Diyarbakır gibi yoksulluğun başkenti sayılabilecek
bir kentte, haftada 5 trilyon liranın sanal ya
da resmi şans oyunlarında döndüğünü düşünebiliyor
musunuz?
Haftada 5 trilyon…
Üst üste yığılmış göç mahalleleriyle, çamurlu
sokaklarıyla, açlıkla yüz yüze yaşayan çocuklarıyla
bu kent, nasıl bir umutsuzluk ve çürüme içinde
olmalıdır ki, kendi ekonomik varlığının ötesindeki
bir parayı her hafta götürüp kumara yatırıyor.
Anadolu ve Kürt coğrafyasında artık her şeyin
ölçüsü kaç(ırıl)mış durumda. Her şeye karşın bir
zamanlar yine de masum sayılabilecek Spor-Toto
ve Milli Piyango bileti çoktan aşılmış. Çılgınlık
her yanı çoktan sardı ve artık ülkenin en ücra
kasabalarında çocuklar dahil milyonlarca insan
bir umut uğruna ellerinde olanı şans kuponlarına
yatırıyorlar.
Kumar, bütün toplumlarda hoş karşılanmayan, tepki
duyulan bir olgu olarak karşımıza çıkar. Herkes
bu konuda kendini temiz görmektedir. Devlet nasıl
fuhuşu yasal hale getirip, bu alanı pazar haline
getirdiyse, kumar alanındaki politikası da aynı
olmuştur. Kumar bir bütün olarak topluma kabul
ettirilirek, doğal hayatın bir parçası haline
getirilmiştir.
1970’ler sonrası kapitalizmin içine girdiği yeni
sürece bağlı olarak bağımlı ülkelerde de içine
girilen yeni ekonomik sürecin en belirgin görünümü
coğrafyamızdaki yoksullaşmanın olağanüstü artışıydı.
Bu sürece reel sosyalizmin çözülüşü de eklenince
işçi sınıfı ve emekçilerin kazanmış olduğu sosyal
kazanımlara yönelik saldırının boyutu arttı. Bu
saldırı gerek dünya genelinde ve gerekse coğrafyamızda
eğitim, sağlık ve hizmetlere yönelik doğrudan
bir saldırıyı özelleştirme saldırısıyla birleştirerek;
işçi sınıfının örgütlülüğüne ve mücadelesine önemli
bir darbe indirdi. İşçi sınıfı ve emekçilerin
gerek siyasal, gerekse de devrimci sendikal özneden
yoksun oluşu üzerindeki baskının ve yoksullaşmanın
artmasını gündeme getirdi.
Yalnızca Türkiye gibi bağımlı ülkelerde değil,
emperyalist metropollerin göbeğinde de uçurum
olağanüstü boyutlara varmıştır.
Örneğin Amerika’da 1992-95 arasında en zengin
%1 ailenin ulusal zenginlikten aldığı pay % 30.2’den
%35.1’e yükselirken ücretlilerin yarısının reel
geliri 1989 düzeyinde kalmıştır. Bugün 358 dolar
milyarderinin serveti dünyanın yoksul yarısının
gelirine eşittir. Dünya nüfusunun en zengin %
20’si dünya gelirinin %85’ine el koymaktadır.
Öte yandan dünya nüfusunun en zengin % 20’si ile
en yoksul % 20’si arasındaki gelir farkı 30 yıl
önce 30’a 1 oranında iken, bugün bu oran 78’e
1’e yükselmiş durumdadır. 1979-85 yıllarında ABD’de
en zengin % 20’nin geliri % 26 arttığı halde nüfusun
en yoksul %20’sinin geliri aynı dönemde % 9 oranında
gerilemiştir.
İngiltere’de l979-92 arasında en zengin % 10’un
geliri % 62 oranında artarken en yoksul % 10’un
geliri % 17 gerilemiş, aynı dönemde yoksulluk
sınırının altında yaşayanların oranı da % 9’dan
% 25’e yükselmiştir.
Öte yandan 1977-92 arasında Amerikan işçisinin
verimliliği ortalama % 30’dan fazla arttığı halde
ortalama reel ücretler % 13 oranında gerilemiştir.
(Kaynak Özgür Üniversite Forumu, sayı 1. Fikret
Başkaya, Sermayenin Küreselleşmesi veya neo-liberalizmin
vahşeti)
Türkiye: Uçurum Derinleştikçe
Zenginlik Hayalleri Artıyor
Türkiye’ye gelindiğinde ise uçurum iyice derinleşmektedir.
Gelirin eşitsiz dağılımı yeni bir olgu olmamakla
birlikte özellikle 1980 sonrası dönemde 24 Ocak
kararlarıyla başlayan ve 12 Eylül askeri faşist
darbesiyle devam eden (ve halen devam etmekte
olan) süreçte inanılması güç bir eşitsizlik tablosu
ortaya çıkartmıştır. Nüfusu %1’lik gruplara ayırdığımızda
şöyle ilginç bir tablo ortaya çıkar: Birinci gelir
grubuyla yüzüncü gelir grubunun aylık gelirleri
arasında yaklaşık 236 kat fark bulunuyor. Bu %
1’lik gelir grubunun geliri Türkiye’nin % 45’inin
hanesine giren gelire denkken, toplam ailelerin
% 30’unu oluşturan grubun gelirden aldığı pay
% 9.2 oranındadır. (Kaynak: Mustafa Sönmez, Gelir
Uçurumu, Om yayınları 2001)
Verdiğimiz bu örnekler yukarıda dile getirdiğimiz
dünya ve Türkiye’deki yoksullaşmayı açıklamaktadır.
Bu yoksullaşma içinde bir sosyal patlama tehlikesi
taşımakta. Yaratılan örgütsüzlük ve var olan özne
eksikliği bu patlamayı ertelemektedir. Adaletsiz
gelir dağılımının özne sorununa rağmen bir patlamaya
yol açabileceği (Latin Amerika ülkelerinde olduğu
gibi) açıktır ve devlet bunun farkındadır. Bunun
için bu gelir dağılımı arasındaki uçurumun oluşturabileceği
tepkiyi maniple etmek için çeşitli yöntemler uygulamaktadır.
Bunların başında devrimci ve demokratik örgütlenmelere
yapılan saldırılar gelmektedir. Yapılan doğrudan
saldırıların yanı sıra işçi ve emekçileri sorunlarından
uzaklaştırarak yabancılaştırmaktadır. Devletin
yabancılaştırma saldırılarının bir parçası da
şans oyunlarıdır. Düzenin neo-liberal politikalarını
hayata geçirmek için hayatlarımıza soktuğu şans
oyunlarının son yıllarda gördüğü rağbet artmaktadır.
Bireysel zengin olma hayalleriyle insanlar bu
oyunları oynayarak bir anda hayatlarının değişeceklerini
düşünürler. Bu durum sistemin “kısa yoldan köşeyi
dönme” mantığıyla da örtüşmektedir.
Geçmiş yıllarda sadece haftadan haftaya oynanan
spor toto varken şimdi her gün farklı bir oyun
-spor loto, sayısal loto, şans topu, iddia, ganyan
vs.- karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar artık emekleriyle para kazanamayacaklarını,
karınlarını bile zor doyurabileceklerini biliyorlar.
Ancak yukarıda da uzun uzun belirttiğimiz gibi
dünyadaki ve Türkiye’deki koşullar ile bu koşullara
karşı durabilecek, insanların bu ilkel bilinçlerinin
önünü açabilecek kanallar olmadığından insanlar
farklı arayışlara yönelmektedirler. Gelirler arası
uçurum insanları zengin olmaya heveslendirirken
aynı zamanda zengin olmanın yolunu kendi yöntemiyle
topluma aşılar. Bunların başında ise bir çeşit
devlet kumarı olan şans oyunları gelmektedir.
Her gün oynanabilen şans oyunlarında az bir miktar
para ödeyerek milyarder hatta trilyoner olabilme
yani bir anda farklı bir sınıfa transfer olma
(hem de hiç emek sarf etmeden) hayali sunulmaktadır.
Bu durum büyük bir çoğunluk için umut ve çözüm
yolu olarak görünmektedir.
Şu ana kadar ki uygulamalarla insanların kurtuluş
yolunun önüne engeller koymaya çalışan devlet
aradığını bulmuş durumda. Bu şans oyunlarıyla
insanlar artık toplu bir kurtuluşu değil bireysel
kurtuluşu düşünmektedir. Bu durum insanların emeklerinden
uzaklaşmasını ve emeklerine yabancılaşmasını getirmektedir.
Emeğine yabancılaşan insan kendine de yabancılaşmakta
bu da hayata bakış penceresini değiştirmektedir.
Mutluluğu yarattığı “zengin” dünyalarda aramaya
başlar. Yaşadığı ilişkiler ona zevk vermez hale
gelir. Geleceği bu şekilde kurmaya, değişik yöntemler
aramaya iter kişiyi. Hayatını berbat edecek bin
bir türlü işkenceler, bunalımlar kişiyi beklemektedir.
“Herkes köşeyi dönüyor” ben niye dönmemeyim der
her defasında. Bütün bunları keşfeden devlet bu
yabancılaşmayı büyütmek için her gün yeni bir
şans oyunuyla karşımıza çıkmaktadır.
Devlet Açısından Yeni Bir Gelir Kaynağı
Vergi, zamlar, enflasyon vs. ile vatandaşın elindeki
tüm parayı gasp eden devlet, vatandaşlarda kalan
son kuruşları “umut” dağıtarak onların elinden
almaktadır. Her gün oynanan şans oyunlarında ikramiye
büyüdükçe ilgi artmakta, ilgi arttıkça devletin
kesesine daha fazla para girmektedir. Çünkü her
oynanan oyun için belli miktarlarda para alınırken
dağıtılan miktar toplanan paranın sadece küçük
bir bölümünü oluşturmaktadır. Geri kalan bölüm
ise devletin kasasına akmaktadır. Milli Piyango,
Spor Toto vb. gibi oyunlarla yetinmeyen devlet,
internet ve yasadışı oynanan oyunları da resmileştirerek
insanlardan elde ettiği sömürüyü arttırmaktadır.
İnsanlara dağıtılan “umut”lar arttırılmaktadır.
Bu “umut”lara ulaşan kişiler medya tarafından
cilalanmakta, özendirilerek herkes “zengin” olmaya
davet edilmektedir. Diğer taraftan bakıldığında
ise, herkes de yatırdığı paralarla zengin olamasa
da başkaları kaçınılmaz olarak zengin edilmektedir.
Devlete kaynak akmaktadır. 2004 Ekim ayı itibariyle
açıklanan şans oyunlarına olan ilgi bunu doğrulamaktadır.
Bu ilgide Türkiye Jokey Kulübu yüzde 54.3, Milli
Piyango İdaresi yüzde 40.2, Spor Toto da yüzde
5.5 ile söz sahibidir. Pazarın büyüklüğü ise 1
milyar 470 milyon dolara tekabül etmektedir. Bu
pazar geliştirilmektedir. Küçük paralarla zengin
olma hayalleri daha da genişletilmektedir. Bu
kervana son olarak İddaa katılmıştır. İddaa’nın
ilk elden hedefi pazar payının yarısıdır. İddaa’yı
halk arasında cazip kılan husustan birisi 1 YTL,
yani çok az bir miktarla oynanmasıdır. Paranın
bu miktarı cebinde ki son kuruşunu da verenler
içindir. Daha fazla parası olanlar 1 YTL’yi artırabilir.
Tabii farkında olunmasa da bu küçük miktarlar,
büyük havuzlara dönmektedir. Burada açıklamakta
yarar var, İddaa başladığı tarihten bu yana hazineye,
34 trilyon 331 milyar kazandırırken, kamu kurumlarına
1 trilyon 993 milyar getirmiştir. Başbakan Yardımcısı
Mehmet Ali Şahin’in açıklamasına göre “kayıtdışı
yollardan Avrupa’ya 600 milyon dolar akmaktadır”
Bu meblağın, yasallaştırılan İddaa oyunu ile yolu
kesilerek, hazineye aktarılması planlanmaktadır.
Devlet, bu kumar ortamından kazanılan paranın
ortadan kaldırılması gibi bir girişimde bulunmuyor,
tam tersine onların derdi kumar illetinden ortaya
çıkan paranın kendi kasalarına akmasıdır. Bu yüzden,
bir yıl öncesine kadar internet ortamında oynanan
bu kumar, devlete gelir getirmesi için yasallaştırıldı.
2003 yılında yüzde 1.1 ile pazara giren İddaa,
bir yıl içinde payını yüzde 5.5’e çıkardı. İddaa’nın
2005’teki hedefi ise 360 milyon dolar. Her köşe
başına açılan İddaa kulübeleri yasak (!) olduğu
halde ilkokul çocuklarına sonuna kadar açılmaktadır.
Bu kulübelerde yazılan “18 yaşından küçükler oynayamaz”
yazısı yalandan ibaret. Anlaşılan çocuklarımız,
gençlerimiz, ağabeylerimiz bu batakta yok edilmektedir.
Toplumun ilgisini çeken bahis üzerinde de birçok
oyun dönmektedir. Çoğunlukla küçük takımlar üzerinde
oynanan bu oyunlar, masum olmamakla beraber; Avrupa
ve Türkiye takımlarının da yaptığı şikeler de
iddaa oyununun bir parçasıdır. Gerektiğinde mafyanın
bile müdahale ettiği iddia oyunu anlaşıldığı üzere
hiç de masum değildir.
Sanal Alemde Dönen Paralar
Sistem bununla yetinmemiş işin internet ortamında
da oynanmasını sağlamıştır. Burada tekeller söz
sahibidir. Çukurova Grubu İddaa’nın sanal ortamda
altyapısını üstlenmiştir.
İddaa gibi bahis oyunları sadece futbolla sınırlı
değildir. Boks, basketbol, tenis gibi vb spor
dalları olmak üzere politik konularda da bahis
oynanmaktadır. Bu bahis ve kumarı oynayan yaklaşık
bir buçuk milyon kişiden 1 milyar doları bulan
paralar Kemal Tibuk gibi kumar mafyasının danışmanlığını
yaptığı Net Holding gibi tekellere akmaktadır.
İçinde sanal gazinonunda bulunduğu bu sitenin
yönetimi Kıbrıs Merit Crystal Cove Otel Casine
tarafından işletilmektedir.
Neo-liberal politikanın emekçilere saldırısından
biri olan özelleştirme, şans oyunları için de
hayata geçirilecektir. Sermayenin iştahını kabartan
Milli Piyango bunun başında gelmektedir. Milli
Piyango İdaresi 600 milyon dolar yıllık cirosuyla
kar getiren bir kurum. 24 şehirde 29 şube müdürlüğü
var. Milli Piyango’nun 2001’de yayınlanan raporuna
göre, 645 personeli var. Tüm çalışanlar, memur
statüsünde. Koç, Doğan, Doğuş, Oyak gibi akbabalar
bu kuruma gözlerini dikmiş durumdalar. Ayrıca
yabancı sermayelerden (İngiliz Camelot, İtalyan
piyango şirketi Sisal, Yunan şirketi Introlat,
Fransız Scientific) de bu parsadan pay kapmak
için bekleyenlerden. Bu da beraberinde soygunun
katmerleştirmesini getirecektir. Piyasa yeni bir
“imaj”la sunulacaktır. İnsanlara daha cazip süsü
verilecek, ceplerindeki paranın son kalanı da
bu şekilde hortumlanacaktır.
Tekellerin sömürüsü sınır tanımamaktadır. Nerede
para, kâr ve sömürü, orada tekeller. Kapitalizmin
gerçeklerinden olan bu ilişki görüldüğü üzere
gündelik hayatımızı tüm kollarıyla sarmış durumdadır.
AKP, Milli Piyongo’yu satışına zemin hazırlayan
tasarıyı kılıfına da uydururken, bazı maddeleri
de eklemeyi unutmuyor. Milli Piyangoyu alacak
olan firma, özelleştirme sonrasında aylık brüt
satışlarından yüzde beşini özelleştirme dairesine,
yüzde 10’unu da savunma sanayisine aktarılması
öngörülüyor.
Zaten, Milli Piyango idaresinin şu anda kurumlara
aktardığı paraların miktarına bakıldığında, tablo
biraz anlaşılabilir. Örneğin 2004 yılında MP gelirlerinden
yalnızca 3 trilyonu Çocuk Esirgeme Kurumu’na aktarılırken,
aynı yıl Savunma Sanayi Destekleme Fonuna 236
trilyon, Hazine’ye 147 trilyon aktarılmıştır.
Yani kurum aynı zamanda militarizmin de sağlam
bir finans kaynağıdır.
Medyanın Kumara Desteği
Oynanan devlet kumarına medyadan da büyük destek
gelmektedir. Her gün şans oyunlarının ne kadar
büyük ikramiyeler verdikleri ana haber bültenlerinden
duyurularak reklamları yapılmakta, insanlara umut
dağıtılmaktadır. Bu yetmezmiş gibi her TV kanalı
kendi bünyesinde bir yarışma programı düzenleyerek
insanlara para, araba vs. dağıtacağını vaat etmektedir.
(örneğin Kazanmalı, Kasa vs...).
Toplumdan toplanan bu kadar para nereye akıtılmaktadır.
Eğitim, sağlık gibi toplum için hayati olan kurumlarına
akıtılmadığı bir gerçektir. Tam tersine emekçi
halkın elindekiler çıkarılan yasalarla alınmaktadır.
Bu paralar yine bir avuç insanın kasalarına aktarılmaktadır.
Onların bankaları kurtarılmakta, lüks yaşamları
devam ettirilmektedir. Kapitalizmin acımasızlığı
karakterindendir.
Şans oyunları kumar olmanın ötesinde yukarıda
da belirttiğimiz gibi önemli bir işlev görmektedir.
Bu işlev insanların yabancılaştırılmasıdır. Bizi
en çok ilgilendirmesi gereken durum budur. Türkiye
ve dünyadaki eşitsiz gelir dağılımını örneklerle
açıkladıktan sonra çözümün tek tek insanların
oynadığı kumarlarla kazanacakları paralar ve bireysel
kurtuluşlar olamayacağı açıktır. Cebimizden paralar
nasıl çalınıyorsa, bunları geri almanın yollarını
ve bizleri sömüren bir avuç sömürücünün bu kadar
rahat yaşam sürdüremeyeceğini insanlara anlatmalıyız.
Bu bilinçlenme toplumu sardığı, bir güç olarak
sistemin karşısına dikildiği zaman, bu soygun
düzenini son bulacaktır. Kendi sorunlarına sahip
çıkmaktan başka kurtuluşun olmadığını insanların
kafalarına kazımalıyız. Bunu hayata geçiremediğimiz
her dakikada o bir avuç sömürücünün, toplum üzerindeki
sefahatinin arttığını göstermeliyiz. Çözüm olarak
da somut şeyler sunmalı, ilk yapılacak şeyin bu
oyunlara olan alışkanlığı insanlarda yok etmenin
çözümünü bulmalıyız. Bu paraların nereye gittiğini,
dönen dolapları, çirkinlikleri, ikiyüzlülüğü,
devletin kumarhane sahibi rolünü anlattığımız
ölçüde devrime hizmet etmiş oluruz.
|