktadır. Yani, "iyi"liğin ölçütü patrona kar sağlayabilecek -işçinin aleyhine- her şeydir. Engels çok doğru olarak "egemen sınıf için iyi olan şey, egemen sınıfın kendisiyle özdeşleştiği bütün toplum için de iyi olmalıdır."(5) demektedir.
Sorunu saptayabilmek için egemen ahlakı üreten, yayan, meşrulaştıranlara değinelim. Günümüzde egemen ahlakı üreten, yayan ve meşrulaştıran din ve milliyetçiliktir. Din, kendi ahlakını meşrulaştırmaktadır. Ve bu ahlaki kuralları mutlak sayıp doğruluğunu tartışmaz hale getirmektedir. Milliyetçilik ise Türk toplumunun geçmişten günümüze gelen milli bir ahlakın olduğunu ileri sürerek bu ahlakı üretip, yayıp meşrulaştırmaktadır. Bu egemen ahlakı "başkaldırmama", "karşı çıkmama", "boyun eğme" ahlakı diye özetleyebiliriz.
2) Tüketim ahlakı oluşturmak egemen sınıfın kârlarını artırmak. Bu ahlak ise medya tarafından pazarlanıyor. YDD doğrultusunda yabancılaşmayı da dayatıyor. Bu ahlakın parolası tüketimdir. Felsefesi ise "tüketiyorum o halde varım"dır. Bu ahlaka "McDonalds" ahlakı ya da "Coca Cola" ahlakı da diyebiliriz. Bu bağlamda McDonalds'a gitmek ahlaki olarak "iyi" ya da Coca Cola içmek ahlaki olarak "iyi" kabul ediliyor. Bu ahlak Amerikan yaşam tarzını da dayatıyor. Tüketim ahlakı gençleri ciddi bir boyutta etkilemektedir. Gençler artık marka giyiyor. Modaya ayak uydurmak için kendilerine yabancılaşıyorlar. İhtiyaçtan fazla aşırı tüketim çılgınlığı yüzünden de doğa tahrip ediliyor. Bundan da kapitalist tekeller kâr ediyor.
Tüketim fetişizmi yaratan bu ahlakın kuralları (ölçütleri) ise tükettiğin kadar "iyi"sin ilkesine dayanıyor ve sonuç olarak da aşırı tüketim, yabancılaşmaya, doğanın tahrip edilmesine neden oluyor.
Günümüz insanı "başkaldırmama", "boyun eğmeme" ahlakı ile "tüketim", "yabancılaşma" ahlakının karışımından meydana gelmektedir. Bu bağlamda egemen sınıf bu ahlakı mutlak, değişmez olduğunu ileri sürüyor. Böylelikle sömürü düzeninin sürmesine yardımcı oluyor. Oysa yukarıda açıkladığımız gibi mutlak, değişmez diye bir ahlak olamaz.
Engels; "Demek ki herhangi bir ahlaki doğmayı, ahlak dünyasının da tarihi ve uluslar arasındaki farkları aşan kendi sürekli ilkeleri olduğu bahanesiyle, ölümsüz kesin ve değişmez bir ahlak yasası olarak bize zorla kabul ettirmeye yönelik her girişimi reddediyoruz."(6) diyordu. Bize dayatılan egemen sınıfın ahlakını reddetmeliyiz. Bu ahlakı reddediş ise yeni bir ahlak oluşturmakla mümkündür. Bu ise ileri toplumu temsil eden proleter ahlaktır. Kuşkusuz bu ahlak komünist toplumda egemen olacaktır. - çünkü üretim ilişkilerinin değişmesiyle ahlak da değişmektedir- ancak kapitalist toplumda da proleter bir ahlak yaratılması zorunludur.
Proleter ahlak komünist toplumda egemen olacak "yeni insan"ın ahlakıdır. Aynı zamanda Marksizm'in de ahlakıdır. Proleter ahlak ileri bir sınıfı temsil eden proletaryaya ait olduğu için de ileri bir ahlakı temsil eder. Aynı zamanda da egemen ahlaka alternatiftir. Yalnız önemli bir noktayı göz önünde bulundurmak gerekiyor: Proleter ahlak da diğer ahlak anlayışları gibi mutlak ve değişmez değil, değişkendir. Marksistler proleter ahlakı bu bağlamda ele almak zorundadırlar.
Proleter ahlak insanı yabancılaşmadan kurtarmayı hedeflemektedir. Her türlü kapitalist-emperyalist pislikten arınmayı, insanı hayatın merkezine koymayı -parayı değil- hedeflemektedir.
Proleter ahlak doğayı tahrip etmeyen, tüketim fetişimizden kurtulmuş insanın ahlakıdır. Proleter ahlak sorgulayan, eleştiren, düşünen insanın ahlakıdır. Aynı zamanda Marksizm'in ve yeni toplumun ahlakı olduğu içinde devrimci bir ahlaktır. Ayrıca proleter ahlakın kuralları gerçekçidir.
Proleter ahlak ile kapitalist ahlak arasındaki en önemli farklardan biri de şudur: Kapitalist ahlak, toplumsal baskı ve kanunlarla zorla dayatılır. Proleter ahlakta ise, birey ahlak kurallarına özgür iradesiyle uyar ya da uymaz. Yani proleter ahlakta toplumsal baskı ve kanunlarla ahlakın zorla dayatılması yoktur. Örnek verecek olursak kapitalist ahlakta evlenmeden önce erkekle bir kadının ilişkiye girmesi ahlaki olarak "kötü" kabul edilir ve bunu önlemek için erkek ve kadına -özellikle kadına- toplumsal baskı uygulanır. (Daha doğrusu, bu feodal ahlaktan gelen bir tutumdur ama kapitalizm her ilişkiyi ticari sözleşmeye bağlayan bir uygulamayı bunun üstüne giydirmiştir. Üstelik aynı toplamda para karşılığında cinsel ilişki kurumlaşmış olarak vardır!) Proleter ahlakta ise durum değişiktir. Erkekle kadın neyin ahlaki olarak "iyi" veya "kötü" olduğuna kendileri karar verecektir. Ve hiç kimse onları yargılama hakkına sahip değildir. Bu bağlamda proleter ahlak baskı yerine özgürlüğü temsil etmektedir.
Proleter ahlak oluşturmak için ilk önce egemen sınıfın ahlakından -aynı zamanda egemen sınıfın bakış açısından- kurtulmamız gerekmektedir. Bununla birlikte kapitalizmin-emperyalizmin pisliğinden ve yabancılaşmadan kurtulmamız gerekmektedir. Bu bağlamda devrimci sosyalistlerin görevi önce kendilerinde proleter ahlak yaratıp bu ahlakı işçilere aşılamaktır. Proleter ahlak oluşturmadan bir devrimin -öncesinde ve sonrasında- başarıya ulaşması imkansızdır.

SONUÇ
Ahlak toplumun ulaştığı iktisadi aşamanın ürünüdür ve üretim ilişkilerinin değişmesiyle değişmektedir. Bunu için kapitalist toplumdan komünist topluma geçerken ahlak da değişmek zorundadır -zaten ahlak değişmezse o topluma komünist toplum denilemez. Ancak ahlakı değiştirmek için komünist toplumu beklemek yanlıştır. Bunu için devrimci Marksistlerin en önemli görevlerinden biri de proleter ahlakı bugünden oluşturmaktır. Ve son olarak da şunlar söylenebilir: "... ahlak sorunu karşısında Marksizm'e yalnızca olumsuz ve eleştirel bir tutum yakıştırmak kesin olarak yanlıştır. (...) Marksizm, ahlaksal yabancılaşmadan ve ideolojik kuruntulardan sıyrılmış yeni bir ahlak kurmak gerektiğini ileri sürmektedir. Bunu yaparken de gerçeklerin dışında ortaya bir takım değerler koymayı reddetmekte, dolayısıyla ahlaksal değerlerin temelini gerçekler içinde aramaktadır." (7)

ERDAL ALTUNÖZ

Dipnot
(1) Karl Marks- F.Engels, Felsefe Üzerine (Derleyen Mehmet Türdeş) Morpa Kültür yayınları Felsefe Dizisi, 1.baskı; İstanbul Ocak 2003, sf, 214
(2) F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, sf, 46
(3) Karl Marks-F. Engels Felsefe Üzerine, sf, 216
(4) Nietzche, Ahlakın Soy kütüğü Üstüne- Bir Kavga Yazısı- Bütün Yapıtları 9, Say yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2003, sf, 38-39
(5) F.Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, sf, 207
(6) Karl Marks-F.Engels, Felsefe Üzerine, sf,216
(7) F.Başkaya-A.Çubukçu-B.Pınar-T.Demirer-M. Akıncılar, Sosyalist Mücadele Etiği, Özgür Üniversite Kitaplığı: 34, Birinci Baskı Kasım 2001, Temel Demirer sf, 193

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul