Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

32. Sayı - Ağustos 2005

H. Ducan

Artık neredeyse adet haline geldi: Her yıl, ÖSS ve Ortaöğrenim Seçme-Yerleştirme Sınavı sonuçları açıklandığında önce “bu sefer kaç kişi sıfır çekmiş” diye bakılıyor.
Ve tabii, bir şey adet haline geldiği ölçüde de kanıksanıyor, “eh bu da günümüzün olgularından biri herhalde” denilip geçiliyor. Yani bir sınav yapıyorsunuz, yüzbinlerce insan giriyor ve bunların hiç küçümsenmeyecek bir bölümü, (57 bin) sıfır sonuç alıp çıkıyor.
Ve bu, birkaç gün tartışıldıktan sonra unutulup gidiyor. Muhtemelen “bu kadar aptal her yerde olur” gibilerden bir istatistik varsayım yapılıyor.
Bunun böyle olduğunu ÖSS sonuçlarını açıklayan ÖSYM Başkanı Prof. Ünal Yarımağan’ın yüzüne baksanız anlarsınız. Son derece kibirli ve küçümseyici bir eda sayın Prof’un yüzüne yapışmış gibi duruyor.
“Bu çocukların sınava niye girdiklerini anlayamadığını” söylüyor Prof. Yarımağan, ikiyüzlü bir hayret ifadesiyle. Anlamıyor ya da anlamak istemiyor. Mutlak Yoksulluk ve Mutlak İşsizlik kavramlarını da anlamaz aynı Profesör, işsizlikle iş bulma ümidini yitirmek arasındaki farkı da anlamaz.
Peki ÖSS’de durum böyle ve diyelim ki orada aptal çok. Ortaöğrenimdeki 65 bin sıfıra ne denebilir? Neden her yıl sınavlarda sıfır puan alanların sayısını ikiye katlanarak büyüyor? Ve en önemlisi şu, gerçekten de Prof. Yarımağan’ın dediği gibi bu kadar insan madem öyle sınava neden giriyorlar?
Bir kere her şeyden önce YÖK tahsildarı Profların bu durumdan şikayet etmelerine gerek yok. Ortalama 40 milyonluk sınav masrafları üzerinden düşünüldüğünde 57 bin sıfırcının yatırdığı 2.5 trilyon çoktan cebe indirilmiş durumda.
Ama bu “dünya işleri”ni bir an için bir tarafa bırakıp yeniden sorumuza döndüğümüzde, yanıt nedir? Neden insanlar kazanmamak için bir sınava girsinler?
Çünkü umutsuzlar, çok umutsuzlar. YÖK memurlarının hayal edemeyeceği kadar umutsuzlar.
Kendilerine hayatın içinde bir yer arıyorlar, bir gelecek arıyorlar ama bunu bulamayacaklarını da biliyorlar artık.
İnsanların hayatlarını korkunç bir biçimde ezen bir sınıfsal hiyerarşi, toplumun her köşesini olduğu gibi eğitimi de kaplamış, artık mucizeler dönemi, alttan gelip büyük başarılar sağlayan yoksul çocuklar dönemi kapanmış. Şarkıda söylendiği gibi “tamirci çırakları” işçi kalmaya mecburlar, başka bir yolları yok. Yok ama bir yandan da şanslarını düzen içinde hiç olmayan şanslarını denemek istiyorlar.
Çıktıkları koşu pistinde start verildiği anda bile başkaları onlardan yüzerce metre ilerden başlıyor yarışa. Umutsuzca koşuyorlar ama yine o başkaları dakikada bir tur bindiriyor üstlerine. Sınav birincileri gazete manşetlerini kaplıyor ama öte yanda fen sorularına elini sürmeyen onbinlerce öğrenci var. O bölüme el sürmüyorlar, çünkü orada matematiksel kesinlilikler var; birazcık olsun sözel bölümlere el atmalarının nedeni ise “belki mantık yoluyla bir şeyleri kurtarabilirim” düşüncesinden kaynaklanıyor.
Üstelik bu öykü, çok önceden, ilkokuldan, hatta doğumla birlikte başlıyor. Bir yerde, bir mahallede, bir ana-babanın çocuğu olarak doğuyorsunuz.
Çok çılgın değillerse eğer ana-babanız da sizin pek şansınızın olmadığını biliyor, karneye dokuz tane sıfır getirirseniz dayak cennetten şöyle bir çıkıyor ama kimse sizden dokuz tane iyi not da beklemiyor zaten. Asgari ücretle çalışan babanın tek derdi, bir an önce balta sapı olmanız ya da çekip sokağa gitmeniz.
Geçenlerde, YÖK yönetiminden bir Prof., (İmam Hatip’lerin üniversiteye neden girmemesi gerektiğini kanıtlamak için) uzun uzun meslek liselerinin zaten ÖSS’de başarısız olduğunu anlatıyor.
Rakamlar veriyor, katsayıları kaldırsalar bile meslek liselerinin zaten bir yere giremeyeceğini “bilimsel olarak”(!) kanıtlıyor. Yüz kızarması yok, hiç yok! Eğitimle görevli bir adam, çıkıp bu ülkede yaşayan çocukların bir bölümünü nasıl bir cehalete ittiklerini, onlara nasıl kötü bir eğitim verdiklerini, üç tane soruyu yanıtlayamaz hale getirdiklerini ballandırarak anlatıyor ve hiç utanmıyor!
Ve nihayet, Kürdistan diye bir gerçeklikten söz edildiği anda tüyleri diken diken olanlar, sınav sonuçlarının bölgesel dağıtımının anlamını üzerine bize hiçbir şey söylemiyorlar. Ortaöğrenimde en kötü iller, Muş, Van, Bitlis, Bingöl, Urfa, Kars, Mardin, Ardahan, Ağrı, Hakkari ve Şırnak...
ÖSS’de de durum farklı değil... Nedir sömürgecilik peki? Bir ülkenin yeraltı-yer üstü zenginliklerini talan edip geriye yalnızca yoksulluk bırakacaksınız; bir ülkeyi onca yıldır her zaman ama her zaman olağanüstü kurumlarla yöneterek kan ve vahşete boğacaksınız; bir ülkenin çocukları -anadilde eğitim bir yana- normal pozitif bilimlerden bile fersah fersah uzakta kalacak ve en basit soruları yanıtlayamayacak durumda olacak... Nedir bunun anlamı? Sömürgecilik tanımı üzerine başka bir ölçüt bilen var mı?
Yeniden sosyalizm, yine sosyalizm ve yine sosyalizm ve ona giden yolda demokratik halk iktidarı...
Yeni-Sömürgeci uşaklar yalnızca bugünümüzü değil, yarınımızı, geleceğimizi, bütün umutlarımızı çalıyorlar. Bize geriye hiçbir şey bırakmıyorlar. Üniversiteden başka her şeye benzeyen şu büyük binaların kapısından içeri girsek ne olur; ama onun da önü kesiliyor. Vasıfsız, düz işçiler, daha doğrusu işsizler olarak sokaktayız ve sokaktan başka bir seçeneğimiz yok.
İyi o zaman!
Madem ki durum böyle. Madem ki sokaktayız ve orada kalacağız; o zaman sokağın hakkını verelim.
Öyle bir verelim ki sokağın hakkını, neoliberal düzenin soytarıları ve dalkavuk profları oraya adımlarını bile atamasınlar. Öyle bir dolduralım ki sokakları, barikatları, sesimiz öyle bir yükselsin ki, yataklarında bile rahat uyuyamasınlar.
Madem ki durum böyle. Madem ki yoksuluz ve yoksul kalmamız isteniyor, yoksulluğun ve katledilen yıllarımızın, mahvedilen geleceğimizin öfkesiyle kuşatalım onların saraylarını.
Biz yoksulluğumuzun sonuçlarına her gün katlanıyoruz; onlar da asalaklıklarının sonucuna katlansın!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul