Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

32. Sayı - Ağustos 2005

F. Hançer

İstikrar, tüm dünyanın adeta unutmaya başladığı giderek gizemli bir kavrama dönüşüyor. Çünkü tarih hızlanıyor. Ve belki de ilginç bir paradoks olarak, tarihin yani sınıflar mücadelesinin hızlanması tek istikrarlı şey haline geliyor. İstikrar denilen görece denge durumu istikrarlı biçimde bozuluyor.
Elbette bu sadece alttan yani ezilenlerin giriştiği çeşitli mücadelelerden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda üsttekilerin kendi aralarındaki tepişmeden, paylaşım mücadelelerinin yarattığı çatışmalı durumlardan da kaynaklanıyor.
Artık 1945’lerden 90 başına değin süren dönemde olduğu gibi kalıcı güç dengelerinin var olduğu bir sürecin kısa ve orta vadede mümkün olmadığı açık biçimde görülebiliyor. Dünya çapında ve yerel düzeylerde sürekli biçimde bozulan ve kurulan statükoların, sürekli biçimde çatışan, birleşen ve ayrışan çok sayıda öznenin varolduğu ve bundan doğan “kaotik” tablonun ve dinamizmin egemen olduğu bir dünyada ve toplumsal ilişkiler zemininde bulunuyoruz.
Sarsıcı gelişmelerin olmadığı tek bir ay yok...

Ortadoğu: Büyük Sıkışmanın ve Mücadelelerin Ana Yatağı
Bölgemiz Ortadoğu büyük mücadelelerin başlıca arenası olmaya devam ediyor. Ortadoğu halkları, ülkeleri derin bir sıkışma içinde daha büyük çatışmalara doğru hızla yol alıyor. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalistlerin müdahaleleri daha derin ve büyük çatışmaların önünü açmış bulunuyor. BOP ile biçim verilen emperyalist müdahale planları ve geliştirilen uygulamalar tüm bölgeyi hızla derin çatışmalara çekiyor. Suriye ve İran’a dönük saldırganlık şimdilik Irak’daki çetin direniş nedeniyle henüz bir hazırlık aşaması olarak biçimleniyor. Ancak çok açık askeri işgaller, saldırılar sürecin sadece bir yönünü ifade ediyor. Emperyalist müdahale; devletlerin siyasi sınırlarının yeniden çizilmesinden ekonomilerin neoliberal politikalara tamamen uyumlu hale getirilmesine, dinsel yapının ve rolünün yeniden düzenlenmesinden, kültürel olarak tam bir teslimiyetin sağlanmasına, bütün bu süreçler içinde yeni bir işbirlikçiler kadrosunun oluşturulmasına, ezilenlerin tam bir teslimiyeti kabul etmelerini sağlayacak denli parçalanıp, dümdüz edilmesine değin birçok cepheye sahip ve özellikle ABD emperyalizmi her cephede saldırıya geçmiş durumda. Bu bütünlüklü plan ve uygulama deyim yerindeyse bir yeniden yeni-sömürgeleştirme sürecidir. BOP’la başlayan süreç, yeni-sömürgeciliğin bölgemizde yeniden ve çok daha derinlikli ve kimi zaman klasik sömürgecilikle, işgallerle iç içe yeniden organize edilmesidir. Yani sadece Saddam gibi, Suriye ve İran gibi hizayı bozanların hizaya getirilmesi operasyonu değildir söz konusu olan. Daha da ötesinde, Ortadoğu eksenli olarak tüm Avrasya’nın yeniden düzenlenmesidir. ABD ile sorun yaşayan Suriye ve İran’a bir biçimde saldırılacaktır. Evet, ama bu Yankee’lerin has uşağı ve bölge gericiliğinin kaleleri olan Suudi Arabistan ve Mısır’ın da bu operasyonlardan nasibini almayacağı anlamına gelmiyor. Artık köhnemiş ve ABD emperyalizminin dünya hegemonyası planlarına gerektiği ölçüde hizmet etme yeteneğini kaybetmiş tüm devlet yapılarının, tüm kurum ve kadroların bu çatışmanın içine çekilmesi kaçınılmazdır. Yani daha derin bağımlılık ilişkileri ve daha azgın bir sömürgecilik için eski kabuk ve ilişkilerin, statükoların, çoğu kez de zor yoluyla, göstere göstere, herkese ibret olması düşüncesiyle vahşice parçalanıp atılması sürecin ana yönüdür.
Türkiye oligarşisinin yerli işbirlikçi öğeleri bu sürecin sancılarını en ağır biçimde yaşıyor. Bir yandan bugüne değin yaşamsal olarak gördüğü statükolar ve çıkar ilişkileri, diğer yandan ise efendilerin artık karar altına aldığı ve uymak ve mümkün olduğunca kırıntı kapmak için uğraşmak dışında fazlaca seçeneğinin olmadığı emperyalist planlar... Kuşkusuz, yerli işbirlikçiler açısından bu, derin politik ve psikolojik yarılmalarla, ayrışma ve çatışmalarla biçimlenecek bir süreçtir. Ordu dahil, işbirlikçilerin tümünün stratejik kararı zaten bellidir; ABD emperyalizminin yanında yer alınacaktır. Bu noktada, 1 Mart tezkeresi gibi konjonktürel yol kazaları dışında stratejik tercihler noktasında bir sorun olması dahi düşünülemez zaten... Ancak, asıl sorun hemen bu noktadan itibaren başlıyor. Emperyalistlerin stratejik planlarına işbirlikçiler nasıl eklemlenecektir, mevcut siyasal, askeri, toplumsal statükoları korumak mümkün olacak mıdır? Bölgede ortaya çıkan çatışmalı ortamda daha güçlü bir pozisyon, daha çok kırıntı kapılabilecek mi? Bu çatışmalı süreçlere ne düzeyde katılmak ve emekçi halk kesimlerini buna nasıl ikna etmek gerek? Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları konusunda ilerleme kaydetmesi TC’nin siyasi varlığını nasıl etkileyecek, elde avuçta olanın tümünü kaybetme riski var mı? vb. sorular geriyor, çatışmalara yol açıyor yerli işbirlikçilerde... Geçen yıl çokça lafı edilen geçilemez “kırmızı çizgiler” teranesi tümüyle bu gerilimlerin uşakça bir korku ve saldırganlığın iç içe geçtiği ifadelerle dışa vurulmasıydı. Tabii, bu süreç aynı zamanda yerli işbirlikçiler içindeki çatışmaları derinleştiriyor. Süreç kimi kesimler için yeni fırsat kapıları anlamına da geliyor. İslamcı partiler arkasında saflaşan yeni büyük burjuva kesimler, ABD emperyalizminin geliştirdiği “ılımlı İslam” politikalarının uygulayıcılığına soyunarak sistem içindeki pozisyonlarını güçlendirmeye, işbirlikçiler içindeki güç dengelerini orta ve uzun vadede kendi lehlerine değiştirmeye, giderek başat bir konum elde etmeye çalışıyorlar. Bütün bu noktalardaki belirsizlikler ve mücadeleler zinciri her geçen gün eklenen yeni halkalarla büyüyor.
Tüm bu karmaşık ve çatışmalı duruşuna karşın, Türkiye oligarşisi giderek daha fazla ABD emperyalizminin planlarına entegre oluyor. Hayali “kırmızı çizgi”ler kafaya geçirilen çuvalın yarattığı karanlıkta görünmez hale geldi. Uşaklar korkakça bir yaltaklanmayla, ama hâlâ aynı kaygı ve gerilimlerle, efendilere biat ettiler.
Tayyip’in ABD gezisi sırasında ve sonrasında yapılan açıklamalar, Genelkurmay 2. başkanının açıklamaları ve geliştirilen pratikler bu itaat tablosunu tamamlıyor.
Tayyip ve Genelkurmay açık biçimde BOP’a bağlılıklarını ilan ettiler ve ABD’nin tüm isteklerini karşılayacaklarını ifade ettiler.
Söylenenleri günlük yaşamın diline çevirecek olursak; birincisi, ABD’nin mevcut askeri taleplerinin tümü karşılanacak, ikincisi, ABD’nin coğrafyamızdaki toplumsal meşruiyetinin sağlanması için gereken herşey yapılacak, muhalif seslerin susturulması için harekete geçilecek. Üçüncüsü, BOP’un tüm bölge coğrafyasında kabul ve buna uygun bir siyasal ve kültürel zeminin oluşturulması için elden gelen her şey yapılacak... Dördüncüsü, bölgemiz Ortadoğu ile sınırlanmadan, Balkanlardan Orta Asya’ya değin, ABD emperyalizminin planlarına destek sağlanması için çok yönlü faaliyet yürütülecek. TC oligarşisi ABD planları içinde inisiyatif alındıkça askeri, siyasi, mali açıdan daha güçlü bir pozisyon bulmayı umuyor, en azından mevcut koşulların sürmesini bekliyor. Bütün bu uşaklık faaliyetleri karşılığında ABD’den öncelikli olarak beklenen ise Kürt ulusal hareketinin Güney Kürdistan’daki varlığının sınırlanması ve bölgede sınır değişikliklerine neden olacak gelişmelerin önüne geçilmesidir. ABD emperyalizminin bu konuda açık bir taahütü yoktur. Bu konuda işbirlikçilerin beklentisi hiç olmazsa görüntüyü kurtaracak adımların atılmasıdır. Genelkurmay 2. başkanının PKK’nin yönetici kadrolarının ABD tarafından teslim edilebileceğini açıklaması tamamen böyle bir adımdır. Kürt federal yapısı konusunda, Kerkük konusunda “savaş nedeni” olacak kırmızı çizgiler paspas olup bir kenara atıldıktan sonra şimdi en azından kamuoyunu oyalayacak bir parmak bal istenmektedir. İşbirlikçilerin çekirdeğinin az yada çok ısrarlı olduğu sahte laiklik konusunda ABD’ye dönük talepleri “ılımlı İslam” söyleminin, Türkiye’nin “ılımlı islam demokrasisi” olduğu söylemine çekilmesiydi. Bu kesimler, “ılımlı islam” politikasının BOP’un en önemli politik yapısal düzenleme bileşenlerinden biri olduğunu giderek daha fazla görüyorlar. Bu yöndeki itirazlar artık yüksek sesle ifade edilmiyor. Bu söyleme itiraz eden işbirlikçiler bu sorunu iç cephede yapılacak “balans ayarları” ile çözmeyi umuyor.
Görüldüğü üzere, işbirlikçiler gerek Kürt ulusal hareketi, gerekse “ılımlı islam” bağlamındaki kaygıları açısından çaresizdir. Tablo açıktır; karakol çavuşu, yada teğmeni, kimi zaman merkezle arasındaki mesafeden, denetimin nispeten zayıf oluşundan ötürü, hoşuna gitmeyen, uygulanamayacağını düşündüğü kimi genelkurmay emirlerini, kararlarını uygulamayabilir, es geçebilir, ama bunun tolere edilebilir sınırı vardır. Eni konu merkeze uyacaktır. İşbirlikçilerle emperyalist efendiler arasındaki gerilimli ilişkiler esas olarak böylesi ilişkilerdir.
Bu tablo içinde en aktif işbirlikçi Tayyip’tir. Siyasal meşruiyetini ve güvenliğini tümüyle ABD’nin desteğine bağlamış olan, Genelkurmay’ın basıncını ABD’den aldığı onay ve destekle dengelemeye çalışan Tayyip ABD gezisi sonrasında daha çok bölge ülkelerini kapsayan dış gezi turlarına başlamıştır. Bu gezilerin ABD’nin isteklerini bölge ülkelerine taşıma, TC olarak da ABD’nin yanında durulduğunu gösterme, “ılımlı islam” politikalarını daha dinamik olarak işleme ve toplamda ABD’nin gücünü daha da pekiştirme amacıyla olduğu açıktır. Bu gelişmelere paralel olarak tüm basında ama özellikle islamcı basında ABD karşıtı ifadeler kesin biçimde yer verilmemeye başlanmıştır. Sözde anti-emperyalist islamcı basın ve aydınlar sahibinin sesi olduklarını bir kez daha göstermişlerdir
Genelkurmay 2. başkanının Temmuz ayı içindeki adeta ABD’yi koruyan açıklamaları bu tabloyu tamamlamaktadır.
İşgalci ABD emperyalizmi ve uşak işbirlikçileri kendi saflarını yeniden irili ufaklı rötuşlarla düzene koymuşlardır.

AB İçi Çatlaklar, Büyüyen Şanghay Beşlisi ve Derinleşen ABD-TC İlişkileri
Türkiye oligarşisi ile işgalci ABD emperyalizminin sıkılaşan ilişkisi elbette Avrupa Birliği içindeki mücadelelerden ve ABD’nin bu iç mücadelelere müdahalesinden bağımsız ele alınamaz. Aynı biçimde son süreçte güçlenen ve Şanghay İşbirliği Örgütüne dönüşen Şanghay Beşlisi’nin büyüyen etkisinden de ayrı düşünülemez.
TC’nin AB’ye girişini ABD’nin desteklediği biliniyor. ABD açısından bu desteğin en temel nedeninin batıdan İngiltere, Güneydoğu’dan Türkiye gibi sadık işbirlikçileri eliyle Avrupa’yı kuşatma ve kendi dünya hegemonyasını tehdit edecek bir güç haline gelmesini engelleme olduğu biliniyor. Bu süreç belirsizliklerle dolu... Ve ABD emperyalizminin, hele ki AB anayasası ret edildikten ve TC’nin AB’ye girişi tümüyle şüpheli bir hale geldikten sonra, TC’nin gücünü, dinamiklerini fazlaca AB’ye bağlanmasına tahammül etmesi söz konusu olamaz. Irak’ta ciddi sıkışmalar yaşayan, müttefiklerini birer ikişer kaybeden ABD emperyalizmi Türkiye’nin gücünün daha aktif biçimde harekete geçirilmesine daha fazla ihtiyaç duyuyor. AB’nin iç çatlaklarla güçten düştüğü bu dönemde Türkiye’nin AB sürecine angaje olmasına fazlaca gerek bulunmuyor. Türkiye’nin enerjisinin, konsantrasyonunun büyük bir bölümünün Ortadoğu’ya çevrilmesi gerektiğini hesaplıyorlar.
Sadece bu değil elbette. Şanghay Beşlisi’nin giderek artan gücü ve yavaş yavaş bir çekim odağı haline gelişi de, ABD emperyalizmi açısından kaygı verici bir gelişme... Bu nedenle, tüm işbirlikçilerle ilişkilerin daha da sıkılaştırılması, iplerin daha sıkı bağlanması gerektiği açık.
Bu bağlamda önümüzdeki günlerde işgalci ABD ile işbirlikçi Türkiye oligarşisi arasındaki iplerin sağlamlaştırılması, uşaklığın daha ileri noktalara taşınması için yeni adımların atılmasını beklemek gerekiyor.

Türkiye ve Kuzey Kürt Coğrafyası; Büyük Direnişlere Gebe Topraklar
Emperyalizm ve Türkiye oligarşisi artık BOP zeminine oturan planlamalarını, her biri halk düşmanı saldırılar olan uygulamalarına büyük bir hız kazandırmış durumdalar.
Özelleştirmeler...
Özelleştirmeler bunun görünen temel ayaklarından biri durumunda. 1980’lerden bu yana parça parça gelişen özelleştirme saldırısı artık finale gelmiş durumda. Elbette finalde en büyük, en yağlı parçalar var. Hiç kuşkusuz bunlar kolayca yutulabilir lokmalar değil. Öyle her işletmesinde birkaç yüz insanın çalıştığı kurumlar değil bunlar... Binlerce işçisiyle, milyarlarca dolarlık varlıklarıyla Telekom’da olduğu gibi tüm ülkeye yayılmış varlığıyla kısa sürede sadece ekonomik açıdan değil, politik açıdan da gündem yaratan işletmeler. Ve bu işletmelerin proleterleri parçalı biçimde de olsa son yılların en önemli işçi direnişlerini gerçekleştiriyorlar. Yapılan oldu-bitti satışlar, emekçilerin öfkesini dindirmiyor. Seydişehir Alüminyum, Ereğli Demir Çelik, Telekom, Tüpraş, Petkim direniş ateşinin tutuştuğu büyük işçi merkezleri. Seydişehir işçileri, Çelik-İş gibi, Ereğli işçileri Türk Metal-İş gibi işbirlikçi sendika merkezlerine karşın sessizce geçiştirilmeye çalışılan büyük direnişler geliştiriyorlar. Seydişehir’de polisle yaşanan çatışmalar, işletmeyi satın alan şirketin araçlarının paramparça edilmesi, Ereğli’de fabrika işgalleri, Tüpraş’ta uyarı eylemleri... Bu tablo büyük fabrika işçilerinin hayatını, geleceğini savunma mücadelesi anlamında özel olarak üzerinde durulması gereken bir tablodur. Önümüzdeki sürecin önemli bir mücadele dinamiğidir.
Özelleştirmeler ve bunlara karşı işletmelerde gelişen direnişler sadece işçi sınıfı açısından değil, işgalci emperyalistler ve işbirlikçiler açısından da özel bir önem taşıyor. Neoliberal ekonomi politikaların derinleştirilmesinde ve emperyalistlere olan borçların ödenmesinde, işçi sınıfının gücünün kırılmasında bu özelleştirmelerin başarılması önemli bir dönemeç noktasını ifade ediyor. Ancak özelleştirmeler sadece bu da değildir. Burada ilginç noktalardan biri de her açıdan stratejik öneme sahip olan Telekom özelleştirmesini, geçtiğimiz aylarda öldürülen başını Lübnan eski Başbakanı Haririnin sahip olduğu firmanın çektiği bir konsorsiyumun kazanmasıdır. Bu özelleştirmenin hemen öncesinde Lübnan’da Arap tekelci sermayesinin neoliberal politikalara ve BOP’a entegrasyonunu hedefleyen bir uluslararası Konferans yapılmıştır. Tayyip’de Amerika dönüşü bu Konferansa katılmış ve burada Arap sermaye gruplarına Türkiye oligarşisinin BOP ve neoliberal politikalara bağlılığını ifade ederek onların da bu politikalar arkasında saflaşmaları gerektiğini aktarmıştır. Bu Konferans sonrasında Telekom özelleştirmesini Lübnan’da Amerika’nın etkinliğinin artmasında birinci derecede rol oynayan bu grubun kazanması dikkat çekicidir. Görüldüğü üzere, hiçbir önemli gelişme kendi başına tekil bir olgu olarak ortaya çıkmamaktadır. Tümü birbiriyle derinden derine bağlantılı olarak gerçekleşmektedir. BOP ve emperyalistlerin bölgeyi yeniden düzenleme ve paylaşımı yeniden gerçekleştirme planları tüm gelişmelerin merkezinde durmaktadır. Özelleştirmeler de bütün bu yağma ve denetim altına alma planlamaların bir parçası olarak gelişmektedir.

Konduların Yıkımı...
Oligarşi kentleri yeniden yapılandıracağını iddia ediyor. Planları da hazır; kentsel dönüşüm projesi. Projenin ana sponsorlarından ve akıl hocalarından biri AB... Bu noktada ilk elde işaret edilen alanlar yoksulların, işçilerin binbir çabayla, güçlükle inşa ettikleri gecekondu bölgeleri. Projenin çok sayıda yüzü ve hedefi var. Hiç kuşkusuz, oligarşinin ve emperyalistlerin bu projesinin hiçbir adımının emekçilerin lehine olmadığından emin olabiliriz. Proje çok açık biçimde; başta metropol kentler olmak üzere tüm kentlerin oligarşiye yeni ve büyük rant alanları yaratmayı, kondu bölgelerinde biriken büyük öfkeyi bir süreliğine de olsa dağıtmayı, güvenlik risklerini azaltmayı, kentleri bu temelde önümüzdeki 30-40 yıl için yeniden dizayn etmeyi hedefliyor.
30-40 yıl önce ilk oluştukları dönemlerde kent merkezlerinin çeperini oluşturan kondu bölgelerinin küçümsenemeyecek bir bölümü, üst üste gelen göç dalgalarıyla kentlerin birkaç misli büyümesi sonucu en değerli kentsel (arsa veya bina olarak) rant alanları haline geldiler. Oligarşi açık biçimde bu durumu hazmedememektedir. Düşük bedeller ödenerek, mümkünse bu da ödenmeyerek bu alanların ele geçirilmesi oligarşinin başlıca hedeflerinden biri haline gelmiştir. Hedeflerine ulaşılması halinde, paylaşılacak onlarca milyar dolarlık yeni bir rant pastası söz konusudur.
Projenin ikinci ve en önemli hedeflerinden biri, daha kuruluşlarından bu yana büyük bir direniş dinamiği haline gelen kondu semtlerinin bu yapısının ortadan kaldırılmasıdır. Son 40 yıldır, sürekli yıkımlarla, sürekli direnişlerle, yoksulluk ve yoksulluğa karşı direnişin pratiğiyle yoğrulan ve pek çok yerde devrimci güçlerin, direnişçi, isyancı eğilimin hayatın bir parçası haline geldiği bu bölgeler yıkımı ve insan dokusunun parçalanmasıyla direniş dinamiklerinin de parçalanması hedeflenmektedir. Özellikle son 15 yıl içinde metropol kentlerde direniş mücadelelerinin odağı haline gelen kondu semtleri öncelikli olan yıkımların hedefi durumundadır.
Projenin bunlara paralel yürüyen adımı kentin dışına doğru yeni ve daha denetimli yerleşim alanlarının oluşturulmasıdır.
Şu anda projenin uygulanması henüz başlangıç aşamasında bulunmaktadır. Henüz ilk deneme hamleleri yapılmaktadır da diyebiliriz. Bu aşamada büyük direnişlere zemin olamayacak, ev sahiplerine yapılan ödemeler vb. yoluyla olası direnişlerin önüne geçilmeye çalışıldığı bölgelerde genellikle sayısı 20 evi geçmeyen küçük çaplı yıkımlar yapılmaktadır. Oligarşi bir yandan kamuoyunu yıkımlara alıştırmaya, haklı olduğu düşüncesini yaymaya çalışmakta, diğer yandan direniş potansiyellerini, devrimcilerin bu direnişlere önderlik kapasitelerini vb. tespit etmeye, bu zayıf alanlarda kazandığı “başarı”ları üzerinden yıkımlar konusundaki kararlılığını, kimsenin kendilerini durduramayacağını göstermeye çalışmaktadır. Henüz büyük yıkım bölgelerine el atılmamıştır. Oligarşi’nin yıkım projelerinin kaderini milyonlarca emekçinin yaşadığı bölgelere el atıldığında ortaya çıkacak direniş dinamiği belirleyecektir.

Kürt Coğrafyasında Büyüyen Çatışmalar
Sömürgeleştirilmiş Kürt coğrafyası son bir yüzyıldır bölgemizin en önemli çatışma ve direniş odağı durumunda. Kongra-Gel’in ateşkes kararını bozmasının ardından çatışmalar giderek hız kazanıyor. Öcalan’ın yakalanmasından önceki çatışmalı ortama doğru yavaş yavaş ilerleniyor. Bu gelişmeler karşısında pek çok komplo senaryosu yazılıp çiziliyor. Ancak bunlardan hareket ederek süreci açıklamak yerine somut olgulardan hareket etmek doğru olan çözümleme tarzıdır.
Çok açık ki, bu gelişmeler birkaç noktada bir iflası gösteriyor. Her şeyden önce, Kongre-Gel’in Öcalan’ın eliyle sokulduğu, başta kendi kaderini tayin hakkının inkarı olmak üzere temel ulusal demokratik haklarından vazgeçerek postmodern Kürt milliyetçiliği rotası iflas etmiştir. Öcalan’ın yakalanması sonrasında angaje olduğu liberal sağ milliyetçi çizgi inişleri çıkışlarıyla, her adımda içeriği, hedefleri muğlaklaştırılmış projeleriyle Kürt ulusal direnişini ufuksuzlaştırmış ve politik olarak kimliksizleştirmiştir. Gelinen noktada silahlı mücadeleyi bıraktığını ilan eden PKK, Kongre-Gel olarak yeniden silahlı faaliyetlere başlamıştır. Ancak yürütülen silahlı faaliyetler artık 1999 öncesi silahlı faaliyetlerden hem nitelik, hem de hedefler bağlamında tümüyle farklıdır. 1999 öncesinde açık hedefler doğrultusunda yürütülen bir halk savaşı söz konusudur. Bağımsız birleşik demokratik bir ülke hedefi, Ortadoğu halklarıyla devrimci demokratik temellerde birleşme perspektifi vardır. Bir ülke, bir ulus ve halk iddiası, bu ülkenin ve ulusun kendi devletini kurma hedefi, bunun için emperyalizm ve yerli sömürgecilerle mücadele vardır. Gelinen noktada, ülke, ulus olma iddiası zayıftır, kendi devletini kurma ve özgürce ve eşit temelde diğer halklarla birleşme iddiası yoktur. Sürekli değişen, savrulan ve somut hedefler koymaktan uzak görüşler, Öcalan’ın yaşamını sürdürmesine ve muhatap alınmasına kilitlenmiş, emperyalizm ve yerli sömürgecilerle değişik düzeylerde işbirliği yapmaya hazır, hatta ısrarla bunu isteyen, fakat bu noktada da muhatap alınmayan bir siyasal hareket söz konusudur. Bu anlamda Kongra-Gel’in bugün gelişen silahlı faaliyetleri devrimci bir dinamizmin ürünü değildir. Son 6 yılda yaşanan Kürt ulusal direnişini sisteme bağlama politikalarında yaşanan çıkışsızlığın ürünüdür. Ön açıcı değildir. Kürt ulusunun başta ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı olmak üzere temel ulusal demokratik hakları temelinde geliştirilen bir mücadele değildir söz konusu olan. Geçmişte çokça vurgulanan Kürt ulusunun özgücüne dönüş yoktur. Emperyalistler ve bölge güçleri arasındaki dengeler arasında, kendini göstererek yol alma, çıkışsızlığın saflarında yarattığı bunaltıcı atmosferi hafifletme çabalarıdır söz konusu olan.
Kongra-Gel’in postmodern Kürt milliyetçiliği politikalarının çıkışsızlığı, sömürgeci Türkiye oligarşisinin başarılı olduğu anlamına gelmiyor. Sömürgecilik Öcalan’ın yakalanması ve postmodern milliyetçilik yoluna koyulması ve bunun PKK üzerindeki etkileri sonucu oldukça önemli mesafeler kat etmiştir. Ancak hareketi tümüyle elimine etmeyi başaramamıştır. Kongra-Gel, Öcalan’ın önerdiği politikaları esas olarak kabul etmekle birlikte, birebir uygulamamakta, bir süzgeçten geçirmekte ve kendi pratik konumuna uyarlamaktadır. Öcalan’ın önerdikleri ile Kongra-Gel’in uyguladıkları arasındaki açı farkı, Kongra-Gel’in ayakta kalmasını sağlamıştır. Daha da ötesinde, Kürt ulusal sorunu orta yerde durmaktadır. Nesnel çelişki orta yerdedir. Öznel güçlerden kaynaklanan hiçbir geri çekilme nesnel dinamiği ortadan kaldıramaz. PKK’yi geriletebilirsiniz, ancak sorun orta yerde duruyorsa mutlaka patlayacak kanallar bulacaktır. Şimdilik tek kanal Kongra-Gel... Bu nedenle Kürt yurtsever dinamiği Kuzey’de önemli ölçüde ona akıyor.
Sömürgeci Türkiye oligarşisinin sorunu ve Kongra-Gel’i sürece yayılan bir çürütme politikası uygulayarak etkisizleştirme ve giderek sönümlendirme politikası bu faktörlerden ötürü başarısızdır. Evet, Kongra-Gel pek çok açıdan geriletilmiştir, devrimci bir dinamik olmaktan çıkarılmıştır, ancak çürütme politikası da mevcut konjonktürde sınırlarına varmış bulunuyor. Yeni hamleler olmadan bu politikanın artık çok fazla ilerlemesi mümkün değildir. Ancak devletin başarısızlığına ilişkin vurguları fazlaca da abartmamak gerekiyor. Hemen şunu belirtelim; Kongra-Gel’in eylemleri çıkışsızlık durumuna karşı bir arayışı ifade etmesine ve devleti belli ölçülerde rahatsız etmesine karşın, devlet bu eylemleri kısa ve orta vadeli hedefleri açısından kullanmaktadır da. Her şeyden önce, bu eylemleri Güney Kürdistan’a müdahale etmenin aracı haline getirmek istemektedir. “Kırmızı çizgi”, “Kerkük”, vb. politikalarının iflasının ardından, Güney’deki, daha da ötesinde Irak’taki gelişmelerin yönünün tayin edilmesi süreçlerinden tümüyle dışlanan TC, silahlı eylemleri bahane ederek Güney’e sınır ötesi harekat yapmaya çalışmaktadır. Daha önce bir çok kez sınır ötesi harekat yapılmasına ve hemen hemen hepsi fiyaskoyla sonuçlanmasına rağmen, Güney’de belirli bir noktada toplaşmadığını, dağınık olarak yerleşik olduğunu söyledikleri Kongra-Gel güçlerine dönük bir askeri harekatın Kongra-Gel güçlerine herhangi bir ciddi zarar vermesi düşünülemez. Yapılmak istenen esas olarak Güney’in nispeten istikrarlı olan gelişmesini durdurmaktır. İkinci olarak, sömürgeci Türkiye oligarşisi TC sınırları içindeki Kürtlerin gözlerini, kulaklarını giderek daha fazla Güney’deki gelişmelere çevirdiğini görüyor. Henüz bu politik ve örgütsel bir nitelik kazanmış değil. Güney’de, Kongra-Gel’den farklı olarak, açık biçimde bir ülke, bir ulus, bir halk, görece daha net bir devletleşme istek ve iradesi bulunuyor. Üstelik de arkasında ABD’nin gücü bulunuyor. Bu gelişmeler oligarşi için oldukça ürkütücü bir durumdur. Kongra-Gel’in yeniden silahlı eylemlere başlaması TC sınırları içindeki Kürtlerin Güney’e dönen ilgisinin yeniden kendi muğlak politikalarına dönmesini de sağlamaktadır. Ve Oligarşi için Kongra-Gel’in muğlak, postmodern bir milliyetçi söylemi ve politikaları, Güney’in görece daha net ulusalcı söylemleri ve politikalarına nazaran yeğ tutulacak politikalardır. Üçüncü olarak, Kongra-Gel’in eylemleri özellikle genelkurmaya politika yapma, tüm politik alanı yeniden düzenleme noktasında da önemli fırsatlar sunmaktadır. Genelkurmay, özellikle “ılımlı islam”cı AKP’nin toplumsal zeminlerini daraltmak, toplumsal kesimleri kendi arkasında saflaştırmak için bu eylemleri ve süreci oldukça yetkin provokasyonlar ve politikalarla kullanmaktadır. “Ilımlı islam”ın karşısına, provokatif bir milliyetçi hareketin yaratılması, milliyetçi faşist hareketlerin dinamik tutulması ve gerektiğinde iktidara hazır hale getirilmesinde bu eylemler ve eylemlerin yarattığı atmosfer kullanılmaktadır. Kuşkusuz bu oligarşinin her zaman başvuracağı bir yoldur. Ancak, Kongra-Gel’in eylemlerinin hedefleri, çapı ve Kürt ulusunun mücadelesine kattıklarıyla, genelkurmayın bayrak provokasyonuyla birlikte başlattığı politik ve toplumsal müdahalenin çapı ve hedefleri karşılaştırıldığında oligarşinin kazanımlarının boyutları daha iyi anlaşılabilir. Kısacası, eylemin çapı ve niteliği fazlaca büyümediği sürece, oligarşiye rahatsızlık vermeye devam edeceklerdir, yukarıdaki noktalar bağlamında en az bir o kadar da onun politika yapma alanını genişletecek ve rahatlatacaktır
Öte yandan, Kürt ulusunun yurtseverleşmiş kesimleri yeni bir çıkış umuduyla bakıyor eylemlere. Bu açık biçimde görülüyor. Kendi yorgunluklarını, yılgınlıklarını, Kürt ulusunun artık yorulduğu, savaş ve çatışma istemediğini iddia ederek makul kılmaya çalışanların palavraları da açıkça görülüyor. Çelişkinin çözümsüz kaldığı yerde çatışmanın zemini ve dinamiklerinin de olacağı gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor. Eylemlerin en önemli (hatta tek de diyebiliriz) ve olumlu politik sonucu budur.

Tüm Süreç Silahların, Savaşların ve İşgallerin Eksenine Oturuyor
Gerek dünyada, gerek bölgemiz Ortadoğu’da, gerekse Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında yaşanan gelişmelerin rotası, tüm önemli gelişmelerin şiddetli çatışmaların, savaşların ve işgallerin eksenine girmeye başladığını gösteriyor.
Amerikan emperyalizminin hegemonya planları ve uygulamaları ve emperyalistler arası yeniden paylaşım mücadelelerinin kaçınılmaz sonucu şiddetli çatışmalar olmaktadır. Bu süreç, bütün yönleriyle kaçınılmaz olarak bir işgal ve iç savaşlar süreci olarak işleyecektir. Bu denli kapsamlı ve derinlikli bir emperyalist müdahale sürecinin zor dışında bir aracı olamaz. İç savaşlar ve işgaller artık bölgemizin ve tüm sömürge ve yeni-sömürgeler dünyasının olağan süreçleridir.
Afrika son 15 yıldır adeta kan gölüne dönmüştür. İç savaşlarda ve emperyalist saldırılarda ölenlerin sayısı milyonları çoktan aşmıştır. Tüm Asya adeta ayaktadır. Çatışmaların yayılmadığı tek bir ülke kalmamaktadır. Ortadoğu zaten malum, işgal, çatışma, katliam haberleri günlük yaşamın rutinleri arasına girmiştir. Latin Amerika halkları ayaktadır. Ayaklanmalar, halkların direnişleri, emperyalist işgal planları ve çeşitli ülkelerdeki büyüyen gerilla savaşları büyük savaşımların habercisidir.
Artık silahların eleştirisinden bağımsız olan, kopmuş olan bir eleştiri silahının hiçbir anlamı olmadığı çok açık hale gelmiş durumdadır. Sınıflar savaşımında, dünyanın değiştirilmesi mücadelesinde az yada çok söz sahibi, irade ve pratik sahibi olmak isteyen bir öznenin (bu özne ister gerici, isterse devrimci olsun) kendini derhal silahlı savaşıma, iç savaşlara, işgallere göre inşa etmesi tartışmasız bir olgu haline gelmiştir. TC tüm aygıtlarını buna uygun olarak dizayn ediyor. Toplamda bir iç savaş aygıtına dönüşüyor. Ordu da sadece jandarma ve özel kuvvetler değil, kara, hava ve deniz gücü de tüm eğitimlerini “toplumsal olayları” yani emekçilerin olası direnişlerini, devrimci girişimlerini bastırma taktik ve stratejileri üzerine kuruyor. Silahlanma tümüyle buna uygun olarak yapılıyor. Sadece Türkiye için değil elbette, Kosova, Afganistan, Afrika vb. geniş yelpazede alınan görevlerde olduğu gibi tüm dünyadaki müdahaleler için düşünülüyor bu... Yeni ceza yasası, ceza infaz yasası ve son olarak gündemleştirilen terörle mücadele yasasının ağırlaştırılması yoluyla hukuki sistemde buna uygun hale getiriliyor. Kürt-Türk düşmanlığının körüklenmesi, milliyetçi faşist dinamiği sürekli canlı tutmaya dönük provokasyonlar güncel iç savaş ve terör politikalarıdır.
Başta coğrafyamız olmak üzere, tüm sömürge ve yeni-sömürgeler dünyasında bu gerçekliğin üzerinden atlayarak politika yapmak isteyen her gücün kaçınılmaz biçimde şu yada bu düzeyde ruhunu sisteme teslim etmesi, onun politikalarına angaje olması kaçınılmazdır.
Öte yandan, mücadelede bütünlük; stratejik ve günlük hedeflerde, araçlar ve örgütlerde, taktikler ve kadrosal yapıda bütünlük de her zamankinden çok daha fazla yaşamsal bir önem kazanmış durumdadır. Bu bütünlüğü asgari düzeyde sağlayamayanın, kendini bu bütünlüğe göre kurmayanın böylesi bir mücadelede, hele ki devrimci bir özne ise hiçbir şansı olamaz. İşin şurasından yada burasından tutarak, zamanla işlerin düzeleceğini umarak yola çıkma dönemi kesin biçimde bitmiştir.

Bütünlüklü Devrimci Çalışmayla Yeniden İnşaya Bir Adım Daha
Devrimci sosyalizm açısından önümüzdeki görev herhangi bir ülkede, her hangi bir hareket olarak mücadeleyi bir yanından tutarak geliştirmek değildir. İçinden geçtiğimiz tarihsel ve güncel uğrakta bu mümkün de değildir. Devrimci sosyalizm mücadelesi yeni bir tarihsel çıkışı, kendisinden sonra gelecek tüm mücadeleleri de derinden etkileyecek bir tarihsel çıkışı gerektiriyor. Bu nedenle bütünsellik vurgusu ve bunun üzerine oturmuş emperyalist işgallere, gerici iç savaşlara bütünsel bir devrimci savaş çizgisi ve pratiği hayatidir... Yeniden inşa sürecimizde bu perspektif üzerine oturmaktadır.
Bu süreç ancak günlük yaşam içinde güncel ve stratejik görevlere yanıt verme ve emekçilerin gücünü kendinde cisimleştirme yeteneğini her adımda daha güçlü biçimde gösteren militan bir hareket ve pratik yaratarak geliştirilebilir.
Eylül ayı her zaman olduğu gibi bir sonraki yılın Haziran ortalarına değin süren yeni bir mücadele döneminin başlangıcını ifade ediyor. Hazır olmalıyız.
Önümüzde sürecimize daha büyük bir tempo, daha militan ve büyük bir mücadele pratiği, daha büyük bir örgütsel yapı kazandırma görevi durmaktadır. Geride bıraktığımız yıl içinde önemli deneyimler kazandık. Bütünlüklü bir yeniden inşa yolunda küçümsenemeyecek adımlar attık.
Emekçilerle sistem arasındaki genel ve güncel çelişki noktaları üzerinden örgütlenmek ve devrimci bir pratik geliştirmek bütün pratiğimizin yol gösterici ilkesi oldu. Bu çok önemli bir kazanımdır. Kendi problemleri, sıkıntıları üzerinden politika yapmak pratiğinden koparak, emekçilerin gündemiyle buluşmadır. Hayat içinde yeni ve gerçekten ilerletici bir duruş noktası kazanmadır. Sadece bu da değil. Devrimci sosyalizm kendini militan sokak pratiği içinde ifade etme noktasında da önemli mesafeler aldı. Bu yöndeki pek çok eksiğine karşın, pratiğini kurumculuk, büroculuk pratiği olmaktan çıkararak, bir sokak hareketine dönüştü.
Eylül’le birlikte başlayacak yeni mücadele döneminde bütün bu mücadele deneyimlerini, kazanımlarını daha sistematik, daha büyük ve daha nitelikli pratiklere ve politik kazanımlara dönüştürmek hedefiyle, azmiyle pratiğimizi öreceğiz.
Bir yandan, yeniden inşa sürecimizin başından itibaren esas aldığımız esas olarak kendi güçlerimizi esas alarak pratiğimizi geliştirme, her cephede kendi tarzımızı yaratma tutumumuzu daha güçlü pratiklerle sürdürürken, bir yandan da genel platformlar dışında da devrimci siyasetlerle ortak temsiliyetler oluşturma, eylem birlikleri geliştirme pratiğini de daha fazla önemseyeceğiz.
Politik pratiğimiz açısından güncel gelişmelere hızlı pratik reflekslerle karşılık verme noktasındaki eksikliğimizi aşmak, nesnel alt yapısını oluşturmak devrimci sosyalistlerin öncelikleri arasında olacaktır.
Genel, büyük ve birkaç ayı kapsayan, emekçilerle sistem arasındaki çelişki noktaları üzerine kurulan uzun kampanyaların ne denli büyük kazanımların kapısını araladığını “İşsizlik ve Yoksullukla Mücadele Kampanyamız” sırasında gördük. Güncel hızlı politik refleks pratiklerin yanı sıra, yeni büyük mücadele kampanyalarını geliştirmek pratiğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelecektir. Daha da ötesinde büyük kampanyaların yanı sıra yerellerdeki sorularla sınırlı olan daha küçük kampanyalar örgütlemek, büyük yada küçük olsun kampanya temelli çalışmayı pratiğimizin esaslı bir unsuru haline getirmek önümüzdeki sürecimizin başlıca pratik görevlerindendir.
Tüm sömürge ve yeni-sömürgeler dünyasını kan ve ateşe boğan gizli yada açık emperyalist işgale ve işbirlikçilerinin saldırılarına karşı direniş ve başka ülkelerdeki direnişlerle dayanışma sürecin öne çıkan ana politik sorunudur.
Devrimci sosyalizm işgalcilere ve işbirlikçilere karşı mücadeleyi hayatın her alanına yayarak pratiklerini örecektir.
Somut çelişki ve mücadele alanları olarak enternasyonalist dayanışma ve mücadeleyi, özelleştirmeye, yıkımlara, Kürt ulusuna yönelik saldırılara karşı mücadeleyi; işgalciler ve işbirlikçileri karşı mücadele zeminine oturtmak gerekiyor.
Bu mücadeleler içinde bölgemizin ve dünyanın diğer bölgelerindeki devrimci güçlerin mücadeleleriyle buluşmak, asgari enternasyonal mücadele bağlarını oluşturmak zorunludur.
Özelleştirmeler ve yıkımlara karşı işçi sınıfı ve emekçilerle birlikte omuz omuza savaşmak, onların bir parçası olmak ve öncü eylemliliklerle-pratiklerle onların en ileri kesimlerini en azından bir bölümünü kazanmak ve bu yoldan emekçi kesimler içinde asgari bir ilişki zemini yaratmak pratiğimizin ana hedefleri arasında olmalıdır.
Kürt ulusu ile kendi coğrafyasında daha güçlü biçimde buluşmayı ve onun kendi devrimci sosyalist öncüsünü yaratma sürecine ivme katmayı esas alan bir politik hat geliştirmek önümüzdeki sürecin temel politik pratik görevleri arasındadır.
Bütün bu çelişki alanlarını ve görevleri emperyalist işgalcilere ve işbirlikçilere karşı mücadele zeminine bağlayarak bütünlüklü bir politik çalışma geliştirmek hem zorunludur, hem de mümkündür. Devrimci sosyalizm bunu yapacaktır.
Devrimci sosyalizm yeniden inşa sürecini bu bakış açısı ile büyütüyor, eski eşik noktalarını geride bırakıyor.
Tüm devrimci sosyalistler bir adım daha öne!
Tüm emekçiler devrimci sosyalizmin bayrağı altına!


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul