Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Suham Gül

Diyarbakır gibi yoksulluğun başkenti sayılabilecek bir kentte, haftada 5 trilyon liranın sanal ya da resmi şans oyunlarında döndüğünü düşünebiliyor musunuz?
Haftada 5 trilyon…
Üst üste yığılmış göç mahalleleriyle, çamurlu sokaklarıyla, açlıkla yüz yüze yaşayan çocuklarıyla bu kent, nasıl bir umutsuzluk ve çürüme içinde olmalıdır ki, kendi ekonomik varlığının ötesindeki bir parayı her hafta götürüp kumara yatırıyor.
Anadolu ve Kürt coğrafyasında artık her şeyin ölçüsü kaç(ırıl)mış durumda. Her şeye karşın bir zamanlar yine de masum sayılabilecek Spor-Toto ve Milli Piyango bileti çoktan aşılmış. Çılgınlık her yanı çoktan sardı ve artık ülkenin en ücra kasabalarında çocuklar dahil milyonlarca insan bir umut uğruna ellerinde olanı şans kuponlarına yatırıyorlar.
Kumar, bütün toplumlarda hoş karşılanmayan, tepki duyulan bir olgu olarak karşımıza çıkar. Herkes bu konuda kendini temiz görmektedir. Devlet nasıl fuhuşu yasal hale getirip, bu alanı pazar haline getirdiyse, kumar alanındaki politikası da aynı olmuştur. Kumar bir bütün olarak topluma kabul ettirilirek, doğal hayatın bir parçası haline getirilmiştir.
1970’ler sonrası kapitalizmin içine girdiği yeni sürece bağlı olarak bağımlı ülkelerde de içine girilen yeni ekonomik sürecin en belirgin görünümü coğrafyamızdaki yoksullaşmanın olağanüstü artışıydı. Bu sürece reel sosyalizmin çözülüşü de eklenince işçi sınıfı ve emekçilerin kazanmış olduğu sosyal kazanımlara yönelik saldırının boyutu arttı. Bu saldırı gerek dünya genelinde ve gerekse coğrafyamızda eğitim, sağlık ve hizmetlere yönelik doğrudan bir saldırıyı özelleştirme saldırısıyla birleştirerek; işçi sınıfının örgütlülüğüne ve mücadelesine önemli bir darbe indirdi. İşçi sınıfı ve emekçilerin gerek siyasal, gerekse de devrimci sendikal özneden yoksun oluşu üzerindeki baskının ve yoksullaşmanın artmasını gündeme getirdi.
Yalnızca Türkiye gibi bağımlı ülkelerde değil, emperyalist metropollerin göbeğinde de uçurum olağanüstü boyutlara varmıştır.
Örneğin Amerika’da 1992-95 arasında en zengin %1 ailenin ulusal zenginlikten aldığı pay % 30.2’den %35.1’e yükselirken ücretlilerin yarısının reel geliri 1989 düzeyinde kalmıştır. Bugün 358 dolar milyarderinin serveti dünyanın yoksul yarısının gelirine eşittir. Dünya nüfusunun en zengin % 20’si dünya gelirinin %85’ine el koymaktadır. Öte yandan dünya nüfusunun en zengin % 20’si ile en yoksul % 20’si arasındaki gelir farkı 30 yıl önce 30’a 1 oranında iken, bugün bu oran 78’e 1’e yükselmiş durumdadır. 1979-85 yıllarında ABD’de en zengin % 20’nin geliri % 26 arttığı halde nüfusun en yoksul %20’sinin geliri aynı dönemde % 9 oranında gerilemiştir.
İngiltere’de l979-92 arasında en zengin % 10’un geliri % 62 oranında artarken en yoksul % 10’un geliri % 17 gerilemiş, aynı dönemde yoksulluk sınırının altında yaşayanların oranı da % 9’dan % 25’e yükselmiştir.
Öte yandan 1977-92 arasında Amerikan işçisinin verimliliği ortalama % 30’dan fazla arttığı halde ortalama reel ücretler % 13 oranında gerilemiştir. (Kaynak Özgür Üniversite Forumu, sayı 1. Fikret Başkaya, Sermayenin Küreselleşmesi veya neo-liberalizmin vahşeti)

Türkiye: Uçurum Derinleştikçe
Zenginlik Hayalleri Artıyor

Türkiye’ye gelindiğinde ise uçurum iyice derinleşmektedir. Gelirin eşitsiz dağılımı yeni bir olgu olmamakla birlikte özellikle 1980 sonrası dönemde 24 Ocak kararlarıyla başlayan ve 12 Eylül askeri faşist darbesiyle devam eden (ve halen devam etmekte olan) süreçte inanılması güç bir eşitsizlik tablosu ortaya çıkartmıştır. Nüfusu %1’lik gruplara ayırdığımızda şöyle ilginç bir tablo ortaya çıkar: Birinci gelir grubuyla yüzüncü gelir grubunun aylık gelirleri arasında yaklaşık 236 kat fark bulunuyor. Bu % 1’lik gelir grubunun geliri Türkiye’nin % 45’inin hanesine giren gelire denkken, toplam ailelerin % 30’unu oluşturan grubun gelirden aldığı pay % 9.2 oranındadır. (Kaynak: Mustafa Sönmez, Gelir Uçurumu, Om yayınları 2001)
Verdiğimiz bu örnekler yukarıda dile getirdiğimiz dünya ve Türkiye’deki yoksullaşmayı açıklamaktadır. Bu yoksullaşma içinde bir sosyal patlama tehlikesi taşımakta. Yaratılan örgütsüzlük ve var olan özne eksikliği bu patlamayı ertelemektedir. Adaletsiz gelir dağılımının özne sorununa rağmen bir patlamaya yol açabileceği (Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi) açıktır ve devlet bunun farkındadır. Bunun için bu gelir dağılımı arasındaki uçurumun oluşturabileceği tepkiyi maniple etmek için çeşitli yöntemler uygulamaktadır. Bunların başında devrimci ve demokratik örgütlenmelere yapılan saldırılar gelmektedir. Yapılan doğrudan saldırıların yanı sıra işçi ve emekçileri sorunlarından uzaklaştırarak yabancılaştırmaktadır. Devletin yabancılaştırma saldırılarının bir parçası da şans oyunlarıdır. Düzenin neo-liberal politikalarını hayata geçirmek için hayatlarımıza soktuğu şans oyunlarının son yıllarda gördüğü rağbet artmaktadır. Bireysel zengin olma hayalleriyle insanlar bu oyunları oynayarak bir anda hayatlarının değişeceklerini düşünürler. Bu durum sistemin “kısa yoldan köşeyi dönme” mantığıyla da örtüşmektedir.
Geçmiş yıllarda sadece haftadan haftaya oynanan spor toto varken şimdi her gün farklı bir oyun -spor loto, sayısal loto, şans topu, iddia, ganyan vs.- karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar artık emekleriyle para kazanamayacaklarını, karınlarını bile zor doyurabileceklerini biliyorlar. Ancak yukarıda da uzun uzun belirttiğimiz gibi dünyadaki ve Türkiye’deki koşullar ile bu koşullara karşı durabilecek, insanların bu ilkel bilinçlerinin önünü açabilecek kanallar olmadığından insanlar farklı arayışlara yönelmektedirler. Gelirler arası uçurum insanları zengin olmaya heveslendirirken aynı zamanda zengin olmanın yolunu kendi yöntemiyle topluma aşılar. Bunların başında ise bir çeşit devlet kumarı olan şans oyunları gelmektedir. Her gün oynanabilen şans oyunlarında az bir miktar para ödeyerek milyarder hatta trilyoner olabilme yani bir anda farklı bir sınıfa transfer olma (hem de hiç emek sarf etmeden) hayali sunulmaktadır. Bu durum büyük bir çoğunluk için umut ve çözüm yolu olarak görünmektedir.
Şu ana kadar ki uygulamalarla insanların kurtuluş yolunun önüne engeller koymaya çalışan devlet aradığını bulmuş durumda. Bu şans oyunlarıyla insanlar artık toplu bir kurtuluşu değil bireysel kurtuluşu düşünmektedir. Bu durum insanların emeklerinden uzaklaşmasını ve emeklerine yabancılaşmasını getirmektedir. Emeğine yabancılaşan insan kendine de yabancılaşmakta bu da hayata bakış penceresini değiştirmektedir. Mutluluğu yarattığı “zengin” dünyalarda aramaya başlar. Yaşadığı ilişkiler ona zevk vermez hale gelir. Geleceği bu şekilde kurmaya, değişik yöntemler aramaya iter kişiyi. Hayatını berbat edecek bin bir türlü işkenceler, bunalımlar kişiyi beklemektedir. “Herkes köşeyi dönüyor” ben niye dönmemeyim der her defasında. Bütün bunları keşfeden devlet bu yabancılaşmayı büyütmek için her gün yeni bir şans oyunuyla karşımıza çıkmaktadır.

Devlet Açısından Yeni Bir Gelir Kaynağı
Vergi, zamlar, enflasyon vs. ile vatandaşın elindeki tüm parayı gasp eden devlet, vatandaşlarda kalan son kuruşları “umut” dağıtarak onların elinden almaktadır. Her gün oynanan şans oyunlarında ikramiye büyüdükçe ilgi artmakta, ilgi arttıkça devletin kesesine daha fazla para girmektedir. Çünkü her oynanan oyun için belli miktarlarda para alınırken dağıtılan miktar toplanan paranın sadece küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Geri kalan bölüm ise devletin kasasına akmaktadır. Milli Piyango, Spor Toto vb. gibi oyunlarla yetinmeyen devlet, internet ve yasadışı oynanan oyunları da resmileştirerek insanlardan elde ettiği sömürüyü arttırmaktadır. İnsanlara dağıtılan “umut”lar arttırılmaktadır. Bu “umut”lara ulaşan kişiler medya tarafından cilalanmakta, özendirilerek herkes “zengin” olmaya davet edilmektedir. Diğer taraftan bakıldığında ise, herkes de yatırdığı paralarla zengin olamasa da başkaları kaçınılmaz olarak zengin edilmektedir. Devlete kaynak akmaktadır. 2004 Ekim ayı itibariyle açıklanan şans oyunlarına olan ilgi bunu doğrulamaktadır. Bu ilgide Türkiye Jokey Kulübu yüzde 54.3, Milli Piyango İdaresi yüzde 40.2, Spor Toto da yüzde 5.5 ile söz sahibidir. Pazarın büyüklüğü ise 1 milyar 470 milyon dolara tekabül etmektedir. Bu pazar geliştirilmektedir. Küçük paralarla zengin olma hayalleri daha da genişletilmektedir. Bu kervana son olarak İddaa katılmıştır. İddaa’nın ilk elden hedefi pazar payının yarısıdır. İddaa’yı halk arasında cazip kılan husustan birisi 1 YTL, yani çok az bir miktarla oynanmasıdır. Paranın bu miktarı cebinde ki son kuruşunu da verenler içindir. Daha fazla parası olanlar 1 YTL’yi artırabilir. Tabii farkında olunmasa da bu küçük miktarlar, büyük havuzlara dönmektedir. Burada açıklamakta yarar var, İddaa başladığı tarihten bu yana hazineye, 34 trilyon 331 milyar kazandırırken, kamu kurumlarına 1 trilyon 993 milyar getirmiştir. Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in açıklamasına göre “kayıtdışı yollardan Avrupa’ya 600 milyon dolar akmaktadır” Bu meblağın, yasallaştırılan İddaa oyunu ile yolu kesilerek, hazineye aktarılması planlanmaktadır.
Devlet, bu kumar ortamından kazanılan paranın ortadan kaldırılması gibi bir girişimde bulunmuyor, tam tersine onların derdi kumar illetinden ortaya çıkan paranın kendi kasalarına akmasıdır. Bu yüzden, bir yıl öncesine kadar internet ortamında oynanan bu kumar, devlete gelir getirmesi için yasallaştırıldı. 2003 yılında yüzde 1.1 ile pazara giren İddaa, bir yıl içinde payını yüzde 5.5’e çıkardı. İddaa’nın 2005’teki hedefi ise 360 milyon dolar. Her köşe başına açılan İddaa kulübeleri yasak (!) olduğu halde ilkokul çocuklarına sonuna kadar açılmaktadır. Bu kulübelerde yazılan “18 yaşından küçükler oynayamaz” yazısı yalandan ibaret. Anlaşılan çocuklarımız, gençlerimiz, ağabeylerimiz bu batakta yok edilmektedir. Toplumun ilgisini çeken bahis üzerinde de birçok oyun dönmektedir. Çoğunlukla küçük takımlar üzerinde oynanan bu oyunlar, masum olmamakla beraber; Avrupa ve Türkiye takımlarının da yaptığı şikeler de iddaa oyununun bir parçasıdır. Gerektiğinde mafyanın bile müdahale ettiği iddia oyunu anlaşıldığı üzere hiç de masum değildir.

Sanal Alemde Dönen Paralar
Sistem bununla yetinmemiş işin internet ortamında da oynanmasını sağlamıştır. Burada tekeller söz sahibidir. Çukurova Grubu İddaa’nın sanal ortamda altyapısını üstlenmiştir.
İddaa gibi bahis oyunları sadece futbolla sınırlı değildir. Boks, basketbol, tenis gibi vb spor dalları olmak üzere politik konularda da bahis oynanmaktadır. Bu bahis ve kumarı oynayan yaklaşık bir buçuk milyon kişiden 1 milyar doları bulan paralar Kemal Tibuk gibi kumar mafyasının danışmanlığını yaptığı Net Holding gibi tekellere akmaktadır. İçinde sanal gazinonunda bulunduğu bu sitenin yönetimi Kıbrıs Merit Crystal Cove Otel Casine tarafından işletilmektedir.
Neo-liberal politikanın emekçilere saldırısından biri olan özelleştirme, şans oyunları için de hayata geçirilecektir. Sermayenin iştahını kabartan Milli Piyango bunun başında gelmektedir. Milli Piyango İdaresi 600 milyon dolar yıllık cirosuyla kar getiren bir kurum. 24 şehirde 29 şube müdürlüğü var. Milli Piyango’nun 2001’de yayınlanan raporuna göre, 645 personeli var. Tüm çalışanlar, memur statüsünde. Koç, Doğan, Doğuş, Oyak gibi akbabalar bu kuruma gözlerini dikmiş durumdalar. Ayrıca yabancı sermayelerden (İngiliz Camelot, İtalyan piyango şirketi Sisal, Yunan şirketi Introlat, Fransız Scientific) de bu parsadan pay kapmak için bekleyenlerden. Bu da beraberinde soygunun katmerleştirmesini getirecektir. Piyasa yeni bir “imaj”la sunulacaktır. İnsanlara daha cazip süsü verilecek, ceplerindeki paranın son kalanı da bu şekilde hortumlanacaktır.
Tekellerin sömürüsü sınır tanımamaktadır. Nerede para, kâr ve sömürü, orada tekeller. Kapitalizmin gerçeklerinden olan bu ilişki görüldüğü üzere gündelik hayatımızı tüm kollarıyla sarmış durumdadır. AKP, Milli Piyongo’yu satışına zemin hazırlayan tasarıyı kılıfına da uydururken, bazı maddeleri de eklemeyi unutmuyor. Milli Piyangoyu alacak olan firma, özelleştirme sonrasında aylık brüt satışlarından yüzde beşini özelleştirme dairesine, yüzde 10’unu da savunma sanayisine aktarılması öngörülüyor.
Zaten, Milli Piyango idaresinin şu anda kurumlara aktardığı paraların miktarına bakıldığında, tablo biraz anlaşılabilir. Örneğin 2004 yılında MP gelirlerinden yalnızca 3 trilyonu Çocuk Esirgeme Kurumu’na aktarılırken, aynı yıl Savunma Sanayi Destekleme Fonuna 236 trilyon, Hazine’ye 147 trilyon aktarılmıştır. Yani kurum aynı zamanda militarizmin de sağlam bir finans kaynağıdır.

Medyanın Kumara Desteği
Oynanan devlet kumarına medyadan da büyük destek gelmektedir. Her gün şans oyunlarının ne kadar büyük ikramiyeler verdikleri ana haber bültenlerinden duyurularak reklamları yapılmakta, insanlara umut dağıtılmaktadır. Bu yetmezmiş gibi her TV kanalı kendi bünyesinde bir yarışma programı düzenleyerek insanlara para, araba vs. dağıtacağını vaat etmektedir. (örneğin Kazanmalı, Kasa vs...).
Toplumdan toplanan bu kadar para nereye akıtılmaktadır. Eğitim, sağlık gibi toplum için hayati olan kurumlarına akıtılmadığı bir gerçektir. Tam tersine emekçi halkın elindekiler çıkarılan yasalarla alınmaktadır. Bu paralar yine bir avuç insanın kasalarına aktarılmaktadır. Onların bankaları kurtarılmakta, lüks yaşamları devam ettirilmektedir. Kapitalizmin acımasızlığı karakterindendir.
Şans oyunları kumar olmanın ötesinde yukarıda da belirttiğimiz gibi önemli bir işlev görmektedir. Bu işlev insanların yabancılaştırılmasıdır. Bizi en çok ilgilendirmesi gereken durum budur. Türkiye ve dünyadaki eşitsiz gelir dağılımını örneklerle açıkladıktan sonra çözümün tek tek insanların oynadığı kumarlarla kazanacakları paralar ve bireysel kurtuluşlar olamayacağı açıktır. Cebimizden paralar nasıl çalınıyorsa, bunları geri almanın yollarını ve bizleri sömüren bir avuç sömürücünün bu kadar rahat yaşam sürdüremeyeceğini insanlara anlatmalıyız. Bu bilinçlenme toplumu sardığı, bir güç olarak sistemin karşısına dikildiği zaman, bu soygun düzenini son bulacaktır. Kendi sorunlarına sahip çıkmaktan başka kurtuluşun olmadığını insanların kafalarına kazımalıyız. Bunu hayata geçiremediğimiz her dakikada o bir avuç sömürücünün, toplum üzerindeki sefahatinin arttığını göstermeliyiz. Çözüm olarak da somut şeyler sunmalı, ilk yapılacak şeyin bu oyunlara olan alışkanlığı insanlarda yok etmenin çözümünü bulmalıyız. Bu paraların nereye gittiğini, dönen dolapları, çirkinlikleri, ikiyüzlülüğü, devletin kumarhane sahibi rolünü anlattığımız ölçüde devrime hizmet etmiş oluruz.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul