Nedir şu “Mortgage” dedikleri?
Son zamanlarda herkesin kulağına çalınmıştır.
Türkiye’ye “mortgage” sistemi geliyormuş, kira
öder gibi ev sahibi olacakmışız, evsiz kimse kalmayacakmış...
Türkçesi “ipotek” ya da “rehin” anlamına gelen
“mortgage”, bir tür mülk edindirme biçimi olarak
aslında yeni bir olgu değil. Kişisel tefecilik
ilişkilerinde de öteden beri borca karşılık gösterilen
malın ipotek edilmesi ve ödenmemesi halinde alacaklı
tarafından alınması bilinen uygulamalardır. Aslında
özellikle ABD’de bankaların bu işin içinde olması
da eski bir uygulama.
Büyük bir gösterişle Türkiye’ye taşınan uygulama
da farklı değil. Banka, müşteri adına müşterinin
talep ettiği bir evi peşin olarak satın alarak
mülkiyeti müşteriye devrediyor. Ancak müşterinin
bankaya borcunun karşılığı olarak mülk ipotek
ediliyor. Müşteri bankaya borcunu belli bir ödeme
planına göre, önceden belirlenmiş bir vade sonuna
dek aylık ödemelerle kapatıyor ve sonunda ipotek
kaldırılıyor.
Tabii böyle anlatılınca her şey kulağa hoş geliyor
ama derinlemesine bakınca işin aslının böyle olmadığı
ortaya çıkıyor. Bütün iyi niyetimizle olaya en
azından orta sınıflar açısından baktığımızda bile,
sistemin kendisinin bir soygun biçimi olduğu açık.
Çok sayıda kişiden toparlanan büyük para miktarlarıyla
her şeyi ucuza kapatabilen kişi ya da banka, aslında
söz konusu malı (evi) müşterisine astronomik fiyatlarla
satmakta ve üstelik en küçük bir aksamada el koymaktadır.
Ama sistemin bu kadarının işlemesi için bile ülke
ekonomisinin klasik ölçütlere göre bir “istikrar”a
sahip olması gerekmektedir. Çünkü her ciddi kriz
durumu müşterilerden bir bölümünü yoksullaştıracak
ve ipotekler yürürlüğe girecektir.
Türkiye’nin çarpık kapitalizmi için ise bu kadarı
tamamen imkânsız bir şey. Bilindiği gibi, Türkiye’de
sürekli bir kriz durumu vardır ve bu krizin her
derinleşme noktası durumu iyice felç haline getirmektedir.
Hortumculukla nam yapmış, emperyalizme göbekten
bağlı olan, onlar öksürdüğü zaman vereme yakalanan
bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Bugün Türkiye’de milyonlarca insan, ancak karınlarını
doyurabilecekleri yaşam koşulları içindedir. Mortgage
sisteminden yararlanmak isteyen kişinin ilk etapta
kenarda bulundurması gereken hazır bir meblağa
sahip olması gerektiği düşünülürse, projenin emekçiler
için ne kadar anlamsız olduğu açığa çıkar. Yıllık
enflasyonun yüzde 9 olarak hesaplandığı koşullarda
ev kredisinin faizinin yüzde 27 olması da başka
bir ilginç ve akıldışı durumdur. 50 milyar lira
konut kredisi alan bir kişi, ilk yıl 13 milyar
lira faiz ödeyecek. İkinci yıldan itibaren, kredi
için ödenen faizin oranı çığ gibi katlanacak.
20 yılın sonunda 50 milyarlık kredi için ödenecek
toplam para, yüz milyarları bulabilecek. Taksitlerde
aksama olursa, 3’üncü aydan sonra takibe geçilecek.
Takip süresinde, ana para üzerinden faiz her yıl
katlanarak büyüyecek. Buradan da anlaşılacağı
gibi yaratılan bu sistemde kesinlikle 350 milyon
asgari ücret alan ve Türkiye’nin yarısından fazlasını
oluşturan emekçilere yer olmadığı çok aleni. Banka
yöneticileri de aslında bunu doğrulamaktadır.
Yapı Kredi Koray Genel Müdürü Hakan Kodal, söylendiği
gibi 50-100 milyon TL taksitlerle ev almanın şu
an için mümkün olmadığını, bunun ancak hükümetin
vereceği destekler ve hazırlayacağı sosyal projelerle
gerçekleşebileceğini söylemekte ve sistemin olumlu
olsa da 2005’te hayata geçmesiyle hayal kırıklıklarının
oluşabileceğini belirtmektedir.
Açıkça görülen odur ki devletin asıl derdi emekçiler
değil, dip yoksullarının biraz üstünde yer alan
ve elinde üç beş kuruş kefen parası tutabilen
kesimlerdir. Uyduruk projelerle bu paraları banka
sistemine çekmek ve bu arada yeni zenginler yaratmak
projenin esas hedefidir. Üstelik bu projede hazır
binalar da yoktur. Yani önce paralar toplanacak,
binalar yapılacak ve bu arada da ödeme yapanlar
eski evlerinde kira ödemeye devam edeceklerdir.
Bir yandan başlangıç için 25 milyar gibi büyük
rakamlar bulunacak, diğer yandan her ay yüksek
faizli borç ve bu arada bir de kira ödenecek.
Bu kadar yükü kimin kaldırabileceği sorusu bile
ahmakçadır.
Bu sistemle yapılan binaların depreme dayanıklılığı
ise Türkiye’de yaşıyorsak eğer, tamamen efsaneden
ibarettir. Şimdiye dek devlet tarafından inşa
edilmiş ve depremde çökmemiş tek bir binaya bile
bu ülkede rastlanmamıştır. Burjuvazinin mantığı,
kâr etmek için malzemeden ve emekten çalmaktır;
böyle bir sistemden sağlamlık beklemek ise tamamen
hayaldir.
Dikkat edilmesi gereken diğer birşey ise bu sistemin
bankalara yani mali oligarşiye dayanıyor olmasıdır;
Türkiye gerçeğinde son günlerde sık yaşadığımız
ve her an yaşayabileceğimiz bir durum olan bankaların
iflası yaşadığımız koşullarda olmayacak şey değildir.
Bu da sistemin baştan iflası anlamına gelir.
Bütün bunların ötesinde, aslında Mortgage sisteminin
bir başka sorunu da yaşanılan zamanla ilgilidir.
1945’lerden sonra reel-sosyalizmin oluşturduğu
tehlikeye bağlı olarak sosyal sistemler uygulamaya
çalışan Avrupa burjuvazisinin icat ettiği bir
sistem olan Mortgage, şimdi, tam da bütün sosyal
sistemler darmadağın edilirken yeniden cilalanıp
ortaya sürülmektedir, ki bu baştan itibaren ölü
doğmasının en büyük nedenidir.
Özellikle yeni-sömürge ülkelerin krizlerle çalkalanan
ekonomik yapıları içinde böyle bir “sosyal iyilik
sistemi” kurma iddiasının inanılacak hiçbir yanı
yoktur. Emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin
zaten emekçi halkı insanca koşullarda yaşatmak
gibi bir derdi hiçbir zaman olmamıştır, böyle
bir olgu olsaydı, dünyada özellikle emperyalist
ülkelerde hızla çoğalan evsizler ordusuna tanık
olmazdık. Bütün bu açılardan bakıldığında görülen
tek şey, büyük bir soygun fırtınasının yaklaşmakta
olduğudur. Çok değil birkaç yıl sonra, ellerinde
pankartlarıyla “mortgagezedeler”in sokaklarda
görmemiz sürpriz olmayacaktır.
Kapitalizm tarafından yaratılan bütün diğer sorunlar
gibi konut sorunu da kuşkusuz, çok köklü bir dönüşümle,
yani bugünkü sistemin bir devrim yoluyla değiştirilmesiyle
mümkün olacaktır. Kâr sağlamayı değil insanların
insanca koşullarda yaşamasını hedefleyen sosyalizm,
konut sorununu da bu anlayışla ele alacaktır.
Kuşkusuz bugünkü sistem tarafından kangrene dönüştürülmüş
olan bu sorun bir çırpıda çözülmeyecektir; işe
rant olarak kullanılan lüks konutlara el koyarak
başlayacak olan sosyalizm, daha sonra kendi projelerini
ortaya koyacak, bu arada insanları soluk alamayacakları
biçimde üst üste yığan bugünkü düzenin mantığını
da değiştirecektir. Herkesin mümkün olan en düşük
harcamayla insan gibi yaşayabileceği konutlarda
oturması, konutun yalnızca dört duvar değil insanın
“yaşam alanı”nın bir parçası gibi görülmesi, sosyalist
perspektifin esası olacaktır. Böyle bir yaklaşım
ise bugünkü çapulcu hırzsızların asla anlayamayacakları
bir şeydir.
|