Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

KAVRAM

“Sivil toplum” kavramı, ortaya çıktığında “siyasal toplum” karşıtı olarak kullanılmaktaydı. O zamanlar sivil toplumun üyesi olmak demek bir devletin üyesi olmak, yani o devletin yasalarına uygun ve diğer yurttaşlara zarar vermeyecek şekilde davranma yükümlülüğü altında olmak demekti. 18. yüzyılın ortalarında ise devlet ve sivil toplum, farklı olgular olarak algılanmaya başlanmıştı. Hegel, sivil toplum terimini, özel mülkiyete, üretim ilişkileri ile sosyal tabaka ilişkilerine ve hukuk sistemi ilişkilerine dayanan bir “gereklilikler sistemi” anlamında kullanmıştır. Hegel’e göre sivil toplum, aile ile devlet arasındaki aşamayı oluşturan bir alandı. Bu alanda yeralan pazar ekonomisi, sosyal sınıflar, şirketler, bireyler ve devlete bağlı olmayan her tür kurum ve kuruluşlar sivil toplumu oluştururlar. Özünde Hegel’in sivil toplumu, burjuva toplumdu. Sivil toplum için bu tanımlama halen geçerlidir diyebiliriz. Ancak içeriklendirme anlamında Hegel’in idealist felsefesinden kaynaklanan birçok sorun taşıyan bu kavramlaştırmayı üretim ilişkilerinden hareketle sınıfsal temeline dayalı bir biçimde eleştirel çözümlemesine kavuşturan elbette ki Marx olmuştur.
Sivil toplumun siyasal hayattaki karşılığına baktığımızda, özellikle kapitalizmin henüz yeni yeni ortaya çıktığı süreçlerde egemen feodal krallıkların mutlak egemenliği karşısında burjuva muhalefet, kendini “sivil toplum” başlığı altında, devletten bağımsız her tür örgütlenmeler biçiminde ifade ediyordu. Fakat burada bile sivil toplumun burjuva niteliği çok belirgindi çünkü yine devletle doğrudan bir bağlantısı olmayan loncalar, kapitalizmin gelişiminin önünde bir engel oldukları için sivil toplum çatısının altına dahil edilmiyordu. Yine de feodalizme karşı burjuvazinin devrimci olduğu süreçte, sivil toplum olumlu bir duruşa sahipti.
Burjuvazinin egemenliğini sağlamasıyla sivil toplum da bu tarihsel “ilericilik” niteliğini geride bırakmıştır. Sivil toplum denilen “çatı”, sınıf çelişkileri ekseninde dağılmıştır. Proletarya ve burjuvazi arasındaki sınıf çatışması, toplumsal ilişki ve çelişkilerin üzerinde şekillendiği yeni eksen olarak tarihsel rolünü üslenmiştir.
Sol siyasal söylemde sivil toplum kavramını yeniden gündeme getiren Gramsci olmuştur. Varolan kapitalist toplumsal ilişkilerin karmaşıklığı karşısında kapitalizmin salt ekonomik temellerini hedef alan bir siyasal çalışmanın yetersizliği doğru tespitinden yola çıkan Gramsci, kapitalizmin günlük yaşamdaki kültürel ve ideolojik köklerine yöneltecek yeni türde bir mücadele alanını tanımlamak için sivil toplum kavramını kullandı. Ancak Gramsci’nin yaklaşımında da bir abartı sözkonusuydu (bu konuda daha fazla bilgi için SB. Sayı:3, s: 51-56). Üstelik Gramsci’nin “Hapishane Defterleri”nin birçok farklı yoruma açık kapı bırakan boşluklar içermesi, sonrasındaki dönemde çok farklı teorilerin geliştirilmesine kapı açmıştır.
Özellikle 2. Paylaşım Savaşı sonrasında Avrupa’lı entellektüeller arasında reel sosyalist ülkelerdeki revizyonist yozlaşma/bürokratlaşma eğilimiyle de bağlantılı olarak yeniden gündeme gelen “sivil toplumculuk” ise artık geçmiştekinden çok daha farklı birşeydi. Günümüzün postmodernizmine evrilecek birçok düşünsel akımın filizlendiği bu süreçte, henüz her türden “üst anlatı”ya olmasa da her türden “devlet olma”, “parti olma”, “iktidar olma” fikrine uzaklaşmaya başlayan bu çevreler açısından sınıf mücadelesinin açık çatışmalı alanları yerine onun daha üstyapısal alanlarında, daha farklı bir ifadeyle sivil toplum alanında egemenlik sağlama mücadelesi daha bir önemsenir oldu ve bu akıma genel olarak “sivil toplumculuk” denildi. Bu politikanın nereye varabileceğini örneklemek açısından belirtelim; Günümüz İtalyasında Komünist Parti’ye üye olmayan bir bilim insanının akademik ortamlarda yer bulabilmesi neredeyse imkansızdır. Ama bu durumun işçi sınıfına hiçbir faydası yoktur...
Reel sosyalist ülkelerdeki geri dönüşlerle birlikte sivil toplumculuk da çok daha geniş bir hareket alanına kavuştu. En basit ifadeyle sınıf mücadelesinin politik önemini küçümseyen, onu iktidar mücadelesinden uzaklaştırmayı hedefleyen, iktidarı hedefleyen tüm girişimleri tıkayan, sınıf ayrımlarını maskeleyen, sınıf çelişkilerinin yerine farklı çelişkileri gündemleştirerek sınıfın mücadele eksenini bulandırmaya çalışan sivil toplumculuk, Lenin’in kıyasıya eleştirdiği Kautsky’nin sınıflarüstü demokrasi anlayışını neredeyse aynen sahiplenir. Sözgelimi bir işçi sendikaları konfederasyonu ile işveren sendikaları konfederasyonu, tamamen zıt sınıfsal duruşlara sahip olsalar da onların gözünde her ikisi de “sivil toplum örgütü”dür, sivil toplumun bileşenidir. Devleti, ekonomiyi vb. tüm üstyapısal belirleyicileri “sivil alanın” dışında algılayan bu anlayışın doğru politik adımlar atabilme şansı da yoktur. Çünkü bu anlayış, “Ülkü Ocakları” gibi bir yapılanmanın neden sivil toplum örgütü olamayacağının yanıtını veremez ve dolayısıyla onu da bu çatının altına dahil etmek zorunda kalır.
Günümüz Türkiye’sinde özellikle AB süreciyle birlikte şaha kalkmış gibi görünen sivil toplumcuların Avrupa’daki benzerleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Avrupa’dakiler varolan bir sınıf hareketinin üzerine -olumlu ya da olumsuz- kafa patlatırken, ne yazık ki ülkemizde çok fazla bu sivil toplumcu bayları takan bir işçi hareketi yoktur. Sivil topluma dair sözlerini çokça vurguladıkları Gramsci’nin “organik aydın” tanımlaması onları fazlaca ilgilendirmez. Burjuva demokratik devrimini yapamamış bir ülkede burjuva anlamda dahi olsa gerçek karşılığına ulaşmış bir sivil toplumun bile oluşabilmesine olanak yoktur. Ülkemizdekiler sadece silik birer fotokopidir.
Günümüzün yaygın kavrayışı açısından “devlet-hükümet dışı” olarak algılanan sivil toplum, marksistler açısından kapitalist üretim ilişkilerinin içerisinde gerçekleştiği toplumsal bütünlüğün bir parçasından başka bir şey değildir. Bu noktada hemen şunu belirtelim ki düzene ait söylemde “sivil toplum kuruluşları” içersine dahil ediliverilen sendikalar, İHD, ÇGD, meslek odaları gibi kuruluşların bizim literatürümüzdeki adı “demokratik kitle örgütleri”dir.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul