Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

G. Koşmaz

Kapitalizmin yarattığı toplum bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor. Herkes birbirine soruyor; ne olacak halimiz diye. Sonra, “eskiden” diye başlayan cümleler kuruluyor. Bu diyalogların ötesinde dışarıda hayat gerçeklikleriyle akıp gidiyor. Tedirginlik hali toplumu sarmış durumda. Sistemin akıl vericileri fellik fellik çözüm arıyor. Akıllara zarar çözümler atıyorlar ortaya. Ortada halledilmesi gereken bir sorun (!) varmış gibi tedirgin görünmeye çalışıyorlar. Bir yandan da böyle davranarak kendilerini bu çerçevenin dışında tutuyorlar. İlgileri yokmuş, masummuş gibi davranıyorlar. Elbette sorun var. Ama sorunun boyutu ülkenin her tarafına sıçramış durumda. Bu da durumu kişisel boyutlardan çıkararak, toplumun ücra köşelerinde büyüyen ve sonrasında etrafa zarar veren bir hale getiriyor. O yüzden sorunun kendisi sokaklardaki şiddet değil, sistemin ta kendisi oluyor. İnsanların göremediği (bizim gösteremediğimiz) olay bu.
12 Eylül’le başlayan süreç ülkemizde şu an yaşananların başlangıç noktalarındandır. Ülke meseleleri ile uğraşan gençlik bir dönem darağaçlarında asılmış, bir dönemde sokak ortasında katledilmiştir. Ailelere memleket meseleleri ile uğraşmanın zararları böyle yöntemlerle aşılanmaya çalışılmıştır. Topluma gözdağı verilmiştir. Sindirilmiş, boyun eğen, elindekiyle yetinen bir toplum yaratılmıştır. “Yeni Dünya Düzeni” safsataları zamanla oturtulmuştur rayına. Özal’la, 12 Eylülden sonra “demokrasiye” merhaba denildiğinde ise bu kez emperyalizmle daha derin bir yerden ilişkiler oluşturulmuştur. Neoliberal politikalar bir yandan hayata geçirilirken, postmodernizm çürümeyi hızlandırma işlevini yerine getirmiştir. Önce komünizme panzehir olarak din öne çıkartılmıştır. Bunun ardından dinin işe yaramadığı, okun kendilerine çevrildiği ortaya çıkınca, farklı tarzlar denenmiştir. Kurnazlık, köşeyi dönmecilik özendirilmeye başlanmış, özellikle gençlerin beynini yıkamak sistem için acil hale gelmiştir. Kafası boş gençler yetişsin istenmiştir, Bırakalım memleket sorunlarını, kendi sorunlarına dahi yabancılaşmıştır gençlerimiz. Fuhuş, uyuşturucu, hırsızlığa özendirilmiş, gençler, mahalle köşelerinde ülkeyi kurtarma iddiasından çok çeteler kurmaya başlamıştır. Esrar vb. gibi uyuşturucu maddeler elden ele, polisten polise gezinmektedir.
Bu arada artık başka bir olay da gündemdedir. PKK’nin başlattığı yeni süreçle olay daha da boyutlanır. Kürdistan’da yakılan, yıkılan köyler boşaltımış ve kentlere doğru büyük bir göç dalgası başlamıştır. İstatistiklere bakarsak, TİHV’e göre yakılan, boşaltılan köy en az 3.500, İHD’ye göre 3246, GÖÇ-DER’e göre ise 4.500’tür. TBMM Göç Araştırma Komisyonun tespit ettiği köy sayısı ise 2.663’tür. Buralardan kentlere, 3 milyona yakın insan göç etmiştir. Kentler hızla kalabalıklaşmaktadır. Çoğunluğu işsiz olan bu insanlar karınlarını doyurmak, hayatlarını devam ettirmek zorundadır. Bu arada şehirlerde suyun başını tutan mafya ellerini ovuşturur. Maşa haline getirilecek malzeme artar onlar için. Gerektiğinde devrimcilerin katledilmesinde, gerektiğinde para tahsilatında vb. olaylarda piyondurlar. Devletin polisi (aslen devlet) bunların arkasındadır. Bu arada medya görevini yapar. Aynalı Tahir’ler piyasa sürülür. “Kurtlar Vadisi”yle doruğa çıkılır. Etraf “delikanlı” kaynamaktadır. Bunlar kurşun da atar halka ama devletin namusudurlar. “Şerefli” insanlardır!
Toplum farkında olmasa da bir kaosa sürüklenmektedir. Fuhuş artık kanıksanan bir durum haline getirilmiştir. Her bölgede belli başlı kentler fuhuşun merkezi halindedir ve fuhuşun önü devlet tarafından açılmaktadır. Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da fuhuş yaşı çocuklara kadar düşmüştür. İstanbul gibi metropoller halledildikten sonra, Kürdistan mesken tutulmuştur. Serhıldanlarla akla gelen Diyarbakır bu işin merkezi haline getirilmiştir. Yıllardır “terörü” bitirdiklerini övünçle haykıran paşalar, kendi yarattıkları durumla ne kadar övünse azdır! Devrimci mahalle ve bölgeler bu şekilde yozlaştırılmaya çalışılmaktadır... İş barlarla başlamakta gittiği yere kadar götürülmektedir.
Bu yozlaştırma sürecinin önünü alabilecek yegane güç olan devrimciler ise bırakalım bu politikaları püskürtmeye dönük devrimci politika ve pratikler üretmeyi, bu perspektiften uzak tutum ve politikalarla emekçi halktan giderek uzaklaşmakta, kendi dar çerçevelerine sıkışmaktadırlar.
Türkiye’yi saran pislik fuhuşla kalmamış, uyuşturucular da hızlı bir şekilde devreye sokulmuştur. İstatistiklerden yansıyanlar ilkokulların koridorlarını işaret etmektedir. Düşünmenin, eğitimin önü ağaç yaşken kesilir bu şekilde. İdare de polis de bunlardan haberdardır. Bahsedilen okullar uzay boşluğundaki herhangi bir okul değil, ülkemizin orta yerindedir. Her köşe başına açılan internet cafeler de bu iş için sistemin vazgeçilmezleri arasındadır. Binlerce çocuğun beyni buralarda öğütülmektedir. Birer robot haline gelen çocuk ve gençlerimiz, okuldan sonra soluğu buralarda almaktadır. Bu duruma aileler de razı olmuştur. Başlarından savdıkları çocuklarını ne kadar büyük tehlikeye attıklarının farkında değildirler. Böyle yetiştirilen gençler, belli ki bazılarının timsah gözyaşı dökmesi için bahane olmuştur. Sokaklar artık herkesin korkuyla dolaştığı alanlardır. Kapkaç olayından tutun da sigara isteme yüzünden yaşanan ölümler herkesi düşündürmektedir. Aileler tedirgindir. Ellerinden gelse kimse çocuğunu sokağa bırakmayacaktır.

Yaşananlar ve Gerçekler
Biraz sokaklardan yansıyanlara bakalım:
Malatya’da sokakta bali çeken bir grup genç tarafından işlenen cinayet… Diyarbakır’da ilkokul çocukları birbirlerini öldürüyor... Adana’da internet cafede kavga çıkıyor ve çok sayıda genç yaralanırken, iki kişi tutuklanıyor… Antalya’da sokakta gezen iki arkadaş, kendisinden sigara isteyen tiner bağımlısı bir grup genç tarafından bıçaklanıyor… İstanbul’da bir evde ailenin bütün bireyleri katlediliyor… Yine İstanbul’da sokak ortasında bir hemşireye tecavüz ediliyor… Bu sonuncusu, en tuhaf örnek aslında. Okmeydanı’nda tecavüze uğrayan hemşire olayında gariplikler ve toplumu kandırma biçimlerinden biri yaşanıyor. Sözde polis hemen harekete geçiyor ve İstanbul’un Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, tecavüz eden kişinin yakalandığını, hemşire ile yüzleştirildiğini, cezaevine yollandığını açıklıyor. Böylece topluma bu kaos ortamında “güven” veriliyor! Ama kısa süre sonra gerçek durum açığa çıkıyor. Hemşire, getirilen kişiyi baskı altında kalarak teşhis ettiğini açıklıyor. Üstelik DNA testi o kişiye uymadığı halde tutuklama yapılıyor. Daha sonra kişi tahliye ediliyor ama iş işten geçmiş oluyor. Sözü edilen kişi artık toplum tarafından damgalanmış ve onuru ile oynanmıştır. Celalettin Cerrah’ınsa bu durum umurunda değildir; çünkü onun onurdan anladığı biraz farklı...
Celalettin Cerrah yoktan zanlılar yaratadursun, bu arada meclis de işlevsiz komisyonlarından birini bu alanda kuruyor. Komisyonun araştırma dışında ne yaptığı meçhul! Çözüm noktasında elle tutulur bir projesi yok, olamaz da. Yasalar aslında zaten vardır. İstanbul Valiliği 1997, Ankara Valiliği 2000’de 18 yaşından küçük çocuklara tiner, bally gibi kimyevi maddelerin satışını yasaklamış, aksini yapanlar için üç ile altı ay hapis cezasını öngörülmüştür. Buna rağmen geçen 8 yılda sadece 46 işyeri hakkında işlem yapılmıştır. Tutarsızlık ve ciddiyetsizlik her yanlarından akıyor.
Bir devlet kurumu olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ise artık neredeyse tamamen yarattığı tecavüz ve taciz skandallarıyla anılmaktadır. Bu kuruma bağlı olup da bir rezalet yaşanmamış kurum hemen hemen yoktur. Geçtiğimiz günlerde İzmir’in Urla ilçesinde Barbaros Çocuk Köyü’nde yaşananlar bunun en açık örneğiydi. Çocuklara tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alınanlar daha şimdiden 30 kişiyi geçmiştir ve bunların arasında Kurum Müdürü de vardır. Üstelik işin bir ucu kaymakama dek gitmektedir. Oysa Barbaros Çocuk Köyü, 1996 yılında kurulduğunda Türkiyenin örnek projeleri arasında gösteriliyordu.
Öte yandan, Ecstasy dahil olmak üzere uyuşturucu kullanma yaşı her sene düşmektedir. Her tarafta bulunması kolay olan bu maddeler, yalnızca yüksek gelirliler değil fakir ailelerin çocuklarını da sarmış durumdadır. Bunları kullanan genç bedenlerin beyin hücreleri ağır hasara, hafıza kaybına uğrayıp psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Yoksul gençlerin ve çocukların tedavi imkanları da bulunmamaktadır.
Meclis komisyonunun raporuna göre Türkiye’de toplam 40 bin civarında çocuk sokaklarda yaşıyor ve bunların 20 binden fazlası İstanbul’da. Bu arada Diyarbakır gibi Kürt kentlerinde de artık binlerce çocuk sokakları mesken tutmuş durumda. Başka bir araştırmaya göre sokakta yaşayanların okuma-yazma bilenlerin oranı %29,3 bu orandan % 44.8’i ilkokul mezunu, kızların % 66’sı tecavüze uğruyor ve % 78 gibi bir oran da uyuşturucu madde bağımlısı… Sağlık Bakanlığının verilerine göre, Türkiye’de, 35 bin genç hayatında en az bir kez uçucu madde kullanmış ve uçucu bağımlısı sıralamasında Meksika, Brezilya ve Romanya’dan sonra dünya dördüncüsüyüz...
Kapkaç ve yankesicilik ise son yıllarda adeta bir patlama yapmış durumda. Resmi verilere göre 2003’te meydana gelen olay sayısı 12 bin 793 iken 2004’te yüzde 31 artarak 16 bin 790’a çıkmıştır.

Çözüm Diye Önerilenler
Kısacası işsizlik ve yoksulluk sokakları giderek tehlikeli mekanlar haline getirmekte ve bir kabus gibi toplumun üstüne çökmektedir.
Düzen cephesinden önerilen çözümler ise birbirinden berbattır.
Bir yanda Emniyet Müdürlüğü’nün Avrupai planı var! Hazır Avrupa Birliği’ne de girecekken orada uygulandığı söylenen yöntemin Türkiye’ye de getirilmesi planlanıyor. Şehrin güvenliği bahanesiyle her taraf kameralarla donatılacak ve sokaklar 24 saat gözlenecek. Eğer plan uygulanırsa Nisan ayından itibaren gözleneceğiz başlanacağız ve böylece kişisel hayata müdahalenin değişik bir boyutu hayata geçirilmiş olacak. Buna ek olarak eski kontra şefi yeni DYP Genel Başkanı Ağar’ın da önerisi var: “Her sokağın sakinleri para toplayıp kendilerine özel güvenlikçi tutsun” diyor Ağar; serserilere gün doğdu!
Çözüm önerileri bunlarla da kalmıyor. Geçen aylarda sivri zekalı CHP Bakırköy Belediye Başkanı öncülüğünde bir kampanya başlatıldı. Bu kampanya çerçevesinde Bakırköy ve çevresindeki sokak çocukların toplanıp, toplu olarak bir yerde eğitilmesi düşünülüyor. Ateş Ünal Erzen ve ekibi o yeri de bulmuş; Yassıada… Çocuklar burada iki yıl kalıp eğitilecekmiş! Bu kampanyaya destek verenlerin 5 bini aştığı söyleniyor. Bu rakam ne derece doğru onu bilmiyoruz. Ama bunun tek anlamı yeni F Tipleri sürecinin başlatılmasıdır. Ama bu sefer çocuklara... Çünkü, Ateş Ünal Erzen’e göre “halk korkusundan evlerinde tecrit olmuştur”. Tecrit ettirenler, tecrit edilmelidir. Bu tamamen kışkırtmacı, düşmanlık besleyen bir projedir. Toplumu yalıtmaya alıştırmaktır ve geleceği damgalamaktır. Brezilya örneğinin Türkiye’de yaşanması için kapıların aralanmasıdır. Hatırlatmakta yarar var, 1980’li yıllarda Brezilya’da toplum, sokakta yaşayan çocuklara düşman ettirilmişti. Daha sonra eline silah alan devlet destekli faşist çeteler ve polis sokak sokak çocuk arıyor, ele geçirdiklerini de öldürüyor ve bununla meşru, doğru bir iş yaptıklarını iddia ediyorlardı. Hitler’in özürlüleri toplayıp “imha etme” projesine ne kadar çok benziyor!
Asıl parlak ve Amerikanvari öneri ise CHP’li milletvekillerinden Canan Arıtman’a aittir. Arıtman: “Güneydoğu’dan gelen otobüs ve kamyonlar durdurulsun. Reşit olmayanlar, yanlarında yeteri kadar parası olmayanlar geri gönderilsin” diyor. Çünkü bunlar, büyükşehirlerde, hırsızlık ve gasp çeteleri oluşturmaktadırlar! Her şeyini ABD’ye göre ayarlayan Türkiye, bu konuda da ABD’de 1920lerde ve 30’larda uygulanan ünlü “Serserilik Yasası”nı örnek alıyor.
Devletin son projesi ise, Sokak Suçlarını Önleme Amirliği. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı olacak bu kurumun işleyişi hakkında geniş bilgi yok. Ama laf ola beri gele misali kurum ola iş göre mantığı çerçevesinde bir proje. Mehmet Ağar’ın her sokak başına özel güvenlik görevlisi yerleştirelim mantığına benziyor. Ama özüne inersek, bu kurumun mantığı yakalamaktan öteye geçmeyeceğe benziyor. Tabi yakalamak isterse!
Görüldüğü üzere ortaya atılan bütün öneriler faşizan ruhludur, ırkçıdır, yoksul düşmanıdır, hatta bir yanıyla Kürt düşmanıdır. Halk önce korkunç hikayelerle hazırlanmakta, daha sonra da bu kurnazlığın öteki yüzünü göremeyen insanlar bu projelere destek vermektedir. Özellikle orta sınıflarda “bana dokunmayan sokak çocukları ne olursa olsun, onlardan kurtulalım da nasıl olursa olsun” mantığı yaygınlaşmaktadır. Öyle ki, bu kesimler yarın kendi çocuklarının sokaklarla baş başa kalabileceğini, baly, tiner, uyuşturucu kurbanı olabileceğini, polis şiddetine maruz kalabileceğini düşünmemektedirler. Düşman olarak gösterilen kapkaçcı-hırsız çocukların bu toplumun içinden çıktıkları, daha dün sokaklarda çocuklarımızla birlikte oyun oynayanların yoksulluk çamurunda canavarlaştıkları unutulmaktadır.
Bu sorun, uyduruk projeler ya da ırkçı-faşizan önlemlerle çözülemez. Kapitalizm on yıllardır sokaklara durmadan insan yığmaktadır; bugün gelinen noktada ise neoliberal politikalarla birlikte sorun olağanüstü düzeyde boyutlanmış, gitgide daha fazla dibe itilen işsiz ve yoksullar artık sert ve yıkıcı refleksler vermeye başlamıştır. Bu ülkenin sokaklarında yüz yıldır binlerce cinayet işlenmiştir ama bugün olan şey herkesin canını acıtmaktadır; çünkü herkes aslında sokak insanlarının türediği yeri bal gibi bilmektedir.
Devrimciler burada sessiz ve çözümsüz kalamaz ya da orta sınıfların paniğine kendisini kaptıramaz. Bugün bu coğrafyadaki en temiz ve en diri güç, her şeye karşın devrimcilerdir ve bu konuda doğru işler yapmak en çok onlara düşer. Her devrimci, her şeyden önce kendi hayatı ve çevresinden başlayarak bu sorunun ve çözümün bir parçası olmak zorundadır. Çocuklarımızın, kardeşlerimizin kapitalist sistemin kültürü ve ahlakı ile varacağı nokta çürüme ve yozlaşmadan başka birşey olamaz. Aile ortamımızı, ilişkilerimizi devrimcileştirmeden, devrimci kurum ve etkinliklere katılmadan, gerici, yoz kültür karşısında insani ilerici kültürü yaşamımızın temeline yerleştirmeden, yozlaşmanın etkisinden kurtuluş yok...
Düzen cephesi çürümüştür, elinde tek bir gerçek çözüm bile yoktur. Gösterişli toplantılar, komisyonlar, vb. hepsi boştur ve onlar bayram günlerinde bir iki çocuk kurumuna uğrayıp kameralara poz vermekten ötesine geçemezler.
Bizden başka çözüm kapısı ve yolu yoktur. Biz sorunun ve çözümün sahibiyiz; çünkü onlar bizim çamurdan geçilmeyen sokaklarımızdan çıkmaktadırlar. Ailelerle yardımlaşmak, onların hayatlarına girmek, sorunlarına ortak olmak gerekmektedir. Bütün bunların kendiliğinden oluşmadığını, bilinçli bir şekilde geliştirildiğini topluma kavratmak bizim işimizdir. Bunları gözardı ederek çözümü devrime erteleyemeyiz. Elbette kurtuluş devrimdedir. Ama devrim de bugün yarattıklarımızın eseri olarak gerçekleşecek, hatta şimdiye dek yüzlerce örnekte tanık olduğumuz gibi devrimin genç savaşçılarının bazıları da tam bu çamurun içinden çıkacaktır.
Bu bağlamda Halk Kültür Merkezleri halkın öz kurumları olarak, alternatif devrimci, ilerici halk kültürünün, ahlakının, yaşam ve ilişki tarzının nüveleri olarak düşünülmelidir. Bu yolda atılacak her adım somut bir ihtiyacın karşılığı olacaktır. Bu nedenle daha yoğun, daha sistematik, daha çok çalışmaya, projeler geliştirmeye, etkinliğe, emekçilerle buluşmayı sağlayacak çabaya ihtiyaç bulunuyor...

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul