Kapitalizmin yarattığı toplum bütün çıplaklığıyla
karşımızda duruyor. Herkes birbirine soruyor;
ne olacak halimiz diye. Sonra, “eskiden” diye
başlayan cümleler kuruluyor. Bu diyalogların ötesinde
dışarıda hayat gerçeklikleriyle akıp gidiyor.
Tedirginlik hali toplumu sarmış durumda. Sistemin
akıl vericileri fellik fellik çözüm arıyor. Akıllara
zarar çözümler atıyorlar ortaya. Ortada halledilmesi
gereken bir sorun (!) varmış gibi tedirgin görünmeye
çalışıyorlar. Bir yandan da böyle davranarak kendilerini
bu çerçevenin dışında tutuyorlar. İlgileri yokmuş,
masummuş gibi davranıyorlar. Elbette sorun var.
Ama sorunun boyutu ülkenin her tarafına sıçramış
durumda. Bu da durumu kişisel boyutlardan çıkararak,
toplumun ücra köşelerinde büyüyen ve sonrasında
etrafa zarar veren bir hale getiriyor. O yüzden
sorunun kendisi sokaklardaki şiddet değil, sistemin
ta kendisi oluyor. İnsanların göremediği (bizim
gösteremediğimiz) olay bu.
12 Eylül’le başlayan süreç ülkemizde şu an yaşananların
başlangıç noktalarındandır. Ülke meseleleri ile
uğraşan gençlik bir dönem darağaçlarında asılmış,
bir dönemde sokak ortasında katledilmiştir. Ailelere
memleket meseleleri ile uğraşmanın zararları böyle
yöntemlerle aşılanmaya çalışılmıştır. Topluma
gözdağı verilmiştir. Sindirilmiş, boyun eğen,
elindekiyle yetinen bir toplum yaratılmıştır.
“Yeni Dünya Düzeni” safsataları zamanla oturtulmuştur
rayına. Özal’la, 12 Eylülden sonra “demokrasiye”
merhaba denildiğinde ise bu kez emperyalizmle
daha derin bir yerden ilişkiler oluşturulmuştur.
Neoliberal politikalar bir yandan hayata geçirilirken,
postmodernizm çürümeyi hızlandırma işlevini yerine
getirmiştir. Önce komünizme panzehir olarak din
öne çıkartılmıştır. Bunun ardından dinin işe yaramadığı,
okun kendilerine çevrildiği ortaya çıkınca, farklı
tarzlar denenmiştir. Kurnazlık, köşeyi dönmecilik
özendirilmeye başlanmış, özellikle gençlerin beynini
yıkamak sistem için acil hale gelmiştir. Kafası
boş gençler yetişsin istenmiştir, Bırakalım memleket
sorunlarını, kendi sorunlarına dahi yabancılaşmıştır
gençlerimiz. Fuhuş, uyuşturucu, hırsızlığa özendirilmiş,
gençler, mahalle köşelerinde ülkeyi kurtarma iddiasından
çok çeteler kurmaya başlamıştır. Esrar vb. gibi
uyuşturucu maddeler elden ele, polisten polise
gezinmektedir.
Bu arada artık başka bir olay da gündemdedir.
PKK’nin başlattığı yeni süreçle olay daha da boyutlanır.
Kürdistan’da yakılan, yıkılan köyler boşaltımış
ve kentlere doğru büyük bir göç dalgası başlamıştır.
İstatistiklere bakarsak, TİHV’e göre yakılan,
boşaltılan köy en az 3.500, İHD’ye göre 3246,
GÖÇ-DER’e göre ise 4.500’tür. TBMM Göç Araştırma
Komisyonun tespit ettiği köy sayısı ise 2.663’tür.
Buralardan kentlere, 3 milyona yakın insan göç
etmiştir. Kentler hızla kalabalıklaşmaktadır.
Çoğunluğu işsiz olan bu insanlar karınlarını doyurmak,
hayatlarını devam ettirmek zorundadır. Bu arada
şehirlerde suyun başını tutan mafya ellerini ovuşturur.
Maşa haline getirilecek malzeme artar onlar için.
Gerektiğinde devrimcilerin katledilmesinde, gerektiğinde
para tahsilatında vb. olaylarda piyondurlar. Devletin
polisi (aslen devlet) bunların arkasındadır. Bu
arada medya görevini yapar. Aynalı Tahir’ler piyasa
sürülür. “Kurtlar Vadisi”yle doruğa çıkılır. Etraf
“delikanlı” kaynamaktadır. Bunlar kurşun da atar
halka ama devletin namusudurlar. “Şerefli” insanlardır!
Toplum farkında olmasa da bir kaosa sürüklenmektedir.
Fuhuş artık kanıksanan bir durum haline getirilmiştir.
Her bölgede belli başlı kentler fuhuşun merkezi
halindedir ve fuhuşun önü devlet tarafından açılmaktadır.
Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da fuhuş yaşı
çocuklara kadar düşmüştür. İstanbul gibi metropoller
halledildikten sonra, Kürdistan mesken tutulmuştur.
Serhıldanlarla akla gelen Diyarbakır bu işin merkezi
haline getirilmiştir. Yıllardır “terörü” bitirdiklerini
övünçle haykıran paşalar, kendi yarattıkları durumla
ne kadar övünse azdır! Devrimci mahalle ve bölgeler
bu şekilde yozlaştırılmaya çalışılmaktadır...
İş barlarla başlamakta gittiği yere kadar götürülmektedir.
Bu yozlaştırma sürecinin önünü alabilecek yegane
güç olan devrimciler ise bırakalım bu politikaları
püskürtmeye dönük devrimci politika ve pratikler
üretmeyi, bu perspektiften uzak tutum ve politikalarla
emekçi halktan giderek uzaklaşmakta, kendi dar
çerçevelerine sıkışmaktadırlar.
Türkiye’yi saran pislik fuhuşla kalmamış, uyuşturucular
da hızlı bir şekilde devreye sokulmuştur. İstatistiklerden
yansıyanlar ilkokulların koridorlarını işaret
etmektedir. Düşünmenin, eğitimin önü ağaç yaşken
kesilir bu şekilde. İdare de polis de bunlardan
haberdardır. Bahsedilen okullar uzay boşluğundaki
herhangi bir okul değil, ülkemizin orta yerindedir.
Her köşe başına açılan internet cafeler de bu
iş için sistemin vazgeçilmezleri arasındadır.
Binlerce çocuğun beyni buralarda öğütülmektedir.
Birer robot haline gelen çocuk ve gençlerimiz,
okuldan sonra soluğu buralarda almaktadır. Bu
duruma aileler de razı olmuştur. Başlarından savdıkları
çocuklarını ne kadar büyük tehlikeye attıklarının
farkında değildirler. Böyle yetiştirilen gençler,
belli ki bazılarının timsah gözyaşı dökmesi için
bahane olmuştur. Sokaklar artık herkesin korkuyla
dolaştığı alanlardır. Kapkaç olayından tutun da
sigara isteme yüzünden yaşanan ölümler herkesi
düşündürmektedir. Aileler tedirgindir. Ellerinden
gelse kimse çocuğunu sokağa bırakmayacaktır.
Yaşananlar ve Gerçekler
Biraz sokaklardan yansıyanlara bakalım:
Malatya’da sokakta bali çeken bir grup genç tarafından
işlenen cinayet… Diyarbakır’da ilkokul çocukları
birbirlerini öldürüyor... Adana’da internet cafede
kavga çıkıyor ve çok sayıda genç yaralanırken,
iki kişi tutuklanıyor… Antalya’da sokakta gezen
iki arkadaş, kendisinden sigara isteyen tiner
bağımlısı bir grup genç tarafından bıçaklanıyor…
İstanbul’da bir evde ailenin bütün bireyleri katlediliyor…
Yine İstanbul’da sokak ortasında bir hemşireye
tecavüz ediliyor… Bu sonuncusu, en tuhaf örnek
aslında. Okmeydanı’nda tecavüze uğrayan hemşire
olayında gariplikler ve toplumu kandırma biçimlerinden
biri yaşanıyor. Sözde polis hemen harekete geçiyor
ve İstanbul’un Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah,
tecavüz eden kişinin yakalandığını, hemşire ile
yüzleştirildiğini, cezaevine yollandığını açıklıyor.
Böylece topluma bu kaos ortamında “güven” veriliyor!
Ama kısa süre sonra gerçek durum açığa çıkıyor.
Hemşire, getirilen kişiyi baskı altında kalarak
teşhis ettiğini açıklıyor. Üstelik DNA testi o
kişiye uymadığı halde tutuklama yapılıyor. Daha
sonra kişi tahliye ediliyor ama iş işten geçmiş
oluyor. Sözü edilen kişi artık toplum tarafından
damgalanmış ve onuru ile oynanmıştır. Celalettin
Cerrah’ınsa bu durum umurunda değildir; çünkü
onun onurdan anladığı biraz farklı...
Celalettin Cerrah yoktan zanlılar yaratadursun,
bu arada meclis de işlevsiz komisyonlarından birini
bu alanda kuruyor. Komisyonun araştırma dışında
ne yaptığı meçhul! Çözüm noktasında elle tutulur
bir projesi yok, olamaz da. Yasalar aslında zaten
vardır. İstanbul Valiliği 1997, Ankara Valiliği
2000’de 18 yaşından küçük çocuklara tiner, bally
gibi kimyevi maddelerin satışını yasaklamış, aksini
yapanlar için üç ile altı ay hapis cezasını öngörülmüştür.
Buna rağmen geçen 8 yılda sadece 46 işyeri hakkında
işlem yapılmıştır. Tutarsızlık ve ciddiyetsizlik
her yanlarından akıyor.
Bir devlet kurumu olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ise artık neredeyse tamamen
yarattığı tecavüz ve taciz skandallarıyla anılmaktadır.
Bu kuruma bağlı olup da bir rezalet yaşanmamış
kurum hemen hemen yoktur. Geçtiğimiz günlerde
İzmir’in Urla ilçesinde Barbaros Çocuk Köyü’nde
yaşananlar bunun en açık örneğiydi. Çocuklara
tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alınanlar
daha şimdiden 30 kişiyi geçmiştir ve bunların
arasında Kurum Müdürü de vardır. Üstelik işin
bir ucu kaymakama dek gitmektedir. Oysa Barbaros
Çocuk Köyü, 1996 yılında kurulduğunda Türkiyenin
örnek projeleri arasında gösteriliyordu.
Öte yandan, Ecstasy dahil olmak üzere uyuşturucu
kullanma yaşı her sene düşmektedir. Her tarafta
bulunması kolay olan bu maddeler, yalnızca yüksek
gelirliler değil fakir ailelerin çocuklarını da
sarmış durumdadır. Bunları kullanan genç bedenlerin
beyin hücreleri ağır hasara, hafıza kaybına uğrayıp
psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Yoksul gençlerin
ve çocukların tedavi imkanları da bulunmamaktadır.
Meclis komisyonunun raporuna göre Türkiye’de toplam
40 bin civarında çocuk sokaklarda yaşıyor ve bunların
20 binden fazlası İstanbul’da. Bu arada Diyarbakır
gibi Kürt kentlerinde de artık binlerce çocuk
sokakları mesken tutmuş durumda. Başka bir araştırmaya
göre sokakta yaşayanların okuma-yazma bilenlerin
oranı %29,3 bu orandan % 44.8’i ilkokul mezunu,
kızların % 66’sı tecavüze uğruyor ve % 78 gibi
bir oran da uyuşturucu madde bağımlısı… Sağlık
Bakanlığının verilerine göre, Türkiye’de, 35 bin
genç hayatında en az bir kez uçucu madde kullanmış
ve uçucu bağımlısı sıralamasında Meksika, Brezilya
ve Romanya’dan sonra dünya dördüncüsüyüz...
Kapkaç ve yankesicilik ise son yıllarda adeta
bir patlama yapmış durumda. Resmi verilere göre
2003’te meydana gelen olay sayısı 12 bin 793 iken
2004’te yüzde 31 artarak 16 bin 790’a çıkmıştır.
Çözüm Diye Önerilenler
Kısacası işsizlik ve yoksulluk sokakları giderek
tehlikeli mekanlar haline getirmekte ve bir kabus
gibi toplumun üstüne çökmektedir.
Düzen cephesinden önerilen çözümler ise birbirinden
berbattır.
Bir yanda Emniyet Müdürlüğü’nün Avrupai planı
var! Hazır Avrupa Birliği’ne de girecekken orada
uygulandığı söylenen yöntemin Türkiye’ye de getirilmesi
planlanıyor. Şehrin güvenliği bahanesiyle her
taraf kameralarla donatılacak ve sokaklar 24 saat
gözlenecek. Eğer plan uygulanırsa Nisan ayından
itibaren gözleneceğiz başlanacağız ve böylece
kişisel hayata müdahalenin değişik bir boyutu
hayata geçirilmiş olacak. Buna ek olarak eski
kontra şefi yeni DYP Genel Başkanı Ağar’ın da
önerisi var: “Her sokağın sakinleri para toplayıp
kendilerine özel güvenlikçi tutsun” diyor Ağar;
serserilere gün doğdu!
Çözüm önerileri bunlarla da kalmıyor. Geçen aylarda
sivri zekalı CHP Bakırköy Belediye Başkanı öncülüğünde
bir kampanya başlatıldı. Bu kampanya çerçevesinde
Bakırköy ve çevresindeki sokak çocukların toplanıp,
toplu olarak bir yerde eğitilmesi düşünülüyor.
Ateş Ünal Erzen ve ekibi o yeri de bulmuş; Yassıada…
Çocuklar burada iki yıl kalıp eğitilecekmiş! Bu
kampanyaya destek verenlerin 5 bini aştığı söyleniyor.
Bu rakam ne derece doğru onu bilmiyoruz. Ama bunun
tek anlamı yeni F Tipleri sürecinin başlatılmasıdır.
Ama bu sefer çocuklara... Çünkü, Ateş Ünal Erzen’e
göre “halk korkusundan evlerinde tecrit olmuştur”.
Tecrit ettirenler, tecrit edilmelidir. Bu tamamen
kışkırtmacı, düşmanlık besleyen bir projedir.
Toplumu yalıtmaya alıştırmaktır ve geleceği damgalamaktır.
Brezilya örneğinin Türkiye’de yaşanması için kapıların
aralanmasıdır. Hatırlatmakta yarar var, 1980’li
yıllarda Brezilya’da toplum, sokakta yaşayan çocuklara
düşman ettirilmişti. Daha sonra eline silah alan
devlet destekli faşist çeteler ve polis sokak
sokak çocuk arıyor, ele geçirdiklerini de öldürüyor
ve bununla meşru, doğru bir iş yaptıklarını iddia
ediyorlardı. Hitler’in özürlüleri toplayıp “imha
etme” projesine ne kadar çok benziyor!
Asıl parlak ve Amerikanvari öneri ise CHP’li milletvekillerinden
Canan Arıtman’a aittir. Arıtman: “Güneydoğu’dan
gelen otobüs ve kamyonlar durdurulsun. Reşit olmayanlar,
yanlarında yeteri kadar parası olmayanlar geri
gönderilsin” diyor. Çünkü bunlar, büyükşehirlerde,
hırsızlık ve gasp çeteleri oluşturmaktadırlar!
Her şeyini ABD’ye göre ayarlayan Türkiye, bu konuda
da ABD’de 1920lerde ve 30’larda uygulanan ünlü
“Serserilik Yasası”nı örnek alıyor.
Devletin son projesi ise, Sokak Suçlarını Önleme
Amirliği. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı olacak
bu kurumun işleyişi hakkında geniş bilgi yok.
Ama laf ola beri gele misali kurum ola iş göre
mantığı çerçevesinde bir proje. Mehmet Ağar’ın
her sokak başına özel güvenlik görevlisi yerleştirelim
mantığına benziyor. Ama özüne inersek, bu kurumun
mantığı yakalamaktan öteye geçmeyeceğe benziyor.
Tabi yakalamak isterse!
Görüldüğü üzere ortaya atılan bütün öneriler faşizan
ruhludur, ırkçıdır, yoksul düşmanıdır, hatta bir
yanıyla Kürt düşmanıdır. Halk önce korkunç hikayelerle
hazırlanmakta, daha sonra da bu kurnazlığın öteki
yüzünü göremeyen insanlar bu projelere destek
vermektedir. Özellikle orta sınıflarda “bana dokunmayan
sokak çocukları ne olursa olsun, onlardan kurtulalım
da nasıl olursa olsun” mantığı yaygınlaşmaktadır.
Öyle ki, bu kesimler yarın kendi çocuklarının
sokaklarla baş başa kalabileceğini, baly, tiner,
uyuşturucu kurbanı olabileceğini, polis şiddetine
maruz kalabileceğini düşünmemektedirler. Düşman
olarak gösterilen kapkaçcı-hırsız çocukların bu
toplumun içinden çıktıkları, daha dün sokaklarda
çocuklarımızla birlikte oyun oynayanların yoksulluk
çamurunda canavarlaştıkları unutulmaktadır.
Bu sorun, uyduruk projeler ya da ırkçı-faşizan
önlemlerle çözülemez. Kapitalizm on yıllardır
sokaklara durmadan insan yığmaktadır; bugün gelinen
noktada ise neoliberal politikalarla birlikte
sorun olağanüstü düzeyde boyutlanmış, gitgide
daha fazla dibe itilen işsiz ve yoksullar artık
sert ve yıkıcı refleksler vermeye başlamıştır.
Bu ülkenin sokaklarında yüz yıldır binlerce cinayet
işlenmiştir ama bugün olan şey herkesin canını
acıtmaktadır; çünkü herkes aslında sokak insanlarının
türediği yeri bal gibi bilmektedir.
Devrimciler burada sessiz ve çözümsüz kalamaz
ya da orta sınıfların paniğine kendisini kaptıramaz.
Bugün bu coğrafyadaki en temiz ve en diri güç,
her şeye karşın devrimcilerdir ve bu konuda doğru
işler yapmak en çok onlara düşer. Her devrimci,
her şeyden önce kendi hayatı ve çevresinden başlayarak
bu sorunun ve çözümün bir parçası olmak zorundadır.
Çocuklarımızın, kardeşlerimizin kapitalist sistemin
kültürü ve ahlakı ile varacağı nokta çürüme ve
yozlaşmadan başka birşey olamaz. Aile ortamımızı,
ilişkilerimizi devrimcileştirmeden, devrimci kurum
ve etkinliklere katılmadan, gerici, yoz kültür
karşısında insani ilerici kültürü yaşamımızın
temeline yerleştirmeden, yozlaşmanın etkisinden
kurtuluş yok...
Düzen cephesi çürümüştür, elinde tek bir gerçek
çözüm bile yoktur. Gösterişli toplantılar, komisyonlar,
vb. hepsi boştur ve onlar bayram günlerinde bir
iki çocuk kurumuna uğrayıp kameralara poz vermekten
ötesine geçemezler.
Bizden başka çözüm kapısı ve yolu yoktur. Biz
sorunun ve çözümün sahibiyiz; çünkü onlar bizim
çamurdan geçilmeyen sokaklarımızdan çıkmaktadırlar.
Ailelerle yardımlaşmak, onların hayatlarına girmek,
sorunlarına ortak olmak gerekmektedir. Bütün bunların
kendiliğinden oluşmadığını, bilinçli bir şekilde
geliştirildiğini topluma kavratmak bizim işimizdir.
Bunları gözardı ederek çözümü devrime erteleyemeyiz.
Elbette kurtuluş devrimdedir. Ama devrim de bugün
yarattıklarımızın eseri olarak gerçekleşecek,
hatta şimdiye dek yüzlerce örnekte tanık olduğumuz
gibi devrimin genç savaşçılarının bazıları da
tam bu çamurun içinden çıkacaktır.
Bu bağlamda Halk Kültür Merkezleri halkın öz kurumları
olarak, alternatif devrimci, ilerici halk kültürünün,
ahlakının, yaşam ve ilişki tarzının nüveleri olarak
düşünülmelidir. Bu yolda atılacak her adım somut
bir ihtiyacın karşılığı olacaktır. Bu nedenle
daha yoğun, daha sistematik, daha çok çalışmaya,
projeler geliştirmeye, etkinliğe, emekçilerle
buluşmayı sağlayacak çabaya ihtiyaç bulunuyor...
|