Politika yapmak terimi, ne yazık ki sadece sömürücü
sınıfların dilindeki anlamından kaynaklı olmayan
nedenlerle toplumsal bilinçte “temiz” bir yere
sahip olmadığından, bu bilinç noktasının oluşumunda
kimin ne derece suçlu/suçsuz oluşunu burada tartışmayacağız
ama bu bir gerçek. Daha doğrusu değiştirmemiz
gereken birçok “gerçek”ten sadece biri (ve oldukça
önemlilerinden biri). Bunun nasıl değiştirilebileceği
konusunda kafa yorduğumuzda ise oldukça zengin
bir tarihsel deneyimin, günümüzün gerçekliği ile
nasıl bir araya getirilebileceği sorunu önümüze
çıkıyor.
Bundan hareketle, tarihe; Kızıldere’ye biraz daha
farklı bakmaya çalışacağız.
1970 yılı Aralık ayında kurulan THKP-C, o güne
kadarki politik sürecin üzerinde yükselmişti.
Bu dönem incelendiğinde ise karşımıza deyim yerindeyse
bir “düşünceyi toplama” süreci çıkar. Bu “düşünceyi
toplama” süreci, elbette ki eylemlerle, şehitlerle
ama bir yandan da yoğun tartışmalarla birlikte
yaşanan bir süreçtir.
Ancak bugün bu yazıda üzerine dikkat çekmeye çalışacağımız
en önemli nokta “yaşamdan kopmama”dır. Yaşanan
tartışmaların soyutluğu/kitabiliği ya da uluslararası
sosyalist hareketler içindeki çeşitli eğilimlerin
yansıması olarak gündeme gelişleri bile onların
sürekli olarak ülkenin somut koşullarının “turnusol
kağıdında” test edilmesinin önüne geçmemiştir.
Ülke topraklarından, gerçekliğinden beslenmenin
her zaman önemli bir hareket noktası, değerlendirme
kriteri olduğu bu sürecin sonucunda; deyim yerindeyse
“düşünce toparlandığında” ortaya bugün THKP-C
diye ifade ettiğimiz netlik çıkmıştır. Bu salt
düşünsel değil, eylemsel bir netliktir de. Bu
eylemsel netliğin belki de en berrak ifadesi,
Kızıldere’dir.
Gerçeklikle kurulan bağ, bu bağın niteliği ve
biçimi, her tarihsel süreçte önemli bir kavrama
halkasını oluşturmuştur. 12 Mart 1971’e evrilen
süreçteki sınıf ilişkileri ve bunların çözümlenmesi
üzerinden konan pratik, ortaya hangi sınıftan
olursa olsun kimsenin silemeyeceği, reddedemeyeceği
bir tarihsel gerçeklik çıkarmıştır. Tarihe müdahale
yapma görevini omuzlamış olan devrimcilerin, hareket
tarzı açısından böylesi bir örnek kolay kolay
bulunmaz. 1971’in bu diyalektikten koparılarak
sadece bir silahlı eylem ya da (eylemler dizisi),
sadece bir illegal örgüt deneyim olarak THKP-C’yi
ele almak, bunu yapan herkesi, hangi sınıfın adına
hareket ederse etsin, yanlış sonuçlara götürecektir.
Mahir Çayan’ın yazılarında sıkça vurgu yaptığı
“somut durumun somut tahlili”, belki de geçmiş
sürecin anlaşılabilmesi ve çözümlenmesi açısından
en önemli anahtardır. Bu anahtar, ülkenin ve dünyanın
içinden geçtiği tarihsel/politik ve toplumsal
sürecin bütünlüklü bir şekilde çözümlemesi ve
bu çözümlemenin ışığında ortaya konan pratik olarak
bugün karşımızda durmaktadır. Bir cümleyle özetlemeye
çalışacak olursak; 2. Paylaşım Savaşı sonrasında
dünyaya damgasını vuran ve eksenini ABD önderliğindeki
emperyalist kamp ile bir iç bütünlük oluşturmasa
da en gelişmiş gücünü SSCB’nin oluşturduğu sosyalist
kamp arasındaki çelişkilerin biçimlendirdiği bir
dünya manzarasında, emperyalistler ile sömürgeleri
arasındaki sömürü ilişkisinin yeni biçimi (yeni-sömürgecilik)
ve bundan hareketle şekillenen yeni-sömürge toplumsal/siyasal
ilişki ve çelişkileri ile bunların çözüm platformu
olarak ortaya konan arti-emperyalist, anti-oligarşik
demokratik halk devrimi.
Çok basit ve bir o kadar da mantıklı görünen bu
tablo, aslında yazımızın girişinde bahsettiğimiz
anahtarın kendisidir de. Sonrası için kahramanlık,
direnişçilik, ölümü hiçe sayma, vb. gibi pek çok
şey de söylenebilir. Ancak şunu belirtmek gerekir
ki yaşadığımız toprakların devrimcileri açısından
konuşacak olursak sayılan özelliklerin “eksik”
olduğu hemen hemen hiçbir dönem yaşanmamıştır
diyebiliriz. Bu bir “şans” ya da “özgün” bir nitelik
değil. Dünyadaki çelişkilerin bu denli yoğun olduğu
her köşesinde görülebilecek bir olgudur. Yani
THKP-C’nin kuruluştan Kızıldere’ye kadarki pratiğini
belirleyen şeyin, yukarıda sayılan “kahramanlık,
vb.” olmadığını, yaşanılan somut tarihsel/siyasal
sürece ilişkin bütünlüklü çözümlemelerin yapılarak
bundan hareketle bir pratiğin ortaya konulmasıyla
o ülkenin tarihsel sürecinin değiştirildiğini,
deyim yerindeyse “tarih yazıldığını” söyleyebiliriz.
Şimdi buraya kadar yazdıklarımızdan hareketle
en baştaki “politika yapmak” deyimine yeniden
dönebiliriz. Mahir’ler de bir politika yaptılar.
Kimse bu politikanın temizliğinden kuşku duymadı.
Kimse onlara karşı en ufak bir güvensizlik beslemedi;
hayatında onları hiç görmemiş, herşeyi burjuva
basının çarpıtmalar, yalanlarla dolu haberlerinden
ya da TRT haber bültenlerinden takip eden tüm
halk kesimleri bunlara rağmen onlara güvendi,
onları sevdi. Ve böylelikle onlar bugün hala toplumsal
bellekte capcanlı imgeler olarak yaşıyorlar.
Bütün bunların kuşkusuz, “politika yapmak” denilen
şeyin, nasıl ve hangi sınıfların duygularına yönelik
olarak gerçekleştirildiği ile yakından ilgisi
var. Bugün sık sık örneklerini gördüğümüz “dar
alanlara” sıkışmış, kitlelerin gerçek ve somut
ihtiyaçlarından, onların sezgisel duyarlıklarından
kopmuş politika yapma biçimlerinin ötesinde, doğrudan
emekçilerin dünyasına yönelik olan THKP-C pratiği,
asıl bu yüzden kalıcı etkiler yaratabilmiştir.
Yani çözümlemeler pratiğe, pratik de kitlelerin
sezgilerine yönelmiş, sonuçta ortaya çıkan şey,
sadece “kahramanlık” durumunu aşan bir olgu olmuştur.
Bugüne, tarihimizin şu andaki somut aşamasına
gelirsek eğer, bu örneği “ders” kitaplarımızın
ilk satırına yazmak gerekiyor. Bugün, yeniden
yoldayız ve yolumuz yine Mahir’in deyişiyle yolumuz
“engebeli, dolambaçlı ve sarp”. Sosyalist Barikat’ı
ilk sayılarından bu yana takip edenlerin kolaylıkla
farkedebileceği gibi dünyanın ve Türkiye’nin içinden
geçmekte olduğu süreci çözümleme çabası nettir.
Bu noktada bir takım temel taşları yerli yerine
oturtmuş durumdayız. Kuşkusuz daha yürüyecek çok
yolumuz var. Mücadelenin hiçbir cephesini boş
bırakmayacağız. Ancak sağlam adımlarla yürüyoruz.
Amacımız “yaşamımızı sürdürmek” değil. Varoluşumuzun
amacı çok açık ve net: Devrim yapmak. Bundan başka
bir yaşam ve varoluş tarzı bizler için mümkün
değil. Bunun için “politika yapıyoruz”. Önderlerimizden
öğrendiklerimiz bize yol gösteriyor.
Kızıldere’de yaşananlar, bu ülkenin kaderini değiştirdi.
Bu değişikliği nihayete erdirmek için varız. Kızıldere,
kendisi fiziksel bir yenilgiyi ifade etse de ne
yapmak istediğimizin, nasıl yapmak istediğimizin
en parlak ifadesi. Bunun için toprağımızı tanıyacağız,
ondan besleneceğiz ve yine ona döneceğiz. Bizi
besleyen bu toprakları besleyeceğiz.
Kendi dünyamız için değil, kendimizle birlikte
bütün bir toplumu alt üst edecek, yeniden inşa
edecek bir devrim için politika yapmaktan geçiyor
bunun yolu. Halklarımızı tanıyarak, bilerek, üzerinde
şekillendiği çelişki ve ilişkileri bilince çıkarıp
buna göre politika üretip uygulayarak varacağız
menzile. Ve hep birlikte yaşayacağız bu değişimi.
Güzel günler göreceğiz, Ve o zaman 30 Mart 1972
tarihi o zaman daha başka bir anlamla taçlanarak
belleğimize kazınacak.
|