Yeni tarihsel süreçle birlikte bütün dünya halklarına
ve hatta metropol işçi sınıfına bile acımasız
bir yoksulluğun dayatılması ve bu arada işsizlik
ve yoksulluğun sonuçlarını hafifletebilecek bütün
sosyal hizmet alanlarının hızla ticarileştirilerek
soyguna açılması, son yıllarda toplumsal mücadele
alanına yeni deneyim ve olguları armağan etti.
Gerçekten de son süreçte, dünyanın birçok köşesinde
ama en çok da Latin Amerika ve Asya’nın yeni-sömürge
ülkelerinde kendisini çeşitli biçimlerde tanımlayan
hareketler ortaya çıktı. Zaman zaman, Arjantin’de
olduğu gibi, bir haftada birkaç devlet başkanını
koltuğundan eden, başka ülkelerde ise büyük eylemlerle
hayatı felç eden bu toplumsal hareketler, zamanla
az çok kalıcı örgütlülük biçimlerine de vardılar
ve doğal olarak bizim de gündemimize girdiler.
Sosyalist Barikat’ın çeviriler yoluyla mümkün
olduğunca izlemeye çalıştığı bu deneyimler, solda
kimi zaman belirgin bir kuşkuyla karşılanırken
kimi zaman da politik mücadelenin tek gerçeğiymiş
gibi algılandı.
Her ne olursa olsun, sonuçta bütün bunlar geçmiştenberi
alışık olunan mücadele ve örgüt biçimlerinden
farklıydı. Tümüyle kalıcı olup olmayacakları ya
da kendi içlerinden neyi doğuracakları henüz belli
olmayan bu kitlesel örgütlenme ve çarpışma biçimleri
bilinen parti-kitle ilişkilerini de içermiyordu;
daha doğrusu bu ülkelerin çoğunda geçmişin devrimci
partileri de böyle bir performanstan uzak görünmekteydiler.
Kimileri platform biçiminde oluşan, kimileri yeni
sendikal biçimlere denk düşen bu hareketlerin
tümünü başlıkta yaptığımız gibi “Yoksulluk Karşıtı
Hareketler” kavramı altında incelemek belki çok
doğru değildir. Ama yine de bu tercih edilebilir;
çünkü bu hareketlerin neredeyse tümü, kendilerine
verdikleri isim ya da örgütsel biçimleri (sendika,
hareket, cephe, vb.) ne olursa olsun, emperyalist
sistemin son süreçte dayattığı Yeni Dünya Düzeni’nin
yarattığı korkunç yoksulluktan doğan patlamalardır.
Esas olarak hedeflerine koydukları olgu, kapitalizmin
herhangi bir döneminde de var olan adaletsizlik
ve sömürü mekanizması değil, özel olarak bugünkü
neoliberal soygun ilişkileridir. Söz konusu hareketlerin
kısaca ele alınarak irdelenmesi dönemin bir olgusunu
anlamak açısından yararlı olacaktır. Kuşkusuz
bunu eldeki bilgiler oranında yapabileceğiz. Örneğin
Paraguay’daki “Ulusal Köylü Federasyonu” ya da
Filipinler “1 Mayıs Hareketi” gibi oluşumlar üzerine
Türkçede çok ciddi kaynakların olmayışı bu yolda
bir engel. Ama yine de en azından belli başlı
hareketleri irdelemenin yararlı olduğunu düşünüyoruz.
Uluslararası Örgütlenmeler:
1: OXFAM
Yerel örneklere geçmeden önce, büyük çoğunluğu
mücadele değil yardım örgütü gibi çalışan uluslararası
hareketlere kısaca değinmekte yarar var.
Uluslararası düzeyde faaliyet gösteren yoksulluk
karşıtı hareketlerin en büyüklerinden biri, Merkezi
Londra’da bulunan ve dünyanın çeşitli ülkelerinde
varolan örgütlenmeleri bünyesinde barındıran Oxfam’dır.
Kendisini “yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı çıkmak
için hükümet dışı örgütlerin oluşturduğu uluslararası
bir konfederasyon” olarak tanımlayan Oxfam, uluslararası
yardım örgütü gibi çalışmaktadır.
Oxfam, faaliyetlerini beş ana konuda yoğunlaştırmaktadır.
“Maliyeti azalt!” kampanyasıyla küresel ilaç piyasasında
karı değil insanların hayatını öne çıkararak,
ilaç fiyatlarının yoksulların satınalma güçlerine
uygun hale getirilmesi amaçlanmaktadır. “Çatışmayı
kes!” kampanyasıyla son yıllarda küçük silahlar
yoluyla atom bombasından kaynaklanan ölümleri
aşan yerel, bölgesel çatışmaların sona erdirilmesine
katkıda bulunulmak istenmektedir.
“Borcu azalt!” kampanyasıyla IMF ve Dünya Bankası
gibi uluslararası finans örgütlerine yoksul ülkelerin
borçlarının tamamının silinmesi çağrısı yapılmaktadır.
“Eğitim şimdi!” kampanyasıyla çoğunluğu kızlardan
oluşan milyonlarca eğitimsiz çocuğun eğitimi için
G8 ülkelerinin daha fazla kaynak yaratmaları talep
edilmektedir.
Son olarak zengin ülkelerin kapılarını yoksul
ülkelerle daha fazla ticarete açmaları istenmekte;
zengin ülkelerin bir yandan serbest ticaret savunusu
yaparken diğer yandan kapılarını yoksul ülkelerin
ihracatına kapamaları teşhir edilmektedir.
Bu faaliyetlerinden de anlaşılabileceği üzere
Oxfam küreselleşmenin kendisine karşıt değildir;
bu yönüyle militan özelliği öne çıkan diğer küreselleşme
karşıtlarından ayrıdır, ama en azından küreselleşmenin
mevcut biçimine karşı çıktığı ve dünya çapında
örgütlenmesi ve gerek hükümetleri gerekse uluslararası
sermaye örgütlerini etkileme gücüyle, yoksulluk
tartışmalarında sözü geçen bir örgütlenmedir.
2- ATTAC
Diğer bir örgütlenme de son yıllarda hızla genişleyerek
örgütlenen Fransa kökenli ATTAC (Finansal Piyasaların
ve Kurumların Demokratik Denetimi için Uluslararası
Hareket) platformudur.
ATTAC önce, kuralsız mali sermaye hareketlerinin
dünyadaki gelir adaletsizliğinin ve yoksullaşmanın
başlıca nedenlerinden biri olduğu düşüncesinden
hareketle, kısa vadeli mali sermaye hareketlerinin
denetlenmesi ve vergilendirilmesi talebi etrafında
kurulan bir Fransız derneği olarak sahneye çıktı.
Ancak bu hareket kısa sürede Fransa dışına taşarak
uluslararası bir niteliğe büründü. Ağırlıklı olarak
Avrupa ülkelerinde örgütlü olan ATTAC son iki
yıl içinde Asya, Latin Amerika ve Afrika’da örgütlenme
çabası içine girdi. Merkezi hiyerarşik bir yapıdan
çok, örgütlendiği ülkenin özgül sorunlarının şekillendirdiği
farklılığı ve zenginliği kapsayan bir çatı, koalisyon
tarzı örgütlenmeye sahiptir ve 45 ülkede yaklaşık
80.000 üyesi vardır. ATTAC’ın üyeleri çeşitli
ülkelerde ve bölgelerde faaliyet gösteren sendikalar,
koalisyonlar, dayanışma komiteleri, dernekler
ve sivil toplum örgütleri, örgütlenme ağları,
basın yayın kuruluşları ve araştırma enstitüleri
gibi örgütlenmelerdir.
“Dünya ticari bir mal değildir yeni bir dünya
kurmak mümkündür” sloganıyla hareket eden ATTAC,
esas olarak zenginliklerin adaletli dağıtıldığı
ve ekolojik dengelerin korunduğu yeni bir dünya
düzeni için mücadele etmekte ve kendisini savaş
karşıtlığının da bir bileşeni saymaktadır. ATTAC’a
göre, uluslararası para transferleri vergillendirilmeli
ve bu vergiler geri kalmış ülkeler ve doğa gönüllüleri
için harcanmalıdır.
Dünyadaki kara para cennetlerinin kapatılması,
borsanın düzene sokulması ve spekülatif fonların
yasaklanması, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin
durdurulması, işsizliğe çare aranması, tarım sektörünün
ekolojik olarak yeniden yapılandırılması, işverenlerin
vergilerinin artırılması, ATTAC’ın başlıca talepleridir.
Yerel Deneyimler
1- Arjantin: İşsiz İşçilerHareketi (MTD)
İşsizlik ve yoksulluk karşıtı mücadeleler denildiğinde
işe geçtiğimiz sürecin en önemli patlamalarına
sahne olan Arjantin’le başlamalıyız.
Hatırlanacağı gibi neoliberal yağmanın en sert
sonuçlarını yaşayan Arjantin, 2001’de işsizlik
oranı % 35’e dek ulaştığında patlamıştı.
Ama aslında İşsiz İşçiler Hareketi’nin (MTD) gelişmesi,
1990’ların ortalarına doğru başlar. Bu birkaç
yıl içersinde işsizler, barışçı gösreriler yapmışlardı.
Bütün bunlar işe yaramadığında ise Haziran 1996’dan
itibaren eyalet ve belediye yönetim binalarını
işgal ve yakma eylemleri, yol kesme ve kitlesel
nöbet faaliyetleri başladı. 1990’ların sonlarında,
Buenos Aires’in işçi sınıfının oturduğu varoşlarda,
özelleştirilen elektrik şirketleri tarafından
alınan yüksek elektrik fiyatlarını protesto için
kitlesel yol kesme eylemleri yapıldı. 2000 yılında,
petrol üretim merkezleri olan Neuquen ve General
Mosconi kentlerinde kitle gösterileri düzenlendi.
2001 yazında ise artık büyük gösteriler ve bütün
hizmetleri durduran grevler yapılıyordu.
Bu, uzun zamandır yürütülen bir çalışmanın da
sonucuydu. MTD, mahalle ve belediye sakinleri
tarafından örgütlenen bir taban hareketi olarak
başlamıştı.
Her belediyeliğin kendine ait örgütlenmesi ve
gayri resmi liderleri, militanları vardı ve politikalar
buralardaki meclislerde kolektif olarak belirleniyordu.
MTD, bu süreç boyunca başarısını anayolları kesme
taktiğine borçluydu. Ekonomik hayatı tümüyle felç
eden bu yöntem, bir tür şalter indirme oluyordu.
Bu eylemlerde MTD, iş kotası, yiyecek paketlerinin
dağıtılması, hapisteki yüzlerce işsiz militanın
serbest bırakılması, borç ödemelerine ve kemer
sıkma programlarına son verilmesi, neoliberal
modelden geri dönülmesi ve devletin düzenleyip
finanse edeceği ekonomik kalkınma yoluna girilmesi
taleplerini öne sürüyordu.
Ağustos 2001’de, sayıları yüz bini aşan son derece
örgütlü işsiz gruplarının ulusal çapta seferberliği,
Arjantin’de üç yüzden fazla anayolu trafiğe kapattı
ve daha önce zedelenemez olan finans sektörü de
dahil olmak üzere ekonomiyi felç etti.
Önceki aylar ve haftalarda, tüm ülkede şiddetli
çatışmalarda federal polis beş işsizi öldürdü
ve üç binden fazlasını tutukladı. Aynı zamanda,
örgütlü işsizler, bir yandan bağımsız örgütlenmelerini
devam ettirirken bir yandan da baskı yaparak devletten
asgari ücretli binlerce geçici iş, gıda tahsisatı
ve diğer tavizleri kopardılar. 2001 Eylül’ünde,
işsizler başkent Buenos Aires’in tümünde anayolların
kitlesel bir şekilde kesilmesini ve sendikal kesimlerle,
hükümet faaliyetini ve tüm büyük özel sanayi kuruluşlarına
girişi engelleyen ortaklaşa başarılı bir genel
grev örgütlediler.
Bu eylemler, yerel tüccarlar, eyalet ve belediye
memurları, emekliler, sağlık çalışanları, öğretmenler
ve başta Mayıs Meydanı Anneleri olmak üzere insan
hakları gruplarını içeren geniş bir vatandaş ve
toplumsal sınıf yelpazesinden destek ve çoğu kez
de katılım gördü. Bu arada kentlerin yapısı da
duruma uygundu. Kentin diğer bölümlerinden sanki
ayrılmış olan barrio’larda (mahalle) en sert koşullar
yaşanıyordu ve buralarda sendika deneyimi olan,
kolektif mücadeleye aşina oldukça büyük sayıda
işsiz vardı. Kriz kadınları da sürece hızla çekmişti.
Ve nihayet, Barrio’ların büyük anayollara olan
yakınlığı da yol kesmeleri hızla olanaklı kılıyordu.
MTD, seçim partilerinden, sendika bürokrasisinden
uzaktaydı ve uzak kaldı. Ülkenin en büyük sendika
örgütü CGT, satılmış sendikacılar tarafından yönetilirken,
MTD, barriolara yöneldi ve orada kendini var etti.
Kararlar birlikte alınıyor ve örneğin bir yol
kesme kararı alındığında hemen yüzlerce, binlerce
kadın, erkek, çocuk eyleme katılır, olaylar büyümüşse,
diğer mahallelerden binlercesi daha gelir. Çadırlar,
mutfaklar kurulur, vb. Bunların hepsi doğrudan
organizasyonlardır.
Ayrıca yerelliğin de ötesinde MTD, 5 Eylül 2001’de,
işsizler gruplarının iki ulusal toplantısını organize
etti. Toplantılara düzinelerce işsiz, sendikacı,
öğrenci, vb. iki binden fazla delege katıldı.
Bu Meclis daha üst düzeyde talepleri ve merkezi
yol kesme eylemlerini örgütledi.
Sonuçta MTD, yarattığı hareketle on binlerce işsiz
işçinin seferber edilmesine, binlerce sendika
militanının enerjik hale getirilmesine, harekete
aktif katılımcı olarak kadınların (katılımcıların
yüzde 60’ı kadın) ve gençlerin sokulmasına ve
rejimden (sınırlı) tavizlerin gerçekten koparılmasına
yol açtı. Doğrudan eylem politikası MTD’yi büyüttü
ve üniversite öğrencileri, muhalif sendikalar,
insan hakları grupları ve küçük sol partilerle
ittifaklar yarattı. Kamu çalışanları sendikası
(ATE) ve yerel öğretmen sendikalarını seferber
etti ama özellikle sendikalarla ortak eylemlerde,
özerkliğini ve eylem özgürlüğünü korudu.
Sonuç olarak MTD ve Arjantin ayaklanması zengin
deneyimleriyle hem sanayi proletaryası dışında
hiçbir gücü önemsemeyen geleneksel yaklaşımları
tartışılır hale getirdi, hem de kıtadaki devrimci
potansiyelin tükenmiş olduğunu düşünenleri yanılttı.
2- Brezilya: MST (Brezilya Topraksız İşçiler
Hareketi)
Latin Amerika’daki en büyük toplumsal hareket
olan MST, alıştığımız örgütlenme biçimlerinden
tamamen farklı yapısıyla incelenmeye değer bir
başka güçtür. MST, 1979 yılında Encruzilhada Natalino
kentindeki ilk toprak işgaliyle doğdu ve daha
sonraları yüzlerce işgal eylemiyle 90’lı yıllarda
kitlesel bir güce dönüştü. Bunun temelinde Brezilya’da
nüfusun % 3’ünden daha azının ekilebilir toprakların
üçte ikisini elinde tutması yatmaktaydı. Brezilya’da
toprakların % 60’ı atıl dururken, 25 milyon köylü
geçici tarım işleriyle karınlarını doyurmaya çalışmaktadır.
MST bu eşitsizliklere bir tepki olarak doğmuştur.
Bugün 250 binden fazla aile bir şekilde topraklara
el koymuş olarak yaşamaktadır. Sadece 1990-97
arasında toplam 698 toprak işgali gerçekleştirilmiştir
ve bu eylem çizgisi, 1964 tarihli toprak yasasında
yer alan “ekilmeyen özel araziler kamulaştırılabilir”
maddesine dayandırılmaktadır: yani MST toprak
işgallerinin anaysal bir hak olduğunu savunmaktadır.
Brezilya’nın kırsal bölgelerinde askeri cunta
döneminde yaşanan hızlı kapitalistleşme, Latin
Amerika toplumsal mücadelelerinde önemli bir ideolojik
yer tutan Hristiyan Kurtuluş Teolojisi’nin sol
hareketlerle yaşadığı kaynaşma ve eski köylü hareketlerinin
mirası olmak üzere üç temel kaynaktan beslenen
MST, 1990’lı yılların dünyasının en çarpıcı yeni
liberalizm karşıtı hareketlerinden birisi olmasına
karşın, “yeni” bir hareket değildir.
MST’nin başarısı örgütlenme becerisinde yatmaktadır.
Üyeleri sadece toprağı işleyerek ailelerinin beslenme
ihtiyaçlarını gidermekle kalmamakta aynı zamanda
halkın ihtiyaçlarını öne koyan alternatif kalkınma
modeli de geliştirmektedirler.
Bu arada MST ile polis ve toprak sahipleri arasında
çıkan sıkı çatışmalarda birçok köylü can vermiştir.
Son 10 yılda bu çerçevede 1000’den fazla insan
öldürülmüştür. Ama 1999 Ağustos itibariyle sadece
53 şüpheli katil mahkemeye çıkarılabilmiştir.
MST bütün bu baskılara karşı direnmiş ve gelişmiştir.
Hatta bu arada MST, UNICEF’in eğitim ödülü gibi
bir dizi uluslararası ödül de almıştır.
Üretimi arttırmak için MST birçok gıda kooperatifi,
ayrıca küçük tarımsal işletmeler de kurmuştur.
MST yerleşimleri, hareketin “ekonomik ordusu”
olarak adlandırılan ve geleneksel kooperatiflerden
farklı olan SCA (Çiftçi Kooperatifleri Sistemi)
adlı kooperatiflerin birliğinden oluşan CONRAB
(Brezilya Tarım Reformu Kooperatifleri Konfederasyonu)
isimli bir kooperatif zinciriyle desteklenmektedir.
Topraksızlar Hareketi SCA’ları birer “muhalefet
kooperatifi” olarak adlandırmakta ve kooperatifler
yerleşimlere kredi, pazarlama desteği ve teknik
yardım sunmaktadır.
15 yıllık mücadele sonunda MST ulaştığı düzeyi
ve uygulamalarını şöyle özetlemektedir: Ülke çapında
yaklaşık 400 yerleşim biriminde üretim, ticaret
ve hizmet birlikleri kurulmuştur. Tarım ve hayvancılık
ile ilgili 49 kooperatif, buralarda istihdam edilen
20 bin aile; 32 hizmet kooperatifi; 2 bölgesel
ticaret kooperatifi ve 2 kredi kooperatifi bulunmaktadır.
Bu MST işletmeleri 700 küçük belediyeye istihdam
ve gelir desteği sağlamaktadır. Yerleşim birimlerinde
450 teknisyen görev yapmaktadır.
MST’nin kitle örgütlülüğünde eğitim çok özel bir
yer tutmaktadır. 38 binden fazla öğrencisi, 1500
öğretmeni olan bu eğitim sisteminde yerleşim birimlerinde
kurulan okullarda içeriği ve yöntemi topraksızlar
tarafından belirlenen genel tedrisatın yanısıra,
her yıl 3 bin kişiye özel yetenek eğitimi verilmektedir.
Eğitim sisteminin iki amacından birisi, kamplarda
kamu eğitiminin kurumsallaşması ve ikincisi, bu
okulların politik-ideolojik yönetiminin MST’nin
elinde olmasıdır. UNESCO ile yapılan bir anlaşma
uyarınca 1200 MST eğitimcisi 25 bin yetişkine
okuma yazma eğitimi vermektedir. MST 250 tane
tam donanımlı çocuk bakım merkezi / kreşe sahiptir.
MST bursuyla 100’den fazla öğrenci üniversitelere
gitmektedir. 25 tıp öğrencisi yine MST bursuyla
Küba’da eğitim görmektedir. Eğitimi tamamlayarak
MST ile birlikte çalışan avukatlar, gazeteciler,
öğretmenler, araştırmacılar ve ziraatçılar bulunmaktadır.
MST 1995’de Corumbiara ve 1996’da Eldorado dos
Caragas’ta gerçekleştirilen katliamlara ve MST’yi
“modern” Brezilya’ya karşı çıkan sekter, gerici
ve saldırgan bir güç ilan eden izolasyon politikasına
karşı, 1996 katliamının 1. yıldönümünde iki ay
süren bir başkent yürüyüşü gerçekleştirmiştir.
Günde 20 km. yol kateden yaşlı, kadın, çocuklardan
oluşan yürüyüşçüler “Toprak Reformu, İş ve Adalet
İçin Ulusal Yürüyüş” adını taşıyan bu eylemlerinde,
geçtikleri her yerde büyük bir sempati toplamışlar;
halkla toplumsal sorunları tartışmışlar, başkent
Brasil’e vardıklarında burayı da sembolik olarak
işgal etmişlerdir.
MST hareketinin elde ettiği başarının dört önemli
özelliği bulunmaktadır: Maddi üretimden sanatsal
üretime dek uzanan kolektif yaşam tarzı; “çalış-öğren”
ilkesine dayalı özgün eğitim sistemi; birlik perspektifiyle
ele aldığı görüş farklılıklarına saygı; ve neoliberal
politikalara karşı inatçı bir mücadele çizgisi.
Diğer yandan örgütlenmesinin ve eylem tarzının
neredeyse naifliğe varan bir basitliğe dayanması,
savunduğu fikirleri halk tarafından anlaşılaşılabilir
ve benimsenir hale getirmektedir.
Sonuçta, MST, mücadeleci kimliğinin yanısıra model
yaratıcı tarzıyla son yirmi yılın en ilginç ve
tartışmalı deneyimlerinden biri olarak ciddi bir
irdelemeyi hak etmektedir.
3- Bolivya Deneyimi
Bolivya’daki hareket, en yakıcı biçimiyle kendisini
2003 yılında ortaya koymuştu.
2003 Eylül ayında gerçekleşen ayaklanma sonucunda
devlet başkanı Sanchez de Lozada istifa ettiğinde
Bolivya doğal gazının boru hatlarıyla Şili üzerinden
Kaliforniya’ya taşınmasına karşı isyan çığ gibi
büyüyordu. Maden işçilerinin yoğun olduğu merkezlerden
başlayan eylemler hızla tüm Bolivya’yı sardı.
19 Eylül’de başkent La Paz’da toplam 150 bin kişilik
bir yürüyüşün ardından 20 Eylül’de Warisata’da
yol kesme eylemi yapan köylülerin, öğrencilerin
ve öğretmenlerin üzerine askerlerin ateş açmasıyla,
aralarında 8 yaşındaki bir kız çocuğunun da bulunduğu
5 köylü öldü ve 30’u aşkın kişi yaralandı. Bunun
üzerine, Bolivya Merkezi İşçi Sendikası (COB),
24 Eylül’de olağanüstü bir toplantı yaptı ve 29
Eylül’de süresiz genel grev başlatılması kararını
aldı.
Diğer işçi ve köylü örgütleri tarafından da desteklenip
tüm ülkeyi saran genel grev, kitlesel gösterilerle,
anayolların kesilmesiyle, sokaklarda barikatlar
oluşturulmasıyla tam bir halk ayaklanmasına dönüştü.
11 Ekimde hükümet El Alto’da toplanan kalabalığın
üzerine orduyu saldı ve 26 kişi katledildi. 13
Ekimde, başkanlık sarayının bulunduğu La Paz’ın
merkezinde toplanan işçiler, işsizler, öğrenciler
ve madencilerin üzerine yine ordu gitti. Gün sonunda
30 kişi, asker ve polis tarafından katledilmişti.
15 Ekimde, COB’un çağrısıyla La Paz’da bir cabildo
abierto toplandı. İspanyol egemenliği döneminden
kalma bir gelenek olan cabildo abierto, belediye
meclisinin önemli konuları tartışmak üzere tüm
kent halkını çağırdığı bir toplantı. COB’un, öz-savunma
komitelerini, barikatları ve diğer tüm eylemlilikleri
güçlendirmek amacıyla topladığı bu cabildo’ya
30 bin kişi katıldı. 16 Ekimde, Huanani madencilerinden
oluşan 2500 kişilik bir grup harekete geçti ve
bunlar ordu ve polis tarafından La Paz’a 100 km
mesafedeki Patacamaya’da tanklar eşliğinde durduruldular.
Ordu ve polis saldırısı sonucu madencilerin dinamit
kullandığı çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalar sırasında
tanklarla yetinmeyen hükümet, uçakla madencilerin
üzerine makineli tüfek ateşi açtı. Ellerindeki
dinamitler tükendiği için dağılmak zorunda kalan
madenciler buradaki çatışmalarda 3 şehit ve 20’den
fazla yaralı verdiler.
16 Ekimde La Paz’da bir başka cabildo daha toplandı
ve “toplumsal seferberliği ülke çapında güçlendirme”
kararı alarak, “herkesi tank ve mermilere karşı
sokak mücadelesi vermeye hazırlıklı olmaya” çağırdı.
“Her mahallede, her barikatta siperler kazmalıyız,
öz-savunma ekipleri yaratmalıyız” diyen COB lideri
Solares, tanklarla, siperlerle ve silahlı askerlerle
savunulan başkanlık sarayının kuşatılması talimatını
verdi. Örgütlü kitleler polis istasyonlarını basıyor
ve işçilerin yanında yer almayan polislerin kentten
atılacağını bildiriyorlardı. Polis ve asker bölünmüştü.
Askerlerin bir kısmı işçilere ateş açmayı reddediyordu.
Polis Eşleri Federasyonu, Lozada’nın istifa etmesini
istedi ve eşlerinin halka karşı kullanılmasını
engellemek için La Paz’daki polis karakollarını
bloke edeceklerini duyurdu.
Madenciler, 17 Ekimde tepeleri aşarak La Paz’a
girmeyi başarmışlardı. Madenciler, kent merkezine
girdiklerinde, meydan daha önce El Alto’dan gelen
binlerce insanla hınca hınç doluydu. Köprüler
tahrip edilmiş, tren vagonları barikat kurmak
üzere yerlere yıkılmış vaziyetteydi.
Çatışmaların ve kayıpların en çok yaşandığı kentlerden
biri olan 1 milyon nüfuslu El Alto’da oluşturulan
Mahalle Meclisleri Federasyonu, işçilerin demokratik
bir şekilde karar aldıkları ve uyguladıkları bir
iktidar aygıtına dönüştü.
Bütün bunlar yaşanırken, Lozada’nın işinin bittiğini
anlayan hükümet üyeleri, kendilerini kurtarma
telaşına düştüler.
Hükümetin dört bakanı istifa etti ve koalisyonun
diğer partileriyle birlikte başkan yardımcısı
Carlos Mesa başkan Lozada’ya verdiği desteği geri
çektiğini duyurdu. En büyük muhalefet partisi
MAS’ın (Sosyalizme Doğru Hareket) lideri Evo Morales,
Lozada’nın yerine Mesa’nın geçmesini kabul edeceklerini
açıkladı. 17 Ekim akşamı ABD elçisiyle görüşen
Lozada, 18 Ekimde helikopterle ABD’ye kaçtı ve
yerine Carlos Mesa geçti.
Hareketi örgütleyen yapılar hakkında, Brezilya
MST’sinde olduğu gibi çok geniş bilgilere sahip
değiliz. Evo Morales’in liderliğini yaptığı Sosyalizme
Doğru Hareket (MAS) bunlardan biri. Daha sonraları
seçimlerde de başarı sağlayan Morales’in neoliberalizmle
anlaştığı biliniyor.
Felipe Quispe’nin (el Mallku) liderliğini yaptığı
Pachakuti Yerli Hareketi (MIP) de bir başka yapı.
MIP bundan iki yüzyıl önce İspanyol sömürgecilere
karşı çıktığı için öldürülen And lideri Tupac
Katari’nin izinden giden bir parti. Eylemler boyunca
köylüleri isyan etmeleri için “Doğalgaz boru hattının
Şili üzerinden geçmesine karşı koymaları ve doğalgazın
Bolivyalıların refahı için kullanılması” sloganıyla
örgütledi.
Bolivya Sendikalar Konfederasyonu (COB), 1930’lar
ile 1980’ler arasında Marksist sol işçi sendikaları,
özellikle de maden işçileri sendikası üzerinde
etkin olmaya başladı. Özellikle 1952, 1970-71
ve 1985 yıllarında Bolivya Sendikalar Konfederasyonu
(COB) adeta ikinci bir devlet gibi, Amerika kıtasının
en güçlü sınıf sendikası idi.
Ancak madenlerin ve fabrikaların kapatılması sonucunda
güçlerini yitirdiler ve yerlerini yerli ve çiftçilerden
oluşan köylü organizasyonları doldurmaya başladı.
COB’un bu günkü lideri Jaime Solares’dir ve kitlesi
madenciler, öğretmenler, sağlık emekçileri ve
mavi yakalı işçilerden oluşmaktadır. Ayaklanma
sırasında Bölgesel İşçi Konseyleri (COR) oluşturarak
önemli bir rol oynamıştır.
Doğalgazı Savunma Ulusal Koalisyonu (National
Coalition in Defense of our Gas): Bu koalisyon
yeni olmakla birlikte daha önce kurulmuş olan
ve suyun özelleştirilmesine karşı Bechtel ulusötesi
firmasıyla mücadele eden Suyu Savunma Koalisyonunun
[Coalition in Defense of Water (Coordinadora en
Defensa del Agua) mirasçısıdır.
4- Ekvador: FENOC / CONAIE
Ekvador deneyimi de irdelenmesi gereken olgulardan
bir başkasıdır. Kır ve kent yoksullarının ortak
örgütü olan FENOC ve çatı örgütü olarak CONAIE
Ekvador’da uzun süredir neoliberalizme karşı savaşıyorlar.
1997’de neoliberalizmin saldırısına karşı kitleler
dev gösteriler düzenleyerek seçilmiş başkanın
görevden alınmasını sağladılar. Ama esas önemli
olay 2000 yılı başında oldu.
IMF ve Dünya Bankası patentli politikalara karşı
15-16 Ocak 2000’de greve gidildi. 21 Şubat’ta
40 bin kişinin gösterisinin yarattığı fırtına
kongreyi sarstı. Ülkenin bütün yerli halkını bir
araya getiren CONAIE ile işçi hareketinin (ordunun
orta kademelerinde bazı unsurlarca desteklenen)
mücadelesi sonucunda, halk parlamentoyu ve başka
devlet organlarını ele geçirdi, hükümet devrildi,
ülke bir devrim konseyinin eline geçti. Ne var
ki, ordunun üst kademeleri duruma 24 saat içinde
hakim olacaklar ve başkanı kitlelerin gazabına
kurban vermekle birlikte, yönetimin yeniden burjuvazinin
eline geçmesini sağlayacaklardı.
Daha sonra 15 ve 16 Haziran’da çeşitli sendikalar
ve taban örgütlerince oluşturulan yurtsever cephe
tarafından yapılan çağrıyla genel grev başladı.
Grevde talepler ulusal para biriminin dolara dönüştürülmesi
politikasından vazgeçilmesi, fiyatların dondurulması,
yapısal uyum politikalarından vazgeçilmesi, dış
borçların ödenmemesi, stratejik sektörlerdeki
kamu kuruluşlarının özelleştirilmesinden vazgeçilmesiydi.
CONAIE bugün de neoliberalizme karşı bir halk
hareketi olarak varlığını sürdürüyor.
5- Güney Afrika: Perspektiflerini Genişleten
COSATU
Güney Afrika’da 1980’li ve 1990’lı yıllarda ırkçı
rejime karşı mücadeleyi bir emekçi muhalefeti
olarak örgütleyen COSATU (Güney Afrika Sendikalar
Konfederasyonu) bugünlerde işyeri ve işkolu ayrımı
gözetmeksizin bir bölgedeki tüm işçileri ve ailelerini
ekonomik ve demokratik talepler etrafında örgütleyen
yeni bir anlayış geliştirmiştir.
COSATU’dan hareketle bu yeni emek örgütlenme biçimleri
“toplumsal hareket sendikacılığı” olarak anılmaktadır.
Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu COSATU
1985 yılında kuruldu ve aradan geçen 13 yılda
2 milyon üyeli bir konfederasyon oldu. COSATU
ırk ayrımcılığına karşı mücadele ile işçi haklarının
geliştirilmesi mücadelesini birlikte yürüttü.
COSATU’nun bu denli hızlı büyümesinde, kullandığı
örgütlenme yöntemleri önemli bir işlev üstlendi.
COSATU’dan önceki örgütlenme faaliyetleri tek
tek işyerlerinde sürdürülüyor ve yavaş işliyordu.
Bu faaliyet küçük kazanımların korunmasını amaçlıyor
ama büyük kaynak tüketimine yol açıyordu.
COSATU’nun kurucu sendikalarından NUM (maden işçileri
sendikası) bu biçimi değiştirdi ve bölgede kitle
mobilizasyonu temelinde kısa sürede örgütlendi.
Bu örgütlenmede işçilerin işyerinden ve işyeri
dışındaki yaşamından kaynaklanan sorunları ile
işçi ailelerinin ve çevre halkının sorunlarını
bir bütün olarak ele alan bir yaklaşım benimsendi.
İşkolu ve bölge örgütlenmesinin içiçe yürütüldüğü
bu model COSATU’nun temel örgütlenme biçimini
oluşturdu.
COSATU, Apartheid Rejimi’nin sonra ermesi ve ANC’nin
(Afrika Ulusal Kongresi) iktidara gelmesinde aktif
bir rol oynadı ama sonrasında ANC’nin uygulamaya
devam ettiği yeni liberal politikalara karşı çıkmayı
da sürdürdü. Özellikle özelleştirme poltitkalarına
karşı, zaman zaman genel grevlere varan bir eylemlilik
çizgisi izliyor.
6- Hindistan: 2 Milyon Üyeli Bir Kadın Sendikası!
İşsizlik ve yoksulluk karşıtı hareketlerin en
ilginçlerinden biri de Hindista’daki SEWA’dır
(Kendi Hesabına Evde Çalışan Kadınlar Örgütü).
SEWA, 1920’de kadın sendikacı Anasuya Sarabhai
tarafından kurulan Tekstil İşçileri Birliği (Hindistan’ın
en eski ve en büyük sendikası) içinden 1972’de
kendi hesabına çalışan kadınların sendikası olarak
doğdu. Hindistan’da o güne kadar kendi hesabına
çalışan kadınların örgütlenme deneyimi yoktu.
SEWA’nın ilk mücadelesi sendikal örgüt olarak
tanınmak oldu. Hükümet bu talebi, kadınların karşısında
tanımlı bir işveren olmaması gerekçesiyle reddetti.
Ama SEWA sendikal örgütlenmenin mutlaka bir işverene
karşı olması gerekmediğini, işçilerin birliği
anlamına geldiğini savundu. Sonuçta SEWA Nisan
1972’de sendikal bir örgüt olarak tescil edildi.
SEWA tanınmasının ardından hızla büyümeye başladı.
1981’den sonra SEWA tamamen bağımsız bir örgüt
olarak yoluna devam etti.
Evde çalışan kadınlar örgütlü sektördeki ücretlilerden
farklı özellikler taşımaktaydı. Zaten işgücünün
% 90’dan fazlasının örgütsüz olduğu Hindistan’da
evde çalışan kadınlar hiçbir koruma mekanizmasından
yararlanamıyordu. SEWA’nın kuruluş amacı kadınları
örgütlemek ve dört temel güvenceden, iş güvencesi,
gelir güvencesi, gıda güvencesi, sosyal güvence
(sağlık, çocuk bakımı ve barınak), yararlanmalarını
sağlamaktı.
Bunun için verilecek mücadelenin muhatabı olarak
ise toplum ve ekonomik sistem tarafından konan
engellerin tümü gösteriliyordu. SEWA hareketi
emek hareketi, kooperatif hareketi ve kadın hareketinin
bileşimidir. SEWA kendi kendine çalışan, evde
çalışan kadınların hareketidir; yani bir kadın
hareketidir; liderleri, kadroları ve kurucuları
kadındır.
SEWA’nın örgütsel yapısı Hindistan’daki kendi
hesabına çalışan bütün kadınlara açık bir örgütlülüğe
dayanmaktadır.
Üç yılda bir 25 kişilik yönetim kurulu seçilmektedir.
Genel kurullar her işkolunda 100 işçiye 1 delege
olacak şekilde belirlenen delegelerle yapılmaktadır.
Bu delegeler aynı zamanda işkolu konseylerini
oluşturmaktadır.
Ayrıca 15-50 arası üyeden oluşan işkolu komiteleri
oluşturulmakta ve komiteler ayda bir toplanmaktadır.
SEWA üyeleri ağırlıkla sabit bir işi olmayan yoksul
ve ezilen kadınlardan oluşmaktadır. Bunlar küçük
satıcılar (sebze, meyva, balık, yumurta satıcıları,
işportacı vb.), evde çalışanlar ve kol emekçileridir.
2000 yılı itibariyle SEWA’nın toplam üye sayısı
2 milyonun biraz üzerindedir. SEWA, mücadelesini
somut bir hedefe yönelik çok yönlü kampanyalara
dayandırmaktadır. Bu mücadelenin temel birimi
köy ya da mahalle düzeyindeki toplantılardır.
Toplantılara ulaşılabilen en geniş sayıda insan
katılmaktadır.
1995’te, diğer örgütsüz sektörlerde çalışanları
da örgütlemek amacıyla SEWA’nın da dahil olduğu
Ulusal Emek Merkezi (NCL) kuruldu. NCL’nin kuruluş
amacı örgütsüz sektör işçilerinin taleplerinin
duyurulması ve hakları için örgütlenmesiydi. Merkez,
inşaat işçileri, sözleşmeli işçiler, tarım ve
orman işçilerini kapsamaktadır. NCL içindeki en
büyük ve tek kadın örgütlenmesi SEWA’dır. 1999’da
NCL mücadeleyi işçiler için sosyal güvenlik haklarının
kazanılmasına yoğunlaştırdı.
Klasik sendikal anlayışı aşan ve özellikle kadınları
harekete geçiren yapısıyla SEWA, son otuz yılın
en önemli deneyimlerinden biridir.
7- Güney Kore: Vahşi Kedi Grevleri ve KCTU
Güney Kore’de 1980’lere kadar en güçlü sendikal
örgüt olarak, devlete yakın olarak bilinen FKTU
federasyonu bulunuyordu. Ancak 1980 sonrasında
işçi mücadelelerinin artmasıyla birlikte işçilerde
yeni bir konfederasyon arayışı başladı. 1987’de
büyük işçi eylemlerinin ardından Kore İşçi Sendikaları
Konfederasyonu (KCTU) kuruldu. KCTU başlangıçta
devlet tarafından tanınmadı, sendikacılar tutuklandı.
Uzun bir süre yasal olarak faaliyet yürütememesine
rağmen kullandığı mücadele ve örgütlenme biçimleriyle,
geçen yıllarda kendini kabul ettirdi ve 700 bin
üyeye ulaştı. Son yıllarda Güney Kore’de yapılan
büyük işçi eylemlerinin önderliğini KCTU çekti.
Zaman içinde FKTU da bu eylemlere katıldı, belirli
noktalarda iki örgüt arasında ittifak sağlandı.
KCTU’nun ilkelerinin içinde örgütsüz işçilerin,
özellikle küçük işletmeler ve hizmet sektörlerindeki
düzensiz istihdam edilen işçilerin örgütlenmesine
özel bir önem veriliyor çünkü sendikalaşma oranı
sadece yüzde 13. Bunun için aktif örgütlenme kampanyaları
düzenleniyor.
1997 Krizi sonrasında KCTU gerek Hyundai, Daewoo
gibi tek tek işletmelerde işten çıkarmalara karşı
yürüttüğü aktif eylemlilikle gerekse genel olarak
işsizlik ve yoksulluk artışına neden olan IMF
politikalarına karşı hayata geçirdiği genel grevlerle
etkinliğini ve gücünü arttırdı.
Hükümetle ve IMF yetkilileriyle yapılan görüşmelerde
yoksulluk karşıtı alternatif politikaları ısrarla
savundu. Bu süreçte işsiz kalan işçilerin sendikal
üyeliğini sürdürerek onları mücadele içinde tuttu
ve bu yaklaşımıyla yeni bir sosyal güvenlik sisteminin
(işsizlik sigortasının yaygınlaşması, yoksullara
sosyal yardımların arttırılması vb.) yaratılmasına
katkıda bulundu.
Yayınladığı 2004 Raporu’nda KCTU, “bütün halkı
seferber eden bir güç” olmak için “güvencesiz
yada örgütsüz işçiler gibi toplumun marjinalleştirilmiş
kesimleriyle dayanışmayı örme, bir halk dayanışması
cephesinin inşasında önder rolünü almayı” öngörüyor.
KCTU bir “Güvencesiz İşçiler Örgütlenme Merkezi”
kurup 5 milyarlık bir fon oluşturarak küçük ve
orta büyüklükteki işyerlerinde güvencesiz işçileri
örgütleyecek.
“Vahşi Kedi” grevleri olarak adlandırılan ve özellikle
1970’lerin ikinci yarısından sonra oldukça sık
görülen kendiliğinden grevler, sokak çatışmalarını,
fabrika işgal eylemlerini ve işsizlerle dayanışma
komitelerini de kapsamaktadır.
KCTU, özellikle resmen yasal olmayan bir sendikanın
sadece fabrikalara değil, atölyelere ve işsizlere
de yönelerek nerelere ulaşabileceğinin bir örneği
olarak önemlidir.
|