Sabra
ve Şatilla Beyrut’tadır. O dönem Lübnan İsrail
işgalindedir. Burada Filistin’li mülteciler kalmaktadır.
30 Ağustos 1982’de Filistinli gerillalar, Batı
Beyrut’u terk eder. Geride ailelerini, Beyrut
yakınlarındaki mülteci kamplarında yaşayan akrabalarını
savunmasız bırakmak mecburiyetinde kalarak...
Aradan çok zaman geçmez. İsrailli askerler, 16
Eylül 1982 tarihinde, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un
güneyinde bulunan Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine
kamplarını kuşatmaya alır. Bütün bu hazırlıklar
boşuna değildir. İlerleyen saat ve günler katliamın
habercisidir. Tarihten bugüne “Beyrut kasabı”
lakabıyla gelen Ariel Şaron baş roldedir. Bizzat
katliam emrini veren odur…
Daha sonra, Hıristiyan Falanjist milisler kampa
sokulur. Katliamı, İsrail devleti falanjistler
eliyle gerçekleştirecektir. Falanjistlerin başında
Elie Hobeika vardır. (Daha sonraları, 2003’te
uluslararası mahkemede Şaron aleyhine tanıklık
edeceğini açıklayan Hobeika, Lübnan’da kuşkulu
biçimde öldürüldü) Burada Falanjistler için bir
tırnak açmak gerekir. Falanjistler, ilk olarak
"Falanj" tanımlaması ile Franco'nun
1939 yılında Madrid'e girerken askeri kuvveti
olarak geçer. Falanjistler, bugüne kadar asuri-süryani
halkı tarafından Lübnan'da oluşturulan en büyük
siyasi oluşumdur. Daha sonra Avrupa faşizminin
yayılması sırasında Hitler gençliğinden etkilenen
ve sağcı ve mezhepsel (katolik) bir ideolojiye
sahip olan falanjistler, faşist semboller kullanmaya
ve askeri üniformalar giymeye başladılar. Orta
ve yoksul Maruni kitlelerine dayanan faşistler,
Lübnan savaşı sırasında en güçlü grup haline geldiler.
Daha sonra bütün Hıristiyan grupları etkisi altına
alarak Lübnan güçlerini oluşturdular.
“Terörist takibi” yalanı da uydurulmuştur bir
yandan… Hıristiyan Falanjist milisler, önlerine
çıkan herkesi öldürürler. Tıpkı 1948’lerde İsrail
komandolarının yaptığı gibi...
Sabra
ve Şatilla’da olanları biraz daha detaylı öğrenmek
için Amman Kapeiluk’un aynı adlı kitabından dinleyelim:
16 Eylül Perşembe...
“… Perşembe günü şafak sökerken, iş yerlerinin
bulunduğu Hamra semti İsrail ordusunun eline geçer.
Öğleye doğru Batı Beyrut’a tamamen hakim olunur.
Tarihinde ilk defa İsrail, bir Arap başşehrini
zaptetmiştir. O sırada Tel Aviv’de, Savunma Bakanlığı
odalarında Yahudilerin yeni yılı kutlanmaktadır.
Ariel Şaron yeni yıl kutlamalarından yararlanarak
zaferin şerefine kadeh kaldırıp, maiyetindekilere
harekatın başarıyla sonuçlandığını bildirir. Tel
Aviv’deki Genelkurmay Başkanlığına ulaşan bir
harekat raporunda, halen temizlenemeyen birkaç
direniş noktası’nın kaldığı belirtilir. Bu direniş
noktasının FKÖ’nün bürosunun ve Sabra ve Şatilla
kamplarının bulunduğu Fakhani semtinde bulunmaktadır.
(...) İsrail tarafından çekilen hava fotoğrafları
sayesinde, birlikte kamplara giriş kapılarını
saptarlar. (...) General Drori telefonla Ariel
Şaron’u arar ve ona ‘Dostlarımız kamplarda ilerliyorlar.
Kamplara girmelerini sağladık’ diye bildirir.
Ariel Şaron’un cevabı şudur: ‘Tebrikler! Dostlarımızın
harekatını onaylıyoruz.’ (...) İsrailli subaylar
birçok defa hepsine göstereceğiz’ veya ‘diz boyu
kan dökülecek’ şeklinde sözler işitmişlerdir.
Şaron’un Hıristiyan milislerin kamplara girmesine
izin verme kararını öğrenen bir İsrailli subay
şu tepkiyi gösterir: ‘Kümese tilkinin girmesine
izin veren biri, bütün tavuklar boğazlandığında
şaşırmamalıdır.’
İnsan kırımı başlar ve hiç aralıksız kırk saat
sürer. İsrailliler harekatı, 3 Kasım’dan beri
işgal altında tuttukları, Lübnan subaylarına ait
üç binanın 7. kat damından izleyebilmektedirler.
Hepsinde gece görebilmeyi sağlayan teleskoplar
ve dürbünler vardır. Başlıca kıyım yerinin 200
metre uzağında bulunmaktadırlar. İsrailli bir
subayın deyimiyle, insan bu binaların damından
her şeyi ‘tiyatronun birinci sırasında oturuyormuşçasına’
izleyebilmektedir. İsrail birliklerinin ileri
hatlarını tutan paraşütçü birlikleri kamp sınırlarına
çok yakın bulunmakta ve ‘Merkava’ tankları çevreyi
denetlemektedir. Kuveyt elçiliği kavşağında ise,
Lübnan ordusuna bağlı 501. tabur bulunmaktadır.
Sağ
kalanların anlattıklarına bakılırsa, başından
itibaren katliam inanılmaz boyutlara ulaşır. İlk
saatlerde Falanjist milisler yüzlerce insanı öldürürler.
Dar sokaklarda hareket eden her şeyin üzerine
ateş ederler. Evlerin kapılarını kırarak, akşam
yemeklerinin tam ortasında aileleri son ferdine
kadar öldürürler. Kamp sakinleri yataklarında,
pijamaları üstlerinde öldürülür. Birçok evde pijamalarıyla
öldürülüp, kanlı bezlere sarmalanmış üç yada dört
yaşındaki çocuk cesetleri bulunacaktır. Fakat
çoğu kez katiller salt öldürmekle yetinmezler.
Birçok olayda saldırganlar, kurbanlarını öldürmeden
önce organlarını keserler. Çocukların ve bebeklerin
kafalarını duvarlara vura vura parçalarlar. Kadınlar
ve kızlar balta darbeleriyle öldürülmeden önce
tecavüze uğrarlar. Bazen insanlar sokakta toplu
halde kestirmeden öldürülmek için evlerinden zorla
dışarı çıkarılırlar. Milisler baltayla, bıçakla,
erkek, kadın, çocuk ve yaşlı ayırt etmeden öldürerek
etrafa terör saçarlar. Kimi kez zavallı kurban
gördüklerini ve yaşadıklarını sonradan anlatabilsin
diye, ailenin bir ferdini sağ bırakıp, diğer tüm
fertlerini sağ kalanın gözleri önünde öldürürler.
Hıristiyan ve Müslüman, Lübnan’lı veya Filistin’li
diye hiçbir ayrım yapmazlar. Mülteci kamplarında
yaşayan herkes aynı akıbete uğramalıdır. Genç
bir şii kızı, ailesinin, cellatlarının ayaklarına
kapanıp onlara, Lübnan’lı olduklarına yemin ederek,
canlarını bağışlamaları için yalvardığını anlatır.
Her yanıtta katiller şöyle yanıt verirler: ‘Sizler,
bu pis Filistinlilerle aynı kamplarda yaşadınız,
sonunuz onlarla aynı olacak’ Bundan sonra, bir
tek bu tanığı sağ bırakarak, ailenin bütün bireylerini
öldürürler. (...)”
Katliam sonrasında hazırlanan raporlarda ifade
edildiğine göre 16 Eylül 1982 akşamı katliamı
gerçekleştiren falanjist milislerden biri söz
konusu kampları kuşatma altında tutan Siyonist
güçlerin subaylarından biriyle irtibat kurarak,
yanında 45 kişinin olduğunu bunlar hakkında ne
yapacağını sordu. Siyonist subay: “Tanrının istediğini
yap” cevabını verir. Raporda bildirildiğine göre
falanjist milis aynı soruyu ikinci kez sorduğunda
Siyonist subay: “Onlar hakkında ne yapılması gerektiğini
çok iyi biliyorsun. Bir daha bu hususu bana sorma”
cevabını verdi. Bu cevap Siyonist askerlerin falanjist
milislerle önceden anlaştıklarını, onlara gerekli
talimatı verdiklerini ve sadece dünya kamuoyu
önünde kendilerini temize çıkarmak için bir gerekçelerinin
olması amacıyla bu katliamı kendi elleriyle gerçekleştirmekten
kaçındıklarını bütün açıklığıyla göstermektedir.
Falanjistlerin tamamen geri çekilmesinden sonra
kamplara giren yabancı gazeteciler, gördükleri
vahşet tablolarını ellerinden geldiğince dünya
kamuoyuna duyurduklarında, İsrail kabinesinde
buhran patlak verdi. Başbakan Menachem Begin,
bir soruşturma komisyonu kurulmasını emretmek
mecburiyetinde kaldı.
Katliamın arkasında İsrail vardı. Bu gerek Lübnan
yönetimi tarafından, gerekse de İsrail tarafından
itiraf edildi. Lübnan Kasabı Ariel Şaron, İsrail
ordusundaki görevinden azledildi. Fakat bu tamamen
aldatmaca, dünyanın gözünü boyamaydı. Üstelik,
İsrail devleti Şaron’u görevden alma sebebini
de “ihmal” olarak değerlendirdi. Daha önce de
söylediğimiz gibi Şaron’un, sorumluluğu sadece
bir ihmal değil doğrudan katliamı planlama ve
Falanjist militanlara yardım ederek katliamı gerçekleştirilmesini
sağlama sorumluluğuydu. Eğer öyle olmasaydı o
zaman katliamın gerçekleştirildiği mülteci kamplarını
sıkı bir gözetim ve denetim altında tutan İsrail
işgal kuvvetlerinin haberi ve bilgisi olmadan
böyle bir şeyin gerçekleştirilmesi mümkün olamazdı.
Ama ne yazık ki o zaman iş olsun diye ordudaki
görevinden azledilen Şaron daha sonra siyasi yollardan
İsrail işgal devletinde çok daha etkili makamlara
oturmayı başarmıştır.
Lübnan hükümetinin açıklamasına göre bu katliamda
toplam 991 kişi öldürüldü. Bunlardan sadece 328
kişinin kimliği tespit edilebildi. Falanjistler
öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale
getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi.
***
Filistin’de yaşanan ve İsrail tarafından süren
katliam ve soykırımın tarihi elbette ki çok eskilere
dayanmaktadır. İsrail devletinin sürdürdüğü bu
politika dünyanın diğer emperyalist (başta Amerika)
devletlerinden destek alarak sürmektedir. Dünyanın
gözü önünde bir halk teknolojik anlamda en üst
düzeyde geliştirilmiş silahlarla yok edilmektedir.
Geçmişten bugüne yapılan soykırımın baş rol oyuncuları
bellidir. 60 yıllı aşan süreç kişileri de katliam
amaçlı yok etme yöntemlerini de değiştirmemiştir.
Sabra ve Şatilla bu kıyımın sadece bir parçasıdır.
O topraklarda birçok katliam yaşanmıştır. Bu katliamları
gerçekleştirenler şimdi ödüllendirilmiş, İsrail
devlet başkanlığına kadar getirilmiştir. Şaron
ve aynı tür cinsler tarih boyunca katil, katliamların
sorumlusu olarak anılmıştır ve böyle de anılacaktır...
|