Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

İnsanın insan olması süreci doğaya karşı verdiği mücadele ile başlar. İnsan özgürlüğü için ne kadar mücadele verirse, insanlaşma sürecini o kadar çabuk tamamlar.
İnsan demek özgürlük demek, insan demek özgürlük için mücadele demektir. Bu mücadele ilk başlarda toplumsal özgürlükler içindir ya da çoğunluğun özgürlüğü içindir. Ancak çoğunluk özgürleştikten sonra bireysel özgürleşme mücadelesi başlar.
Yuri Davidov’un Özgürlük ve Yabancılaşma kitabında anlattığı çok eski bir yılan hikayesi vardır. Bir gün, uyuyan bir adamın ağzından içeri bir yılan girer ve midesine yerleşir. Adama hükmetmeye başlar. Artık adamın her hareketi yılanın kontrolü altındadır. Bir gün adam uyandığında yılanın midesinden çıkıp gittiğini fark eder. Önce sevinir, bir süre sonra ne yapacağını şaşırır. Çünkü artık ona hükmeden kimse kalmamıştır. Birinin hükmü altında kalmaya alışan adam hükmedicisi gidince ortada kalmıştır. Çünkü kendi başına iş yapma alışkanlığını yitirmiştir.
Hikaye belki çok eski, ama günümüze ne kadar denk düşüyor.
Yüzyıllardır hatta bin yıllardır, birilerinin egemenliği altında olan bizler, kendi başımıza hareket etme, karar verme, uygulama yetimizi kaybetmiş durumdayız. Hükmedilmeye o kadar kanıksamışız ki, bunun artık olmazsa olmaz olduğuna inandırmışız kendimizi. Sadece dönem dönem bizi güdecek çobanlarımızı değiştirmekle yetiniyoruz.
Çalışan insanları bir düşünelim: Sabahtan akşama kadar işyerinde geçiyor zamanları. Her iş kolunda bu böyledir. Akşamı edip eve gitmekten başka sorunları yoktur. Akşam olup da eve gidince yemek yiyip belki biraz televizyon izliyor, sonra da ertesi gün işe daha dinç gidebilmek için uykuya dalıyorlar.
Bu, öğrenciler içinde hemen hemen aynıdır. Okuldan eve, evden okula monoton bir yaşam.
İnsanlar bu yaşam tarzıyla özgürlüklerinin ellerinden alındığının dahi farkında değiller.
Çalışan, kimin için niye çalıştığının, emeğinin ne kadar sömürüldüğünün, kendi emeği olmazsa işverenin de olmayacağının farkında bile değil. O kadar makinalaşmış ki, en insani paylaşımlardan dahi uzaklaşmıştır artık ve ne için yaşadığını sorgulayacak kadar bile yakın değildir kendine, insanlara. Ancak belli bir yaşa geldikten sonra “boşuna mı yaşadım” demeye başladığında iş işten geçmiş oluyor.
Evet günümüz insanı kendine, insanlığına, sorununa duyarsızlaşmış, yabancılaşmış durumda. Ezim ezim ezilirken, evine ekmeği zor götürürken bir maç için kavga edebilecek kadar kendine ve insanlığa yabancı.
İnsandan yana olmayan özgür bireyler ve özgür toplumdan yana olmayan tüm sistemler için bu bulunmaz bir nimettir. Çünkü insan kendine ve sorununa ne kadaryabancılaşırsa bu tür rejimler için o kadar az tehlike oluşturur. Bunun bilinci ile sistem, eğitim kurumlarını, medya araçlarını, hatta bilimi kullanarak bu yabancılığı had safhalara ulaştırıyor.
Hikayemize geri dönelim: Yılan kendiliğinden çıkıverince adamımız afallamıştı. Çünkü yılanın özgürlüğünü kısıtladığını fark edip kendisi ona karşı mücadele geliştirmemişti. Yılandan özgürlüğünü almak için bir mücadeleye girişseydi ne yapacağını bilmez bir durumda ortada kalmazdı.
Hoş, bizim midelerimizdeki yılan hiç de sıkılıp kendiliğinden gidecek türden değil. Ama bizim yapmamız gereken daha fazla buna alışmadan, daha fazla kendimize yabancılaşmadan bu yılana karşı bir mücadeleye girmemiz. İlk başta kendi insanlığımız için yılanın varlığını fark edip, onu tanıyıp özgürlüğümüzü nasıl zapt ettiğini algılayıp başlamalıyız işe. Yılandan nasıl kurtulabileceğimizi belirleyip onunla mücadeleye girmeliyiz.
İşte tam bu noktada yılana karşı mücadelemizi gözden geçirmemiz gerekiyor.
Düşüncelerimizi oluşturmak ve bunların gerçekleşmesi için ne kadar çabalıyoruz? Her şeyimizi mi veriyoruz, yoksa bir özlemimiz, ütopyamız olarak mı hareket ediyoruz. Geleneklerden, aile ilişkilerimizden, meslekten ve daha bizi sisteme bağlayan onca araçtan ne kadar vazgeçebiliyoruz?
Yılana karşı mücadele bizim için bir temenni mi yoksa yaşamımızın merkezine oturmak zorunda olan bir yaşam tarzı mı?
Bu sorulara vereceğimiz yanıt yerimizi belirlememizi sağlayacak. Ya doğruluğunu bildiğimiz, inandığımız şeyleri yerine getirip özgürleşeceğiz, ya da doğruluğunu bilmemize karşın çeşitli kaygılarla -doğruluğunu söylesek bile- doğru olarak bildiklerimizi yerine getiremeyeceğiz. Doğruluğunu bilmemize karşın bunları yerine getirmediğimizde bu uğurda yeterli mücadele vermediğimizde kişisel durumumuz ne olacak? Böyle bir durumda kendimize ne kadar saygımız, sevgimiz olabilir ve kendimize saygımız, sevgimiz olmadığında insani değerleri ne kadar taşımış oluruz?
Bütün bu soruları arttırabiliriz... ya devrimcileşerek özgürleşeceğiz, ya da kendi benliğimize, insanlığımıza yabancılaşacağız. Sanırım “olmak ya da olmamak” bu noktada anlam kazanıyor.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul