Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

E. Yavaş

Öğrenci hareketinin olduğu kadar işçi hareketinin de düzene karşı tepkilerini dile getirdiği birçok eyleme kucak açan Beyazıt Meydanı, 16 Mart 1978'de kanlı bir katliama sahne oldu.
1970'lerin başında devrimci sosyalist hareketin fiziki anlamda imha edilmesinin ardından 1974'ten itibaren yeniden filizlenmeye başlayan devrimci arayışlar, birkaç yıl içersinde hızla büyümüş, taşrada ve metropol kentlerde genişleyen bir etki alanına sahip olmaya başlamıştır. Bir yandan işçi sınıfının sendikal hareketliliği ortalığı kaplamakta, diğer yandan ise liselerden üniversitelere dek her yerde öğrenci gençlik hareketi çığ gibi büyümektedir. Ve tabii, aynı süreç, hem genel olarak sol hareketlerin, hem de devrimci sosyalist hareketin oluşup şekillendiği bir süreçtir. Artık ülkenin her köşesi kaynamakta, ciddi bir devrimci yükseliş yaşanmaktadır.
Yani, 70'li yılların ikinci yarısının yoğun provokasyonlara sahne olması, yüzlerce devrimcinin bu dönemde katledilmesi, rastlantı değildir. Bir yanda, 1 Mayıs 1977 gibi, Maraş ve Çorum gibi doğrudan devlet organizasyonları, diğer yandan ise 1960'lardan bu yana hazırlanan MHP sürülerinin zincirlerinden kurtarılıp ortalığa bırakılması, bu sürecin iki unsurudur.
Bu dönemde, faşist çeteye aktarılan büyük para kaynakları, komando kamplarında yaptırılan askeri eğitimler, okulların işgal edilmesi, zaman zaman Tariş'te olduğu gibi fabrikalara işçi adı altında yerleştirilen lümpen sürüleri, vb. vb. karakteristik unsurlardır. Süleyman Demirel'in deyimiyle bu cinayet şebekesi, "ülkenin teminatı"dır.
İstanbul Üniversitesi ise (bugün olduğu gibi) o günlerde de topun ağzındadır ve faşist çetenin en çok "düşürmek" istediği alandır. Bütün bu yıllar boyunca kesintisiz olarak İÜ'ye saldırmaları boşuna değildir.
16 Mart katliamı bu saldırıların en vahşice yapılanıdır.
16 Mart 1978 sabahı İÜ'deki saldırılara karşı toplu tepki veren devrimci öğrenciler günü Süleymaniye'den Merkez Bina'ya bir yürüyüşle başlatmışlardı. Öğle tatilinde çıkışa doğru yönelen öğrenciler, polisin Süleymaniye'ye açılan çıkışı kullanmalarına izin vermemesi üzerine meydana açılan kapıya doğru yöneldiler. Bu kapıdan çıkmakta olan öğrencilerin üzerine "Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak" sloganlarıyla kurşun yağmaya başladı ve çok güçlü bir bomba öğrencilerin üzerine atıldı. Bu saldırıda Hukuk ve İktisat Fakültelerinde okuyan 7 devrimci öğrenci yaşamını yitirirken 50'den fazlası yaralandı. Beyazıt Meydanı kan gölüne döndü.
Katliamdan hemen sonra 2000 civarında öğrenci İşletme Fakültesinin önünde toplanarak Merkez Binayı ele geçirmek üzere harekete geçti. Bina işgal edildi, buradaki polisler kovulup tüm kapıların denetimi sağlanarak gelen öğrenciler içeri alındı. Toplanma gece boyunca da devam etti. Ertesi gün tüm gençlik örgütlerinin yanı sıra, sendikalar, barolar, meslek odaları ve derneklerinin katıldığı büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Cenaze töreninin ardından kitle, ellerinde pankartlar ve saldırıda yaşamlarını yitiren devrimci öğrencilerin resimlerini taşıyarak, marşlar ve sloganlar eşliğinde Sirkeci'ye doğru yürüdü. Burada yapılan konuşmalardan sonra dağılan öğrenciler, merkez binadaki işgali de bitirdi.
Katliam sonrasında belgelenen gerçeklerden birincisi: Katliamda kullanılan bombanın, 16 Şubat 1978'de yakalanan ve kontrgerilla içindeki bir emekli yüzbaşı olan Mehmet Ali Çeviker'in depolarındaki Amerikan modeli TNT kalıplarından yapılmış olmasıydı.
İkinci olarak: Katliam sırasında polis timinin başında olan ve öğrencileri meydan çıkışına yönlendirerek katliama zemin hazırlayan Reşat Altay'ın, katliamı gerçekleştiren faşistlerin peşinden koşan polislere "dur" emri verdiği anlaşıldı. Reşat Altaylı daha sonra, bu katliamda üstlendiği rolün ödülünü, önce İstanbul TMŞ Müdürlüğüne, sonra Niğde Emniyet Müdürlüğüne getirilerek almıştı.
Üçüncü olarak: katliamı gerçekleştirenlerden biri olan, ancak ülküdaşları tarafından konuşmasından korkularak öldürülen Zülküf İsot'un ablası Remziye Aykol bir açıklama yaptı. Aykol'un, katliamı gerçekleştirenlerin kardeşi ile birlikte Latif Aktı, Sıddık Polat ve polis memuru Mustafa Doğan olduğunu, katliam emrini verenin ise Alparslan Türkeş olduğunu açıklamasına rağmen Türkeş'e herhangi bir dava açılmadı. Mustafa Doğan da bulunamaması nedeniyle (!) sanık sandalyesine hiç oturmadı. Mahkeme Doğan'ın bulunması için defalarca Emniyet Müdürlüğüne yazı yazdığı halde, Reşat Altay imzalı cevapta Doğan'ın Mart 1978'de uğradığı disiplin soruşturması nedeniyle istifa ettiği bildirildi. Mayıs 1997'de ise Mustafa Doğan'ın arama emrinin dahi bulunmadığı ortaya çıkacaktı.
Dördüncü olarak da, Pol-Der yetkililerinin katliamı daha önce polise ihbar ettikleri İçişleri Bakanlığınca da doğrulandığı halde, bu ihbarın gereğinin yapılmadığı ortaya çıktı. Ayrıca birçok eylemin yanı sıra bu katliamdan sorumlu olarak aranan İstanbul Ülkü Ocakları Derneği yöneticileri Mehmet Gül (yakın zamanların MHP İstanbul milletvekili) ve Mustafa Verkaya aylarca yakalanmadılar. Bulunduklarında ise bir-iki yüzleştirmenin ardından tutuklanmayarak birkaç gün içinde serbest bırakıldılar.
1995'te yeniden görülmeye başlanan dava ise giderek bir komediye dönüştü. Öyle ki, MİT mahkemenin istediği belgeleri göndermeyi bile reddetti.
Bugün de İstanbul Üniversitesi yine faşistlerin ve polisin hedefi olmaya devam ediyor. Satırlı bıçaklı saldırılar ve sonra hemen ardından gelişen polis operasyonları, aynı taktiğin izlendiğini gösteriyor.
Ama İstanbul Üniversitesi hiçbir zaman kolay lokma olmamıştır ve olmayacaktır.
16 Mart katliamında yitirdiğimiz Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl, Turan Ören'in kanlarıyla yarattığı değerler kuşaktan kuşağa taşınacak ve devrimci gençlik hareketinin yeni yükselişi bu değerler üzerine kurulacaktır. Devrimci Sosyalist Öğrenciler bunun teminatıdır.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul