Geçen sayıılarımızda “Yoksulluk ve Yoksulluk
Karşıtı Hareketler”üzerinde dururken, aslında
Türkiye’deki yoksulluğun en önemli ayaklarından
biri olan emeklileri atlamıştık. Oysa, gerçekten
de tamamen IMF’nin direktiflerine bağlanmış maaş
düzeniyle, maruz kaldıkları bütün aşağılayıcı
davranışlarla, açlık sınırının bile çok altında
olan yaşamlarıyla emekliler bu ülkedeki yoksulluğunun
en ciddi göstergelerinden biri. Fiilen çalışabilenleri
bile en vahşi yollarla sömüren ve yaşamlarını
cehenneme çeviren kapitalizm, üretim sürecinin
dışında olanlara ise hiç değer vermiyor. Bütün
bu gerçekliklerin daha iyi anlaşılabilmesi için
DİSK Tüm Emekli-Sen İst. 3 Nolu Şube Başkanı Ali
İbrahim Önsoy dostumuzun bir değerlendirme-araştırma
yazısını okurlarımızla paylaşmayı yararlı bulduk.
İnsan doğar, büyür, yaşar, çalışır ve yaşlandığında
kazandıklarını harcar. Çok çocuk sahibi olmak
eskiden yaşlılığı garantilemekti. Makineli üretim
ve teknolojinin varlığı ile kişinin sosyal güvenlik
ihtiyaçları 17.y.y.’da ve özellikle 1789 Fransa
Burjuva Devrimi ile başladı. Devlet ve vatandaşların
günümüzdeki şekli orada temel atıldı. Çalışanlar
toprağın gittikçe küçülmesiyle kentlere akın etti.
Kentlerde onları bekleyen yokluk ve açlığa çalışmak
bekliyordu. Çalışanlar hem emeklerinin hakkını
almak hem de geleceği güvence altına almak için
sendikalarında örgütlendi. Sendikaları sayesinde
hastalandıklarında, sakat kaldıklarında ve yaşlandıklarında
az da olsa belli bir ücret verilmesi için sosyal
güvenlik kuruluşları kurdular. Ülkemizde ise bu
durum eskilerden beri var ama sadece devlet kurumunda
çalışanlara. Emeklilik sistemi Osmanlı Devletinin
kuruluşuna kadar uzanır. Devletin kuruluşu ile
Tanzimat dönemi arasında iki sistem uygulandı;
Varidatın (gelirin) tahsisi usulü ile hizmet aylığına
göre emekli aylığı verilmesi usulü.
Varidatın tahsisi usulü sistemine göre, tımar
kanunu gereğince, emekli aylığı alan için bir
yerin tımarı, diğer deyişle aşar(öşür) hasılatı
ayrılırdı. Genellikle bu sistem eyalet sipahilerine
veya “sahibi arz edilen” eşkinci tımarların yaşlılarına
uygulanırdı. Ayrıca zeamet ve hastalardan yararlananlara
ve bu arada beylere ve beylerbeyine “berveçi tekaüt”
sancaklar ve sonradan kurulan salhaneler ayrılırdı.
İkinci sistem ise günümüzde uygulanan emeklilik
sistemini andırır. Zira önceleri ulufeli yeniçeri
ocağına ve sonra devlet memurlarına uygulanan
bu sistem, hizmet ve derece aylıkları üzerinden
emekli aylığı bağlamak esasına dayanıyordu. Uygulanan
bu sistemde kurumsal nitelikteki yeniliklerden
biri de kuloğlanlarına, yani yeniçerilerin yetim
kalan çocuklarına emekli aylığı ödeneği ayrılmasıydı.
Tanzimat döneminde ise Batıda görülen ve emeklilik
işlemlerini yürütmekle görevli sandıklara benzer
kuruluşlar Osmanlı Devleti’nde de faaliyete geçti.
Bu tarihlerde her daireye özgü emeklilik işlemleri
yürütülmekle görevli sandıklar kuruldu. Cumhuriyet
döneminde ise devlette çalışan ile çalışmayanlar
arasında sandıklar oluştu; devlette çalışanlar
memurlar olup Emekli Sandığına bağlı olurken özel
sektörde çalışanlar ise işçi olup Sosyal Sigortalar
Kurumuna bağlı oldular. Ülkenin bir çok yerlerinde
kurulan devletin ikameci kalkınma hamleleri sonucu
çalışanlar sendikalarda örgütlenmeye başladı.
Sendikaların belli bir güç olmaya başlamasıyla
birlikte çalışanların kurumu federasyon ve konfederasyon
olarak örgütlenmeye başladı. 1960’lı yıllarda
devlet çalışanları üçe ayırdı ve ayrı yardımlaşma
kurumları oluşturdu: Orduda görev yapan subay
ve ast subaylar için OYAK, memurlar için MEYAK,
işçiler için ise İYAK. Ama 1960’lar bitmeden MEYAK
ve İYAK kendi kendilerini fesh etmek zorunda kalıyorlar,
OYAK ise günümüze kadar geliyor ve ülke ekonomisinde
sanayi ve mali sektörlerde hatırı sayılır ilklerde
yer alıyor. 1970’lerin başında da esnaf, sanatkâr
ve sanayiciler için BAĞKUR kuruldu.
Ülke genç bir nüfusa sahip idi. Günümüzde ise
orta yaşlı bir nüfusa sahibiz. Hükümet ve devletin
yanlışlıkları nedeniyle sosyal kuruluşlarda toplanan
kesintileri devlet ucuz kredi olarak kullandı
ve atıl yatırımlar yaptırdı. Birikimler doğru
kullanılmadığı için gelirler giderleri karşılayamaz
olmakta. Çalışanlar kendi sosyal kurumlarında
söz sahibi olsa bile temel belirleyici değil,
daha da önemlisi yıllarca çalışıp emekli olanlar
kurumlarında söz sahibi değiller. Ama OYAK’ta
ise emekli askerler (astsubaylar değil) temsil
edilmekte. Hükümetler bu konu üzerine gidip emeklilerin
de sosyal güvenlik kurumlarında temsil edilmesi
gerekmektedir.
* * *
Günümüzde çalışanların yaş haddi yükseltilmeye
başlandı. Doğru! Ama bir ayağı sakat. Neden mi?
Emeklilerin maaşları ve sağlık güvenceleri yeteri
kadar iyileştirilemedi. AB’deki bir emekli, maaşıyla
ülkemizde aylarca tatil yapıyorken bizde ise açlık
içerisinde. Daha geçenlerde ülke gelir dağılımı
açıklandı, 1.6 milyarın altında geliri olan hanenin
yoksulluk içinde, 650 milyon liranın altında olan
hanenin ise açlık içinde olduğu belirtiyor. Çalışanların
çoğu yoksulluk ve açlık içinde olan ülkenin yöneticileri
ve yüksek bürokratları en alt düzeyde maaş alan
asgari ücretlinin on katından fazla maaş almaktadırlar.
Asgari ücretli bir işçi 300 milyon maaş alırken
milletvekili 6.5 milyar maaş almakta, varın gerisini
siz düşünün.
Devlet/hükümet, keza işverenler de ülkede genç
emekliler var demekte. Bunu hak edenler kendi
istekleriyle emekli olurlar. Ülkemizde emeklilik
belli bir yaşa (örneğin memurların altmış beş
yaşına) ulaşmasıyla elde edilir. Ama bunun dışında
yasaların saptadığı sürece çalışan her görevli
kendi emekliliğini isteyebilir. Hastalık, sakatlık
gibi durumlarda ve ceza olarak da emekli olabilir.
Hükümet ve yerel yönetimlere gelenler kendi yandaşı
olmayanlara cezalar vererek çalışma ilişkilerini
zorlaştırmakta. Sürgün ve tayinler keyfi olurken
kimi zaman iş başı verdirilmeyerek tehditlerle
iş yaşamı çekilmez konuma sokulmakta. Hele bir
de emekliliği gelenlere yaptırımlar alabildiğine
acımasızca uygulanmakta. Çalışanları erken emekli
ederken acımasızca ertesi gün ülkemizde genç emekliler
var demektedir.
Çalışanların erken emekliliği nedeniyle yaşamdan
umutları ve beklentileri ellerinden alınmış gibi
yaşama küsmüş durumdalar. Emekliler yaşamlarının
en güzel yıllarını çalışarak geçirdiler deney
ve tecrübelere sahip oldular, kimi 30-35, kimi
40-45 yıl çalıştı. Deney ve tecrübe yaşamla bağıntılıdır.
Bu insanlar çalıştıkları kurumlarda ve örgütlendikleri
sendika ve mesleki derneklerde bilgi beceri sahipleriydi,
bunları birden yok saymak geçmişine sahip çıkmamakla
özdeştir. Ülkemizde emeklilik ailesine ayak bağı
olma ile özdeş tutulmakta. Oysa emeklilik kişinin
çalışma sırasında hayalini kurduğu gezmeyi dağlara
çıkmayı, yan gelip gazetesini okuyup uyumayı bahçesiyle
bağıyla ilgilenmeyi gerçekleştirmesi demektir...
Gözlemlediğimiz kadarıyla iş hayatını bıraktıktan
sonra yaşama dair umutlarının bittiği duygusuna
kapılanlar umutsuzluğa düşüp ölmektedirler. Oysa
emeklilik yaşamın önemli bir kilometre taşıdır.
Emeklilerin hakları ve maaşlarına zam konusu sevgili
hükümet yöneticilerinin iki dudakları arasında
ve insafındadır. Çalışanlarına 2005 yılı için
yüzde on oranında zam verenler emeklileri unutmuş.
Sosyal Sigorta ve Bağkur emeklileri 2005 bütçesi
hazırlanırken unutuldu. Çalışan ve emeklilere
zam yapmayanlar iç borçlanma ve devlet tahvillerine
yüzde yirmi/yirmi beş oranında faiz ödemektedir.
Çalışanlar ve emekliler direk ya da dolaylı vergi
verirken devlet tahvili alanlar devlete vergi
vermeyerek vergi kaçakçılığı yapmakta ve birileri
kollanmaktadır. Anayasanın altıncı maddesi “egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir” derken onuncu maddesi
de” herkes kanun önünde eşittir” der. Görülüyor
ki hükümete kim gelirse gelsin ülkenin çoğunluğu
“eşitler arasında” değil.
Çalışanların şu ya da bu biçimde olsa da sendikal
örgütleri var. Oysa emeklilerin örgütlü olabileceği
bir gücü var ama sahip çıkılmadığından yok. Bunca
yıldır kurulu bulunan dernek v.b. emeklilerin
sosyal hakları ve sosyal güvenlik kuruluşlarında
temsil edilmesini sağlayamadı. Emekliler çalışırken
üst düzeyde kesilen paralar bugün kuşa çevrilmiş
durumda. Bizlerden kesilen paralarla yapılan hastaneler
ellerimizden alınıyor. Dün devletin kesilen paralarımızı
ucuza kullanması yetmedi, hastanelerimize göz
dikmektedir. Dün çalışırken ya da çalıştırırken
sendikalaşmaya karşı çıksalar da bugün emekliler
“Tüm Emekliler Sendikası”na sahip çıkmalıdır.
Emekliler çalışırken örgütsüzlüğün acısını çekmişlerdir,
bugün emekli olsalar da sorunlarını dile getirip
çalışanların sendikalarıyla ortak basın açıklamaları
v.b.leri örgütlemelidir. Çalışanlar ve emekliler
örgütlülük içinde oldukça sorunlarına sahip çıkacaklardır;
bugün örgütlenme içinde değilsen “bir eksik olarak
toplanıyorlardır”.
Evet çalışanlar ve emekliler, örgütlü bir toplum
yaratmak için sorunlarına sahip çık, bir eksikliği
tamamla.
ALİ İBRAHİM ÖNSOY
DİSK TÜM EMEKLİ-SEN İST. 3. No’lu Şube Başkanı
EKİM 2004
|