Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Z. Polat

Geçen yüzyılda kadınlar uzun ve zorlu bir yol kat ettiler. Ama bugün kadınların karşı karşıya kaldığı çelişkiler yine 1900'lü yıllardan çok farklı değil. Kadına yönelik çifte sömürü, şiddet artarak devam ediyor.
Reel sosyalizmin çözülmesinden sonra değişen dünya dengeleriyle birlikte, sınıf mücadelesinin zayıfladığı koşullarda güçlü bir direnişle karşılaşmayan kapitalizm, toplumun bütün kesimlerine yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürüyor. Tabii ki bundan en çok etkilenen kesim çifte sömürüye maruz kalan kadınlardır.
Özellikle 1980'lerden sonra kapitalizmin toplumun bütün kesimlerine yönelik sistemli saldırısı, kazanılmış hakların geri alınmasını gündeme getirmiş ve sosyal devletin tasfiyesine dönük geniş bir saldırıya dönüşmüştür. Kapitalizm son 30 yılda kadınları yeni işçi katmanları olarak daha hızlı bir şekilde iş gücüne dahil etmekte ve ağır işlerde düşük ücretle çalıştırmaktadır. Bu durum kadının toplumsal yaşamdaki konumunu daha da kötüleştirmiştir.
Aslında ucuz kadın ve çocuk işgücü kapitalizmin tarihi boyunca her zaman yüksek kârların kaynağı olmuştur. Böylece kadın bir taraftan ev ekonomisine katkıda bulunurken diğer taraftan da ev hizmetçiliğinden kurtulamamıştır. Bu çifte sömürü, temelde sistemden kaynaklanmakla birlikte, erkek egemen toplumsal yapıya bağlı olarak çelişkinin bu yanı zaman zaman gözlerden gizlenebilmiş, yalnızca erkekleri hedef alan hareketler zemin bulabilmiştir. Yasalar karşısında hukuksal anlamda eşit olmak talebini öne çıkaran sistem içi kadın hareketlenmelerinin mücadelesi bu zeminden kaynağını almıştır. Temelde küçük burjuva toplumsal katmanlar içersinden gelişen bu eğilim, bütün mücadeleyi de karşı cinse düşmanlık ya da onunla yüzeysel bir eşitlik üzerine kurgulamış, bütün kötülüklerin kaynağı olarak erkeği görmüştür. Bu eğilim, çoğu kez emekçi kadınları da etkilemiş ve esasta emekçi kadınların kapitalizme karşı mücadelesini zayıflatmıştır.
Oysa koca bir yüzyıl içerisindeki gelişmeler açıkça göstermiştir ki, hukuksal çerçevedeki yüzeysel "eşitlik" arayışları ve elde edilen kimi sonuçlar, kadının toplumsal konumunda ciddi bir değişiklik yaratmamıştır. Bu arayışların en ciddi sonucu ise sisteme karşı yürütülen devrim ve sosyalizm mücadelesinin çeşitli düzeylerde aksamasıdır.
Çünkü, kadının toplumsal yapıdaki konumunu tariflerken salt hukuksal anlamdaki eşitliği savunmak kadının kurtuluşunu sağlamamakta, aksine onları burjuva sınırlar içine hapsederek asıl mücadele alanı olan sınıf perspektifli mücadelenin dışına itmektedir.
Aslında emekçi kadınların ellerindeki güç ve onların toplumsal harekete katılmalarının yaratacağı büyük etki, egemenler tarafından bilinmektedir. Ezilen cins olarak kadının, ezilen ulus gibi mücadeleye katılması ve proletaryanın yanında yer alması egemenler için ciddi bir tehlike yaratmaktadır. Bu yüzdendir ki egemenler, sistem içi bazı haklar vererek bu büyük gücü kısmen tatmin etmeyi ve kadınların sınıf mücadelesi içinde yer almamasını sağlamayı amaçlamışlardır. Üstelik bu haklar da sistemin temel işleyişini aksatmayacak biçimde düzenlenmektedir.
Yani aslında yasalar erkeğin siyasal ve ekonomik ayrıcalığını korumakta ama kadın cinsine seçme ve seçilme hakkı vb. gibi konularda tavizler vererek temelde kadının sınıf mücadelesine aktif bir şekilde katılmasının önüne set çekmektedir.
Böylece, kadın cinsinin sorunlarının temel kaynağının sistemden kaynaklandığını unutturarak kendi sınıf kardeşleri olan erkeklerle birlikte sınıf perspektifli bir mücadeleyi örmelerini engellemektedir.

Neoliberalizm ve Kadın
Türkiye'de kadınlar hala birçok yasal ve geleneksel ayrımcılıkla karşı karşıyadır. 1980 darbesiyle birlikte ekonomik alanda yapılan bir takım değişiklikler toplumun bütün kesimlerinde olduğu gibi kadınlar üzerinde de ciddi etkiler yaratmıştır. Kadınlar önceki yıllara göre daha ucuz çalıştırılmaktadır; örgütlenmeleri daha da zorlaştırılmıştır ve daha derinleştirilmiş çifte sömürü altında toplumun en zayıf kesimi haline getirilmişlerdir.
Türkiye'de IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle hayata geçirilen politikalar genel olarak emekçileri etkilerken bu durum kadın işçileri daha da büyük bir sıkıntının içine sokmuştur. İşsizlik oranlarının kadınlarda çok daha yüksek olması bir yana çalışan kadınların %72'den fazlası hiçbir sosyal güvenlik sisteminden yararlandırılmamaktadırlar.
Kadın ve çocuk iş gücü ucuz iş gücü anlamına geldiği için, kapitalizm her kriz noktasında yoğun olarak kadın ve çocuk iş gücünden yararlanmakta, örgütlenme ve sosyal güvencesi olmayan alanlarda, organize sanayi bölgelerinde bu kesimleri yoğun olarak kullanmaktadır. Aynı zamanda yoksullaşmanın derinleşerek devam ettiği son süreçlerde kayıt dışı ekonominin büyümesiyle birlikte, çeşitli üretim alanları "eve iş verme" adı altında karın tokluğuna evlere taşınmaktadır.
Yani artık bir önceki yüzyılın başlarında olduğu gibi kadınların ekonomik hayata katılması anlamında bir tıkanma sözkonusu değildir ya da en azından artık sorunun temeli bu değildir.
Kadın sorununun sınıfsal boyutunu ortaya çıkaran Clara Zetkin'in dediği gibi: özellikle küçük ve orta burjuva katmanlarda yoğun biçimde yaşanan "kazanç eşitsizliği" sorunu ayrı bir sorundur ve bu sorunun çözümü kadının iş yaşamında kendi sınıfındaki erkekle ekonomik eşitliğinin sağlanmasıdır. Proleter kadının sorunu ise başka bir içeriktedir.
Proleter kadının kapitalist ekonomik yaşama dahil olmak için çaba vermesi gerekmemektedir; aksine, kapitalizm sömürüyü derinleştirmek için proleter kadını işgücünü yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla proleter kadının temel sorunu kapitalizmdir ve çözümü ise proleter sınıfın politik iktidarını sağlamak için erkeğe karşı değil, erkek egemen düzenin temelini oluşturan kapitalizme karşı mücadeleden geçmektedir.
1960'ların sonlarına doğru daha çok Batı'da ortaya çıkan ve bu iki mücadeleyi birlikte ele almayı deneyen sosyalist-feminist akım kuşkusuz bir aşama olmuştur. Anti-emperyalist bir karakter taşıyarak kendi bulundukları ülkelerde ve ülke dışındaki ilerici hareketlerle dayanışma içine giren bu hareket kadın mücadelesi konusunda sürece belli katkılar sağlamıştır. Türkiye'deki gelişme ise bu bakımdan daha özgündür. Kadının üretim süreçlerine katılımı, Türkiye'nin geç ve çarpık kapitalistleşmesinden ötürü değişik ve gecikmeli bir yol izlemiş, Osmanlı'dan akıp gelen ve temelini İslam dininin oluşturduğu gerici geleneklere bağlı bir aile yapısının ağırlığı kadını bir çok alanda dışlamıştır. Çalışan kadın gerçeği hem küçük ve orta burjuva katmanlarda hem de emekçilerin dünyasında zaman içersinde oturmuş ve kabullenilir olmuştur.
Dolayısıyla her alanda olduğu gibi kadın hareketinde de özgün bir yol ortaya çıkmış, güçlü bir kadın işçi hareketi bir yana genel olarak kadın hareketi de zayıf temeller üzerinde belirmiştir. Böylece emekçi kadın hareketiyle burjuva feminizmi arasında bir alanda filiz veren sosyalist-feminist hareket de belirgin bir güç yakalayamamıştır.
1975'ten itibaren ciddi sayılabilecek bazı emekçi kadın örgütlülükleri reformizmin etkisi altında oluşurken devrimci kesimlerde kadın perspektifi özel bir alan olarak çok fazla yer işgal etmemiş, sürecin hızlı akan temposu içinde ciddi tartışmalar yapılamamıştır. Yine de bu dönem de eşit işe eşit ücret sloganı başta olmak üzere kadınları doğrudan ilgilendiren bir dizi faaliyet vardır.
1980 sonrasında ise, büyük ölçüde yenilgi atmosferinin de etkisi altında ve zaman zaman postmodern anlayışın belirleyiciliğinde kadın sorununa ilişkin tartışmalar bir patlama yarattığında ise artık durum değişmiştir. Bu kez, sosyalizme dönük eleştiri kampanyası, reel sosyalizmin uygulamaların çarpıklıklarından da hareketle öne çıkmış ve bildik anlamda burjuva feminizmi mesafe kat etmiştir. Özellikle 1990'lı yılların ilk şaşkınlık evresinde bütün diğer marksizm dışı akımlar gibi feminizm de bir "altın dönem" yaşamış ve durum, dünyadaki ibrelerin yeniden devrime doğru dönmeye başladığı 2000'lere dek hızlı bir tempoda devam etmiştir.
Bu arada Kürt hareketinin son yirmi yılda yaşadığı gelişme, Kürt kadınlarının hayatında gözle görünür değişiklikler meydana getirmiş, hiç küçümsenmeyecek bir potansiyel yaratmıştır.
Ancak bu kadın hareketi de sınıfsal zeminden hareket eden sosyalist ve devrimci güçlerin ivme kaydettiği bir politik ortamda şekillenmiş, daha sonra ulusal hareketteki kırılmalardan da etkilenmiştir. Sonuç olarak bu kesim, Kürt kadınının hayatında muazzam bir değişiklik anlamına gelirken, kitlesellik ve aktivite anlamında çok yoğun ama sosyalist yönü zayıf bir bir güç yaratmıştır.
Ama artık durum değişmektedir ya da en azından değişimin ön koşulları daha fazla mevcuttur.
Her şeyden önce, feminizm açısından aslında bir kusur değil yapısal bir özellik olan "emekçilerin dünyasından uzak olma" durumu çok önemlidir. Yani, ne "çağdaşlık delisi" Kemalist çevrelerde yoğunlaşan hukuk tartışmaları ne de küçük burjuvaların kentlerin entelektüel mekanlarına sıkışmış dar "kadın özgürlüğü" tartışmaları, korkunç bir yoksulluk batağında bunalmakta olan emekçi kadınlar için ciddi bir anlam ifade etmektedir. Bu kesimler, aslında kendi yaşadıkları çifte sömürüyü kendi deneyimleriyle fark etmekte, dahası, siyasi alanda derin derin tartışmalara konu olan kapitalizm-kadın sorunu bütünlüğünü de deyim yerindeyse sezmektedirler. Çünkü onların hayatları böyledir; bu hayatlar, yoksulluk ve sömürü üzerine kuruludur; bu hayatların içinde derin tartışmalardan çok hareket ihtiyacı birikmektedir.
Dolayısıyla bu kesimler, kendi yakıcı sorunlarından hareket eden her türlü girişime bugün daha fazla açıktırlar ve bu alanda yapılan her girişim az ya da çok karşılığını bulmaktadır.
Bugün sorun, devrimci sosyalist hareketin emekçi kadınların dünyasıyla buluşmak, onların içinde kök salmak için gerekli araçları ve yöntemleri bulması sorunudur. Devrimci sosyalizm, özellikle politik kültürel odakları öne çıkararak cesur ve yaratıcı girişimlerde bulunduğunda mutlaka karşılığını alacaktır.
Cinsel tacizden feodal baskı ve cinayetlere dek kadın sorununun açığa çıktığı bütün alanları kapsayacak olan böyle bir çalışma, esas eksenini sömürü ve yoksulluk üzerine kuracak ve her şeyden önce emekçi kadının dünyasında somut, dokunulabilecek kadar yakında bir olgu haline gelecektir.
Kadın sorunu ya da "kadınlar katılmadan devrimin olamayacağı" üzerine sıkıcı tekrarlarla zaman yitirmeden bütün enerjimizle bu alana girdiğimizde, yani köleliğe karşı mücadeleye köle barakalarından başladığımızda, önce oralarda yerleşik ilişkiler ve örgütlülükler yarattığımızda, ortaya çıkacak olan güç muazzam olacaktır. Ve hiç kuşku yok ki, bütün bunları yaptığımızda, hatta yapmaya başladığımızda, kadınlardan da öğreneceğimiz çok şey olacaktır.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul