Devrimci
Yenilenmenin Ana Kanal ve Görevlerinden Biri Olarak
İdeolojik Yenilenme, Sıçrama ve Manifesto
M. Seyhan
|
Yeni bir yüzyıl ve binyılın ilk dönemecinde tarihin
en trajik insanlık durumu ile karşı karşıyayız.
İnsanlık tarihinde belki de ilk kez, yeryüzünün her
bir noktasındaki insan birikimi, diğer insanlarla bu
ölçüde yoğun ve çeşitli yanılsama kanallarından geçerek
ortaya çıkan bir ilişki olanağına, bu yüzyılda ve kapitalizmle
birlikte kavuştu. Bir yandan insan ufkunu genişleten,
diğer yandan da aynı ufku Amerikalı ünlü iletişim kuramcısı
Neil Postman’a “şu iletişimin globalizasyonu nedir ki
insanları giderek daha küçük kimlik birimlerine yöneltmektedir”
dedirtecek ölçüde daraltan, dünyayı büyütürken insanı
küçülten bu ilişki olanağı ve tarzı şüphesiz insanlık
tarihinin en kaydadeğer aşamalarından biridir. Kendinden
önce varolan tüm toplumsal sistemleri yıkıp parçalayan,
kendi potasında eriten ve bir dünya sistemi-hegemonyası
yaratan kapitalizm, ürettiği ilişki, mekanizma ve her
türden maddi ve entelektüel zeminlerle, tarihte ilk
kez, insanlığın gelişim seyrine dair nesnel temelleri
olan evrensel modeller ve öngörüler üretip, gerçekleştirebilmeyi
olanaklı kıldı. Artık aynı anda New York'taki proleterden
Amazonlardaki ilkel komünizmi yaşayan kızılderiliye,
İtalya'daki emekçiden Kutuptaki Eskimo'ya, Avusturalya'daki
yerliden Hindistan'daki köylüye, Afrika'daki Bushmanlar'dan,
devrim ateşinin yandığı dağlarındaki gerillaya değin
her insana ulaşabilmenin bugüne ve geleceğe dair ortaklaşabilmenin
nesnel zeminleri oluştu.
Peki trajik olan nedir?
Bu sorunun yanıtı, yukarıdaki tablonun tam karşıtını
da üreten ve egemen hale getiren kapitalizmin özellikle
son yüzelli yıllık gelişim seyrinde saklıdır.
Her tarihsel-toplumsal sistem gibi kapitalizmin gelişim
seyri de sistem içi dinamikleri ve gelişmeyi esas alan
modeller ile kaçınılmaz biçimde ortaya çıkan ve onu
aşmayı esas alan karşıtının yani sosyalizmin gelişme
modellerinin ve dinamiklerinin birbirleriyle ve kendi
içlerinde çatışmalarıyla biçimleniyor.
Bu bağlamda, kapitalizmin beşyüzyıllık oldukça maceralı,
gel-gitli deviniminde kuşku yok ki son yüzelli yıllın
oldukça özel bir yeri var. Kapitalizm bu dönemde kesin
biçimde dünya çapında hegemonik bir sistem haline gelip
artık çürüme aşamasına girerken dayanırken, bu gelişmenin
kaçınılmaz bir sonucu ve anlamı ise yeni ve ileri bir
tarihsel-toplumsal sistemin nesnel koşullarının ve dayatıcılığının
açığa çıkmasıydı. Tabii bu gerçekliğin öznel kuvveti
olan bilimsel sosyalist hareket de tam bu noktada ortaya
çıktı. Yüzelli yıllık bir sürecin ardından vardığımız
noktada, sürece damgasını vuran kapitalizm ile bilimsel
sosyalist hareket arasındaki çatışmada, kapitalist güçler
sosyalist hareketi ağır bir yenilgiye uğratmış, önemli
mevzilerini çökertmiş, belirgin bir maddi üstünlük kazanmış
bulunuyor. Bu noktada kapitalizm ile onun bağrında ortaya
çıkan bilimsel sosyalizm arasındaki mücadelenin yeni
bir dönemecine girmiş bulunuyoruz.
Kapitalizm 1917-90 yılları arasında kısmi bir kesintiye
uğrayan dünya hegemonyasını yeniden kurmuştur. Ancak
bir "zafer" olarak sunulan bu genişleme, gerçekte
tam da bir tükenişin kıyısında ve uzantısı olarak gerçekleşmiştir.
Tükeniş, kapitalizmin kendi iç dinamikleri ve çelişkilerinin
sonucudur. Kapitalizm son yüzelli yıllık gelişiminde,
kendi içindeki ve karşıtlarıyla her alandaki çatışmaların
sonucunda henüz pratik olarak değil ama tarihsel anlamda
gelişmesinin sınırlarına dayanmakta olduğu bir aşamaya
ulaşmıştır.
Öyleyse, kapitalizm ile bilimsel sosyalist hareket arasındaki
mücadelenin yüzelli yıllık geride bıraktığımız döneminin
sonucunda gelinen noktayı iki ana başlık altında toplayabiliriz.
Birincisi, sosyalist hareketin (her bir akımı değişik
boyutlarda olsa da) bütününün ağır bir yenilgiye uğradığıdır.
İkincisi, bugünkü avantajlı duruma rağmen kapitalizmin
yeni bir çürüme ve çöküş dönemine girmesidir.
Ortaya çıkmış bulunan insanlık tablosu bu gerçekliğin
tüm dolaysız sonuçlarını ve görünümlerini sunmaktadır.
İleriye, daha güzel bir dünyaya doğru yürüme umudu,
coşkusu, inanç ve kıvancının alabildiğine zayıfladığı,
silik fikirlerin, silik iddiaların, silik kişiliklerin,
griliğin, dinamizm taşımayan kaosun, barbar sömürücü
egemenlerin pervasız şiddetinin egemen olduğu bir insanlık
tablosuyla kaşı karşıyayız.
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, dayanışma, kayıtsız-koşulsuz
paylaşma, sevgi, aşk, birimiz hepimiz hepimiz birimiz
için duygu ve bilinciyle yaşama, dünyayı bu temelde
fethetme ve yeniden kurma bilinci ve eylemi karartılmaya,
mevcut insanlık tablosu içinde sadece birer ayrıntı
haline getirilmeye çalışılıyor. Çoğu durumda ise içleri
boşaltılarak silik fikir ve iddiaların meşrulaştırılmasının
araçları haline getirilmek isteniyor.
İnsanlığın binlerce yıllık insanlaşma serüveninin tüm
ileri birikimleri, egemen sömürücü sınıfların yarattığı
herşeyi tüketen barbarlık atmosferinde yok ediliyor,
bozuluyor, yağmalanıyor.
Ya Sosyalizm Ya Barbarlık! şiarı, tam da bu noktada
insanlığın önündeki seçeneklerin tam ve net ifadesi
oluyor. Bir yanda gerçekleşebilmesinin nesnel olanaklarına
her zamankinden daha fazla günümüzde sahip olan, doğruluğu
ve tazeliğinden hiç birşey kaybetmemiş olan bilimsel
sosyalizm ve gelecek ütopyası bulunuyor. Diğer yandan
ise, günümüzün her şeyi tüketen kapitalist barbarlık
atmosferinin egemenliği var.
Trajik olan ve bir yanıyla da tarihsel bir ironiyi de
taşıyan insanlık gerçeği budur, bir yanda sınırız bir
insani gelişmenin olanaklarının ortaya çıkışı, öte yandan
barbarlığın yeniden egemen oluşu.
Bu bağlamda şu önemli tespiti bir kez daha vurgulamak
gereklidir, hiçbir olgu, süreç, çelişki ya da tarihsel-toplumsal
sistem gelişmenin tarihsel ve maddi sınırlarına varmadan
tarih sahnesinden çekilemez. Öte yandan, insanlık tarihi
hiçbir tarihsel-toplumsal sistemin maddi ve tarihsel
sınırlarına varmış olsalar bile tek vuruşla ve kısa
sürede tarih sahnesinden çekilmediklerini gösteriyor.
Her yeni tarihsel-toplumsal sistem uzun, zorlu ve sayısız
büyük kalkışmaların ardından bir önceki tarihsel-toplumsal
sistemi tasfiye etmiş, dünya çapında egemen sistem haline
gelmiştir. İlk çağlarda komünal toplumdan köleliğe geçiş
sayısız ara biçimler kazanarak, pek çok büyük ve uzun
savaşımın ardından gerçekleşmiştir. Yine köleci toplumdan
feodalizme geçiş de benzer bir tarzda olmuştur. Feodalizmden
kapitalizme geçiş süreci ise kapitalist toplumsal ilişkilerin
sonuçsuz kalan sayısız girişimleriyle doludur. Feodal
toplumun içinde uç veren kapitalist ekonomik ve diğer
toplumsal ilişkiler, kurumlar akımlar pek çok kez egemen
feodal sistemler tarafından tasfiye edildi. Çeşitli
ülkelerde kapitalist toplumsal ilişkilerin ortadan kaldırılamayacak
kadar güç kazanması yaklaşık üç-dört yüzyılı bulan uzun
ve sancılı bir gelişim sürecinin ardından mümkün olabildi.
İşte bilimsel sosyalist hareketin kapitalizmle mücadalesinin
bu yüzelli yıllık ilk evresinde uğradığı yenilgiyi tam
da bu noktada, yani tarihsel-toplumsal sistemlerin sancılı,
geçici geriye dönüşleri içinde barındıran, inişli çıkışlı,
sıçramalı gelişme seyirleri zemininde anlamlandırmak
gerekiyor.
Bu noktadan bakıldığında, insanlığın gelişim seyrinin
yönelmesi gereken, öznelik irademizle yöneleceğimiz
hedef hiç kuşkusuz, yeniden Sosyalizm olacaktır.
Ancak eski ve tarihsel-maddi sınırlarına dayanmış olan
toplumsal sistem ile, yeni ve ilerici olan arasındaki
uzun mücadelede, yeni olanın her yenilgisi kolayca ve
kısa zamanda aşılamamıştır. Yenilgi süreçlerinin gerçeklendikleri
koşullara ve kazandıkları boyutlara bağlı olarak yeni
tarihsel-toplumsal sistemin yeniden boyverişinde değişik
olasılıklar söz konusudur. Bir olasılık, ilerici tarihsel-toplumsal
sistem ya da hareketin belli bir anda tümden yok edilmesi
ve toplumsal ilişkilerin onu yeniden ortaya çıkarıncaya
kadar geçici bir karanlık dönemin başlamasıdır. İkincisi,
yeni olanın yenilgisinin çok ağır, çok boyutlu ve kapsamlı
olmaması durumudur. Henüz gelişmenin başlangıç süreçlerinde
olan bilimsel sosyalist hareket ve diğer sol güçlerin
1871 Paris Komünü deneyiminden yenilgiyle çıkmaları
sosyalist hareket tarihinde bu tür durumların tipik
örneklerinden biridir. Bu tür yenilgili süreçlerden
dersler çıkararak, güçleri yeniden toparlamak ve böylece
gelişme sürecini çok fazla zedelemeden çıkmak mümkündür.
Günümüzde sosyalist hareketin yaşadığı yenilgi süreci
ise yukarıdaki her iki olasılığın da çeşitli öğelerini
taşıyan farklı bir biçim ve yol izlemektedir.
Sosyalist hareket ağır ve kapsamlı bir yenilgi yaşamış
ve gelişim seyrinin -kendi içinde çeşitli evrelere ayırabileceğimiz-
bir dönemi kapanmıştır. Ancak bu sosyalist hareketin
tüm güçlerinin yokedilebildiği ya da en azından kısa
dönemde yeni bir çıkış yapamayacak denli zayıfladığı
anlamına gelmiyor. Sosyalist hareket mevcut birikimleriyle
geride bıraktığımız sürecin birikimlerini de arkalayarak
ve kapitalist sistemin tarihsel ve maddi sınırlarına
dayanmış oluşunun geniş kitleler içinde yarattığı arayış
çabalarını da kendi eksenine çekerek yeni ve daha ileri
düzeyine sıçrama potansiyellerine, dinamik ve olanaklarına
sahiptir.
Bu bağlamda, önümüzde devrim ve sosyalizm mücadelesinin
yeni ve daha büyük bir dalgasını-hamlesini yaratma görevi
durmaktadır.
Türkiye ve dünya devrimci hareketinin bugün varmış olduğu
tıkanma noktasının bir devrimci yenilenme süreciyle
aşılacağını ve bu sürecin bir devrimci çıkış tasarımıyla
birlikte anlamlı olduğunu ilk sayımızda ifade etmiştik.
İdeolojik, politik ve örgütsel olmak üzere başlıca üç
kanaldan yürüyecek olan ve mutlaka bir bütünlüklü tarzı
yakalaması gereken bu atılımın ideolojik yenilenme-sıçrama
boyutundaki ilk somut sonucunun "sosyalist aydınlanmaya”
denk düşen bir devrimci teorik-kavramsal çerçeveyi yaratmak
olduğunu, olması gerektiğini de aynı yazımızda belirtmiştik.
Bu teorik-kavramsal çerçevenin ilk elde somutlaşacağı
noktayı hiç duraksamaksızın bir devrimci manifesto olarak
tanımlıyoruz. Burada bu sürecimizin temel hareket noktalarını,
ana hedeflerini ve ilk elde somutlaşacağı biçimleri
ana hatlarıyla irdeleyeceğiz.
İdeolojik Yenilenme-Sıçrama
Bütünlüklü Bir Dönem Kavrayışı
Üzerine İnşa Edilecektir
Toplumsal ilişkileri ve insanlığın maddi ve entelektüel
gelişim seyrini çözümlemede anahtar kavramlardan biri
"tarihsel dönem"dir. Devrimci sosyalistler,
insanın içinde bulunduğu tarihsel-toplumsal koşulların
ürünü olduğu gerçeğinden hareketle tüm teorik-politik
değerlendirmelerinde toplumsal yapı ve ilişkileri esas
alırlar. Öte yandan, tarihsel gelişme düz bir seyir
izlemez, çeşitli kriterlerden hareketle tespit edilebilen
farklı özellikler taşıyan tarihsel çağlar ve dönemler
olarak biçimlenir, her çağ ve dönem farklı toplumsal
ilişkiler düzeyine tekabül eder. Bu noktada, bütünlüklü
bir çağ ve dönem tespiti ve içinde bulunulan dönemin
analizi devrimci çalışmanın ilk düşünsel başlangıç noktasıdır.
Bir başka çalışmamız üzerinden açacak olursak;
"Bilimsel sosyalist dünya görüşü doğanın ve insanın
bütünsel kavranışının çözümlenmesinin ifadesidir. Onun
bu özelliğinin en somut görünümlerinden birini ise toplumsal
gelişmenin yasalarını ve somut seyrini bütünlüklü ve
gerçeğin en doğru tasvirini içeren modeller ve kavramsal
çerçeveler içinde ortaya koyuşu oluşturur. Bu bağlamda,
marksist-leninistleri toplumsal devrim mücadelesinde
bilinçsiz sürecin, bilinçli özneleri yapan en temel
öğelerden biri, sayısız faktör ve dinamik tarafından
belirlenen tarihsel-toplumsal gelişmenin ve güncel durumun
bu bütünsel kavranışı ve bunun somut ifadesi olan çağ
ve dönem kavrayışına sahip oluşlarıdır.
Bilindiği gibi, toplumsal gelişmenin seyri, ulaştığı
düzeyler-aşamalar, üretim tarzının ve buna bağlı olarak
toplumsal yaşamın bütün alanlarının vardığı gelişme
derecesine göre, kabaca, ilkel, köleci, feodal, kapitalist
ve sosyalist toplum olarak birbirinden ayrılıyor. Ancak
ulaşılan her toplumsal düzey-çağ yerini bir başka toplumsal
düzeye-çağa bırakıncaya değin temel karakteristik özelliklerini
korumasına karşın, düz bir hatta ilerlemiyor. Kendi
içinde sürekli bir iç evrimi ve farklılaşmayı yaşayarak
ilerliyor. Bu iç evrim ve farklılaşmaların her bir düzeyini
ise tarihsel dönemler olarak tanımlıyoruz. Özcesi, tarihsel
dönem kavramını kısaca, 'bir çağ içinde belli özellikleri
olan sınırlı zaman süreci' olarak açıklayabiliriz. Açarsak;
tarihsel dönemler bir çağ içinde -çağın karakteristik
özellikleri aynı kalmakla birlikte- insan ile insan
ve insan ile doğa ilişkilerinin çeşitli öğelerinin özde
ve biçimde gelişerek (ağırlıklı olarak biçimsel) bütünsel
farklılaşmalara uğraması sonucu oluşan uygarlık düzeylerini
niteliyor.
Gelişmenin sıçramalı niteliği, tarihsel toplumsal gelişmede
toplumsal aşamalar-çağlarla, onların içinde ise tarihsel
dönem kavramı ile karşılığını bulmuştur.
Her yeni tarihsel dönem, esas olarak geçmiş dönemi kapatan
kesin çatışmaların belirlendiği dönüm noktalarının ardından
ortaya çıkan ve kapsamlı değişimlerle biçimlenmiş olan
toplumsal ilişkilerin yeni bir tablosuyla somutlaşıyor.
Bu yeni tablo tümden yeni öğelerin yanı sıra, bir önceki
dönemden yeni döneme taşınan ilişki, çelişki ve yapıları
ve ayrıca yeni biçim ve/veya içerikler kazanmış eski
ilişki ve yapıları da içeriyor. Öte yandan, her dönemin
tablosu bütün bu ilişki, çelişki ve yapı yumağı içinde
esas ve tali olanların billurlaştığı, nispi istikrara
kavuşmayı sağlayan bir harmanlanma, bir geçiş süreci
ardından netleşiyor.
Dönem kavrayışına sahip olmak devrimci ilerleyişin olmazsa
olmazıdır. Dönem kavrayışı bütün ilişki, çelişki ve
dinamiklere bütünsel bir bakış, geniş bir ufuk ve geçmiş,
bugün ve gelecek bağıntısını kurabilmeyi sağlar. içinde
bulunulan tarihsel dönemi çözümlemek, onu dönüştürmenin
devrimci olanaklarını görebilmeyi ve bu temelde devrimci
bir politik hattın örülebilmesini mümkün kılar.
Her tarihsel dönemin kavranabilmesi, o güne değin ulaşılmış
olan ideolojik düzeyden ileri doğru bir sıçrama gerçekleştirmeyi
zorunlu kılar. Bir önceki döneme denk düşen ideolojik-teorik
ve politik çerçeve, o dönemi açıklayan, çözümleyen modeller,
kavramlar yeni dönemin toplumsal ilişkiler bütünü karşısında
kaçınılmaz olarak açıklayıcı, çözümleyici olmaktan çıkarlar.
Bu bağlamda, her yeni dönem yeni bir ideolojik-teorik
çerçeveyi, yeni tanımlama ve kavramları, yeni modelleri
gerektirir. Kuşkusuz, bu önceki dönemlerin düşünsel
araçlarının, kavram ve modellerinin bir bütün olarak
yadsınması anlamına gelmez. Tersine yeni ideolojik düzey
işlevsizleşenlerin, açıklayıcı çözümleyici güçlerini
yitirenlerin aşılması temelinde önceki dönemlerin ideolojik
çerçevelerinin üzerine kurulabilir." (Değişim,
Yeni Tarihsel Dönem ve Yeni Devrimci Tarzın Öncülleri)
İdeolojik Yenilenme-Sıçrama
Sürecimiz Tarihe Yaslanarak
Geleceğe Yönelecektir
Esasen kapitalist sistemin gelişim seyrindeki her temel
dönemeç ve sıçramanın marksist harekette karşılığını
bulmuş olması da bunu gösterir. Kapitalist toplumsal
ilişkilerin yeni bir düzeyini ifade eden her yeni tarihsel
dönem, marksist hareketin bu yeni dönemi çözümlemesini
ve dönemin devrimci çizgisini, pratiğini ve örgütünü
yaratmasını, yani kendini yeni dönemin devrimci gücü
olacak tarzda yeniden üretmesini zorunlu kılmıştır.
Bilimsel sosyalist hareket, son yüzelli yılda tarihsel-toplumsal
gelişmenin ve kendi iç deviniminin her yeni döneminde
kapsamı ve derinliği değişen ideolojik yenilenme-sıçrama
süreçleri yaşamıştır. Her ideolojik sıçrama-yenilenme
süreci geçmişin birikimlerinin devrimci eleştirel çözümlemesi
zemininde sürekliliği ve olumlu kopuşu esas almıştır.
Bunlardan en kapsamlı ve derinlikli olanı, hareketin
kuruluş sürecinde Marx ve Engels'in insanlığın o güne
değin gelen tüm birikimleri üzerinden gerçekleştirdikleri
kuruculuk süreci oldu. Emperyalizmin genel bunalımının
her dönemi de yeni bir ideolojik sıçrama ve yenilenme
ile karşılık buldu. Bu bağlamda, ilk kuruculuk adımını
Lenin ve Bolşeviklerin gerçekleştirdikleri yenilenme
ve sıçrama süreci (bunu ikinci kuruculuk adımı olarak
da tanımlayabiliriz) izledi. 3.Enternasyonal ve Mao'nun
geliştirdiği çizgi yeni bir ideolojik sıçramanın ifadesi
oldu. Ardından 1945 sonrasında sömürge ve yeni sömürgelerde
gelişen proleter devrimci hareketlerin daha öncekilere
nazaran oldukça oldukça önemli ama sistematize edilememiş
yeni bir ideolojik yenilenme-sıçrama süreci geldi. Her
yenilenme ve sıçrama süreci esas olarak geride kalan
süreçlerin birikimleri üzerinden, yani tarihsel arka
plana yaslanarak ve yüzünü güne ve geleceğe dönerek
gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda her yenilenme süreci
inkârcılık ve dogmatizm eğilimlerine karşı büyük mücadelelerin
ürünü olmuştur.
Yüzelli yıllık mücadelenin ardından ağır bir yenilgi
yaşayan sosyalist hareketin, her alandaki devrimci yenilenme
ve inşa süreci, bu yüzelli yıllık birikimin devrimci
eleştirel bir çözümlemesi ve olumlu bir kopuş-özümseme
zemininde mümkün olacaktır. Bu bağlamda, günümüzdeki
ideolojik yenilenme-sıçrama sürecinin boyutları kapsamı
ve derinliği ancak Marx ve Engels'in 1840'lı yıllarda
başlayan ilk kuruculuk süreci ile (kuşkusuz başlangıç
noktaları, niteliği ve içeriği farklı olacaktır) karşılaştırılabilir.
Bu perspektiften hareket eden ve kendini bu sürecin
öznelerinden biri olarak gören devrimci sosyalist hareketimiz
açısından ideolojik yenilenme-sıçrama süreci birdenbire
ortaya çıkan ve geçmişe sünger çeken "yeni"
fikirlerin bir bileşimi olmayacaktır. Kaldı ki, böyle
bir şey olanaklı da değildir. Her yeni süreç, herşeyden
önce kendisini önceleyen sürecin birikim ve dinamiklerine
yaslanır. Kendi geçmiş ve mevcut birikimlerine sünger
çekerek yola koyulan, kaçınılmaz olarak başka bir geçmiş
veya mevcut birikime yaslanmak zorunda kalır. Bu durum
kendine yabancılaşmanın ve sapmaların ana kaynaklarından
biridir. Bu noktada, yeni "ideolojik yenilenme-sıçrama
sürecinde kalkış noktamız halen ideolojik birliğimizin
temeli olan temel ideolojik-teorik, politik ve taktik
belirlemelerimiz olacaktır. Bununla birlikte, "ideolojik
yenilenme sürecinin gelişim seyri içinde bugünkü birikimimizin,
duruşumuzun her bir öğesi devrimci eleştiri süzgecinden
geçecek, yeniden biçimlenecek, yeni bir düzeye sıçrayacak
ya da kimi öğeleri ayıklanacaktır. Bu bağlamda, bir
değişim ve olumlu bir kopuş da yaşanacaktır. Bu nedenledir
ki, mevcut ideolojik duruş ile ideolojik yenilenme-aydınlanma
süreci arasındaki ilişkiyi en özlü biçimde iki kavramla,
süreklilik ve olumlu kopuş kavramlarıyla ifade edebiliriz."
(Tek Yol Devrimci Yenilenme... , S. Barikat s.1)
İdeolojik Yenilenme-Sıçrama
Sürecinin Anlamı ve Kapsamı
İdeolojik yenilenme-sıçrama sürecinin içeriğini S.
Barikat'ın ilk sayısında ana hatları itibariyle ifade
etmiştik;
"İdeolojik yenilenme sürecimizin ana halkaları
ilk elde esas olarak birbirleriyle bağlantılı dört ana
bileşenden oluşacaktır.
Birinci bileşen, bilimsel sosyalist hareketin geride
kalan yüzelli yıllık birikiminin eleştirel çözümlemesidir.İkinci
bileşen, devrimci sosyalist düşüncenin bilimle bağlarının
yeniden güçlü biçimde kurulmasıdır. Bilimden kopmama,
onunla iç içe gelişme, onu felsefede ve diğer bilinç
biçimlerinde daha ileri bir düzeyden yeniden üretme
ve onu sınıfla buluşturma bilimsel sosyalizmin her dönemdeki
temel vurguları olmuştur."
Açarsak; bu teorik yaklaşım ve vurgular ile pratik arasındaki
bağ ise son seksen yıldır (Lenin'in yüzyılın başında
kaleme aldığı Materyalizm ve Ampriokritizm isimli eserinden
bu yana) iyice gevşemiş ve hatta kopmuştur da denebilir.
Halbuki, başta pozitif bilimler olmak üzere, bilimin
bütün alanlarında 1900'lerin başlarından bu yana, özellikle
1920-30'lardan itibaren devasa gelişmeler sözkonusudur.
Sadece fizik (çekirdek fiziği ve atomaltı parçacıklar
fiziği) ve biyo-genetik alanlarındaki gelişmeler bile
adeta devrimsel niteliktedir ve felsefi -hiç kuşkusuz
sadece felsefi alanla sınırlı kalmayacak, değişik bağlamlarda
siyasal, örgütsel, askeri vb. pek çok alana sıçrayacak-
tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
"Ancak ML cephesinde özellikle son 60 yılı aşkın
kesitte bilimdeki gelişmeleri insanlığın düşünsel ve
pratik seyri bağlamında çözümleyen, buna paralel olarak
diyalektik materyalizmi yeniden ileri bir düzeyden üreten
çözümlemeler yok denecek ölçüdedir. Bu anlamda bilimden
kopulmuş, bilim ile sınıf arasında köprü olma misyonundan
uzaklaşılmıştır. İşte yeni ideolojik yenilenme-sıçrama,
süreci bir yanıyla bilimle yeniden buluşma, onunla sınıf
arasında köprü olma misyonunu yeniden üstlenme süreci
olacaktır. Üçüncü bileşeni, emperyalist-kapitalist dünya
sisteminin, temel bileşenleri 1970'lerden itibaren biçimlenen
1990'larda reel sosyalist ülkelerin çöküşüyle birlikte
yeni boyutlar kazanan yeni evresinin kapsamlı bir çözümlemesini,
devrimci eleştirisini yapmak oluşturuyor. Dördüncü bileşeni
ise, yukarıdaki üç bileşenin verileri zemininde, onlarla
iç içe devrimci mücadelenin bütün temel sorunlarının
açıklığa kavuşturulması ve sosyalist toplumun ütopyasının
(toplumsal projesinin) yeniden anlamlandırılması oluşturacaktır.
Ekseni bu dört bileşen oluşturmakla birlikte, içeriği
ve niteliği daha dar ve sınırlı olan, daha özgül bir
yapıya sahip olan beşinci bir bileşen olarak her ülkenin
devrimcisinin (özgülde Anadolu ve Mezopotamyalı devrimcilerin)
ülkesini ve ülke devriminin sorunlarını yukarıdaki dört
temel bileşenle içiçe yeniden bir çözümlemeye tabii
tutmasını ifade edebiliriz.
İçeriği ve kapsamı böylesine geniş ve derin olan ideolojik
yenilenme sürecimizin yeni bir BİLİMSEL SOSYALİST AYDINLANMA
süreci olarak gelişeceğini böyle bir süreçle karşı karşıya
olduğumuzu daha şimdiden söyleyebiliriz." (Tek
Yol Devrimci Yenilenme, S. Barikat, S.1)
Pek çok açıdan koptuğumuz dünyanın bilgisiyle donanma,
bu bilgiyi ve bilimi sınıflar mücadelesinde devrimci
tarzda yeniden ve daha ileri bir düzeyden üretme ve
anlamlandırma, sınıfla buluşturma, böylece devrimci
savaşımda sınıfın devrimci silahı haline getirme; işte
BİLİMSEL SOSYALİST AYDINLANMA sürecimizin özü bu olacaktır.
İdeolojik yenilenme-sıçramanın ilk somut ifadesi ise
yeni tarihsel sürecin bütünlüklü çözümlenmesini içerecek,
bu bağlamda yukarıda ortaya konan perspektif temelinde
yeni kavramsal çerçeveyi ortaya koyacak dönemin manifestosu
olacaktır.
Devrimci Manifestomuz,
Devrimci Hareketin
Yeniden Kuruluş Tasarımıdır
Öte yandan devrimci yenilenme gereksinmesinin son derece
yakıcı öneme sahip yerel kaynakları da vardır. Açıkça
söylenirse, Türkiye devrimci hareketi bakımından durum
şudur: Sistemin kitlelerle merkezi ve genel düzeyden
kurduğu ve ancak lokal düzeylerde sorgulanmasına izin
verdiği hegemonik ilişkiye aynı merkezi ve genel düzey
üzerinden müdahale etmek olarak tanımladığımız "Bütünlüklü
Siyaset" yapma tarzını epey uzun süredir terk ederek
postmoderne ve kendiliğindenliğe teslim olan, parçalar
üzerinde umutsuzca ve fakat fedakârca didinen devrimci
hareket, son yıllarda benzeri bir zedelenmeyi teorik
alanda da yaşamış ve Bütünlüklü Siyaset Belgesi yazma
geleneğini yitirmiştir.
Ayrıntılarda boğulmayan ama her noktası üzerine ayrıntıların
inşa edilebildiği bir zirve olarak Kesintisiz Devrim
I-II-III, bu geleneğin en parlak örneğidir. Daha sonraki
süreçlerde yazılan metinlerin büyük çoğunluğu ise, bu
belgenin çapına yaklaşamamış, ya tahrifat ya da muhafazakârca
savunma ikilemi arasına sıkışmıştır.
Oysa Kesintisiz Devrim I-II-III, arkasındaki siyasi
irade ve pratik bir yana, bizzat kendisi ve yazılma
iradesi bakımından da önemlidir. Yoğun bir ideolojik
"keşmekeş" sürerken ve M. Çayan'ın kendisi
de dahil olmak üzere herkes, günlük kargaşanın, üretici
mitinglerinin, fakülte çatışmalarının hengamesi içinde
sürüklenirken, bu kargaşayı bir noktada kesip daha köklü
bir bakışa ulaşma ihtiyacı duyulmuş ve böylece komplike
bir "Belge" yazma basireti gösterilmiştir.
Dönemin bütün pratiği, ağaçların arasında yürürken birden
durup bütün ormana bakmayı deneyen bu siyasi iradenin
ürünüdür. Böylece yaratılan şey, basit bir konjonktür
değerlendirmesi değil, bir yol kılavuzu, üzerine yeni
taşların konulabileceği bütünlüklü bir zemin olmuştur.
Tek bir satırında bile mahalli ayrıntılardan, salt güncellikle
ilgili değerlendirmelerden söz edilmeyen bu metnin esas
çarpıcı yanı, bütünlüklü bir çözümlemeler zincirini
ortaya koyarak devrimci bir çizgiye ulaşmasıdır.
Ama 90'ların başından itibaren dünya ve Türkiye yeniden
tanımlanırken devrimci kampta bir bütünlüklü belge ortaya
konulamamış, süreçten ve zamandan koparak yeni bir tasarım
üzerinde çalışmakla görevli olan güçler, kendilerini
ufuksuz, dar bir güncellik/nesnellik içine hapsetmişlerdir.
Geçen süreç içinde böyle bir belgenin yazılmamış olması,
şüphesiz yalnızca ülkenin sosyalist yazını bakımından
teknik bir eksiklik filan değildir. Asıl sorun, şu ya
da bu metnin yazılmış ya da yazılmamış olmasının ötesinde,
böyle bir düşünce zenginliğinden, geniş ufuklu bir bakış
tarzından uzakta olunması ve günlük hayatın içinde sürüklenip
giderken böyle bir ihtiyacın hissedilmemesidir. Böylece
ortaya çıkan sosyalist teorik yazın ise, artık insanlara
heyecan vermeyen, onlara özgün bir çözümleme ve tasarım
sunmaksızın ya genel-geçer tezleri savunan ya da güncel
gelişmeleri yorumlama görevini yüklenen bir noktaya
sürüklenmiş, bu kısırlık da devrimci sempatizan kitlede
teorik açılımı küçümseyen eğilimlere yol açmıştır. Anlaşılacağı
gibi artık bu sorun, "teorik eğitimin önemi"
üzerine detay bir tartışmaya değil, hayata müdahil olmanın
anlamı üzerine daha derin bir soruna denk düşmektedir
ve esasen bu yetersiz çözümleme hali, salt Türkiye devrimci
hareketine özgü de değildir. Aynı dönemde, dıştan bakıldığında
büyük sıçramalar yapıyormuş gibi görünen ve gerçekten
de büyük fiziksel sıçramalar yapan dünya devrimci hareketi
de siyasal çözümlemeler anlamında aslında ciddi yetersizlikler
yaşamıştır. Dünyanın çeşitli köşelerindeki devrimci
hareketler sürece müdahale potansiyellerini yitirmemişlerdir
elbette, hatta çok iyi gelişme çizgilerinin yakalandığı
yerler de vardır; ama mevcut "papalık"lardan
bağımsız kalmayı becerebilen devrimci hareketler de
müdahil olamadıkları bir tıkanma sürecinin parçaları
olmaktan kurtulamamışlardır. Sosyalizmin uluslararası
sorunlarına ilişkin gösterilen çekingen yaklaşım bir
yana, böyle bir yerellik eğilimi, devrimci kampın çözümleme
gücünü de azaltmış, 1980'lere gelindiğinde, emperyalist
sistem, kendi tıkanmasına bir biçimde çözüm aramaya
çalışırken, kendi konseptini yeni-sömürgeciliğin klasik
biçimlerine göre belirlemiş olan devrimci hareketler,
durum karşısında soluksuz kalma belirtileri göstermeye
başlamışlardır. Şili de, Türkiye'de, Mezopotamya’da,
Nikaragua'da, El Salvador'da ve daha pek çok odak da
yaşanan esasen budur. Yani kısaca özetlendiğinde, 80'ler
sürecinde tıkanan yalnızca reel sosyalizm değildir;
dünya devrimci hareketi de ancak yeni saptamalarla aşabileceği
bir sıkıntının içindedir.
İdeolojik Yenilenme ve Sıçrama
Sürecinin İlk Somut Hedefleri;
Akademik Çabalar Değil,
Devrimci Yol Kılavuzları Olan
Manifesto ve Program
Devrimci ideolojik yenilenme süreci dar, sınırlı grup
çıkarlarını kişisel veya grupsal entellektüel merakı,
sınırlı hedefleri vb. tatmin etmeyi esas almaz. Bu tür
çalışmaların gerçekliğin fotoğrafını çekmekten veya
sadece bir yanını çözümlemekten öteye bir işlevleri
olamaz. Devrimci ideolojik yenilenme ve aydınlanma süreci
insanın ve doğanın ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerinin
dinamik bir çözümlenmesini yapmayı ve bunun üzerinden,
bütün bu gerçekliğin devrimci dönüşümü mücadelesine
kılavuzluk edecek fikirler dizini üretmeyi hedeflemek
zorundadır. Ancak bu nitelik, kapsam ve derinlikteki
bir çalışma ile, gerçekliği doğruya en yakın ve yeni
bir sosyalizm düzeyinin yaratmaya olanaklı kılacak bilgisine
ulaşabiliriz. Bu nedenledir ki, devrimci bir ideolojik
yenilenme-sıçrama süreci, istisnasız diğer her bir noktada
olduğu gibi, hedefleri ve somutlaşacağı biçimler bağlamında
da diğerlerinden kesin biçimde ayrılır.
Bu bağlamda, hem çalışmanın "derinleşmesinde sağlayacağı
kolaylıklar ve olanaklar, hem de sürecin pratik mücadeleyle
bağlantılı olarak geliştirilebilmesi, bu bağın güçlü
biçimde kurulabilmesi için çalışmaların ilk elde iki
biçim altında somutlaştırılması zorunludur." Bunlardan
birincisi, bir manifesto, ikincisi, bunun üzerinden
yükselen bir program olarak ifadesini bulacaktır.
Bilindiği gibi, devrimci çevre, örgüt ve partiler manifestoları
ile dünyayı nasıl kavradıklarını-çözümlediklerini, önlerine
hangi hedefleri koyduklarını, bu hedeflere ulaşmak için
hangi yolda, ne tür araç ve yöntemler zemininde hareket
edeceklerini, pratik duruşlarının ne olduğunu en karakteristik
ve önemli yönlerinden hareketle özlü biçimde ortaya
koyarlar. Bu özellikleriyle manifestolar ideolojik birliğin
zirveleridirler. Büyük değerler taşırlar. Ancak ulaşılacak
son zirve değil, ulaşılan ilk zirveyi ifade ederler.
İdeolojik birlik için başlangıç noktasıdırlar. İdeolojik
ve pratik birliğin geliştirilmesi için kollektif kanal
ve klavuz rolü oynarlar. Bu bağlamda manifesto anlayışımız
pek çok örgütün yaptığı gibi, bir fikirler dizisi kabul
edip ardından onu kutsal ve değişmez sayma anlayışından
kesin bir biçimde ayrılmaktadır, ayrılmalıdır. Bu bağlamda,
bu iki ürün ideolojik yenilenme-sıçrama sürecinin sadece
ilk elde ulaşılan düzeyinin ve derinleşmede derli toplu,
bütünlüklü bir başlangıcın ifadesi olacaktır, yoksa
sürecin bitmesi ya da esas olanın tamamlanması değil.
Günümüzde, sol harekette yaşanan genel ideolojik ve
siyasal keşmekeş ve çözümsüzlüğün -ufuksuzluğun- yarattığı
basınçla alelacele çözüm olma gayretkeşliğine, genel
ilkesel doğruları yeni dönemin kimi öğeleriyle harmanlayarak
sözde yeni dönem çözümlemeleri yapma yüzeyselliğine
ve sınırlı irdeleme-bilgilenmelerle ulaşılan kimi "parlak"
ve "yeni" fikirlerin akıntısına kapılmadan,
ele alınan her meseleyi kapsamlı ve derinliğine irdeleyen
çalışmalara dayanan ve bunların özlü anlatımlarının
organik bütünlüğünü ifade eden bir manifestoyu hedefliyoruz.
İdeolojik Yenilenme ve
Devrimci Manifestomuz,
Birkaç Militanın Değil,
Yapının Kollektif Ürünü Olacaktır
Sosyalist hareketin dünya ölçeğinde yaşadığı yenilgi,
düşünsel çoraklık ve ideolojik keşmekeş ortamında böylesi
devasa bir ideolojik yenilenme-aydınlanma sürecinin
özneleri ve olası/olması gereken gelişme yolları üzerinde
de durmak gerekiyor.
Herşeyden önce, sosyalist hareket bütün handikaplarına
karşın bu görevin altında kalmayacak güç ve birikimlere
sahiptir. Öte yandan, bu sürecin üretim mekanizmalarının,
daha öncekilere benzemeyeceğini-benzememesi gerektiğini
daha şimdiden söyleyebiliriz. Bilindiği gibi, bilimsel
sosyalist hareketin daha önceki gelişim evrelerinde,
ideolojik yenilenme-sıçrama sürecinin bütün boyutlarını
belirli sayıda devrimci önder omuzlamış ve özellikle
devrim ve sosyalizm meselelerinde bu önderlerin ülkelerinde
izlenen politikalar ve yaratılan deneyimler başat bir
rol oynamışlardır. 1840'lardan 1900'lerin başlarına
değin Marx ve Engels ve onların mücadele alanları olan
İngiltere, Fransa ve Almanya'da izlenen politikalar
ve deneyimler, 1917'den 1950'lere değin Lenin, Stalin
ve Rusya-SSCB deneyimleri, 1950'lerden itibaren Mao
ve Çin ile sömürge yeni sömürgelerdeki devrimci önderler
ve bu ülkelerin (Che-Fidel ekolüyle Küba ve Ho Chi Minh-Giap
ekolüyle Vietnam) deneyimleri bilimsel sosyalist hareketin
ideolojik yenilenme-sıçrama süreçlerinin merkezine oturmuşlardır.
Bu süreçlerin üretiminin az sayıda devrimci önder tarafından
omuzlanması biçiminde ortaya çıkan birinci özelliği,
özellikle 1917'lere değin süreçlerin kendi özgül nitelikleri
ve çeşitli sınırlılıklarıyla açıklanabilir. Ancak, daha
sonraki süreç için aynı şey söylenemez. Çünkü hem karşı
karşıya kalınan meselelerin sürekli olağanüstü büyümesi
ve hem de ideolojik üretim süreçlerinin daha geniş bir
insan zeminine yayılmasının olanaklarının doğmuş olması
nedeniyle, bu süreçlerin az sayıdaki devrimci önder
tarafından omuzlanması hem olanaksız hem de gereksiz
hale gelmiştir. Ve bu tarz, daraltıcı, şabloncu, ideolojik
ve siyasal bakışın kaynaklarından biri olmuştur.
Günümüzde hemen hemen her ülkede şu veya bu ölçüde devrimci
mücadele birikimleri-güçleri oluşmuştur.
Ve her ülkenin tarihsel-toplumsal birikimi ulaşılabilir
durumdadır. Bu bağlamda, dünyanın bilgisine ve bilimsel
sosyalizmin yeniden kuruluşuna bir ya da bir kaç ülkenin
birikimleri üzerinden ve onları merkez alarak değil,
bütün ülkelerin tarihsel-toplumsal birikimi ve devrimci
güçlerinin deneyimleri ve açılımları üzerinden ulaşmak
olanaklıdır ve olanaklı olduğu kadar da zorunludur.
Bilimsel sosyalist ideolojik yenilenme-sıçrama (ve tabi
ki örgütsel ve pratik yenilenme) bütün ülkelerin bilimsel
sosyalist hareketlerinin ve devrimci güçlerinin katkılarıyla
somutlaşacak ve bütün ülkelerin tarihsel-toplumsal birikimlerinin
renklerini taşıyacaktır. Sürecin somutlaşması, bir yanıyla,
ancak böylesi bir kollektif karakter taşımasına bağlıdır.
Böylece bilimsel sosyalist hareketin tarihinde ilk kez
bugün önümüzde duran devrimci yenilenme sürecinin başta
ideolojik yenilenme-sıçrama boyutu olmak üzere bütün
boyutlarının, tüm dünyanın birikimi üzerinden ve bütün
ülkelerin devrimcilerinin katılımıyla inşa edilmesi
sözkonusudur.
Yani kısacası, ideolojik yenilenmenin az sayıda devrimci
önder tarafından dar mekanlarda ve hatta dar yerelliklerde
geliştirilmesi dönemi artık kesin biçimde kapanmıştır.
Süreç bu yanıyla da, kitlesel üretkenlik süreçleri ve
kollektif mekanizmalarla üretilecektir. Sınıflar mücadelesinin
hızlı devinimi, bilginin ve bilimin olağanüstü genişlik.
derinlik ve çeşitlilik kazanması, bunların bilimsel
sosyalist yenilenme-aydınlanma sürecinin öğeleri haline
getirilmesi için, devrimci parti ve örgütlerin en geniş
kesimlerinin süreğen biçimde genel ve özgül konu-alan
çalışmaları temelinde ideolojik yenilenme üretimine
çekilmesini zorunlu kılmaktadır. Sınırlı sayıda önder
dışında, örgütün geri kalan bölümlerinin ideolojik,
düşünsel üretimin tüketicileri haline getiren ve bugün
ideolojik alanda, yeni devrimci insan ve kadrolaşma
alanlarında yaşanan pekçok kırılmada önemli bir rol
oymakta olan tarzı aşmak ve ideolojik üretkenliği daha
geniş bir insan zeminine dayandırmak zorunlu ve olanaklı
hale gelmiştir.
Zorunludur, çünkü ideolojik yenilenme-sıçrama süreci
olağanüstü geniş bir kapsama ve derinliğe sahip oluşu
nedeniyle daha geniş bir inansal zemine, daha doğru
bir deyişle yapının tüm bileşenine dayanmak zorundadır.
Tek tek az sayıdaki devrimci önderin çalışmaları ve
birikimleri üzerinden sürecin kapsamlı görevlerine gereken
genişlik ve derinlikte karşılıklar oluşturulamaz. Sadece
bu da değil, bu sürecin yapının tek tek her birinin
etrafında birleştiği, hemfikir olduğu ideolojik zeminin
birliğin yeni ve daha ileri bir düzeyden üretilmesini
ifade etmesi nedeniyle de yapının tek tek her bileşeninin
sürecin öznesi olma hakkı vardır ve zorunludur.
Bunun somut anlamı, bir veya birkaç kişinin manifesto
vb. temel teorik çalışmalara yönelmesi, yapının geri
kalan kısmının ise bu çalışmaların tümden dışında kalması
veya başkaca ideolojik çalışmalarla ilgilenmesi biçimindeki
solda egemen olan ideolojik üretim tarzının kesin biçimde
terkedileceğidir. Bu tarz, çok az sayıdaki kadro dışında,
yapının bileşenlerini sıradan tüketiciler haline getirir.
Önüne konulan ideolojik çalışmaların içeriğine ilişkin
ya hiç bilgilenmesi olmayan ya da çok sınırlı bilgiye
sahip olan, bu nedenle de sorgulama ve katkıda bulunma
şansı hemen hemen yok denecek kadar az olan tüketicilerdir,
sözkonusu olan. ıdeolojik çizginin böylesi bir işleyiş
içinde üretilmesi tarzını kesin biçimde aşmalıyız, aşacağız.
Bunun için herşeyden önce, her düzeydeki ideolojik çalışmanın
merkezine ideoloijik yenilenme sürecinin çalışmaları,
en başta da yeni manifestonun üretilmesi çalışmaları
oturmalıdır. Eğitim faaliyetleri, araştırma çalışmaları,
güncel teorik-politik yazın faaliyetleri vb. manifesto
çalışmasını eksen almalıdır. Tüm yapı ortak hedefe-çalışmaya
kilitlenmelidir. Öte yandan her devrimci sosyalist ele
alınan meselelerle ilgili tüm düşüncelerini özgürce
yapının tüm bileşenlerine açmalı ve tartışabilmelidir,
kollektif irade tüm bileşenlerin her birinin açık ve
detaylandırılmış görüş ve onayının ifadesi olmalıdır.
Kuşkusuz, herşeye karşın, her devrimci sosyalistin sürece
katkı ve katılım düzeyi pek çok nedenle aynı olmayabilir.
Ancak, tüm devrimci sosyalistleri ortak bir hedefte,
ortak bir çalışmada birleştiren bu yeni tarz, kollektif
üretimi egemen kılacak ve eski tarzın aşılmasının önünü
açacaktır. Çünkü birincisi, her devrimci sosyalistin
ortak çalışma ve hedef ekseninde harekete geçmesi, bilgilenmesi,
tartışması ve üreteceği fikirlerle katkıda bulunması
mümkün hale gelecektir. İkincisi, ideolojik birikimi
nispeten zayıf olan ve bu nedenle güçlü teorik-politik
katkı sunamayacak devrimci sosyalistler ise, bu süreçte
en azından ele alınan meselelere ilişkin sağlam bir
bilgilenmeye sahip olacaklardır. Böylece, az sayıda
kadronun üretici, yapının geri kalan bölümünün ise pasif
tüketici olduğu işleyiş aşılarak, her devrimci sosyalistin
sürecin öznesi olabilmesini olanaklı kılan, bunu dayatan
yeni bir tarz ve düzey yaratılacaktır.
Her devrimci sosyalist, yalnızca devrimci hareketimizin
değil, uluslararası sosyalist hareketin de sahibidir,
öznesidir.
Toparlayacak olursak; ideolojik yenilenme-sıçrama sürecinde,
devrimci sosyalist manifestonun üretilmesi sürecinde
üretim, yapının tüm güçlerini ve hatta duruma göre çevre
ve kitle ilişkilerinin katıldığı ve/veya ele alınan
meselelere ilişkin oluşturulmuş çeşitli uzmanlaşmış
grupların, araştırma birimlerinin çalışmalarının organik
bileşimine dönüşmek zorundadır.
Böylesi bir süreç, yapının her bileşeninin sürece katkı
sunmasını, kendisini ifade edebilmesini, sürecin öznesi
haline gelerek üretilen ürünlerde doğrudan kendisini
bulabilmesini, daha kapsamlı ve zengin bir düşünme havuzunun,
tartışma zemininin ve ürün düzeyinin de yaratılmasını
olanaklı hale getirecektir.
Bu, aynı zamanda ideolojik üretimin örgütlenmesinde,
katılımcılıkta, yeni ve daha ileri bir düzeye sıçramak,
yeni bir tarzı yaratmak anlamına da gelecektir.
Hiç kuşkusuz bu belirlemeler kimi önder kadroların,
devrimci örgütlerin politik bürolarınnın kimi ülkelerin
devrimci hareketlerinin ve tarihsel-toplumsal birikimlerinin
zaman zaman kimi önemli sıçrama noktalarında belirleyici
katkılar sağlamayacakları anlamına gelmez.
Ancak bu öğeler, yüzelli yıllık deneyimde olduğu gibi
tek belirleyici öğe olmayacaktır. Bundan böyle, ancak
yukarıda ifade edilen gelişme yolları, olanak ve dinamiklerle
birleşebildikleri ölçüde sosyalist kuruculuk sürecinin
üretilmesinde güçlü ve anlamlı sonuçlar yaratabileceklerdir.
Devrimci Manifestomuzun
Üretim Süreci, Kurallı, Denetimli,
Tartışarak-Üreterek İlerleyen
Bir Çalışma Tarzıyla Yürüyecektir
Kendiliğindenci gelişen, başıboş, keyfi bir çalışmanın
devrimci bir çalışma, hele hele kollektif bir devrimci
çalışma olduğundan söz edilemez.
Düşünsel üretimin merkezi bir role sahip olduğu ve bu
anlamda kişinin rolünün özel bir öneminin bulunduğu
ideolojik çalışmaların hem bireysel, hem de kollektif
denetime açık olması ve her adımının kollektif tartışmayla
biçimlenmesi ile mümkündür. Kolektiviteyi sağlayan araç,
mekanizma ve ilişkiler kişinin düşünsel üretimini çok
yönlü kılar, öz disiplin sağlar, ortak hedefe bağlar.
Devrimci ideolojik yenilenme ve manifestomuzun yaratılması
süreci, sosyalist teorinin yeni ve daha ileri bir düzeyden
üretilmesi anlamını taşıdığından konusu-içeriği bağlamında
sonsuz bir genişliğe sahiptir.
Ancak hiçbir devrimci hareketin, bu süreci bu en geniş
tanımıyla ele alamayacağı açıktır. M-L hareket, devrimci
manifestonun yaratılması görevini, esas olarak insan
ile insan ve insan ile doğa arasındaki ilişkilerin en
temel boyutlarının çözümlenmesi ve devrimci tarzda değiştirilmesi
için temel hareket noktalarının ortaya çıkarılması olarak
belirlemektedir. Bu bağlamda öncelikleri belirlenmiş
bir faaliyet söz konusudur.
Manifesto ise bu öncelikli meselelere ilişkin yapılacak
kapsamlı irdelemelerin özlü anlatımı olacaktır. Bu anlamda,
manifestoda ele alınacak meseleler, daha sürecin başında
(kesin sınırlar anlamında değil, yol gösterici anlamında)
belirlenecektir.
Öte yandan, ideoloik çalışmaların merkezine oturacak
ve özünü oluşturacak olan bu çalışmayı, kollektif bir
yapıya kavuşturmak için her devrimci sosyalistin çalışmalarını
bir diğerinin çalışmalarına bağlayarak, denetime sokup
tartıştıracak ortak mekanizmalar oluşturulacaktır.
Devrimci manifesto bu üretim süreci içinde adım adım
örülmelidir, örülecektir.
Sonuç Yerine
Yeni bir dönemin ve büyük mücadelelerin eşiğindeyiz.
21. yüzyıl, yeni dönemin dinamik ve çelişkilerinin en
olgun biçimleriyle ortaya çıkacağı ve çarpışacağı, insanlığın
kaderi açısından birçok yanı ile belirleyici mücadelelerin,
gelişmelerin yüzyılı olacak.
Tarihsel ve maddi sınırlarına dayanmış olan kapitalist
barbarlığın sistemin uzlaşmaz çelişkilerini daha önceki
dönemlerden çok daha kapsamlı ve derinlikli yaşayacağı
açıktır. Dünya burjuvazisi bu gerçeği tespit ediyor
ve başta proletarya olmak üzere tüm dünya emekçilerine
ve ezilen haklarına karşı büyük mücadelelere hazırlandığını
açıkça ilan ediyor, bunun planlarını ve somut hazırlıklarını
yapıyor.
Mevcut ve gelecekteki çelişki ve çatışmaları nihai sonuçlarına
ulaştırarak tarihin önünü açacak olan proletarya ve
müttefiklerinin, bu tarihsel misyonlarını yerine getirme
yolundaki ilk ve temel adım, kapsamlı bir devrimci karşı
saldırıya hazırlanmaktır. Buna hazırlık, insan ile insan
ve insan ile doğa arasındaki ilişkilerin, bütünün geçmiş,
an ve gelecek bağıntısı içinde yeniden ve daha ileri
bir düzeyde teoride ve pratikte çözümlenmesinde ifadesini
bulacaktır. Bunun adı devrimci yenilenme sürecidir.
Bu sürecin en temel halkalarından birini ideolojik yenilenme-sıçrama
ya da diğer bir deyişle Bilimsel Sosyalist Aydınlanma
süreci oluşturacaktır. Önüne somut hedefler koyan ve
pratik mücadeleyle iç içe yeni bir ideolojik yenilenme-aydınlanma
süreci geliştirmeden, sosyalizmin yeni ve daha ileri
bir düzeyi yaratılamaz, iddialı, büyük devrimci çıkışlar
geliştirilemez. Bu bağlamda, günlük ve genel pratik
görevlerin savsaklanmasına neden olmayan, ancak büyük
ve bütünsel pratik ve gelişmelerin bu aydınlanma süreciyle
iç içe elde edilebileceği bilinciyle, yani teoriyi pratik
mücadele yürüyüşünü sürdürerek üretmeyi esas alan bir
aydınlanma sürecidir söz konusu olan.
Yeni koşulların ürünü olan ve yeni bir düzeyi yaratmayı
hedefleyen ideolojik yenilenme süreci içeriği, niteliği,
özneleri, üretim süreçleri, içinde gerçekleştiği dönemin
sunduğu olanaklar vb. her noktada daha önceki benzer
süreçlerden daha farklı bir yapıya sahip olacaktır.
İçerik ve nitelikte olağanüstü bir genişlik, derinlik
ve komplekslik, devrimci yapının tüm bileşenlerinin,
çevre ilişkilerinin ve diğer devrimci güçlerin sürecin
üreticisi olması bağlamında geniş bir insan kütlesinin
üretimine yaslanma, bunların her düzeyde üretiminin
önünü açan bir katılım düzeyini esas alan en geniş kollektivizasyon;
işte, sürecin içyapısının karakteristik özelliklerinin
ana hatları bunlar olacaktır.
İdeolojik yenilenme-sıçrama geçmişle bugün, bugünle
gelecek arasında köprü olacaktır, olmalıdır. Mevcut
birikim üzerinden yükselen ancak onu tartışılmaz saymayan,
tabulaştırıp yeni düzeylere sıçramanın önünde engel
haline getirmeyen bir aydınlanma, çizgide süreklilik
ve olumlu kopuşu esas alan bir süreçtir gerekli olan.
Yaşanan ideolojik keşmekeşe asgari ölçülerde de olsa
yanıt oluşturmak ve toplumsal pratikle ana çizgiler
üzerinden de olsa güçlü bağlar kurabilmek için yeni
ideolojik yenilenme-aydınlanma sürecinin odağında ilk
elde bir manifesto düzeyine ve toplumsal devrim programına
ulaşma hedefi bulunmalıdır.
İdeolojik yenilenme-sıçrama süreci bütün bu özellikleriyle,
aynı zamanda, yeni dönemde yeniden oluşacak olan bilimsel
sosyalist kimliğin en temel bileşenlerinden biri olacaktır.
21. yüzyılı bilimsel sosyalizmin yeni ve daha ileri
bir düzeyini yaratarak kazanacağız. Yeni düzeyse, bugünden
yarına yürüteceğimiz planlı ve örgütlü bir sürecin,
devrimci yenilenme sürecinin ürünü olacaktır. Bugün,
devrimci sosyalist olmanın anlamı, dünya çapında çeşitli
biçimlerde ve içeriklerde uç vermiş olan bu yenilenme
ve aydınlanma çabalarına-süreçlerine ülkemizden katılmak
ve bu sürecin bileşeni olmaktır.
İşte tarihin önümüze koyduğu görev ve oynamamız gereken
rol budur, bu sürecin, güçlü, nitelikli ve kapsamlı
katkılar sunan bileşeni-öznesi olmak. Mevcut olanak
ve birikimin düzeyi ne olursa olsun eğer görevlerin
büyüklüğü, karmaşıklığı ve zorluğunun yanısıra, sunduğu
nesnel olanakları ve olumlu dinamikleri de görebilir
ve görevlerimizi başarma doğrultusunda harekete geçebilirsek
başarabileceğimiz kesindir. Çünkü bildik bir deyişle
ifade edecek olursak, tarih insanlığın önüne çözebileceği
sorunları koyar.
Bugün yaşanan trajik insanlık durumundan sınıfsız topluma
uzanan köprü olabilmek bu görevlerle, bu bilinçle, bu
ruhla donanarak mümkündür ve başarılacaktır, başaracağız.
|