Şovenizme, faşist provokasyonlara, işsizliğe
ve yoksulluğa karşı emek güçlerinin, devrimcilerin
yanıtı 1 Mayıs'ın coşkusuyla verildi.
Nisan ayı içinde yoğunlaşan faşist provokasyon
ve saldırılarla sindirilmeye çalışılan halk güçleri
terör karşısında geri çekilmedi. Tüm devrimci
güçlerin, sol hareketlerin geri adım atmadan çalışmalarını
sürdürmesi, alanları faşizme ve gericiliğe bırakmaması
önemli bir sınav oldu.
Aslında Nisan ve daha sonra Mayıs ayında oligarşinin
saldırganlığı ve sürece ilişkin geliştirdiği politik
açılımlar çok cepheliydi. Genelkurmay Başkanı’nın
20 Nisan tarihli açıklaması bu noktada özel bir
önem taşımaktaydı. Genelkurmay başkanı asıl gücün
kendilerinde olduğunu göstere göstere, bir devlet
başkanı edasıyla dünya ve ülke üzerine siyasal
çözümlemeler yapmaktaydı ve kuşkusuz bunların
bir bölümü esas olarak temcit pilavına dönüşmüş
tehdit değerlendirmeleriydi. Kürtler tabii ki
her zaman olduğu üzere hedef tahtasının en önünde
durmaktaydı. Bu noktada asıl önemlisi uzun bir
aradan sonra "çatışma" söyleminin güçlü
bir biçimde ifade edilmesiydi. Bayrak provokasyonun
arka planının en önemli unsurlarından biri böylece
daha açık biçimde ifade edilmiş oluyordu; Kürt
hareketiyle girilecek daha kapsamlı çatışmalara
geniş nüfus kesimlerinin politik ve moral olarak
hazırlanması... Yani Oligarşi çatışmaların boyutlandırılacağını
ve buna kitle katliamlarına yol açabilecek provokasyonları
eklenebileceği mesajını net biçimde veriyordu.
Yine Genelkurmay açıklamasında önemli bir tehdit
unsuru olarak varoşlardaki yoksulluğun ve işsizliğin
yarattığı zemin gösteriliyordu, ki elbette bunun
anlamı, yoksulluğun ve işsizliğin hafifletilmesi
olmayacak, bu alanların daha da çürütülmesi hedeflenecekti.
Yani açık bir mesaj veriliyordu; yoksul halk denizini
çürütün!
Ve tabii, yine en önemli mesaj ABD'ye ilişkin
olanıydı. ABD emperyalizminin coğrafyamızdaki
ABD karşıtlığından şikayet etmesinden hemen sonra,
hükümet ve Genelkurmay’dan üst üste biat açıklamaları
gelmeye başladı. Genelkurmay Başkanı "Türk-Amerikan
ilişkilerinde bir kriz yaşandığı şeklindeki değerlendirme
ve söylemler gerçekçi değildir. Türkiye ve ABD'den
beklenen, her iki ülkenin de ortak değerleri ve
çıkarlarını gözeterek bu ilişkinin geliştirilmesidir"
diyerek açıkça tüm kesimlere ABD'yi tatmin edici
tutumların geliştirilmesi mesajını vermekteydi.
Bunu Tayyip Erdoğan'ın ABD ile dostluğa ilişkin
benzer açıklamaları izliyordu. Kuşkusuz oligarşi
bu tür açıklamalarla yetinmiyor. Bayrak provokasyonu
vb. gibi şovenist histeriler yoluyla emekçilerdeki
anti-emperyalist ulusal bilinç ve anti-Amerikancı
atmosfer yok edilmeye çalışılıyor.
Kısacası, 1 Mayıs’a yaklaşırken yapılan açıklamalar,
oligarşi cephesindeki önümüzdeki sürecin yönelimlerini
ortaya koymaktaydı.
***
1 Mayıs 2005 bu anlamda önemliydi ve oligarşinin
saldırganlığı devrimcilerin, emekçilerin 1 Mayıs
alanlarındaki duvarına çarptı. Toplamı 200 bini
bulan devrimci ve emekçi şovenizme ve gericiliğe
karşı, işsizliğe ve yoksulluğa karşı mücadele
şiarlarıyla çeşitli kentlerde alanları doldurdu.
Sokak terörü yoluyla devrimcileri ve halk güçlerini
susturabileceğini, moral atmosferi uzun bir süre
belirleyebileceğini zanneden oligarşi, emekçi
yüzbinlerin direniş ve mücadele isteğiyle yüzyüze
geldi. 2005 1 Mayıs'ı bu niteliğiyle oligarşinin
hamlesine karşı anlamlı bir halk hamlesi oldu.
Güçlü bir kazanım anlamına geldi.
2005 1 Mayıs'ı diğer bütün özellikleriyle de devrimci
hareket açısından önemli kazanımları içermekteydi.
İstanbul'da devrimci güçlerin önemli bir bölümü
tarafından oluşturulan Devrimci 1 Mayıs platformunun
çalışmaları bu kazanımların en önemli yanlarından
birini oluşturmaktaydı. Birleşik, kitlesel ve
devrimci 1 Mayıs şiarıyla yola çıkan platform
uzun süredir 1 Mayıs süreçlerine parçalı katılan
devrimci güçlerin birliğini önemli ölçüde sağladı,
onlara reformist sendikacılar ve halk karşısında
ortak temsiliyet gücü kazandırdı, Taksim alanının
gündemleşmesi yönünde adımlar attı, uzun bir aradan
sonra devrimci güçlerin miting bitmeden alana
girmelerini sağlayacak düzenlemeler için çaba
gösterdi, devrimci şiarlarıyla alana devrimci
hareketin rengini güçlü biçimde taşıdı.
Devrimci 1 Mayıs platformunu adeta bir Taksim
platformu olarak algılayarak, onu basitçe eleştiren
yaklaşımlar ise tümüyle yersizdir. Devrimci 1
Mayıs platformu kendisini Taksim parantezine sıkıştırmamıştır.
1 Mayıs'ı İstanbul'da yapılacak gösterinin mekanı
sorununda boğmamıştır. Ama mekan sorununu da önemsemiştir...
İşçi sınıfı hareketi ve devrimci güçler nasıl
marjinalleştirilip toplumsal yaşamın merkezinden
çeperine itiliyorsa, bunun mekansal ifadesi ise
kent merkezlerinden atılmaktır. 1 Mayıs 77 Taksim
mitingi, kentin merkezinin, kalbinin kazanıldığı
gündür. Onlarca şehidin kanıyla sulanmıştır. Bu
nedenle önemseyeceğiz. Ama asla böylesi bir taktik
sorun üzerinden 1 Mayıs'ın boğulmasına da katılmayacağız.
Zaten böyle de olmamıştır.
2005 1 Mayıs'ı katılım açısından oldukça çelişkili
bir yapıya sahipti. Geçen yıllara nazaran bir
artış olmasına karşın bu henüz çarpıcı boyutlar
kazanmış değildir. Sendikaların ve reformist sol
partilerin (DEHAP dışında) katılımında yer yer
zayıflamalar söz konusudur. Öte yandan, devrimci
güçlerin çok az bir bölümü dışında, büyük kısmı
güçlerini korumuştu, geçen yıllara nazaran kitlesini
gözle görünür biçimde arttıranlar da vardı. Sonuçta
alanlara damgasını vuran güç, yoksul Kürt emekçilerinin
hâlâ sol cephedeki temsilcisi konumunda olan DEHAP
ve bütün bileşenleriyle devrimci yapılar olmuştur.
1 Mayıs'a HKM bayrağı altında katılan devrimci
sosyalistler de geçen yıllara nazaran kitlesini
iki mislinden fazla arttırdı, pankart açılarak
gösteriye katılan kentlerin sayısı arttı. Ancak
bunların henüz oldukça yetersiz düzeyler olduğunun
da bilincindeyiz. Katılım düzeyimizin bu artışını
emeklerimizin umut verici bir karşılığı olarak
görüyoruz. 1 Mayıs ve öncesindeki çalışmalarımız
yeniden inşa sürecimizin açık alandaki boyutları
açısından önemli derslerle doludur.
***
Henüz 1 Mayıs’ın atmosferinden daha çıkmamışken
neoliberalizme karşı oldukça güçlü bir patlama
haberi Konya Seydişehir’den geldi.
İlçedeki Eti Alüminyum tesislerinin özelleştirilmesine
karşı ayağa kalkan Seydişehir işçisi ve bütün
halk binlerce polis ve jandarmadan oluşan barikatı
darmadağın etti. 23 Mayıs günü Tesislere talip
olan şirket yetkililerinin ilçeye geleceğini öğrenen
Seydişehir işçileri ve halkı, yediden yetmişe,
esnafından öğrencisine direnişe geçti. Çocukların
okula gitmediği, bütün kepenklerin kapandığı Seydişehir’de
hiçbir güç direnişi bastıramadı. Gün boyu devam
eden çatışmada 33 polis 48 işçi yaralanırken şirket
yetkilileri göstermelik bir-iki bölüme şöyle bir
bakıp defolup gitmek zorunda kaldılar.
Direniş, özellikle sınıfın yaratıcılığı ve halkı
arkasına alması bakımından öğreticiydi. İşçiler,
gece ve gündüz vardiyalarını ustalıkla birleştirirken,
bu arada işçi yakınları ve halk da tesislere doğru
yürüyüşe geçerek ilk barikatı yardı. Çatışmalar
sürerken işçiler polisin biber gazı silahına karşı
kendi “kimyasal silahlarını” kullandı. Tesislerin
teknik olanaklarını değerlendiren işçiler polis
ve ve hırsız şirket yöneticilerini kendi yöntemleriyle
toza boğdular. Gün biterken polisler yanıklar
ve tahriş olmuş ciltlerle hastaneye kaldırılıyordu.
İşçiler, hırsızların geri çekilmesi üzerine şimdilik
sona erdirdikleri direnişi gelecekte de sürdürmeye
kararlı olduklarını ifade ettiler.
Şüphesiz şu anda direnişin nasıl çözüleceği üzerine
yeni “osmanlı oyunları” planlanmaktadır ve hükümet
sürece yeniden yüklenecektir. Tek tek kale düşürerek
oynanan bu kurnazca oyun Seydişehir’de de sahnelenecektir.
Neoliberalizme karşı tek tek direnişlerin değil,
topyekün bir işçi ve halk hareketinin örgütlenmesi
gerektiğini bir kez daha bize hatırlatan bu tablo,
umutsuzluk değil umut vericidir aslında. Sonuçta,
bu coğrafyanın işçileri ve yoksul halkları, direnmek
ve çarpışmak yönündeki isteklerini ortaya koymakta
ve aslında herkesi de göreve davet etmektedirler.
Üstelik bir yandan ellerinde Türk bayrakları taşırken
diğer yandan da ölümüne direnen bu insanlar, işçi
sınıfının karmaşık ve çelişkili yapısını da sergilemekte,
gerçek bir halk hareketinin ukalaca masa başı
gevezelikleriyle değil bu karmaşık denize girip
onun içinde kulaç atarak geliştirilebileceğini
de öğretmektedir.
Bütün sorun bir kez daha işte tam da bu noktada
düğümleniyor. Sınıfın ve ezilen halk yığınlarının
çarpışma isteğine hem genel-bütünsel mücadelemiz
anlamında tercüman olmak, hem de bizzat bu denizin
içine dalarak onlarla birlikte yüzmek, onların
omuzbaşlarında hissettikleri bir güç olmak...
1 Mayıs ve sonrasının güçlü dersleri bunlardır.
Ve biz, 1 Mayıs'ın coşkusu, gücü ve kendi sürecimizin
dersleriyle daha hızlı ve daha sağlam bir yürüyüş
geliştirmekte kararlıyız...
|