Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

M. Arif

Fidel Castro’nun Moncada Baskını’nın onuncu yılında Havana Üniversitesi’nde yaptığı konuşmanın “Devrim İçin Savaşmayana Komünist Denmez” adıyla Türkçe’de yayınlanmasından bu yana neredeyse 25 yıl geçti. Bildiğimiz kadarıyla ilk kez Yar Yayınları tarafından yayınlanan bu konuşma, dünya devrimci hareketinin önemli belgelerinden biridir.
Türkiyeli devrimcilerin çoğunun defalarca okuduğu bu kitabı onca yıl sonra bugün yeniden ele alıp üzerine bir şeyler yazmak, bir açıdan bakıldığında pek anlamlıymış gibi görünmüyor.
Ama aslında bu kitap, tam da şu yaşadığımız günlerde, yeni-sömürgelerdeki devrimci hareketlerin çoğunun özellikle 1980’lerle başlayan yeni süreci bakımından önemlidir. Zapatist Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (EZLN) Chipas’ta düzenlediği uluslararası konferansta “belki bizim yapamadıklarımızı siz yaparsınız” diye özetlenebilecek kısa bir konuşma yapan Douglas Bravo, bu kitabın içeriğindeki polemiklerin başlıca kahramanıdır çünkü. 60’lı yılların Venezuela gerillasının efsane lideri Bravo’yu, klasik gerilla çizgisinden ve hatta devrimci iktidar perspektifinden oldukça uzaklaşmış olan EZLN karşısında biraz “yorgun” bir tavra ve ezik cümlelere zorlayan süreç, bir anlamda trajik biçimde bütün Latin Amerika gerillasının güncel tarihini özetlemektedir.

***
Fidel’in 13 Mart 1967 konuşması, gerçekten tam da bugünlerde önemlidir; çünkü söz konusu olan şey yalnızca bilinen coşkulu söylevlerden biri değildir. Konuşma, gerilla ve gerillanın anlamı-yönetimi üzerine çok ciddi bir polemiği de içermektedir.
Her şeyden önce Fidel’in bu konuşması, o zamanlar reel sosyalist ülke partilerinin söyleminde pek tanık olunmayan, şimdilerde ise neredeyse günah sayılan bir açık tavır olarak önemlidir. Hiç sağa sola kıvırmadan, diplomasi oyunlarına başvurmadan açıkça ortaya konulan bir dünya ve bölge devrimi perspektifi, bu konuşmayı belirler. Konuşmanın bütününde Fidel, Venezuela’nın ve kıtanın bütün devrimci hareketlerine açık desteğini ifade etmekte, hatta etik bakımdan onaylamadığı eylemler konusunda da kendi görüşlerini ifade ederken “düşman korosuna katılmak zorunda olmadığını” tam bir netlikle ortaya koymaktadır.
Dünya devrimci hareketleri üzerinde belirgin bir hegemonya kurmuş olan politik karteller (SBKP, ÇKP ve AEP gibi) karşısında, III. Bunalım Dönemi’nin yenilenme çizgisi olarak yeni-sömürgelerde ortaya çıkan devrimci akımın temel yönelimi, bu konuşmada son derece nettir. Venezuela’da devrimci çizgiyi temsil eden Ulusal Kurtuluş Cephesi / Ulusal Kurtuluş Ordusu (FLN-FALN) eğilimini ve onun liderleri olan Douglas Bravo ile Elias Manuitt’i açıkça destekleyen Fidel, bununla da yetinmeyip bölgedeki revizyonist çizginin temsilcisi Venezuela Komünist Partisi’yle de cepheden bir polemiğe girer.
Zaten konuşmanın en önemli yanı da bu polemiktir. Kısaca özetlenirse, 1931’de kurulduğu günden beri Venezuela halkının mücadelesinde çok önemli bir yer tutan Venezuela Komünist Partisi, 60’lı yıllarda ciddi bir travmaya uğramış ve ideolojik olarak kendisini bağladığı SBKP’nin revizyonist çizgisinin parçası olmuştur. Zaman zaman kongrelerde “silaha sarılma” gibi kararlar alınsa da, parti yavaş yavaş sağa doğru kaymış, dönemin modası olan “barışçıl yoldan sosyalizme geçiş” tezlerine sarılarak dönemin klasik sağcı KP’lerinden biri haline gelmiştir. Statükocu tutumlar, parti bürolarına tıkılıp kalmış militanlar, gerilla savaşlarına karşı açık bir güvensizlik, bu bürokrat ruhlu yöneticilerin asıl eğilimleridir.
Bundan sonrası da çok bildik bir öyküdür aslında. Dünyanın birçok başka köşesinde (örneğin Türkiye’de) olduğu gibi Venezuela’da da bu sağcı çizgiyi kabul etmeyen devrimciler, önce parti içinde muhalif bir konum almışlar, daha sonra ise açıkça ayrı bir devrimci yapılanma kurma yoluna gitmişlerdir. Bravo’nun deyimiyle bu, “gerçek marksist-leninistlerin kurduğu başka bir parti” olan “Devrim Partisi”dir.
Bu durum gerçekten de dönemin tipik olgularından biridir. Bir çok ülkede geleneksel komünist partiler eşzamanlı olarak çatlamış, dogmatik-sağcı yapılarla çelişen hayat ortaya yeni devrimci örgütler çıkarmıştır. Özellikle Latin Amerika’da bu sürecin neredeyse doğal olarak Che/Fidel çizgisinin yoğun etkisi altında (hatta Bolivya’da olduğu gibi doğrudan katılımla) gelişmesi ise Küba’yı bir devrimci odak olarak ön safa taşımıştır. 60’lı yıllarda bölgenin bütün devrimci gerilla örgütlerini bir araya getiren kapsamlı konferanslar ve hatta Üç Kıta Konferansı gibi çok önemli buluşmalar bu bağlamda yeni bir devrimci çizginin ifadesi olarak çok önemlidirler.

***
Elbette bütün bu gelişmeler zaman zaman Fidel ve Che’yi süreçle ilgili polemiklerin içine çekmiştir ve bunların en bilineni Venezuela gerillası üzerine olan tartışmadır. Kitabın konusunu da zaten bu tartışma oluşturmaktadır.
Her şey, Venezuela Dışişleri Bakanı’nın kardeşi ve Eski Sosyal Güvenlik Müdürü Julio Iribarren Borges’in FALN tarafından kaçırılarak cezalandırılmasıyla başlar. Venezuela’nın kanlı istihbarat örgütü DİGEPOL ajanı olan Borges’in cezalandırılması bütün Latin Amerika’ya bir bomba gibi düşmüştür. Olayın hemen ardından işbirlikçi Leoni rejimi FALN’ın eylemi üstlenen bildirisini Granma’da yayınlayan Küba’yı suçlamaya başlar. İşin bu bölümü biraz “normal” sayılabilir tabii; kıta üzerindeki her devrimci gelişmeden Küba’nın sorumlu tutulması bugün olduğu gibi o zamanlar da kukla yönetimler için adeta bir gelenektir.
Asıl önemli olan ise işin “sol” cephesidir. O cephede ise eylemi yapanları “lanetlemek” için kuyruğa giren ve sadece Bravo ve yoldaşlarını değil Küba’yı da hedef tahtasına koyan KP bürokratları vardır. Olaydan sonra başlatılan Küba karşıtı kampanyaya açıkça VKP yöneticileri de katılırlar ve hatta “partiden atılmış serserileri kollayan” Küba’yı üstü kapalı olarak Sovyetler Birliği üzerinden tehdit etmeye kalkışırlar.
Ama tartışmanın asıl önemli bölümü gerillanın anlamı ve devrimdeki fonksiyonuyla ilgilidir. Çünkü Venezuela gerillası, esasen KP’nin 60’lı yılların ortasında yapılan III. Kongresi’nde alınan kararlarla oluşturulmuştur. Ama Fidel’in de belirttiği gibi bu kararı alan parti, esasen sağcı bir noktadan kurtulamamış, kendi kararıyla oluşan gerillayı küçümseyen bir noktada durmuştur. Bölünme ve KP’den kopuşun asıl nedeni de budur zaten. Çünkü VKP’nin bürokrat yöneticileri için “gerillalar, daha çok bir kargaşalık aracı, politik manevralarda kullanılacak bir araç, bir tartışma aracı idiler.” (sf:40)
“Kentten gerilla yönetmeye çalışmak, gülünç ve suçlu bir davranıştı” diyor Fidel daha sonrası için. Fakat bu yalnızca bir yöntem sorunu da değildir aslında; gerillayı iktidara yürüyen bir ordunun nüvesi olarak değil de bir pazarlık aracı olarak gören KP yöneticilerinin yarattığı asıl vahim sonuç, sık sık verilen ateşkes kararlarıdır.
“Ve Venezuela’da gerillalar sık sık ateşkes emri aldılar. Bu da bir zırdelilikti! Savaş sırasında ateşkes anlaşmasına boyun eğen bir gerilla bozguna mahkum olmuş demektir. Bir gerilla, ancak bizim yaptığımız gibi, tutsakları Kızıl Haç’a göndermek için cephenin bazı bölümlerinde, o da bir ya da iki gün için ateş kesmeye razı olabilir.”(sf: 40)
Bunun gerillayı kamp rahatlığına alıştıracağını, moral bozacağını söyleyen Fidel, durumun özetini şöyle çıkarıyor: “Gün geçtikçe çoğalan ateşkes anlaşmaları. İşte Venezuela’da olan buydu.”
Bugünden bakınca belki tartışılabilir görüşlerdir bunlar; ama konuşmanın ilerleyen bölümlerinde Fidel’in açıkladığı VKP belgelerini okuduktan sonra sözkonusu “ateşkes”lerin de bizim bildiğimiz türlerden tamamen farklı, tamamen sağa kayan bir anlayışın eseri olduğunu görüyoruz.
Ve demokratik barış...
“VKP liderleri bir ‘demokratik barış’tan söz etmeye başladılar. Pek çok kişi soruyor: ‘Acaba bu demokratik barış da ne ola ki?’ Biz Küba Devrimi’nin liderleri de sorduk kendi kendimize: ‘Nedir bu demokratik barış?’ Doğrusunu isterseniz pek bir şey anlamadık. Gelgelelim anlamak da istiyorduk. Sonunda dayanamadık, bazı Venezuelalı liderlere soruverdik: ‘Nedir bu demokratik barışın hikmeti?’ Onlar da bizi kullanıla kullanıla dibi çıkmış, amma velakin süslenip püslenmiş eski bir taktik bozuntusunun teorisiyle karşıladılar: ‘Aslında savaşı bırakmak değil. Yalnızca bir dümen.’ (...) Elbet biz de bunu eli ayağı düzgün bir görüş olarak bulmadık. (...) Barıştan söz etmek, ancak savaş kazanmış bir devrimci hareketin hakkıydı. Neden derseniz, kamuoyu ve onun barış istekleri seferber edilebilir. Bunun olanak kazanması için önce istibdat ve sömürünün bozguna uğratılması gereklidir. Ama savaşın yenilgiye yüz tuttuğu anda barıştan söz etmek, barışın adına bozguna boyun eğmektir.” (sf:41)
Daha fazla uzatmak gerekmiyor. Okurumuz tartışmanın yöneldiği noktayı (ve elbette bu tartışmanın kendi coğrafyamızdaki malum olgularla olan benzerliklerini) çoktan farketmiş olmalıdır. Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde Fidel’in açıkladığı KP belgeleri ve FALN liderlerinin mektupları zaten sorunun derinliğini daha açıkça ortaya koyuyor. Bir tanıtım çerçevesinde bütün bunların hepsini verebilmek de zaten mümkün değildir.

***
Kitabın salt 60’lı yılların konjonktürüne özgü olmayan önemi de zaten ta bu tartışmalardan geliyor. Şüphesiz Fidel’in söyledikleri dahil her şey tartışılabilir; Venezuela gerillasının günümüzdeki pek parlak olmayan durumu, hatta düpedüz yokluğu da yukarıdaki tartışmayla birlikte ele alınabilir. Açıkçası, bu yokluğun, gerillanın hangi yanlışlarının eseri olduğu konusunda çok net ve güvenilir bilgilere sahip değiliz.
Ama her ne olursa olsun 1967 Venezuela polemiğinin “gerillanın devrimci mücadeledeki yeri” ile ilgili yanı bugün bile eskimiş değildir.
Latin Amerika gerillasının ve genel olarak dünyadaki devrimci hareketlerin yaşadığı belirgin gerileme ve tıkanıklık, artık bilinmeyen bir olgu değildir. Nikaragua’da silahla alınmış iktidarın seçim sandıklarında geri verilmesi, belki işin yalnızca bir bölümüdür. Daha sonra gelen El Salvador “barış görüşmeleri”nin sonuçları ise henüz bütün yönleriyle Türkiye devrimci hareketinde tartışılmış değildir. Bu konuda Le Monde Diplomatique’in Türkçe baskısının ilk sayısında yayınlanan bir çeviri, seçim yoluna girmiş gerilla cephesinin salt kazandıkları San Salvador belediye başkanlığı bakımından bile nasıl sorunlarla karşı karşıya kaldığını anlamak için önemlidir. İktidara yürümeyi açıkça reddederek neredeyse kendini devamlı bir özerklikle sınırlayan EZLN çizgisi ve çok daha farklı bir düzlemde seyreden Kolombiya “barış görüşmeleri” yine bu bağlamda irdelenmesi gereken olgulardır. Şili cuntası döneminde süreci belirleyici bir varlık gösteremeyen Devrimci Sol Hareket (MIR), Şahın devrilmesinden sonra gitgide bölünerek güçten düşen İran FEDAYİN hareketi, vb. başka örnekler olarak önümüzdedir.
Aynı şekilde geçen sayımızda yayınladığımız röportajda FHKC lideri Saadat’ın kendi geçmişleriyle ilgili söyledikleri, Abu Ali Mustafa öncesi dönemdeki ivme kaybına ilişkin üstü kapalı eleştirileri bu anlamda yorumlanmalıdır.
Ve tabii nihayet, bütün bu örneklerden yönelimi ve ideolojik tutumu açısından çok kesin çizgilerle ayrılan Mezopotamya deneyimi de her şeye rağmen bu genel toplam içinde değerlendirilebilir.
Geleneksel KP’lerin devamı olan çizgiler ya da sosyalist devrim tezini her derdin tek ilacı sayarak canının istediği herkesi rütbe tenziliyle “demokrat” yapıveren başkaları için her şey çok kolaydır şüphesiz. “Bu türden çizgilerin sonu işte böyle olur” deyip işin içinden rahatça çıkabilirler. Doğru dürüst ayakta kalan en ciddi sosyalist ülkenin Küba olması da onlar için yeterince aydınlatıcı değildir; Küba’daki en küçük bir çatlakta aynı bilinen tekerlemeye dönmeye hazırdırlar çünkü.
Ama mesele herhalde bu kadar basit olmasa gerektir.
Devrimci yenilenme perspektifiyle süreci kazanmaya kilitlenmiş her Sosyalist Barikat okuru, son 30 yılın yeni-sömürge deneyimini olağanüstü düzeyde önemsemek, tıkanma noktalarını ve bu arada başarı çizgisi yakalayan örnekleri de dikkatle incelemek zorundadır. Sürece böyle bir noktadan yaklaştığımızda ise önümüze çıkan en belirgin olgu, bu otuz yıl boyunca yalnızca reel sosyalist pratiğe ilişkinmiş gibi görünen gerilemenin aslında ilk bakışta sağlıklı gibi görünen devrimci hareketleri de kapsadığıdır.
Emperyalizm, 1970’lerdeki belirleyici krizinden itibaren sistemin çöküşüne yeni çözümler aramaya başlar ve 80’lere doğru yeni bir restorasyon sürecinin temellerini atarken, içten içe çürüyen ve çöküş noktasına dek uzanan bir gerilemeyi yaşayan yalnızca reel sosyalizm değildir. Bugünden bakınca, bir dizi deneyim üzerine yazılanları okuduğumuz bir noktada, olgular daha rahat görülüyor: Daha çok yeni-sömürgelerde yoğunlaşan devrimci cephenin samimi aktörleri de bu süreçte, restorasyon planının getirdiklerini-getireceklerini kavrayan, kendilerini bir yenilenme çizgisiyle yeniden üreten bir pespektifi yakalayamamışlar, her zaman devrimcilerden bir adım ileride olan düşmanın durumunu çözümleyememişler ve çoğu kez eski yöntemlerin ve tarzın devamı üzerinden giden bir yürüyüşe mahkum olmuşlardır. Böylece reel sosyalizmin çöküşü koşullarında ortaya çıkan moral bozukluğunun da üstesinden gelinememiş, genel güç kaybı manzarasının bir parçası olunmuştur. Aynı süreçte az çok başarılı bazı örneklerin de var olması bu yakıcı gerçeği değiştirmemektedir.
Üstelik bunun için çok belirgin birilerini de suçlamak mümkün değildir; devrimci sosyalizm, genel olarak yeni sürecin temel unsurlarını çözümleyerek politik atılımlar yaratmakta eksik kalmıştır; tek tek kişi ve örgütlerin eksiklerinin ötesinde mesele budur.

Sonuç Yerine, Öneri
Sonuç olarak nereden bakılırsa bakılsın, salt Türkiye bakımından değil genel olarak uluslararası devrimci sosyalist hareketin durumu bakımından çok ciddi sorular ortada durmaktadır. Bunlar, açıkça bize ait sorunlardır ve çözümleri de bizim dışımızda bir yerde, çok yetenekli birkaç karizmatik liderlik tarafından keşfedilmeyecektir; bizler, sokakta çalışan devrimciler, bütün bu soruları yanıtlamakla görevliyiz ve doğrusu en önemli görevimiz de budur.
Dolayısıyla, kendisini ideolojik-politik-örgütsel bütün cephelerde yeniden kurmaya, bir devrimci yenilenme atılımı yaratmaya karar vermiş olan devrimci hareketimizin her unsuru, özellikle son otuz yılın yeni-sömürge mücadeleleri tarihini yalnızca bir enternasyonalist “görev” anlamında değil, yeni sürecin mücadele biçimlerinin örülmesinde kullanılacak parametreler açısından da incelemeli, bunu devrimci manifestomuzun yaratılmasına yönelik ideolojik-politik çalışmanın bir parçası olarak algılamalıdır. Ayrıca, Sosyalist Barikat okuru, yakın dönemde Kürt dinamiğinin aldığı yeni pozisyonu da Fidel’in gerillanın fonksiyonu üzerine söyledikleriyle birlikte yeniden düşünmelidir ve hatta bu düşünme sürecine Ahmed Saadat’ın Arafat’a yönelik “İntifada’yı barış görüşmelerinin sopası olarak kullanma” eleştirisini de eklemelidir.
Bu bakımdan 1967 konuşması, Sosyalist Barikat okuru için iyi bir referans noktasıdır. Sosyalist Barikat okuru, aşağıda sunacağımız kaynakçayı bu kitapla birlikte değerlendirmeli ve sorun üzerine ciddi biçimde eğilmelidir. Bu, reformizmin (bazı hallerde silahlı da olabilen!) yeni türlerine karşı uyanıklığın geliştirilmesi ve devrimci mücadele biçimleri üzerine derinlikli tartışmaların yapılması bakımından hayati öneme sahiptir. Kaynakçanın çok çok eksik olduğunu biliyoruz; ama okurumuz bütün kaynakları bir araya getirmelidir.

1- Marksizm’de Gerilla Savaşı W. Pomeroy
2- Gerilla Savaşı Üzerine, Lenin
3- Askeri Yazılar, Mao Zedung
4- Seçme Eserler, Mao Zedung
5- Halk Savaşının Askeri Sanatı V. N. Giap
6- Vietnam Kazanacak Le Duan
7- Milli Kurtuluş Cephesi, Douglas Bravo, Ant
8- Askeri Yazılar, Che Guevara, Yar Yay.
9- Politik Yazılar, Che Guevara, Yar Yay.
10- Savaş Anıları, Che Guevara, Yar Yay.
11-Bolivya Günlüğü, Che Guevara, Yar Yay.
12- Afrika Rüyası, Che Guevara, Everest Yay.
13- Savaşçıya Pratik Öneriler, Che Guevara, Yar
14- Şehir Gerillası El Kitabı Carlos Marighella
15- Gerilla Bilanço Çıkarıyor, Belge
16- Che’nin Mirası, Belge Yay.
17- Batı Avrupa’da Silahlı Mücadele, Yar Yay.
18- İran’da Silahlı Mücadele, Yar Yayınları
19- Angola Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, Aşama
20- Dizginsiz Bir Sabırla, Tomas Borge
21- Farabundo Marti San Salvador’da, Belge
22- Uzun Savaş, J. Dunkerley, Alan
23- Kolombiya Halk Gerillası, J. Arenas, Yar Yay.
24- Latin Amerika Solu Tartışıyor, M. Harnecker
25- Filistin ve İntifada
26- Güney Yemen’de Silahlı Savaş
27- Kızıl Tugaylar, Yar Yay.
28- Filipinlerde Gerilla Savaşı, Pomeroy
29- Kürdistan’da Zorun Rolü, Serxvebun
30- Latin Amerika’da Uzun Yürüyüş,
31- 2000’li yıllarda Silahlı Mücadele, Ö. Barikat, 4-5. sayı.
32- Devrimde Devrim R. Debray, Ant

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul