Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

32. Sayı - Ağustos 2005

D. Sena

Bir kez daha aynı şey oldu... Önce Genelkurmay’ın açıklaması, sonra faşistlerin yeni bir linç girişimi ve sonra durumdan vazife çıkaran hükümetin “teröre karşı” yeni önlemleri gündemine alması...
Hatırlanacaktır, aylar önce de, var olmayan bir kibrit ve var olmayan bir ateşle “bayrak yakılmış” ve Genelkurmay’ın provokatif açıklamasının ardından da faşist çete sokaklarda devrimcilere saldırmaya başlamıştı.
Ancak öyle görünüyor ki bu kez daha köklü ve daha ciddi istekler söz konusu. Özellikle Kürt sorununda çatışma boyutlarının artışı ve kontrol dışına çıkma eğiliminden rahatsız olan ordu, geçen ay Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ağzından direktiflerini sıraladı.
Aslında tartışma ya da tartışma gibi görünen şey, şu malum sınır ötesi harekat meselesinden başlamıştı. Meydanı boş bulduğu 90’lı yıllar boyunca canı istediği zaman, kimseye de sormadan Güney Kürdistan’a dalıp çıkmayı alışkanlık haline getirmiş olan TSK, bu kez durumun o kadar basit olmadığı kendisine “büyük ağabey” tarafından hatırlatılınca çok bozulmuştu.
Ama gerçek de böyleydi artık. Irak eski Irak değil diyordu ABD, orada ben varım artık ve üstelik senin girmek istediğin yer, benim sırtımı dayadığım en istikrarlı bölge. Mesele bu sertlikte ortaya konulunca, elbette söylenecek şey kalmadı. Bir şeyler söylendi söylenmesine ama artık bunların tümü durumu kurtarma manevralarıydı. ABD’nin açıkça izin vermediği bir harekatı yapmanın bugünkü dünya koşullarındaki karşılığı bellidir. İç kamuoyuna karşı ne kadar yiğitlik gösterileri yapılırsa yapılsın, bu iş Trabzon çarşısında adam dövmeye benzemez.
Asıl sorun, ABD’nin PKK’ye duyduğu sevgiden kaynaklanmıyordu tabii. Başbuğ’un dediği gibi ABD, PKK’ye yönelme kararlılığına sahipti ama pratikte bir şey yapmıyordu. Yapmamasının nedeni de çok bilinmeyen bir şey değil: Irak işgalinde bir bataklığa saplanan ve her patlayan bombada batılı yardakçılarını da kaybetme tehlikesini hisseden ABD, bütün bu karmaşa arasında Güney Kürdistan’da bir çatışmalar zincirine girmek istememekte, bunun yerine sağlam darbeler için (PKK’ye yönelik) bilgi biriktirmeyi yada orta vadede PKK’yi de kendi denetim zincirine bir biçimde katmaya dönük planlar ve pratikler geliştirmeyi tercih etmektedir. Aynı süreçte Türk ordusunun Güney’i çatkapı girilecek bir yer olarak kullanması da şüphesiz bölge Kürtlerini rahatsız edecek ve birçok sıkıntı yaratacaktır.
Bu bağlamda, sonradan Washington’dan yalanlama gelse de ABD ordusunun PKK yönetimini yakalamak için emir vermiş olduğu iddiası tamamen gerçek dışı değildir. ABD, büyük bir olasılıkla gerçekten de böyle bir karara sahiptir ve bu da çok olağanüstü bir durum değildir; çünkü ABD’nin yalnızca kendisine açıkça uşaklık edenleri sevdiği, hatta onları bile bir gecede hedef tahtasına çaktığı hep bilinen şeylerdir.

Güney’de Olmuyorsa Kuzey’de Vuralım: “Topyekun Savaş” Stratejisinin
Yeniden Öne Sürülmesi...

Başbuğ’un açıklamasında asıl gözlerden kaçırılmaması gereken nokta, Güney Kürdistan değil, Türkiye ile ilgili söyledikleridir. Türkiye halkları ve devrimciler artık biliyor: Ne zaman bir Genelkurmay yetkilisi, “terörün sadece silahlı mücadeleyle önlenemeyeceğini” söylese, ardından mutlaka kirli işler geliyor. Ne zaman bir Genelkurmay Başkanı (Özkök’ün yaptığı gibi) “teröre karşı cephe”den bahsetse yeni baskı yasalarının kapıda olduğunu anlıyoruz. Bu anlamda Başbuğ’un “terörizmle topyekun mücadele” isteyen açıklamalarının ne demek olduğu biliniyor. Zaten o da saklamıyor. “Terörle mücadele bir ulusal mesele olmalıdır” diyor; yani herkes çenesini kapatsın ve “mehmetçik” gazetecilerden başkası konuşmasın demek istiyor.
Yine Başbuğ, “örgütle bağlantısı olanlar, örgüte destek sağlayanlar, örgütün propagandasını yapan bazı kuruluşlar, kişiler ve sivil toplum örgütleriyle mücadele edilmelidir” diyor; ki biz bunun “sempatizan olduğundan kuşkulanılan”ların katli anlamına geldiğini defalarca, somut deneyimlerle öğrendik.
Kurumları kapatın! Demokratik alandaki yurtseverleri vurun! Söylenen ve istenen budur.
“Demokratik haklar ve hukuki düzenlemelerle güvenlik ihtiyaçları arasındaki dengenin tam sağlanamaması ve bunun neticesi olarak da bu hukuki durumdan teröristlerin faydalanması” denilen şeyi ise neredeyse 40 yıldır, “bu anayasa bu memlekete bol geliyor” laflarının edildiği 1960’lardan beri biliyoruz.

Hukukla Olmazsa Sokakla...
Çok açık söylüyor Başbuğ: “Hukukun yetersiz kaldığı yerlerde etik ve ulusal değerler vardır.”
Yani Terörle Mücadale Yasası’nı değiştirin, RTÜK’ü çalıştırın, herkesi susturun ama yasalar yetmiyorsa da, yasadışı yollardan bildiğinizi yapın!
“Ülkemiz terörü öven, onu yücelten yayınlarla doludur. Bölücü terör örgütünü öven kitaplar ise raflarda yer almakta ve rahatlıkla satılabilmektedir” diyor Genelkurmay, ve örnek veriyor: “İngiltere’de 2000’de çıkarılan terörizm kanununa göre yasaklanmış bir örgütün renklerini taşıyan bir rozet bile takamazsınız. Teröristin resmi veya sesi radyo-TV’den verilemez. Ülkemizde ise Adalet Bakanlığı’na başarısız bir intihar saldırısında bulunan teröristin öldürülmesinin ardından bazı sivil toplum örgütü üyeleri açıktan bu teröristin ölümsüz olduğu şeklinde slogan atabilmişlerdir.”
Mesele iyice anlaşılıyor: “Mehmetçik” basın, “mehmetçik” televizyonlar ve tabii ki şu ya da bu yoldan susturulması gereken “terörist basın...”
Bütün bu işlemler için kullanılacak kurumlardan biri de şimdiden belli olmaya başladı: Ülkü Ocakları...
Bin türlü rezalet ve rüşvet pisliğinden sonra iktidardan düşmüş olan MHP, şimdi yeniden, muhtemelen yeni emirler almış olarak sahneye çıkmaya başlıyor. Ve artık Trabzon’dan Eskişehir’e uzanan süreçte olanların ranstlantı sayılamayacağı açıktır.
Kısaca, her zaman olduğu gibi Genelkurmay emirler yağdırıyor; hükümet ‘başüstüne komutanım” diyerek TMY için komisyon oluşturuyor; sokaklardaki serseri çetesi ise devrimcilerin üstüne çullanmak için kendi korkak ruhlarına en uygun pozisyonları arıyor...
2005 Temmuz’unda tablo böyle...
Ama bu tablo umutsuz değil. Her şeyden önce Kürt ulusal hareketinin bu yollarla bitirilemeyeceği daha önce kanıtlandı; bir kez daha denemek isteyenler de aynı sonuçla karşılaşacaklardır.
Devrimci sosyalist hareket ise yenilenmiş bir anlayışla yürüyüşüne devam etmektedir ve bu yürüyüşün durdurulması tarihsel olarak mümkün değildir.

Cep Telefonları Kayıt Altına Alınıyor
Genelkurmay Emrediyor, Hükümet Uyguluyor

Gözetleme-kamera sistemlerinin kentlerde yaygınlaştırılması, MİT’e sınırsız dinleme yetkisi, vb. derken şimdi de cep telefonları kayıt altına alınıyor. Görünüşte her şey masum: Vatandaşın güvenliğini sağlamak. Kameralardan söz edildiğinde örneğin, hemen kapkaç olaylarından söz ediliyor; sanki insanların çantası oligarşinin umurundaymış gibi... Dinlemeden söz edildiğinde ise mafyadan örnekler veriliyor. Şimdi de cep telefonlarının kayıt altına alınmasıyla hırsızlık arasında ilişki kuruluyor. Her gün yüzlerce cep telefonunun çalındığı ve çalınanların da açıktan satıldığı bir ülkede devletin gerçekten de bu hırsızlıktan mağdur olanları çok düşündüğüne inanmamız isteniyor.
Oysa mesele gayet basit: Telekomünikasyon Kurumu Başkanı Tayfun Acarer’in açıkladığı na göre şu anda sayısı 12 milyon civarında olan kayıtdışı cep telefonu her şeyden önce telefon üreticisi yabancı tekeller açısından bir sorun oluşturuyor. Telefon hat şirketleri için değil tabii, onlar için ikinci el-üçüncü el bir şey farketmiyor; ama telefon cihazlarını üretip satan tekeller, ortalıkta bu kadar çok eski model telefonun dolaşmasından, elden ele satışın bu kadar fazla olmasından rahatsızlar. Sonuçta, tüketim mallarının makul bir sürede eskiyip devreden çıkması ve yenisinin bir ihtiyaç haline gelmesi kapitalist işleyişin temellerinden biridir. Ve rakam doğruysa eğer, ikinci-el satışlarının yaygınlığı, şimdiye dek tekellere 3 milyar dolara patlamış durumda. Devletin vatandaştan hortumlayacağı 1 milyar dolar değerindeki vergi de bu arada elden ele geçen telefonların trafiğinde gürültüye gidiyor. Şüphesiz, bütün kaçakların önlenmesini onlar da beklemiyor ama yine de bir bölümünün denetim altına alınmasında fayda görüyorlar.
Ama tabii ki asıl meselemiz bu değil: 14 Aralık 2005’ten itibaren kayıtsız ve faturasız bütün telefonların görüşmeye kapatılacağını açıklayan devlet, bununla asıl olarak ilan edilmemiş bir sıkıyönetimin temellerini atıyor. Bütün diğer baskı yasalarıyla birlikte düşünüldüğünde bu önlem, bütün telefonların tam anlamıyla kontrol edilmesini, istenen her telefonun sadece dinlenmesini değil, aynı zamanda sahibinin belirlenebilmesini hedefliyor.
Çünkü, Acarer’in açıklamalarına göre, bu 5 aylık sürenin ardınan artık cep telefonu satın alınmasına da yeni kurallar getiriliyor. Yeni uygulamaya göre, alıcılar artık daha net kimlik bilgileri vermek zorunda olacaklar ve SIM kartı alırken de mutlaka fatura gösterecekler. “Şimdi alıcıdan çok net bilgiler istemesini sağlayacağız” diyor Acarer, “Cep telefonun kim tarafından, kime satıldığını net bir şekilde göreceğiz. Cep telefonu alım satımı belgeye dayalı bir sisteme oturtulacak..”
Böylece yapılmak istenen şey, son derece açık biçimde anlaşılıyor. Oligarşinin istihbarat ve baskı aygıtları, kontrol dışı bir telefon trafiği olmasın istiyorlar; bunun için hırsızlık olaylarını öne sürseler de mızrak çuvala girmiyor. Eğer isterse bugünkü sistemle de çalıntı telefonların bulunmasının mümkün olduğu, ancak devrimci-muhalif güçlere karşı bu tür teknik olanakları kullanan devletin her gün çalınan yüzlerce telefon için bu olanakları kullanmadığı bilinmeyen şey değil. Devletin asıl problemi, eninde sonunda devrimcilerle ve düzen-dışı toplumsal hareketlerledir; asıl yöneldiği ve kontrol altına almak istediği kesimler de onlardır. Elbette bunun için yasa gerekmiyor ve zaten şu anda da (aslında her zaman) yoğun bir dinleme-listeleme faaliyeti yürütülüyor. Bugün yapılan ise, -bütün diğer kontrol-baskı önlemleriyle birlikte düşünülürse eğer- hem yapılan bu işe yasal kılıf giydirmek, hem de daha sistemli hale getirmekten ibarettir.

 



 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul