|
|
|
|
Sol-İçi
İlişkiler ve Devrim Ufku
|
Okurlarımız, bir süredir sol içersinde ve ayrıca
Türkiye devrimci hareketinin bazı parçalarıyla
ulusal hareket arasında bir takım sürtüşme ve
sorunların yaşandığını, hatta bazı hallerde bu
sorunların çatışma noktasına geldiğini en azından
duyum olarak biliyorlar. En son olarak İstanbul
Gazi Mahallesi ve Nurtepe’de gelişen olaylar yurtsever
bir kitlenin HÖC’ü hedef alan sloganlar attığı
yürüyüşüyle zirveye çıkmış ve daha sonra da basın
açıklamaları, yazılar, tartışmalar birbirini izlemişti.
Sonuçta, dergimizin baskıya verildiği sıralarda
aralarında Sosyalist Barikat’ın da bulunduğu devrimci,
demokrat güçlerin katkılarıyla bu sorun en azından
diyalog yoluyla çözümlenme aşamasına girmiş gibi
görünüyor. Çözümlenebilir ya da çözümlenemez,
Sosyalist Barikat bu konudaki yapıcı katkısını
ortaya koymak ve elinden geleni yapmakla yükümlüdür
ve öyle de yapmaktadır. Geleneğimizi az çok tanıyan
herkes bu konulardaki tutumumuzu da bilmektedir.
Sorunu araştırmakla görevlendirilmiş komisyona
yönelik önerilerimiz okunduğunda Sosyalist Barikat’ın
nasıl bir yaklaşım içinde olduğu anlaşılacaktır.
Dolayısıyla burada, söz konusu soruna ilişkin
olarak saatler ve günler süren uzun toplantı süreçlerini,
bu toplantılarda kimin ne dediğini, vb. uzun uzun
anlatmak düşüncesinde değiliz. Dahası, özel olarak
bu sorun üzerine de yazmayacağız. Ama bu güncelliğin
ötesine geçerek genel olarak sol-içi çatışma denilen
olgunun kendisi üzerine bir şeyler söylemekte
yarar var; çünkü siyasal süreçleri izleyenlerin
hatırlayacağı gibi son zamanlarda benzeri türden
başka sürtüşme ve çatışmalar da gerçekleşmiş ve
kimi kez gerçekten vahim noktalara gelindiği olmuştur.
Nakliyat-İş ve Tüm-Tis sendikaları üzerinden halen
devam eden EMEP-Devrimci Mücadele çatışmasında
şimdiye dek üç işçinin öldüğü ve birçok kişinin
yaralandığı bilinmektedir. Keza Dersim’de MKP’nin
yurtseverlerin sahiplendiği bazı insanları öldürmesinin
ardından HPG’nin bazı MKP gerillalarını yaraladığı
da bir başka gerçektir. Ama hepsi bu kadar değil;
bunların dışında da yerellerde ve okullarda zaman
zaman sol hareketler arasında çok fazla kamuoyuna
yansımayan gerilimler ve olaylar da yaşanmaktadır.
Kamuoyuna mal olacak kadar büyümemiş olmaları,
bu olayların önemsizliği anlamına gelmemektedir;
çünkü çoğu kez bir tarafın sağduyusu sonucunda
vahim noktalara ulaşmayan bu olaylar da kendi
içlerinde ciddi çatışma potansiyeli barındırmaktadır.
Şüphesiz bütün bunlar, yalnızca günümüze özgü
şeyler değildir. Bu coğrafyada devrimci hareketler
arasında daha önceki süreçlerde de çeşitli çatışmalar
yaşanmış ve doğrusu şimdiki olaylarla kıyaslanırsa
çok daha acı verici sonuçların ortaya çıktığı
olmuştur. Dolayısıyla bugünkü durumun çok özgün
bir yanının olmadığı, hatta olayların geçmişe
göre daha “hafif” atlatıldığı söylenebilir. Salt
fiziki kayıplar açısından belki bu doğrudur. Ama
bize göre yine de bugün olup bitenlerin geçmişten
farklı ve daha sıkıntı verici bir yanı var: Sözünü
ettiğimiz geçmiş, özel olarak da 1970’ler, her
şeye karşın devrimci hareketin ve genel olarak
toplumsal muhalefetin yükseldiği yıllardır. Politik
hareketlerin kendilerine göre iddialarının ve
pratiklerinin bulunduğu, bu iddia ve pratiklerin
altının az çok dolu olduğu yıllardır. Durumun
böyle olması herhangi bir şeyi bağışlatmıyor ya
da daha anlaşılabilir hale getirmiyor; esas olarak
benmerkezci-hegemonyacı anlayışlardan kaynaklanan
solun bu en kötü geleneği en çok acı olaya bu
dönemde sebep olmuştur. Ama işte sorun da tam
buradadır; geçmişte trajedi olan şeyin, günümüzde
giderek bir traji-komediye dönüşmesi... Biraz
buruk bir komedi; çünkü böylece hem zaman zaman
ölümlü olaylar olabiliyor hem de daha önemlisi
esasen zaten çok gerilemiş ve daralmış olan sol
potansiyel, bu vesileyle biraz daha gerilemiş
ve daralmış oluyor. Yani bir zamanlar A mahallesinde
X hareketinin etkin olduğu söylendiğinde, bunun
az çok somut, az çok gerçeğe bağlı bir veri olduğu
bilinirken, şimdi 300-400 bin nüfusu olan kocaman
ilçelerde yüzleri aşmayan ufuk çizgisiyle yürünmekte
ve böyle bir noktada zarar miktarı daha da büyümektedir.
Aynı şey okullar için de geçerlidir; sayıları
onbinlerle ifade edilen öğrenci kitlelerinin içinde
bugün oldukça zayıf bir konumda olan sol hareket,
gücünü ve etkisini büyütmek yerine iç çatışmalar
içinde boğulduğunda daha da olumsuz bir noktaya
itilmektedir.
Sorun elbette ki sayılarla ilgili değildir; yüzlerle
ifade edilen kitlesellikleri hiçbir biçimde küçümsüyor
değiliz, tersine her küçük ilişkinin bile bu dönemde
önemli olduğunu biliyoruz; asıl sorun sayılarla
değil ufukla ilgilidir. Ama sayıların daralması,
zamanla ufukları da daraltmakta ve bugünkü zayıf
durum, üstüne basılıp sıçranacak bir zemin gibi
değil de, büyük bir marifetmiş gibi algılanmaktadır.
Milyonlarca emekçiye ulaşma, onları bir devrim
yürüyüşü için harekete geçirme gibi devasa görevlerle
karşı karşıya olan devrimci hareket sınırlı yerelliklerde
ve nüfusun sınırlı kesimlerindeki mevcut ilişkilerini
muhafaza etmeyi ve abartarak sunmayı bu görevlerin
yerine geçirmektedir.
Asıl sorun tam da buradadır. Geçmişte yaşanan
sol içi çatışmaların nedenleri olarak sayılabilecek
benmerkezcilik, hegemonyacılık, uluslararası siyasal
kastların kemikleştirici etkileri, vb.nin yanına
günümüzde artık yukarıda sözünü ettiğimiz ufuk
ve iddia kaybı da eklenmiş durumdadır. Çünkü kendinizi
devasa bir görevin önünde görüyorsanız eğer, o
zaman bütün diğer sorunlar gözünüzde küçülür;
ve bunun tersi geçerliyse her ufak sorunu büyütüp
giderek onlarla uğraşmayı bir politik yaşam biçimi
haline getirirsiniz.
Türkiye devrimci hareketinin son 10 yılı bunun
tanığıdır. 2002 Mayıs’ında söylenmiş olan şu sözler
hiç de abartılı değildir: “Legal sol partilerde
yoğunlaşan liberal sol eğilim dünyadaki değişim
tablosunu şu ya da bu düzeyde görmekle birlikte
bunun karşısındaki konumlanışı, politik söylemlerindeki
tüm farklılıklara karşın sistem içidir, devrimci
değişim çizgisinden, devrimin örgütlendirilmesini
güncel bir mesele olarak ele almaktan uzaktır.
Dogmatik sol ise çoğu durumda mevcut düşüşü anlamak
ve sorgulamaktan dahi uzaktır. Bütünlüklü bir
sorgulama, yenilenme ve atılım yaklaşımından uzak,
bugünkü düşüşü konjonktürel nedenlere ve kimi
parça sorunlara (örgütsel, kadrosal, siyasal vb.)
bağlama, çözümü de bu noktalarda arama anlayışı
egemen durumdadır. Bu durum, hem liberal sol eğilimlerin,
hem de dogmatik sol hareketlerin hayat karşısında
her yönlü çözülmesini, kapalı devre içe dönük
politika yapar hale gelmesini, cemaatleşme eğiliminin
gelişmesini, iç ilişkilerde ve dışındaki dünya
ile ilişkilerde dejenerasyonu, sistemin toplumsal
ilişkilerde yarattığı çürüme ve etik bozulma eğilimlerinin
hareketlerin iç yaşamlarına ve politika yapış
tarzlarına da güçlü biçimde sızmasını, mülkiyetçi
bir örgüt anlayışını ve dışa bakışı beraberinde
getirmiştir.” (Tek Yol Devrimci Yenilenme Tek
Yol Devrim, SB, 1. sayı)
Gerçekten de 90’lar sonrası süreç, yalnızca bir
fiziki gerileme, prestij ve itibar yitimi tablosu
değildir; bu süreç aynı zamanda bir perspektif
ve iddia kaybı anlamına da gelmiştir. Bunu yalnızca
kendini legalizm yoluyla açıkça ortaya koyan örnekler
üzerinden tartışmak genelde tercih edilen bir
şeydir ama yeterli değildir. Örneğin, mevcut sol
çerçevenin dar ve ufuksuz olduğunu öne sürerek
“yeni bir tarz” yaratmak istediğini söyleyen ÖDP’nin
çıkış ve düşüşünden söz etmekle yetinirsek, bu
tek başına anlamlı değildir. Benzeri legalleşme,
sağa kayma, devrim ufkundan kopma eğilimlerinden
ve Kürt ulusal hareketinin yaşadığı kırılmadan
da aynı biçimde söz edilebilir, ama yine de böylece
sorunun yarısına değinilmiş olur. Çünkü geriye
kalan geniş devrimci yelpaze de bu zaaftan uzakta
kalmış değildir. Bu yapıların çoğunun net vurgularla
devrimden söz ediyor olmaları, hatta silahlı aksiyonlar
gerçekleştirmeleri de bu zaafı ortadan kaldıran
bir şey değildir.
Burada, sadece legalizm ve sağcılıktan değil,
daha derin bir şeyden söz ediyoruz. Daha doğrusu,
zaman içersinde “sağa kayma” kavramının da, “solda
durma” kavramının da bir deformasyona uğradığını,
aradaki sınır çizgilerinde erimeler olduğunu söylüyoruz.
Bu anlamda 2000’lerin başında ne illegalite sadece
“güvenlik” sorunudur, ne de örneğin silahlı mücadale
basit bir yöntemden ibarettir. Bütün bu kavramlar,
artık nasıl bir perspektifle, nasıl bir bütünlük
içinde ele alındıklarına göre değerlendirilebilirler.
Genel bir bakış açısıyla bakarsak, sonuçta sınıfın
ve emekçi halk kitlelerinin devasa nüfusuyla kıyaslandığında
şimdilik kimse belli bir boy sırasını aşabilme
başarısını göstermiş değildir ve sürecin bu noktasında
sözler, kavramlar, eleştiriler, iddialar ve ufuk
çizgileri ciddi bir kırılmaya uğrayarak deforme
olmakta, kendi gerçek anlamlarından uzaklaşmaktadırlar.
Bu “düşük yoğunluklu”, “rölantiye” alınmış durumun
politik keskinlikle, kanrevan dergi manşetleriyle
örtülmeye çalışıldığı her durumda ise sonuç, erken
yorulan ve küskünlükle düzen cephesine savrulan
insanlar olmaktadır. Herhangi bir sıçramaya ya
da ciddi bir sıçrama programına tanık olunmadan
geçirilen yıllar, şampiyonluk hedefi olmayan orta
karar bir takım gibi oynanan oyun, dergi manşetiyle
sokaktaki emekçilerin yaşamı arasındaki açının
kanattığı yaralar, kapalı devre coşkularla hayatın
durgunluğunun fena halde çelişiyor olması, vb.
vb. hiç küçümsenmeyecek bir sempatizan ve hatta
kadro kaybının temellerini oluşturmaktadır. Bundan
daha kötüsü ise, söz konusu insanların resmen
kaybolmamaları ama bunun yerine durdukları yerde
bir şekilsizleşmeye uğramalarıdır. Katlanılabilir
bir muhalefet çizgisini aşamayan, aşmak için ortaya
ciddi bir plan koyamayan sol, her adımda bu bereketli
toprakların insanlarını içine almakta ama çok
da uzun olmayan bir süre sonra, belli bir yorgunlukla
birlikte geri vermektedir.
Mesele bugünle ilgili değildir. Bu bereketli topraklar
üzerinde politik varlığın devam ettirilmesi de
zor değildir. Zor olan, sorun olan, yarınla ilgilidir.
Yarın ne yapacağın ve nereye varmak istediğinle,
buna ilişkin planınla ilgilidir. Boy sırasından
bir adım öne çıkmak, oligarşinin katlanılabilir
bulduğu çizgiyi zorlamak, politik mozayiğin “normal”
bir parçası olmaktan kurtulmak, emekçilerin gerçekten
sesi ve umudu olabilmek için nasıl bir stratejik
plana sahip olduğun önemlidir.
Eğer bunlara sahip değilsen ve daha önemlisi bu
eksikliği farketmiyor ya da üstünü süslü laflarla
örtmek istiyorsan, varacağın yer, bir içine çökme
durumudur. İçine çökme halinin çoğu kez kesin
olan dışavurum biçimi ise yoğun bir hırçınlık,
çevreyle sürtüşme ve çatışmadan başkası değildir.
Oligarşi karşısında iktidar alternatifi olma ufkunu
yitirenler doğal olarak sol içinde iktidar olma
arayışı içine girerler. Ve bu giderek bir yaşam
biçimi, mevcudu korumanın bir yolu haline gelir.
Böylece mevcut bir ölçüde ve bir zaman için korunabilir;
ama bu aslında güç yitimi gibi görünmeyen bir
güç yitimidir.
Oysa, daha önce söylediğimiz gibi, kendilerini
devasa bir örgütlenme ve devrim yürüyüşü görevinin
önünde görenler, çevrelerindeki sol ve devrimci
güçlerin faaliyetlerini engelleme ile değil önlerindeki
emperyalizm ve oligarşiyle mücadelenin somut görevleriyle,
o görevlerin hedef kitlesiyle uğraşırlar. Böyle
bir devrimci iddiaya ve perspektife sahip olanlar,
kendileriyle yarışırlar, kendi hatalarıyla çatışırlar
ve kendi çalışma alanları ve kurumları arasında
bir rekabet yaşarlar.
Sosyalist Barikat’ın yayın hayatının başından
beri ısrarla sol içi polemiklerden uzak durması,
kimseyle didişmeden kendisini, kendi çizgisini
ifade etme görevini önüne koyması rastlantı değildir.
Bu bir çekinme hali de değildir.Tersine kaybettiğini
kaybettiği yerde arama tavrının, bilincinin ifadesidir.
Sol ve devrimciler oligarşiyle mücadelede kaybetmektedir.
Kazanılması gereken yerde orasıdır. Bu nedenle
Sosyalist Barikat dışındaki solu değil, emperyalizmi
ve oligarşiyi hedef tahtasına çakmıştır.
Sosyalist Barikat, herhangi bir eleştiri ve polemik
halinde de bir didişme ve çatışma mantığını yanına
yaklaştırmaz. Hele hele devrimci ve demokratik
cephe içersindeki herhangi bir güce sözlü ya da
fiziki biçimde yönelmeyi aklına getirmez. Yalnızca
bugün değil, devrim yürüyüşümüzün en gelişkin
noktalara varacağı aşamalarda da bu ilke bir politik
kültür olarak davranışlarımıza rehberlik edecektir.
Bunun çok net ve somut bir nedeni var: Biz, artık
bunu daha büyük bir güven duygusuyla söyleyebiliriz,
bir iddia ve perspektife sahibiz. Tarihin cilvelerini
tabii ki önceden bilmek mümkün olmayabilir ama
çok net bir planımız var: Gelişeceğiz, sıçrayacağız
ve bu topraklar, daha önce ancak 1971’de tanık
olduğu bir atılımı yeniden görecek. Bizim bundan
başka bir derdimiz yok. Biz kendimize karşı acımasız
ve sertiz. Biz herhangi bir taktik süreci tartışırken
örneğin, orada başkalarının yaptığı ettikleri,
yanlışları, vb. bu tartışmanın ancak yüzde birini
oluşturur, geriye kalan yüzde doksan dokuzluk
zamanı kendimize, kendi eksikliklerimize acımasızca
yönelttiğimiz eleştirilere ayırırız.
Bizim derdimiz kendimizledir. Ziyan ettiğimiz
her küçük olanak, devrim için harcanmamış her
saniye, ulaşılamayan her ilişki, çalışma için
değil boşa gitmiş her kuruş, kötü örgütlenmiş
her eylem, bizim asıl ve gerçek derdimizdir. Biz
kendimizle kavgalıyız ve böyle bir kavgaya sahip
olanlar başkasıyla uğraşmaz. Bu bir yaşam biçimidir,
siyasal yaşamı algılama biçimidir, siyasal bir
kültürdür. Kendi yolumuzda yürürüz, yürüdüğü yolun
doğruluğuna inanmak bir özsaygı ve güven sorunudur.
Ama öte yandan, her stratejik kurgulama ve programın
hayatın pratiğinde kanıtlanmaya ihtiyaç duyduğunu
biliriz. Ve bu başka iddia sahiplerine, başka
yürüyüşçülere olan saygımızın, megolaman bir çizgiden
uzaklığımızın temelidir. Tam da bu nedenden ötürü,
politik amaçları için eliyle bir çöpü bir yerden
bir yere koyan herhangi bir insana saygısızca
yaklaşmak, onu bilerek incitmek aklımızın ucundan
geçmez.
Su birikintisi değil, nehir olmak. akarsu olmak.
Bizim derdimiz budur.
Halk deyimleri bazen ne kadar da yerine oturuyor:
Akan su kir tutmaz...
|
Devrimci
ve Demokratik Güçler Arasındaki İlişkiler
Nasıl Bir Hukukla Ele Alınmalıdır?
Bir süredir devrimci ve demokratik güçler
arasında ve zaman zaman bu güçlerden bazılarıyla
ulusal hareket arasında çatışmalara varabilen
ya da varabilecek olan sorunlar yaşanmaktadır.
Bütün bu sorunların tartışıldığı hemen bütün
toplantılara ve komisyonlara katılan, yapıcı
çabasını ortaya koyan Devrimci Sosyalistlerin
tutumu genel olarak bilinmektedir. Devrimci
Sosyalistler, (birçok başka devrimci yapılar
ve gruplar gibi) sol-içi ilişkilerde şiddetin
kesinlikle yerinin olmadığını, bunun halkın
mücadelesine hiçbir yararının olamayacağını
defalarca vurgulamışlardır.
Yine devrimci sosyalistler, yaşanan son
olaylarla ilgili olarak görüşlerini açıklarken
her zaman tek tek olayların önemli olmadığını,
bu olaylara yönelik pratik-geçici çözümlerin
de kısa vadede ortaya çıkan sorun özgülünde
bir anlam ifade etsede, orta ve uzun vade
de bir anlam ifade etmediğini söylemişlerdir.
Devrimci sosyalistler, bu olumsuzluklardan
hareket ederek sol güçler arasında kalıcı
bir hukuk yaratılmasının en öncelikli sorun
olduğunu sürekli biçimde belirtmişlerdir.
Çünkü gerçekten de bütünlüklü bir bakış
açısına, bir ilkeler eksenine dayanmadığımızda,
tekil olayların araştırılıp sağlıklı kararlar
verilmesi çok mümkün olmayacaktır.
Bu bakımdan, toplantılar sürecinde zaman
zaman kısaca ifade ettiğimiz bu hukuk önerilerini
gerekçeleriyle birlikte derli toplu bir
biçimde ifade etmeyi uygun buluyoruz.
Bize göre;
1- Sol-içi şiddete karşı çıkmanın
gerçek muhtevası, bu şiddeti besleyen ya
da besleyebilecek olan bütün olgulara ve
davranışlara karşı çıkılmasıdır. Bu konularda
yapılacak tartışmalarda yalnızca sorunun
fiziki şiddete dönüştüğü zirve noktalarını
dikkate almak, onu yalnızca artık görmezlikten
gelemeyeceğimiz kadar netleşip gözümüzü
çıkardığı noktada görmek, doğru bir tutum
değildir. Esas sorun, bu şiddeti hazırlayan,
onu potansiyel bir tehlike olarak büyüten
davranış, söz ve tutumların tümünden sıyrılmak,
bunu bir siyasal kültür olarak en genç sempatizanlardan
en düzeyli kadrolara kadar yaygınlaştırarak
ilke haline getirmektir.
2- Sol-içi şiddete karşı olmak, bu
şiddeti besleyen ve tetikleyen en önemli
unsurlardan biri olan sözlü ve yazılı şiddete
de karşı olmak demektir. Her dile getirdiğimizde
“yayınların içişlerine müdahale” ya da “ne
yazılacağına karar verme” olarak nitelenerek
karşı çıkılan bu düşünce, esasında gayet
net ve somuttur. Bu, bir RTÜK önerisi değildir;
kimsenin yayınlarında ne yazacağına karar
verme meselesi de değildir. Ama mesele şudur:
herhangi bir hukuk, uçsuz bucaksız ve keyfi
bir özgürlükle yan yana duramaz. Marksizmin
150 yıllık tarihi polemiklerle örülüdür;
devrimci sosyalizmin tarihi de böyledir;
tartışma ve polemiklerden devrimci hareket
tarih boyunca zarar değil yarar görmüştür.
Ancak bu, her istediğimiz sözcük ve cümleleri
istediğimiz gibi yanyana getirebileceğimiz
anlamına gelmez. Her satır yazılırken, devrimci
sorumluluk ona bir biçimde müdahale eder,
biçimlendirir. Bu anlamda, “benim yayınım
benim egemenlik alanımdır, yazılacakları
ben belirlerim” denilirse, bu doğrudur;
ama aynı zamanda bu alan devrimci hareketin
ve emekçi kitlelerin bütününe karşı sorumlu
olduğumuz bir alandır ve bu anlamıyla yazdığımız
her satır sadece “bize ait” değildir. Dolayısıyla
biz kimsenin kimseyi denetlemesinden değil,
devrimci sorumluluk duygusunun tümümüzü
birden denetlemesinden söz ediyoruz.
3- Sol-içi şiddete karşı olmak, bu
şiddetin kaynaklarından biri olduğu öteden
beri bilinen “siyaset yasakçılığı”na karşı
olmak anlamına gelir. Değişik alanlarda
ve bölgelerde onlarca yıldır değişik düzeylerde
devam eden ve kimi zaman şiddete varan engellemeler,
başka siyasetlerin faaliyet yürütmesini
engelleme yaklaşımı sistemin işine yarayan
gerici bir tutumdur. Bu gerici tutum günümüzde
de zaman zaman ortaya çıkmakta ve çoğu kez
şiddete dönüşmesi engellemeye maruz kalanların
soğuk kanlılığıyla önlenmektedir. Bu son
derece geri ve sorumsuz tutum, derhal ve
hiçbir istisnası olmaksızın sona erdirilmelidir.
Böyle bir tutumun hiçbir haklı gerekçesi
olamaz. Türk ve Kürt coğrafyasının her köşesi,
emekçilerin olduğu her yer, devrimcilerin
çalışma alanıdır ve bu tartışılamayacak
kadar açık bir gerçekliktir. Tüm devrimci
ve sol hareketler bu tip gerici faaliyetlere
başvurmayacağını açık bir dille ve hiç bir
muğlaklığa yer vermeyecek tarzda ilan etmelidirler.
Herşey rağmen, bu tür tutumların ortaya
çıkması durumunda, bunu gerçekleştiren yapı,
hiçbir mazeretin arkasına sığınmadan özeleştiri
vermeli ve bu gerici tutumu derhal durdurmalıdır.
4- Sol-içi şiddete karşı olmak, soldaki
bütün muhataplık ilişkilerine ve başka yapıların
işleyişlerine saygılı olmak anlamına gelir.
Herhangi bir devrimci yapı, belli bir aidiyet
ilişkisi içinde olan insanlar ve kurumlarla
ilgili olarak, onların ait oldukları yapıyı
hiçe sayan bir tutum gösteremez. Daha somut
ifadeyle, başka bir yapının herhangi bir
insanı ya da kurumuna ilişkin olumsuz duyumlara,
bilgilere sahip olan bir devrimci yapının
görevi bu duyumları o yapının sorumlu kurumları
ile paylaşmak ve gerekli önlemlerin alınmasını
istemektir. Esasen bu, yani olumsuzlukları
paylaşıp muhatabı uyarmak, devrimci dayanışmanın
da bir ifadesidir. Bu paylaşıma rağmen önlem
alınmaması durumunda yapılacak olan ise
konuyu tüm devrimci kamuoyu ile paylaşmak
ve ortak bir hareket tarzı belirleyerek
tavır geliştirmektir. Bir devrimci ve sol
yapının kimi insanlarının yada kurumlarının
olumsuz tutumlar içinde olması, başka yapılara
yukarıda belirttiğimiz karşılıklı görüşme,
uyarma süreci yaşanmadan kendi başına tutum
alma, hatta sol içi şiddet kullanma hakkını
vermez. Böylesi bir tutum gerici ve devrimci
etiğe uygun olmayan bir tutumdur ve her
yapının başka bir yapının insanlarına ya
da kurumlarına karşı dilediği zaman ve gerekçe
ile yaptırım ve şiddet uygulama hakkı verir,
ki bu sol içinde orman kanunlarının işlemesi
anlamına gelir. Ayrıca, başka bir yanının
insanlarına yada kurumlarına karşı çeşitli
suçlamalar temelinde şiddete başvurduktan
sonra karşı taraftan “masumiyetini kanıtlamasını
istemek”, yani kanıt sunma işini suçlananın
üzerine yıkmak, burjuva hukuktan bile daha
geri bir adalet anlayışıdır ve devrimci
ilişkilerde yeri yoktur.
5- Ve nihayet, sol-içi şiddete karşı
olmak, yerel çatışma durumlarını merkezileştirmemek,
muhataplarıyla ve gerektiğinde diğer devrimci
ve sol güçleride yardıma çağırarak derhal
çözüm yolları aramak, bu tür olayların genellikle
kaynaklandığı ya da ateşlendiği yerdeki
ilişkilerini, özellikle bu tür çatışmaları
büyütme eğilimi içinde olan çevre-çeper
ilişkilerini kontrol altına almak, onlara
doğru bir kültürü taşımak ve gerektiğinde
bu ilişkileri kesip atmak anlamına gelir.
Geri dönülerek son otuz yılın pratiği irdelendiğinde
görülecektir ki, sol-içi şiddetin en kötü
örneklerinin ilk ateşlendiği zemin, sol
yapıların politik olarak geri durumda olan
çevre-çeper ilişkileridir. Şüphesiz devrimci
hareketin en dış çemberleri her zaman çekirdek
ilişkileriyle aynı düzeyde olmayacaktır
ve orada zayıf ilişkilerin de bulunması
engellenemeyecektir. Ama öte yandan, bütün
ilişkilerine hakim olmak, onların başkalarıyla
sürtüşmelerine izin vermemek, böyle durumlar
gerçekleştiğinde de derhal duruma el koyup
müdahale etmek, misillemeci yaklaşımları
engellemek bir devrimci hareketin olmazsa
olmaz görevlerindendir.
6- Bu sözünü ettiğimiz müdahale,
muhataplık ilişkilerinin değişik olduğu
durumlar için de geçerlidir. Siyasal alan
ve siyasal sorumluluk bir bütündür. Herhangi
bir durumda ortaya çıkan sorunu bir alanda
çözmek, teknik ya da güvenlik nedenleriyle
mümkün olmadığında da, sorunun muhatapları
olan siyasal yapılar sorunun çözüm alanını
ve muhataplık ilişkilerini işaret etmek,
kolaylaştırmak, daha da önemlisi çözüm yolunda
iradesini ifade etmek zorundadır. Yoksa,
salt alanlar sorunu yüzünden herhangi bir
sorunu çözümsüz bırakmak, politik sorumsuzluk
göstermek doğru değildir.
Kısaca özetlendiğinde önerilerimiz bunlardır
ve bize göre sorunun köklü bir çözümü için
tartışılması gereken başlıklar da bunlardır.
Yoksa tek tek olayların girdabında boğularak
bir yere varmak ya da tek taraflı-çok taraflı
“şiddet karşıtı” ifadeler yayınlamak çok
fazla anlam taşımayacaktır. Çünkü şiddete
karşı olmak, ancak onun bütün unsurlarına
karşı olmakla mümkündür.
Hemen anlaşılacağı gibi bütün yukarıda yazdıklarımız,
“hukuk” çerçevesiyle sınırlıdır. Sorunun
siyasal kültür, ideolojik bakış açıları,
vb. ile ilgili olan daha derin kökenleri
ise, sonuçta bir önlemler dizini olan hukuk
sorunuyla sınırlanamayacak kadar kapsamlı
bir tartışmanın konusudur.
Saygıyla...
Sosyalist Barikat
|
Geçtiğimiz günlerde sol içersinde yaşanan
sorunlar üzerine devrimci demokratik hareketlerin
ortak çabasıyla çıkan bildiriyi yayınlıyoruz.
Halklarımıza,
Geçtiğimiz günlerde DEHAP
ve HÖC arasında yaşanan olaylar istenmeyen
noktalara gelmiştir.
Sorunlar ne olursa olsun bunun çözümünün
diyalogtan geçtiğine inanmaktayız. Solun
kendi arasındaki sorunlarının çözümü kesinlikle
şiddet olamaz.
DEHAP ve HÖC arasında yaşanan olayları bir
komisyon oluşturup tartışacağımızı, iddiaları
araştıracağımızı ve bunları bu komisyon
tarafından halkımıza açıklayacağımızı ilan
ediyoruz.
Bu komisyonun alacağı kararları DEHAP ve
HÖC olarak uyacağımızı taahhüt ediyoruz.
Yaşanan bu tür olumsuzluklardan egemen güçlerin
faydalanma çabalarına da izin vermeyeceğiz.
DEHAP, HÖC, P. DEVRİMCİ DURUŞ, ALINTERİ,
SDP, EMEP, EHP, ÖDP, SOSYALİST BARİKAT,
DEVRİMCİ HAREKET, BDSP, DEVRİM, KALDIRAÇ,
ESP, PARTİZAN, DEMOKRATİK HAKLAR PLATFORMU
|
|
|
|
|
|
|
|