Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Yeni tarihsel süreçle birlikte bütün dünya halklarına ve hatta metropol işçi sınıfına bile acımasız bir yoksulluğun dayatılması ve bu arada işsizlik ve yoksulluğun sonuçlarını hafifletebilecek bütün sosyal hizmet alanlarının hızla ticarileştirilerek soyguna açılması, son yıllarda toplumsal mücadele alanına yeni deneyim ve olguları armağan etti. Gerçekten de son süreçte, dünyanın birçok köşesinde ama en çok da Latin Amerika ve Asya’nın yeni-sömürge ülkelerinde kendisini çeşitli biçimlerde tanımlayan hareketler ortaya çıktı. Zaman zaman, Arjantin’de olduğu gibi, bir haftada birkaç devlet başkanını koltuğundan eden, başka ülkelerde ise büyük eylemlerle hayatı felç eden bu toplumsal hareketler, zamanla az çok kalıcı örgütlülük biçimlerine de vardılar ve doğal olarak bizim de gündemimize girdiler. Sosyalist Barikat’ın çeviriler yoluyla mümkün olduğunca izlemeye çalıştığı bu deneyimler, solda kimi zaman belirgin bir kuşkuyla karşılanırken kimi zaman da politik mücadelenin tek gerçeğiymiş gibi algılandı.
Her ne olursa olsun, sonuçta bütün bunlar geçmiştenberi alışık olunan mücadele ve örgüt biçimlerinden farklıydı. Tümüyle kalıcı olup olmayacakları ya da kendi içlerinden neyi doğuracakları henüz belli olmayan bu kitlesel örgütlenme ve çarpışma biçimleri bilinen parti-kitle ilişkilerini de içermiyordu; daha doğrusu bu ülkelerin çoğunda geçmişin devrimci partileri de böyle bir performanstan uzak görünmekteydiler.
Kimileri platform biçiminde oluşan, kimileri yeni sendikal biçimlere denk düşen bu hareketlerin tümünü başlıkta yaptığımız gibi “Yoksulluk Karşıtı Hareketler” kavramı altında incelemek belki çok doğru değildir. Ama yine de bu tercih edilebilir; çünkü bu hareketlerin neredeyse tümü, kendilerine verdikleri isim ya da örgütsel biçimleri (sendika, hareket, cephe, vb.) ne olursa olsun, emperyalist sistemin son süreçte dayattığı Yeni Dünya Düzeni’nin yarattığı korkunç yoksulluktan doğan patlamalardır. Esas olarak hedeflerine koydukları olgu, kapitalizmin herhangi bir döneminde de var olan adaletsizlik ve sömürü mekanizması değil, özel olarak bugünkü neoliberal soygun ilişkileridir. Söz konusu hareketlerin kısaca ele alınarak irdelenmesi dönemin bir olgusunu anlamak açısından yararlı olacaktır. Kuşkusuz bunu eldeki bilgiler oranında yapabileceğiz. Örneğin Paraguay’daki “Ulusal Köylü Federasyonu” ya da Filipinler “1 Mayıs Hareketi” gibi oluşumlar üzerine Türkçede çok ciddi kaynakların olmayışı bu yolda bir engel. Ama yine de en azından belli başlı hareketleri irdelemenin yararlı olduğunu düşünüyoruz.

Uluslararası Örgütlenmeler:

1: OXFAM
Yerel örneklere geçmeden önce, büyük çoğunluğu mücadele değil yardım örgütü gibi çalışan uluslararası hareketlere kısaca değinmekte yarar var.
Uluslararası düzeyde faaliyet gösteren yoksulluk karşıtı hareketlerin en büyüklerinden biri, Merkezi Londra’da bulunan ve dünyanın çeşitli ülkelerinde varolan örgütlenmeleri bünyesinde barındıran Oxfam’dır. Kendisini “yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı çıkmak için hükümet dışı örgütlerin oluşturduğu uluslararası bir konfederasyon” olarak tanımlayan Oxfam, uluslararası yardım örgütü gibi çalışmaktadır.
Oxfam, faaliyetlerini beş ana konuda yoğunlaştırmaktadır. “Maliyeti azalt!” kampanyasıyla küresel ilaç piyasasında karı değil insanların hayatını öne çıkararak, ilaç fiyatlarının yoksulların satınalma güçlerine uygun hale getirilmesi amaçlanmaktadır. “Çatışmayı kes!” kampanyasıyla son yıllarda küçük silahlar yoluyla atom bombasından kaynaklanan ölümleri aşan yerel, bölgesel çatışmaların sona erdirilmesine katkıda bulunulmak istenmektedir.
“Borcu azalt!” kampanyasıyla IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans örgütlerine yoksul ülkelerin borçlarının tamamının silinmesi çağrısı yapılmaktadır. “Eğitim şimdi!” kampanyasıyla çoğunluğu kızlardan oluşan milyonlarca eğitimsiz çocuğun eğitimi için G8 ülkelerinin daha fazla kaynak yaratmaları talep edilmektedir.
Son olarak zengin ülkelerin kapılarını yoksul ülkelerle daha fazla ticarete açmaları istenmekte; zengin ülkelerin bir yandan serbest ticaret savunusu yaparken diğer yandan kapılarını yoksul ülkelerin ihracatına kapamaları teşhir edilmektedir.
Bu faaliyetlerinden de anlaşılabileceği üzere Oxfam küreselleşmenin kendisine karşıt değildir; bu yönüyle militan özelliği öne çıkan diğer küreselleşme karşıtlarından ayrıdır, ama en azından küreselleşmenin mevcut biçimine karşı çıktığı ve dünya çapında örgütlenmesi ve gerek hükümetleri gerekse uluslararası sermaye örgütlerini etkileme gücüyle, yoksulluk tartışmalarında sözü geçen bir örgütlenmedir.

2- ATTAC
Diğer bir örgütlenme de son yıllarda hızla genişleyerek örgütlenen Fransa kökenli ATTAC (Finansal Piyasaların ve Kurumların Demokratik Denetimi için Uluslararası Hareket) platformudur.
ATTAC önce, kuralsız mali sermaye hareketlerinin dünyadaki gelir adaletsizliğinin ve yoksullaşmanın başlıca nedenlerinden biri olduğu düşüncesinden hareketle, kısa vadeli mali sermaye hareketlerinin denetlenmesi ve vergilendirilmesi talebi etrafında kurulan bir Fransız derneği olarak sahneye çıktı. Ancak bu hareket kısa sürede Fransa dışına taşarak uluslararası bir niteliğe büründü. Ağırlıklı olarak Avrupa ülkelerinde örgütlü olan ATTAC son iki yıl içinde Asya, Latin Amerika ve Afrika’da örgütlenme çabası içine girdi. Merkezi hiyerarşik bir yapıdan çok, örgütlendiği ülkenin özgül sorunlarının şekillendirdiği farklılığı ve zenginliği kapsayan bir çatı, koalisyon tarzı örgütlenmeye sahiptir ve 45 ülkede yaklaşık 80.000 üyesi vardır. ATTAC’ın üyeleri çeşitli ülkelerde ve bölgelerde faaliyet gösteren sendikalar, koalisyonlar, dayanışma komiteleri, dernekler ve sivil toplum örgütleri, örgütlenme ağları, basın yayın kuruluşları ve araştırma enstitüleri gibi örgütlenmelerdir.
“Dünya ticari bir mal değildir yeni bir dünya kurmak mümkündür” sloganıyla hareket eden ATTAC, esas olarak zenginliklerin adaletli dağıtıldığı ve ekolojik dengelerin korunduğu yeni bir dünya düzeni için mücadele etmekte ve kendisini savaş karşıtlığının da bir bileşeni saymaktadır. ATTAC’a göre, uluslararası para transferleri vergillendirilmeli ve bu vergiler geri kalmış ülkeler ve doğa gönüllüleri için harcanmalıdır.
Dünyadaki kara para cennetlerinin kapatılması, borsanın düzene sokulması ve spekülatif fonların yasaklanması, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin durdurulması, işsizliğe çare aranması, tarım sektörünün ekolojik olarak yeniden yapılandırılması, işverenlerin vergilerinin artırılması, ATTAC’ın başlıca talepleridir.

Yerel Deneyimler

1- Arjantin: İşsiz İşçilerHareketi (MTD)
İşsizlik ve yoksulluk karşıtı mücadeleler denildiğinde işe geçtiğimiz sürecin en önemli patlamalarına sahne olan Arjantin’le başlamalıyız.
Hatırlanacağı gibi neoliberal yağmanın en sert sonuçlarını yaşayan Arjantin, 2001’de işsizlik oranı % 35’e dek ulaştığında patlamıştı.
Ama aslında İşsiz İşçiler Hareketi’nin (MTD) gelişmesi, 1990’ların ortalarına doğru başlar. Bu birkaç yıl içersinde işsizler, barışçı gösreriler yapmışlardı. Bütün bunlar işe yaramadığında ise Haziran 1996’dan itibaren eyalet ve belediye yönetim binalarını işgal ve yakma eylemleri, yol kesme ve kitlesel nöbet faaliyetleri başladı. 1990’ların sonlarında, Buenos Aires’in işçi sınıfının oturduğu varoşlarda, özelleştirilen elektrik şirketleri tarafından alınan yüksek elektrik fiyatlarını protesto için kitlesel yol kesme eylemleri yapıldı. 2000 yılında, petrol üretim merkezleri olan Neuquen ve General Mosconi kentlerinde kitle gösterileri düzenlendi. 2001 yazında ise artık büyük gösteriler ve bütün hizmetleri durduran grevler yapılıyordu.
Bu, uzun zamandır yürütülen bir çalışmanın da sonucuydu. MTD, mahalle ve belediye sakinleri tarafından örgütlenen bir taban hareketi olarak başlamıştı.
Her belediyeliğin kendine ait örgütlenmesi ve gayri resmi liderleri, militanları vardı ve politikalar buralardaki meclislerde kolektif olarak belirleniyordu. MTD, bu süreç boyunca başarısını anayolları kesme taktiğine borçluydu. Ekonomik hayatı tümüyle felç eden bu yöntem, bir tür şalter indirme oluyordu.
Bu eylemlerde MTD, iş kotası, yiyecek paketlerinin dağıtılması, hapisteki yüzlerce işsiz militanın serbest bırakılması, borç ödemelerine ve kemer sıkma programlarına son verilmesi, neoliberal modelden geri dönülmesi ve devletin düzenleyip finanse edeceği ekonomik kalkınma yoluna girilmesi taleplerini öne sürüyordu.
Ağustos 2001’de, sayıları yüz bini aşan son derece örgütlü işsiz gruplarının ulusal çapta seferberliği, Arjantin’de üç yüzden fazla anayolu trafiğe kapattı ve daha önce zedelenemez olan finans sektörü de dahil olmak üzere ekonomiyi felç etti.
Önceki aylar ve haftalarda, tüm ülkede şiddetli çatışmalarda federal polis beş işsizi öldürdü ve üç binden fazlasını tutukladı. Aynı zamanda, örgütlü işsizler, bir yandan bağımsız örgütlenmelerini devam ettirirken bir yandan da baskı yaparak devletten asgari ücretli binlerce geçici iş, gıda tahsisatı ve diğer tavizleri kopardılar. 2001 Eylül’ünde, işsizler başkent Buenos Aires’in tümünde anayolların kitlesel bir şekilde kesilmesini ve sendikal kesimlerle, hükümet faaliyetini ve tüm büyük özel sanayi kuruluşlarına girişi engelleyen ortaklaşa başarılı bir genel grev örgütlediler.
Bu eylemler, yerel tüccarlar, eyalet ve belediye memurları, emekliler, sağlık çalışanları, öğretmenler ve başta Mayıs Meydanı Anneleri olmak üzere insan hakları gruplarını içeren geniş bir vatandaş ve toplumsal sınıf yelpazesinden destek ve çoğu kez de katılım gördü. Bu arada kentlerin yapısı da duruma uygundu. Kentin diğer bölümlerinden sanki ayrılmış olan barrio’larda (mahalle) en sert koşullar yaşanıyordu ve buralarda sendika deneyimi olan, kolektif mücadeleye aşina oldukça büyük sayıda işsiz vardı. Kriz kadınları da sürece hızla çekmişti. Ve nihayet, Barrio’ların büyük anayollara olan yakınlığı da yol kesmeleri hızla olanaklı kılıyordu.
MTD, seçim partilerinden, sendika bürokrasisinden uzaktaydı ve uzak kaldı. Ülkenin en büyük sendika örgütü CGT, satılmış sendikacılar tarafından yönetilirken, MTD, barriolara yöneldi ve orada kendini var etti. Kararlar birlikte alınıyor ve örneğin bir yol kesme kararı alındığında hemen yüzlerce, binlerce kadın, erkek, çocuk eyleme katılır, olaylar büyümüşse, diğer mahallelerden binlercesi daha gelir. Çadırlar, mutfaklar kurulur, vb. Bunların hepsi doğrudan organizasyonlardır.
Ayrıca yerelliğin de ötesinde MTD, 5 Eylül 2001’de, işsizler gruplarının iki ulusal toplantısını organize etti. Toplantılara düzinelerce işsiz, sendikacı, öğrenci, vb. iki binden fazla delege katıldı. Bu Meclis daha üst düzeyde talepleri ve merkezi yol kesme eylemlerini örgütledi.
Sonuçta MTD, yarattığı hareketle on binlerce işsiz işçinin seferber edilmesine, binlerce sendika militanının enerjik hale getirilmesine, harekete aktif katılımcı olarak kadınların (katılımcıların yüzde 60’ı kadın) ve gençlerin sokulmasına ve rejimden (sınırlı) tavizlerin gerçekten koparılmasına yol açtı. Doğrudan eylem politikası MTD’yi büyüttü ve üniversite öğrencileri, muhalif sendikalar, insan hakları grupları ve küçük sol partilerle ittifaklar yarattı. Kamu çalışanları sendikası (ATE) ve yerel öğretmen sendikalarını seferber etti ama özellikle sendikalarla ortak eylemlerde, özerkliğini ve eylem özgürlüğünü korudu.
Sonuç olarak MTD ve Arjantin ayaklanması zengin deneyimleriyle hem sanayi proletaryası dışında hiçbir gücü önemsemeyen geleneksel yaklaşımları tartışılır hale getirdi, hem de kıtadaki devrimci potansiyelin tükenmiş olduğunu düşünenleri yanılttı.

2- Brezilya: MST (Brezilya Topraksız İşçiler Hareketi)
Latin Amerika’daki en büyük toplumsal hareket olan MST, alıştığımız örgütlenme biçimlerinden tamamen farklı yapısıyla incelenmeye değer bir başka güçtür. MST, 1979 yılında Encruzilhada Natalino kentindeki ilk toprak işgaliyle doğdu ve daha sonraları yüzlerce işgal eylemiyle 90’lı yıllarda kitlesel bir güce dönüştü. Bunun temelinde Brezilya’da nüfusun % 3’ünden daha azının ekilebilir toprakların üçte ikisini elinde tutması yatmaktaydı. Brezilya’da toprakların % 60’ı atıl dururken, 25 milyon köylü geçici tarım işleriyle karınlarını doyurmaya çalışmaktadır.
MST bu eşitsizliklere bir tepki olarak doğmuştur. Bugün 250 binden fazla aile bir şekilde topraklara el koymuş olarak yaşamaktadır. Sadece 1990-97 arasında toplam 698 toprak işgali gerçekleştirilmiştir ve bu eylem çizgisi, 1964 tarihli toprak yasasında yer alan “ekilmeyen özel araziler kamulaştırılabilir” maddesine dayandırılmaktadır: yani MST toprak işgallerinin anaysal bir hak olduğunu savunmaktadır.
Brezilya’nın kırsal bölgelerinde askeri cunta döneminde yaşanan hızlı kapitalistleşme, Latin Amerika toplumsal mücadelelerinde önemli bir ideolojik yer tutan Hristiyan Kurtuluş Teolojisi’nin sol hareketlerle yaşadığı kaynaşma ve eski köylü hareketlerinin mirası olmak üzere üç temel kaynaktan beslenen MST, 1990’lı yılların dünyasının en çarpıcı yeni liberalizm karşıtı hareketlerinden birisi olmasına karşın, “yeni” bir hareket değildir.
MST’nin başarısı örgütlenme becerisinde yatmaktadır. Üyeleri sadece toprağı işleyerek ailelerinin beslenme ihtiyaçlarını gidermekle kalmamakta aynı zamanda halkın ihtiyaçlarını öne koyan alternatif kalkınma modeli de geliştirmektedirler.
Bu arada MST ile polis ve toprak sahipleri arasında çıkan sıkı çatışmalarda birçok köylü can vermiştir. Son 10 yılda bu çerçevede 1000’den fazla insan öldürülmüştür. Ama 1999 Ağustos itibariyle sadece 53 şüpheli katil mahkemeye çıkarılabilmiştir. MST bütün bu baskılara karşı direnmiş ve gelişmiştir. Hatta bu arada MST, UNICEF’in eğitim ödülü gibi bir dizi uluslararası ödül de almıştır.
Üretimi arttırmak için MST birçok gıda kooperatifi, ayrıca küçük tarımsal işletmeler de kurmuştur. MST yerleşimleri, hareketin “ekonomik ordusu” olarak adlandırılan ve geleneksel kooperatiflerden farklı olan SCA (Çiftçi Kooperatifleri Sistemi) adlı kooperatiflerin birliğinden oluşan CONRAB (Brezilya Tarım Reformu Kooperatifleri Konfederasyonu) isimli bir kooperatif zinciriyle desteklenmektedir. Topraksızlar Hareketi SCA’ları birer “muhalefet kooperatifi” olarak adlandırmakta ve kooperatifler yerleşimlere kredi, pazarlama desteği ve teknik yardım sunmaktadır.
15 yıllık mücadele sonunda MST ulaştığı düzeyi ve uygulamalarını şöyle özetlemektedir: Ülke çapında yaklaşık 400 yerleşim biriminde üretim, ticaret ve hizmet birlikleri kurulmuştur. Tarım ve hayvancılık ile ilgili 49 kooperatif, buralarda istihdam edilen 20 bin aile; 32 hizmet kooperatifi; 2 bölgesel ticaret kooperatifi ve 2 kredi kooperatifi bulunmaktadır. Bu MST işletmeleri 700 küçük belediyeye istihdam ve gelir desteği sağlamaktadır. Yerleşim birimlerinde 450 teknisyen görev yapmaktadır.
MST’nin kitle örgütlülüğünde eğitim çok özel bir yer tutmaktadır. 38 binden fazla öğrencisi, 1500 öğretmeni olan bu eğitim sisteminde yerleşim birimlerinde kurulan okullarda içeriği ve yöntemi topraksızlar tarafından belirlenen genel tedrisatın yanısıra, her yıl 3 bin kişiye özel yetenek eğitimi verilmektedir.
Eğitim sisteminin iki amacından birisi, kamplarda kamu eğitiminin kurumsallaşması ve ikincisi, bu okulların politik-ideolojik yönetiminin MST’nin elinde olmasıdır. UNESCO ile yapılan bir anlaşma uyarınca 1200 MST eğitimcisi 25 bin yetişkine okuma yazma eğitimi vermektedir. MST 250 tane tam donanımlı çocuk bakım merkezi / kreşe sahiptir. MST bursuyla 100’den fazla öğrenci üniversitelere gitmektedir. 25 tıp öğrencisi yine MST bursuyla Küba’da eğitim görmektedir. Eğitimi tamamlayarak MST ile birlikte çalışan avukatlar, gazeteciler, öğretmenler, araştırmacılar ve ziraatçılar bulunmaktadır.
MST 1995’de Corumbiara ve 1996’da Eldorado dos Caragas’ta gerçekleştirilen katliamlara ve MST’yi “modern” Brezilya’ya karşı çıkan sekter, gerici ve saldırgan bir güç ilan eden izolasyon politikasına karşı, 1996 katliamının 1. yıldönümünde iki ay süren bir başkent yürüyüşü gerçekleştirmiştir.
Günde 20 km. yol kateden yaşlı, kadın, çocuklardan oluşan yürüyüşçüler “Toprak Reformu, İş ve Adalet İçin Ulusal Yürüyüş” adını taşıyan bu eylemlerinde, geçtikleri her yerde büyük bir sempati toplamışlar; halkla toplumsal sorunları tartışmışlar, başkent Brasil’e vardıklarında burayı da sembolik olarak işgal etmişlerdir.
MST hareketinin elde ettiği başarının dört önemli özelliği bulunmaktadır: Maddi üretimden sanatsal üretime dek uzanan kolektif yaşam tarzı; “çalış-öğren” ilkesine dayalı özgün eğitim sistemi; birlik perspektifiyle ele aldığı görüş farklılıklarına saygı; ve neoliberal politikalara karşı inatçı bir mücadele çizgisi.
Diğer yandan örgütlenmesinin ve eylem tarzının neredeyse naifliğe varan bir basitliğe dayanması, savunduğu fikirleri halk tarafından anlaşılaşılabilir ve benimsenir hale getirmektedir.
Sonuçta, MST, mücadeleci kimliğinin yanısıra model yaratıcı tarzıyla son yirmi yılın en ilginç ve tartışmalı deneyimlerinden biri olarak ciddi bir irdelemeyi hak etmektedir.

3- Bolivya Deneyimi
Bolivya’daki hareket, en yakıcı biçimiyle kendisini 2003 yılında ortaya koymuştu.
2003 Eylül ayında gerçekleşen ayaklanma sonucunda devlet başkanı Sanchez de Lozada istifa ettiğinde Bolivya doğal gazının boru hatlarıyla Şili üzerinden Kaliforniya’ya taşınmasına karşı isyan çığ gibi büyüyordu. Maden işçilerinin yoğun olduğu merkezlerden başlayan eylemler hızla tüm Bolivya’yı sardı.
19 Eylül’de başkent La Paz’da toplam 150 bin kişilik bir yürüyüşün ardından 20 Eylül’de Warisata’da yol kesme eylemi yapan köylülerin, öğrencilerin ve öğretmenlerin üzerine askerlerin ateş açmasıyla, aralarında 8 yaşındaki bir kız çocuğunun da bulunduğu 5 köylü öldü ve 30’u aşkın kişi yaralandı. Bunun üzerine, Bolivya Merkezi İşçi Sendikası (COB), 24 Eylül’de olağanüstü bir toplantı yaptı ve 29 Eylül’de süresiz genel grev başlatılması kararını aldı.
Diğer işçi ve köylü örgütleri tarafından da desteklenip tüm ülkeyi saran genel grev, kitlesel gösterilerle, anayolların kesilmesiyle, sokaklarda barikatlar oluşturulmasıyla tam bir halk ayaklanmasına dönüştü.
11 Ekimde hükümet El Alto’da toplanan kalabalığın üzerine orduyu saldı ve 26 kişi katledildi. 13 Ekimde, başkanlık sarayının bulunduğu La Paz’ın merkezinde toplanan işçiler, işsizler, öğrenciler ve madencilerin üzerine yine ordu gitti. Gün sonunda 30 kişi, asker ve polis tarafından katledilmişti.
15 Ekimde, COB’un çağrısıyla La Paz’da bir cabildo abierto toplandı. İspanyol egemenliği döneminden kalma bir gelenek olan cabildo abierto, belediye meclisinin önemli konuları tartışmak üzere tüm kent halkını çağırdığı bir toplantı. COB’un, öz-savunma komitelerini, barikatları ve diğer tüm eylemlilikleri güçlendirmek amacıyla topladığı bu cabildo’ya 30 bin kişi katıldı. 16 Ekimde, Huanani madencilerinden oluşan 2500 kişilik bir grup harekete geçti ve bunlar ordu ve polis tarafından La Paz’a 100 km mesafedeki Patacamaya’da tanklar eşliğinde durduruldular.
Ordu ve polis saldırısı sonucu madencilerin dinamit kullandığı çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalar sırasında tanklarla yetinmeyen hükümet, uçakla madencilerin üzerine makineli tüfek ateşi açtı. Ellerindeki dinamitler tükendiği için dağılmak zorunda kalan madenciler buradaki çatışmalarda 3 şehit ve 20’den fazla yaralı verdiler.
16 Ekimde La Paz’da bir başka cabildo daha toplandı ve “toplumsal seferberliği ülke çapında güçlendirme” kararı alarak, “herkesi tank ve mermilere karşı sokak mücadelesi vermeye hazırlıklı olmaya” çağırdı. “Her mahallede, her barikatta siperler kazmalıyız, öz-savunma ekipleri yaratmalıyız” diyen COB lideri Solares, tanklarla, siperlerle ve silahlı askerlerle savunulan başkanlık sarayının kuşatılması talimatını verdi. Örgütlü kitleler polis istasyonlarını basıyor ve işçilerin yanında yer almayan polislerin kentten atılacağını bildiriyorlardı. Polis ve asker bölünmüştü. Askerlerin bir kısmı işçilere ateş açmayı reddediyordu. Polis Eşleri Federasyonu, Lozada’nın istifa etmesini istedi ve eşlerinin halka karşı kullanılmasını engellemek için La Paz’daki polis karakollarını bloke edeceklerini duyurdu.
Madenciler, 17 Ekimde tepeleri aşarak La Paz’a girmeyi başarmışlardı. Madenciler, kent merkezine girdiklerinde, meydan daha önce El Alto’dan gelen binlerce insanla hınca hınç doluydu. Köprüler tahrip edilmiş, tren vagonları barikat kurmak üzere yerlere yıkılmış vaziyetteydi.
Çatışmaların ve kayıpların en çok yaşandığı kentlerden biri olan 1 milyon nüfuslu El Alto’da oluşturulan Mahalle Meclisleri Federasyonu, işçilerin demokratik bir şekilde karar aldıkları ve uyguladıkları bir iktidar aygıtına dönüştü.
Bütün bunlar yaşanırken, Lozada’nın işinin bittiğini anlayan hükümet üyeleri, kendilerini kurtarma telaşına düştüler.
Hükümetin dört bakanı istifa etti ve koalisyonun diğer partileriyle birlikte başkan yardımcısı Carlos Mesa başkan Lozada’ya verdiği desteği geri çektiğini duyurdu. En büyük muhalefet partisi MAS’ın (Sosyalizme Doğru Hareket) lideri Evo Morales, Lozada’nın yerine Mesa’nın geçmesini kabul edeceklerini açıkladı. 17 Ekim akşamı ABD elçisiyle görüşen Lozada, 18 Ekimde helikopterle ABD’ye kaçtı ve yerine Carlos Mesa geçti.
Hareketi örgütleyen yapılar hakkında, Brezilya MST’sinde olduğu gibi çok geniş bilgilere sahip değiliz. Evo Morales’in liderliğini yaptığı Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) bunlardan biri. Daha sonraları seçimlerde de başarı sağlayan Morales’in neoliberalizmle anlaştığı biliniyor.
Felipe Quispe’nin (el Mallku) liderliğini yaptığı Pachakuti Yerli Hareketi (MIP) de bir başka yapı. MIP bundan iki yüzyıl önce İspanyol sömürgecilere karşı çıktığı için öldürülen And lideri Tupac Katari’nin izinden giden bir parti. Eylemler boyunca köylüleri isyan etmeleri için “Doğalgaz boru hattının Şili üzerinden geçmesine karşı koymaları ve doğalgazın Bolivyalıların refahı için kullanılması” sloganıyla örgütledi.
Bolivya Sendikalar Konfederasyonu (COB), 1930’lar ile 1980’ler arasında Marksist sol işçi sendikaları, özellikle de maden işçileri sendikası üzerinde etkin olmaya başladı. Özellikle 1952, 1970-71 ve 1985 yıllarında Bolivya Sendikalar Konfederasyonu (COB) adeta ikinci bir devlet gibi, Amerika kıtasının en güçlü sınıf sendikası idi.
Ancak madenlerin ve fabrikaların kapatılması sonucunda güçlerini yitirdiler ve yerlerini yerli ve çiftçilerden oluşan köylü organizasyonları doldurmaya başladı. COB’un bu günkü lideri Jaime Solares’dir ve kitlesi madenciler, öğretmenler, sağlık emekçileri ve mavi yakalı işçilerden oluşmaktadır. Ayaklanma sırasında Bölgesel İşçi Konseyleri (COR) oluşturarak önemli bir rol oynamıştır.
Doğalgazı Savunma Ulusal Koalisyonu (National Coalition in Defense of our Gas): Bu koalisyon yeni olmakla birlikte daha önce kurulmuş olan ve suyun özelleştirilmesine karşı Bechtel ulusötesi firmasıyla mücadele eden Suyu Savunma Koalisyonunun [Coalition in Defense of Water (Coordinadora en Defensa del Agua) mirasçısıdır.

4- Ekvador: FENOC / CONAIE
Ekvador deneyimi de irdelenmesi gereken olgulardan bir başkasıdır. Kır ve kent yoksullarının ortak örgütü olan FENOC ve çatı örgütü olarak CONAIE Ekvador’da uzun süredir neoliberalizme karşı savaşıyorlar. 1997’de neoliberalizmin saldırısına karşı kitleler dev gösteriler düzenleyerek seçilmiş başkanın görevden alınmasını sağladılar. Ama esas önemli olay 2000 yılı başında oldu.
IMF ve Dünya Bankası patentli politikalara karşı 15-16 Ocak 2000’de greve gidildi. 21 Şubat’ta 40 bin kişinin gösterisinin yarattığı fırtına kongreyi sarstı. Ülkenin bütün yerli halkını bir araya getiren CONAIE ile işçi hareketinin (ordunun orta kademelerinde bazı unsurlarca desteklenen) mücadelesi sonucunda, halk parlamentoyu ve başka devlet organlarını ele geçirdi, hükümet devrildi, ülke bir devrim konseyinin eline geçti. Ne var ki, ordunun üst kademeleri duruma 24 saat içinde hakim olacaklar ve başkanı kitlelerin gazabına kurban vermekle birlikte, yönetimin yeniden burjuvazinin eline geçmesini sağlayacaklardı.
Daha sonra 15 ve 16 Haziran’da çeşitli sendikalar ve taban örgütlerince oluşturulan yurtsever cephe tarafından yapılan çağrıyla genel grev başladı. Grevde talepler ulusal para biriminin dolara dönüştürülmesi politikasından vazgeçilmesi, fiyatların dondurulması, yapısal uyum politikalarından vazgeçilmesi, dış borçların ödenmemesi, stratejik sektörlerdeki kamu kuruluşlarının özelleştirilmesinden vazgeçilmesiydi.
CONAIE bugün de neoliberalizme karşı bir halk hareketi olarak varlığını sürdürüyor.

5- Güney Afrika: Perspektiflerini Genişleten COSATU
Güney Afrika’da 1980’li ve 1990’lı yıllarda ırkçı rejime karşı mücadeleyi bir emekçi muhalefeti olarak örgütleyen COSATU (Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu) bugünlerde işyeri ve işkolu ayrımı gözetmeksizin bir bölgedeki tüm işçileri ve ailelerini ekonomik ve demokratik talepler etrafında örgütleyen yeni bir anlayış geliştirmiştir.
COSATU’dan hareketle bu yeni emek örgütlenme biçimleri “toplumsal hareket sendikacılığı” olarak anılmaktadır.
Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu COSATU 1985 yılında kuruldu ve aradan geçen 13 yılda 2 milyon üyeli bir konfederasyon oldu. COSATU ırk ayrımcılığına karşı mücadele ile işçi haklarının geliştirilmesi mücadelesini birlikte yürüttü. COSATU’nun bu denli hızlı büyümesinde, kullandığı örgütlenme yöntemleri önemli bir işlev üstlendi. COSATU’dan önceki örgütlenme faaliyetleri tek tek işyerlerinde sürdürülüyor ve yavaş işliyordu. Bu faaliyet küçük kazanımların korunmasını amaçlıyor ama büyük kaynak tüketimine yol açıyordu.
COSATU’nun kurucu sendikalarından NUM (maden işçileri sendikası) bu biçimi değiştirdi ve bölgede kitle mobilizasyonu temelinde kısa sürede örgütlendi.
Bu örgütlenmede işçilerin işyerinden ve işyeri dışındaki yaşamından kaynaklanan sorunları ile işçi ailelerinin ve çevre halkının sorunlarını bir bütün olarak ele alan bir yaklaşım benimsendi. İşkolu ve bölge örgütlenmesinin içiçe yürütüldüğü bu model COSATU’nun temel örgütlenme biçimini oluşturdu.
COSATU, Apartheid Rejimi’nin sonra ermesi ve ANC’nin (Afrika Ulusal Kongresi) iktidara gelmesinde aktif bir rol oynadı ama sonrasında ANC’nin uygulamaya devam ettiği yeni liberal politikalara karşı çıkmayı da sürdürdü. Özellikle özelleştirme poltitkalarına karşı, zaman zaman genel grevlere varan bir eylemlilik çizgisi izliyor.

6- Hindistan: 2 Milyon Üyeli Bir Kadın Sendikası!
İşsizlik ve yoksulluk karşıtı hareketlerin en ilginçlerinden biri de Hindista’daki SEWA’dır (Kendi Hesabına Evde Çalışan Kadınlar Örgütü).
SEWA, 1920’de kadın sendikacı Anasuya Sarabhai tarafından kurulan Tekstil İşçileri Birliği (Hindistan’ın en eski ve en büyük sendikası) içinden 1972’de kendi hesabına çalışan kadınların sendikası olarak doğdu. Hindistan’da o güne kadar kendi hesabına çalışan kadınların örgütlenme deneyimi yoktu.
SEWA’nın ilk mücadelesi sendikal örgüt olarak tanınmak oldu. Hükümet bu talebi, kadınların karşısında tanımlı bir işveren olmaması gerekçesiyle reddetti. Ama SEWA sendikal örgütlenmenin mutlaka bir işverene karşı olması gerekmediğini, işçilerin birliği anlamına geldiğini savundu. Sonuçta SEWA Nisan 1972’de sendikal bir örgüt olarak tescil edildi. SEWA tanınmasının ardından hızla büyümeye başladı. 1981’den sonra SEWA tamamen bağımsız bir örgüt olarak yoluna devam etti.
Evde çalışan kadınlar örgütlü sektördeki ücretlilerden farklı özellikler taşımaktaydı. Zaten işgücünün % 90’dan fazlasının örgütsüz olduğu Hindistan’da evde çalışan kadınlar hiçbir koruma mekanizmasından yararlanamıyordu. SEWA’nın kuruluş amacı kadınları örgütlemek ve dört temel güvenceden, iş güvencesi, gelir güvencesi, gıda güvencesi, sosyal güvence (sağlık, çocuk bakımı ve barınak), yararlanmalarını sağlamaktı.
Bunun için verilecek mücadelenin muhatabı olarak ise toplum ve ekonomik sistem tarafından konan engellerin tümü gösteriliyordu. SEWA hareketi emek hareketi, kooperatif hareketi ve kadın hareketinin bileşimidir. SEWA kendi kendine çalışan, evde çalışan kadınların hareketidir; yani bir kadın hareketidir; liderleri, kadroları ve kurucuları kadındır.
SEWA’nın örgütsel yapısı Hindistan’daki kendi hesabına çalışan bütün kadınlara açık bir örgütlülüğe dayanmaktadır.
Üç yılda bir 25 kişilik yönetim kurulu seçilmektedir. Genel kurullar her işkolunda 100 işçiye 1 delege olacak şekilde belirlenen delegelerle yapılmaktadır.
Bu delegeler aynı zamanda işkolu konseylerini oluşturmaktadır.
Ayrıca 15-50 arası üyeden oluşan işkolu komiteleri oluşturulmakta ve komiteler ayda bir toplanmaktadır. SEWA üyeleri ağırlıkla sabit bir işi olmayan yoksul ve ezilen kadınlardan oluşmaktadır. Bunlar küçük satıcılar (sebze, meyva, balık, yumurta satıcıları, işportacı vb.), evde çalışanlar ve kol emekçileridir. 2000 yılı itibariyle SEWA’nın toplam üye sayısı 2 milyonun biraz üzerindedir. SEWA, mücadelesini somut bir hedefe yönelik çok yönlü kampanyalara dayandırmaktadır. Bu mücadelenin temel birimi köy ya da mahalle düzeyindeki toplantılardır. Toplantılara ulaşılabilen en geniş sayıda insan katılmaktadır.
1995’te, diğer örgütsüz sektörlerde çalışanları da örgütlemek amacıyla SEWA’nın da dahil olduğu Ulusal Emek Merkezi (NCL) kuruldu. NCL’nin kuruluş amacı örgütsüz sektör işçilerinin taleplerinin duyurulması ve hakları için örgütlenmesiydi. Merkez, inşaat işçileri, sözleşmeli işçiler, tarım ve orman işçilerini kapsamaktadır. NCL içindeki en büyük ve tek kadın örgütlenmesi SEWA’dır. 1999’da NCL mücadeleyi işçiler için sosyal güvenlik haklarının kazanılmasına yoğunlaştırdı.
Klasik sendikal anlayışı aşan ve özellikle kadınları harekete geçiren yapısıyla SEWA, son otuz yılın en önemli deneyimlerinden biridir.

7- Güney Kore: Vahşi Kedi Grevleri ve KCTU
Güney Kore’de 1980’lere kadar en güçlü sendikal örgüt olarak, devlete yakın olarak bilinen FKTU federasyonu bulunuyordu. Ancak 1980 sonrasında işçi mücadelelerinin artmasıyla birlikte işçilerde yeni bir konfederasyon arayışı başladı. 1987’de büyük işçi eylemlerinin ardından Kore İşçi Sendikaları Konfederasyonu (KCTU) kuruldu. KCTU başlangıçta devlet tarafından tanınmadı, sendikacılar tutuklandı. Uzun bir süre yasal olarak faaliyet yürütememesine rağmen kullandığı mücadele ve örgütlenme biçimleriyle, geçen yıllarda kendini kabul ettirdi ve 700 bin üyeye ulaştı. Son yıllarda Güney Kore’de yapılan büyük işçi eylemlerinin önderliğini KCTU çekti. Zaman içinde FKTU da bu eylemlere katıldı, belirli noktalarda iki örgüt arasında ittifak sağlandı.
KCTU’nun ilkelerinin içinde örgütsüz işçilerin, özellikle küçük işletmeler ve hizmet sektörlerindeki düzensiz istihdam edilen işçilerin örgütlenmesine özel bir önem veriliyor çünkü sendikalaşma oranı sadece yüzde 13. Bunun için aktif örgütlenme kampanyaları düzenleniyor.
1997 Krizi sonrasında KCTU gerek Hyundai, Daewoo gibi tek tek işletmelerde işten çıkarmalara karşı yürüttüğü aktif eylemlilikle gerekse genel olarak işsizlik ve yoksulluk artışına neden olan IMF politikalarına karşı hayata geçirdiği genel grevlerle etkinliğini ve gücünü arttırdı.
Hükümetle ve IMF yetkilileriyle yapılan görüşmelerde yoksulluk karşıtı alternatif politikaları ısrarla savundu. Bu süreçte işsiz kalan işçilerin sendikal üyeliğini sürdürerek onları mücadele içinde tuttu ve bu yaklaşımıyla yeni bir sosyal güvenlik sisteminin (işsizlik sigortasının yaygınlaşması, yoksullara sosyal yardımların arttırılması vb.) yaratılmasına katkıda bulundu.
Yayınladığı 2004 Raporu’nda KCTU, “bütün halkı seferber eden bir güç” olmak için “güvencesiz yada örgütsüz işçiler gibi toplumun marjinalleştirilmiş kesimleriyle dayanışmayı örme, bir halk dayanışması cephesinin inşasında önder rolünü almayı” öngörüyor. KCTU bir “Güvencesiz İşçiler Örgütlenme Merkezi” kurup 5 milyarlık bir fon oluşturarak küçük ve orta büyüklükteki işyerlerinde güvencesiz işçileri örgütleyecek.
“Vahşi Kedi” grevleri olarak adlandırılan ve özellikle 1970’lerin ikinci yarısından sonra oldukça sık görülen kendiliğinden grevler, sokak çatışmalarını, fabrika işgal eylemlerini ve işsizlerle dayanışma komitelerini de kapsamaktadır.
KCTU, özellikle resmen yasal olmayan bir sendikanın sadece fabrikalara değil, atölyelere ve işsizlere de yönelerek nerelere ulaşabileceğinin bir örneği olarak önemlidir.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul