Bahardayız, yaşamın hızlandığı aylardayız. Bahar
ayları doğanın uyanış zamanı, fakat sadece bu
değil, sınıflar mücadelesinin de hız kazandığı,
çoğunlukla tüm bir yılın temposunun ipuçlarının
da ortaya çıktığı eylem ve mücadele süreçlerinin
hız kazandığı aylar...
2005 Nisan'ı daha bir yoğun, daha bir hızlı ve
gelecek açısından önem taşıyan kimi ipuçlarını
daha güçlü taşıyor. Nisan'a politik mücadelenin
her cephesinde önemli gelişmelerin boyverdiği,
derinlik kazandığı bir süreç de giriyoruz. Bayrak
provakasyonun ardından, faşist saldırganlığın
Trabzon'da hız kazandığı ve giderek yayılma eğilimi
gösterdiği günlerden geçiyoruz. ABD-AB ilişkilerinden,
Filistin ve Irak'a, Latin Amerika'dan Rusya ve
Kırgızistan'dan çevre ülkelerine değin çelişki
ve çatışmaların hem coğrafyamızda, hem de dünyada
hız ve yoğunluk kazandığı günlerden geçiyoruz.
Hiç kuşkusuz, içinden geçtiğimiz bu günlerde coğrafyamızın
en önemli gündemi ipleri çözülen sivil faşist
çetelerin giderek yoğunlaşan saldırganlığı...
Gerekçe ise Newroz'da iki küçük çocuğun TC bayrağını
yere atmalarıydı.
Aslında MHP-Ülkü Ocakları eksenli sivil faşist
çetelerin son 1 yıldır adım adım giderek artan
bir saldırganlığı söz konusu. Seçim yenilgisinin
şokunu atlatan MHP ve Ülkü Ocakları çeteleri,
bir yandan iktidar oldukları dönemde elde ettikleri
rant alanlarını korumak için maf-yatik faaliyetlerini
sürdürürken, politika yapmanın yegane yolu olarak
bildikleri provokasyon yaratma ve saldırgan çeteci
yollarla yeniden gündemleşmeye çalışmaktaydılar.
Bu çete lerin faşist terör yoluyla harekete geçmesi
elbette devletin asli sahiplerinden, yani oligarşiden,
"derin devlet" olarak tanımlanan devletin
çekirdeğinden bağımsız olarak düşünülemez. Onların
tasmalarını çözen oligarşidir...
Tasmalar neden çözüldü? Ne yapılmak isteniyor?
sorularının yanıtı, oligarşinin ve onun uzantısı
olan devletin çelik çekirdeğinin hükümete bakışı,
yeni politik seçenekler oluşturma noktasındaki
girişimleri, başta sol ve devrimci güçler olmak
üzere toplumsal muhalefetin toparlanma çabalarını
nasıl bir cevapla karşıladığı, karşılamak istediği
noktalarında gizlidir.
ABD emperyalizmi, AKP hükümetine ezilenlerin öfkesini
etkisizleştirme kapasitesi yüksek, ıslah edilmiş,
yola getirilmiş, Büyük Ortadoğu Projesinde İslam
ülkelerine model olarak sunduğu "ılımlı İslam"
modelinin somut örneği olan bir seçenek olarak
oldukça güçlü bir destek vermişti. Oligarşi içindeki
yerli işbirlikçiler ise AKP'ye daha temkinli yaklaşmış,
"ılımlı İslam" söylemi dışında ABD ile
aynı gerekçelerden hareketle geçici bir yol arkadaşı
olarak seçimlerin ardından destek vermiş, önemli
bir siyasi kredi açmıştı.
Aradan geçen iki buçuk yıl, AKP'nin esas olarak
efendilerine sadık bir hizmetkar olmasına karşın,
beklentileri yeterince yerine getiremediği yönündedir.
AKP'nin politik kadrolarının içinden geldiği ve
ana zeminini oluşturan islamcı orta-üst sınıflar
ve oligarşiyi bir-iki adım geriden takip eden
büyük burjuvazinin, oligarşinin programlarıyla
çelişen talepleri ve AKP yöneticilerinin bu taleplerle
ABD ve oligarşinin istemlerini dengeleme çabaları
doğal olarak yalpalamasına yol açıyor. Bu yalpalamalar
ABD emperyalizmini ve oligarşiyi giderek artan
ölçüde rahatsız ediyor. AKP hem kendi toplumsal
tabanında, hem de ABD ve oligarşi nezdinde yıpranıyor.
Ancak özellikle ABD emperyalizminin AKP'yi hemen
gözden çıkarması söz konusu değil. AKP, "ılımlı
İslam" projesi için yeterince iyi olmasa
da fena sayılmayacak bir işbirlikçilik örneği.
Diğer İslam ülkelerine bu modeli yaymayı hedeflediği
bir süreçte hemen tasfiye edilmesi düşünülemez.
Oligarşi için ise henüz AKP'nin yerine konulacak
bir seçenek yok...
İşte tamda bu noktada, ABD emperyalizmi ve oligarşi
için yıpranan AKP'nin yerine konulabilecek, toplumsal
desteğe sahip yeni yedeklere ihtiyaç var. Burjuva
siyaset alanında emperyalizme ve oligarşiye sadık
yeni politik seçeneklerin oluşturulması süreci
bir yandan geniş toplumsal kesimlerin burjuva
siyaseti ile bağlarının canlanmasına, güçlenmesine
yardım ediyor; böylece devrimci, demokratik seçeneklere
doğru bir yönelişin önü kesiliyor, bir yandan
da AKP (ve tabii ki CHP) yeni seçeneklerin basıncı
altına alınıyor. Bu yoldan, AKP (ve CHP), emperyalizmin
ve oligarşinin politikalarından uzaklaşma eğilimlerini
frenlemesi, kayıtsız şartısız biçimde boyun eğmesi
için tehdit ediliyor. AKP'de Erkan Mumcu'nun,
CHP'de Mustafa Sarıgül'ün gürültülü kampanyalarla
ve bir toplumsal taban yaratılmaya çalışılarak
öne çıkarılması bu yaklaşımın ilk ürünleridir.
ABD emperyalizmi ve oligarşi toplumsal zeminleri
yokluyorlar. Siyasette oluşan boşlukları kendi
seçenekleri ile doldurmaya çalışıyorlar. Bu nokta,
sokak provokasyonları ile tamamlanıyor. Sokakta
da devrimciler ve yurtseverlere dönük saldırılarla
sokaktaki politikada denetim alınıyor. Tabi, bir
yanıyla da sokakta AKP'nin etkinlik alanı ortadan
kaldırılıyor.
Tabloyu bütünlüklü olarak anlayabilmek için bir
adım daha ilerlemek gerekiyor. Burjuva siyaset
alanındaki bu girişimler sadece burjuva siyaset
alanını manipüle etmeye, bu alanın yeniden düzenlenmesine
dönük değil, elbette. Derinde çok daha önemli
bir hedef var; işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların,
ezilenlerin, Kürt ulusunun ve diğer ulusal toplulukların
dünyasında düzen dışı seçeneklerin güçlenmesini
engellemek! Sürekli yeni aktörlerin, hareketlerin
ortaya çıkarılması, emekçilerin bu aktörlere ve
partilere yönlendirilmesi, bu yoldan burjuva siyasetin
sürekli canlı tutulması, kurtuluş seçeneği olarak
sürekli gündemleştirilmesi bunun yollarından biri
haline getirilmiş durumda. Son 10-15 yılda çok
sayıda burjuva politikacının ve parti girişmelerinin
gündemleşmesi, bunların gürültülü kampanyalar
yoluyla burjuva siyasetini sürekli canlı tutmaları
artık alışıldık bir durum... Kuşkusuz sadece bu
değil, partileri aşan tarzda tüm burjuva politik
alanı devrimci ve demokratik güçlere karşı saflaştıran
süreçlerde son 15 yılın en çok kullanılan yöntemlerinden
biri haline gelmiş durumda.
Bu noktada, Kürt ulusal sorunu ve mücadelesi ile
bağlantılı olarak, en çok kullanılan argümanlar
faşist milliyetçiliğin argümanları... Bu argümanlar,
burjuva politik alanı ve etkilediği geniş nüfus
kesimlerini emperyalizm ve oligarşinin arkasında
saflaştırmak, sistemin gevşeyen ideolojik ve politik
vidalarını sıkılaştırmak, devrimci ve yurtsever
hareketi baskı altına almak, sokak hakimiyetini
ele geçirmek için sıkça kullanılıyor.
Oligarşi ve onun siyasal uzantısı olan devletin
çekirdeği bu operasyonları genellikle tek bir
parti üzerinden değil, tüm burjuva partilerini
arkasına takacak tarzda doğrudan kendisi organize
ediyor. Böylece kendisinin doğrudan politik kampanyaları
örgütleme gücünü, geniş kesimleri arkasında saflaştırma
kapasitesini de test ediyor.
Son bayrak provokasyonu ve ardından Trabzon'da
bildiri dağıtan TAYAD'lılara üst üste gelen iki
saldırı, bu saldırıların çeşitli kentlerde yaygınlaşma
eğilimi göstermesi bu noktalarda anlam kazanmaktadır.
Devrimci güçlerin en azından bir bölümünün toparlanma
eğilimi içinde olması, SEKA'da neoliberal politikalara
karşı işçi sınıfı içinden büyük bir halk desteği
sağlayan direnişin gelişmesi ve bu direnişe esas
olarak sadece devrimci ve sol güçlerin destek
vermesi, sahip çıkması, bunun geniş emekçi kesimlerce
görülmesi, Tekel'de daha büyük bir direniş için
büyük bir potansiyelin birikiyor oluşu, Irak’taki
emperyalist işgale karşı geniş emekçi kesimlerde
öfkenin büyümesi ve buna karşı tutarlı mücadelenin
devrimci ve sol güçlerden gelişi ve bunun devrimci
ve sol güçlerin hanesine bir artı olarak yazılması,
Kızıltepe'de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babasının
katledilmesi ile oligarşinin demokratikleşiyoruz
iddialarının aldığı ağır yaranın, Devrimci 8 Mart'a
yapılan vahşi saldırı ile daha da derinleşmesi,
Newroz'un 750 bin civarında kitlenin katıldığı
görkemli törenlerle kutlanması, birleşik bir 1
Mayıs'ında görkemli olacağının açığa çıkması,
vb. gelişmeler, oligarşiyi yeterince tedirgin
etti. Bu sürecin dizginlenmesi, toplumsal atmosferin
yeniden faşist karakterde gündemlerle, söylemlerle
belirlenmesi için düğmeye basıldı. Klasik faşist
provokasyon yöntemleri oldukça büyük bir kampanya
temelinde gündeme sokuldu. Newroz'da küçük çocukların
eline (kontrgerilla tarafından verildiği konusunda
emin olabiliriz) TC bayrağı verilerek parçalatılmaya,
yaktırılmaya çalışılması provokasyonun ilk adımı
oldu. Provokasyon sonrasındaki ilk gün kontgerilla
ile medyadaki uzantıları arasındaki iletişim eksikliğinden
olacak ki, görüntüler TV'lerde yayınlanmasına
karşın, faşist güruhları sokağa dökecek kampanya
başlatılmadı.
Bir sonraki gün kontrgerillanın merkezi Genelkurmay,
olayın soğumasını engellemek için konuya ilişkin
doğrudan devreye girerek, hiç utanmadan 12 yaşındaki
çocukları vatan haini, "sözde vatandaş"
vb. ilan ederek (gerçi onlardan utanma beklemek
safça bir ifade, çünkü onlar 12 yaşındaki Uğur'u
12 kurşunla katledip, ardından da suçlayacak kadar
insandırlar), bayrak, vatan edebiyatıyla faşist
milliyetçi söylem temelinde Kürt ulusunu ve yurtseverleri
hedefleyen faşist saldırganlık kampanyasını başlattılar.
Ülkeyi IMF'ye teslim edenler, kafasını Amerikan
çuvalına direnmeden koyanlar, üstüne üstlük Amerikalılara
daha büyük üs kolaylıkları sağlayanlar, Amerikan
generalleri, bakanları karşısında boynu bükükleri
oynayanlar, her zamanki pişkinlikleriyle en vatansever
pozlarında halk düşmanı provokasyonu tezgahlama
işine giriştiler. Provokasyonun ilk adımı esas
olarak Çanakkale savaşının yıl dönümü nedeniyle
yapılan abartılı şövenist törenler ve medyada
yapılan yayınlardı. Bunlar faşist milliyetçi histeri
için uygun bir moral ve siyasal atmosfer yaratma
işini üstlenmişlerdi demek gelinen noktada abartılı
bir yorum olmayacaktır. Provokasyon için harekete
geçildiğinde bunun için gerekli toplumsal zeminde
asgari ölçüde de olsa hazırlanmıştı. Nüfusun geniş
kesimleri böylesi pespaye bir provokasyonla oligarşinin
arkasında saflaştırılıyordu.
Böylece devrimcilerin, solun, yurtseverlerin,
emek güçlerinin küçük küçük de olsa kazanmakta
oldukları toplumsal mevziler ciddi bir basınç
altına alınmaya çalışılıyor. Provokasyona konu
olan bayrak meselesi burjuva medyası ve devlet
kurumlarının öncülük yaptığı gösteriler yoluyla
öne çıkarılarak, solun gündemleştirdiği yoksulluk,
işgale karşı mücadele, özelleştirmeler, anti-demokratik
saldırganlık vb. gibi geniş emekçi kesimlerde
destek bulabilen sorun başlıkları geriye itildi.
Ülkeyi satanlar bir anda büyük vatanseverlik yalanlarıyla
kendilerini pazarlama imkanı buldular.
İkinci ve çok daha önemli manipülasyon, aldatma
süreci daha derinden işledi. Yüzeysel bir bakışla
görülemeyecek bir süreçti bu... Nüfusun geniş
kesimlerinde başta ABD emperyalizmi olmak üzere
tüm emperyalist güçlere karşı biriken öfke, ülkenin
alenen emperyalist devletlere ve IMF gibi kurumlara
peşkeş çekilmesinin yarattığı ulusal onurun zedelenmesi,
bunun yarattığı yoksulluğun derinleşmesi, örgütsüzlük
ve öncüsüzlük nedeniyle bu tablo karşısında yaşanan
çaresizlik, vb. öğelerden oluşan şekilsiz bir
anti-emperyalist tutum, oligarşi tarafından bir
süredir "Irak'ta Kürt devleti tehtidi",
"Irak'ta Kürt-ABD işbirliği nedeniyle zedelenen
ulusal çıkarlar", Metal Fırtına romanında
yer alan "Irak’ta Kürt devletine Türkiye'nin
müdahalesi nedeniyle ABD'nin Türkiye'yi işgali"
vb. gibi provokatif, saldırgan, kışkırtıcı söylemler
ekseninde asıl sorunun ABD değil, Kürtler olduğu
vurgulanarak muğlaklaştırılmaya çalışılmaktaydı.
Bayrak provokasyonuyla, anti-emperyalist karakter
taşıyan ABD ve IMF karşıtı öfkeyi muğlaklaştırma
operasyonu ciddi bir yol kat etmiş oldu; "Türk
ulusunun geleceğini karartmak isteyenler, değerlerini
çiğneyenler Kürtlerdir" mesajı güçlü biçimde
işlendi. Gözler ve öfke, ABD ve IMF'den Kürtlere
ve onlara destek olan devrimci ve yurtsever çevrelere
çevrildi.
Böylece CIA yetiştirmesi MHP'li faşist çeteleri
bile sahte bir Bush (işi sahte bile olsa Amerikan
karşıtlığına vardırmaya yürekleri yetmedi) karşıtlığı
içinde olmaya zorlayan anti-emperyalist toplumsal
atmosfer bir anda etkisizleştirildi. Ulusal ezilmişlik
ve çaresizlik duygusunun biriktirdiği enerji Kürtlere
ve devrimcilere yöneltilerek boşaltıldı. ABD emperyalizmi
ve oligarşi ideolojik ve siyasal alanda önemli
bir hamle yaparak kendilerine yönelen öfkeyi,
karşıtlarına çevirmeyi bir ölçüde başardılar.
MHP'li faşistler bir adım daha ileri gidiyor.
Bayrak provokasyonunun yarattığı gerici-faşist
atmosferini sokak hakimiyeti için kullanmaya çalışıyorlar.
Anadolu kentlerinde devrimcilerin sokak faaliyetini
engellemeye çalışıyorlar. Trabzon'da TAYAD'lı
5 kişinin linç edilmeye çalışılması, ardından
daha kalabalık olarak yapılan basın açıklamasına
tekrar saldırılması, ardından bir çok kentte MHP'li
faşistlerin saldırı yaptığı haberlerinin gelmesi,
bayrak provokasyonunun devrimcileri sokaktan silme
denemesine dönüştüğünü gösteriyor.
Elbette başaramayacaklar, başaramazlar! Devrimciler
MHP'li faşistlerin hangi dilden anladığını çok
iyi biliyorlar. MHP'li faşistleri yeni tanımıyoruz,
onların barbar yüzünü 70'li yıllardan biliyoruz.
Ve devrimci sosyalistler olarak onlara gerektiğinde
nasıl cevap verileceğini gayet iyi biliyoruz.
Onların şefleri de bunu iyi biliyor.
Tüm devrimciler, tüm yurtseverler faşist saldırılar
karşısında meşru savunma haklarını tereddütsüz
kullanmalıdır. Sokağı ve mücadele alanlarını sivil
yada resmi faşist çetelere asla bırakmayacağız!
Faşist saldırganlığın püskürtülmesi ve bunun için
militan bir tutumun geliştirilmesi sürecin görevidir.
Ancak, faşist sürülerin gündemi belirleme çabalarının
arkasında da sürüklenmemek zorunludur. İşçi sınıfının,
yoksul halkın sorunlarından, gündeminden asla
kopmamalıyız. İşsizlik ve yoksulluk bu gündemin
ana unsurlarından ikisi olmaya devam ediyor. Emekçiler
"ekonomi büyüyor" vb. teranelerine rağmen
emekçiler yaşamlarında herhangi bir iyileşme olmadığını
görüyorlar.
İşsizlik ve yoksullukla mücadele kampanyamız emekçilerle
buluşmada, onlar nezdinde görünür olmada önemli
bir adımı ifade ediyor. Esas olarak açık ve meşru
mütevazi mücadeleler üzerinden yürüyen kampanyamızın
sonuçları, emekçilerin sistemle olan çelişkileri
üzerinden yürüyen devrimci çalışmaların ne denli
olumlu sonuçlar yarattığını gösteriyor. Geleceğin
daha bütünlüklü, daha kapsamlı ve militan kampanyalarının
ne denli önemli sonuçlar yaratabileceğini bugünden
görüyoruz. Devrimci çalışma işsizlik ve yoksullukla
mücadele şiarları süreklileştirilerek, sistemle
emekçiler arasındaki farklı sorun-çelişki alanlarını
kapsayarak büyütülecektir.
ABD emperyalizminin dünya çapındaki saldırganlığı
yeni hamlelerle büyüyor. Eski SB coğrafyasında
Rusya, ABD ve AB , kıyasıya bir paylaşım mücadelesi
yürütüyorlar. Bunun en son parçası Kırgızistan
oldu. Kırgızistan'da eski KP bürokrasisinden oluşan
gerici yönetim Rusya'ya yaslanarak, ABD'yi de
idare ederek işleri yürütme politikasında sınırlara
vardı ve ABD önderliğinde geliştirilen bir darbe-ayaklanma
karşımı süreçle devrildi. Jeopolitik olarak önemli
bir kavşak noktasında olan Kırgızistan'da insiyatifin
önemli ölçüde ABD'ye geçişi bölgedeki çatışmaların
her yönlü dahada şiddetleneceğini gösteriyor.
ABD emperyalizmi gerici şiddetini dünyanın dört
bir yanına yayıyor. Ve elbette buna karşı tepkilerde
büyüyor. Irak’ta direniş güçleri iniş-çıkışlara
karşın güçlerini ve eylemlerini büyütmeye devam
ediyorlar. Dünyanın dört bir yanından anti-emperyalist
mücadele dinamikleri, potansiyelleri büyüyor.
Latin Amerika'da sol mayalanma giderek büyüyor
ve derinleşiyor.
Yapılan anketler ve günlük yaşamdaki izdüşümleri
başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist
güçlere karşı, özellikle emekçi kesimler içinde
büyük bir öfkenin biriktiğini gösteriyor.
****
Emekçiler kendi günlük yaşamlarındaki yoksunluklara,
yolsuzluklara, soygun sistemine, emperyalist saldırganlığa
karşı büyük bir öfke biriktiriyorlar. Herkes bunu
görüyor...
Oligarşinin buna verdiği yanıt açıktır; ya baskı
yoluyla sindirmek, terörize etmek, yada faşist
provokasyonlar yoluyla bu öfkeyi gerici kanallar
içinde eritmek, kendisi için bir kaldıraca dönüştürmek...
Faşist provokasyonlar ve saldırganlık karşısında
tereddütsüzüz. Faşist çeteler karşısında gerilemek
yok, yaratmaya çalıştıkları atmosferin arkasında
sürüklenmeden, anladıkları dilden yanıt vermek
tüm devrimcilerin görevidir.
Gündemleştirmemiz gereken ana sorunlar ise emekçilerin
sistemle olan çelişki noktalarıdır. Yoksulluktur,
işsizliktir, hortumculuktur, yolsuzluktur, eşit
eğitim ve iş talebidir, emperyalistlerle ve IMF
ile her türden bağımlılık ilişkisinin kesilmesidir,
Kürt ulusunun ve diğer ulusal toplulukların özgürlük
istemleridir ve tüm demokratik hak talepleridir.
Bu talepler doğrultusunda bugünden geliştirilen
irili-ufaklı tüm çalışmalar geleceğin mücadeleleri
büyük zeminlerin yaratılması anlamına geliyor.
Bu bilinçle yüklenebilmeliyiz bu sorunlara...
***
Ve 1 Mayıs geliyor...
Birleşik, devrimci, kitlesel bir 1 Mayıs yaratmalıyız.
2005 1 Mayıs'ı faşist saldırılara, şovenist histeriye
karşı devrimci, demokratik, yurtsever güçlerin
ortak direniş bayrağı olarak yükselmelidir.
2005 1 Mayıs'ı devrimci ve sol güçlerdeki ilerleme
eğilimlerinin güçlü biçimde ortaya konduğu bir
1 Mayıs olmalıdır.
2005 1 Mayıs'ı emekçilerin insanca yaşam taleplerinin,
demokrasi ve özgürlük taleplerinin daha güçlü
biçimde ifade edildiği bir 1 Mayıs olmalıdır.
1 Mayıs'ın bu niteliklere sahip olması esas olarak
ancak devrimcilerin kendilerini mümkün olan en
güçlü biçimde ifade ettikleri ve kazanılmış hakları
ileriye taşıyan birleşik bir 1 Mayıs'la mümkündür
Devrimciler bunu başarabilir, devrimci sosyalizm
bu doğrultuda üzerine düşen her şeyi yapmaya hazırdır,
yapacaktır!
|