Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Y. Tüfekçi

Geçtiğimiz günlerde Güney Asya, çok büyük bir deprem felaketiyle sarsıldı. Normalde doğa-insan çelişkisinin görünümlerinden biri olarak algılanabilecek bu olay, günümüzün neoliberal politikaları ekseninde hareket eden emperyalist güçleri tarafından tam bir kitlesel katliama dönüştürüldü. Katliamın yönteminin basitliği, silahının basitliğinden geliyordu; Bu katliamın silahı sadece bilgi idi.
Merkezi okyanusta olan deprem, çok büyük tsunami dalgalarının da habercisiydi aslında. Ve emperyalistlerin tekellerine aldıkları bilim, kısa sürede bu dalgaların büyüklüğünü, nereye ne zaman ulaşacağını, ne denli büyük bir tahribata yol açabileceğini hesaplamıştı. Hatta yine aynı emperyalistler, ellerindeki bu bilgilerin ışığında kendi önlemlerini hiç vakit kaybetmeden aldılar. Bölgede bulunan ABD askeri üsleri, başta Hint Okyanusundaki Diego Garcia olmak üzere kısa sürede boşaltıldı ya da güvenli bölgelere çekildi veya başka türlü korunma yöntemlerine başvurdu. Çünkü neyle karşılaşacaklarını biliyorlardı. Oysa dünyanın varoşlarında, sömürge ve yeni-sömürgelerinde yaşayanlar... Onlar zaten “aşırı nüfus”a sahipti, hem onları bilgilendirmek de paraydı, her koyun kendi bacağından asılırdı vb. vb... Haber vermediler. “Biz haber verdik” dediler. Tüm iletişim ağı çökmüş bir ülkenin, bir doğal afetin sonrasındaki telaşını taşıyan yetkililerine haber vermişlerdi belki. Ama bir ülkeyi bombalamak için hiç vakit kaybetmeksizin havalanabilen jetler, ABD’nin çıkarları söz konusu olduğunda hemen gereken yerde damlayıveren nükleer uçak gemileri, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bir nüfusu havadan atılacak broşürlerle bilgilendirmek için ortada olamazlardı. Eminiz herbirinin fiyatı yüzbinlerce insanı bir yıl doyuracak kadar para edebilen bu korkunç savaş makinelerinin üretici firmaları, aklımızdan geçen bu düşüncenin -o uçaklarla insanları öldürecek bomba değil de, onların yaşamını kurtaracak bilgileri içeren broşür dağıtılması- kendi ürünlerine yapılmış bir “hakaret” olacağını düşünürlerdi.
Kılını kıpırdatmadı sömürgeciler. Tıpkı bir sömürgeci kâşifin adını verdikleri Amerika kıtasına götürdükleri çiçek hastalığının, bu hastalıkla hiç tanışmamış yerli nüfusu kırıp geçirmesine seyirci kaldıkları yıllarda yaptıkları gibi yaptılar: Sadece seyrettiler. Vietnam’ın tüm topraklarını hallaç pamuğu gibi atanların, napalm bombalarıyla yakanların derdinin sadece anti-komünistlik olmadığı bir kez daha anlaşıldı. Onlar insanlığın düşmanıydılar. Depremden bir gün sonra tsunami dalgalarının ulaştığı Somali kıyılarının yoksul halkları dahi, felakete “habersiz” yakalandılar.
Deprem ve sonrasında gelen tsunami dalgaları sonucunda gerçekleşen ölümlerin 300 bin kişiye yaklaştığını söylüyor medya organları. Birçok yoksul ülke, nerede ne kadar nüfusunun yaşadığından ve ne durumda olduğundan habersiz oldukları için, gerçek rakam hiç bir zaman bilinemeyecek. Yetinmek zorunda olduğumuz tahmini rakamlar bile yeterince yüksek.
Bu felaketi bir neoliberalizm çürüyüşünün sergilenmesi haline dönüştüren sadece bu değildi. Günümüzün en büyük saldırı/çürütme silahı olan medyanın boyalı sayfaları, renkli ekranları Maldiv Adalarında tatilde bulunan mankenlerin, futbolcuların derdine düşmüştü. Her yerde “beyaz adam”ların dramları yazılıyor, konuşuluyordu. Yoksulların, köylülerin, her türden emekçilerin kısacası “beyaz adamlar” haricindeki herkesin ölmesi zaten doğaldı. Sayfalarda, ekranlarda o yüzbinlerin yeri ancak birkaç saniye idi. O da rakam olarak, kısa-özet görüntüler olarak.
Emperyalistlerin riyakarlığı bunlarla sınırlı değildi. Felaket sonrasında yapılacak yardım rakamları açıklandığında, zaten ölümle pençeleşmekte olan halkları, bir de alay edilmenin beklediği ortaya çıktı. İnsanların acılarıyla alay eden bu anlayışı Irak’ta Ebu Garib işkencehanesinde tutsaklara acı çektiren değil, apaçık aşağılayan işkenceler yapanların anlayışıyla aynıydı. Dünyanın bütün ezilen halklarının bir böcek kadar bile değeri yoktu onların gözünde. ABD’nin ilk açıkladığı yardım miktarı, Bush’un yemin töreni için ayrılan paranın yarısı kadar bile yoktu. Her ne kadar bu skandalı ört bas etmek için sonradan miktar yükseltilse bile aslında açıklanan o ilk rakam, emperyalistlerin gönlündekini açığa çıkarmak açısından çok parlak bir örnekti.
Bu kadarına da pes dedirtecek olay ise ABD ve İngiltere’nin deprem sonrasında yardım olarak “asker göndermeyi” teklif etmesiydi. Elbette söz konusu olan arama-kurtarma çalışmalarına katılmak için gönderilecek silahsız insanlar değildi. Tam aksine açıkça tam teçhizatlı ordu göndermeyi öneriyordu bu işgal meraklıları. Yoksa dünyanın hiçbir yerinde böyle bir felaket sonrasında yardımcı olmak için silahtan arındırılmış asker gönderilmesine kimse bir şey demez. Sömürgeciliğin önde giden bu bayraktarları için söylenebilecek tek söz kalıyor: “Şeytan azapta gerek”.
Emperyalistler bunu yapar da uşakları geri durur mu, felaketi “fırsat” bilen Endonezya, depremin ardından bağımsızlıkçı militanların faaliyet gösterdiği Aceh bölgesine operasyon düzenlemekte gecikmedi. Deprem yolsuzlukları ise, her şeyi olduğu gibi felaketleri de bir kâr fırsatı olarak algılayan kapitalist mantığın işleyişine son derece uygundu.

Güney Asya’dan Hakkari’ye
Yoksulların Kaderi ve Kardeşliği...

Güney Asya’da bunlar yaşanırken bu defa da Hakkari bir depremle sarsıldı. 25 Ocak’ta gerçekleşen küçük bir deprem olmasına rağmen 2 kişi yaşamını yitirdi. Bizlere ilkokulda öğretilen “masallar” uyarınca en sağlam binalar olması gereken okullar, hastaneler ve diğer devlet yapıları, depremden en fazla hasar gören binalardı. Çocuklarımızı, hastalarımızı emanet ettiğimiz kurumların binaları bu durumdayken, eğitim ve sağlık emekçilerinin tüm çabalarına rağmen verilecek eğitim ve sağlık hizmetlerinin ne durumda olabileceğini tahmin edebilirsiniz.
Deprem bu toprakların oldukça tanıdık olduğu bir olgu. Deprem sonrasında yaşanan yolsuzluklar, umursamazlıklar ve ihmalkarlıklar da öyle. Daha birkaç yıl önce Bingöl depreminde yaşananların neredeyse aynısı sahneler yaşandı Hakkari’de de. Bingöl’de halkın üzerine ateş açmak için vardı devlet; Hakkari’de de bu görevini yapmakta hiçbir ihmali olmadı. Devletin diğer tüm işlevleri tali olabilir, tali plana atılabilir; ama güvenlik, hele hele devletin, kurulu düzenin güvenliği, her şeyden önce gelir. Birileri hakkını aradığında, kışın ortasında sobasız yazlık çadırlarda, kar üzerinde uyumaya zorlandığında buna isyan edemez, karşı çıkamaz. Eğer bunu yaparsa, karşılığını kurşun olarak alır. İşi gücü Güney Kürdistan gibi yerlerde ajanlık faaliyeti yürütmek ve farklı türde bir hortumlama aracı olan Kızılay, sanki bir başka “ilkokul yalanı” olarak yeniden karşımıza çıkıyordu. Marmara depremi sonrasında artık tarihe karıştığı zannedilen o ilkel çadırlar, yeniden karşımıza çıktılar. İnsanların gözünü boyamak, tepkileri bastırmak için o zamanlar aldıkları önlemleri, yaptıkları yenilikleri ballandıra ballandıra anlattıkları halde, halkın nefretinden kurtulamayan bu kurum, o nefreti fazlasıyla hak ettiğini bir kez daha ispatlamaktan geri durmadı.
Maruz kaldığı bu aşağılayıcı muameleyi protesto eden Hakkarililer ise ancak terörist olabilir. Birkaç kışkırtıcının tahrikiyle hareket eder. AKP binasını taşlıyorsa bu insanlar, bunu bir tahrikçi olmadan yapabilecek kadar bilinçli olamazlar kesinlikle. Bu insanlara yıllarca hiçbir hizmet götürülmedi ki, bunu nereden bilecekler. Ama biz onları bilinçlendirmek için her şeyi yaparız, üzerlerine kurşun sıkarız, tutuklarız, cezaevine koyarız.
Yoksulların kaderi dünyanın her yerinde aynı. Karşılaştıkları muamele de öyle. Dünyanın tüm ezilenlerini bir araya getirecek enternasyonal bir mücadelenin zeminini hazırlamak için egemenler, ellerinden geleni yapıyorlar. Biz de o enternasyonalist mücadeleyi örmek için her şeyi yapacağız. Dünyayı doğal ve doğal olmayan tüm felaketlerden kurtarana kadar.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul