Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Deniz Polat

Yeni girilen 21. yy’da insanlığın büyük bir kısmı sosyal, ekonomik ve siyasi formasyonları kapitalizm olan toplumlarda yaşıyor. Kapitalist toplum demek, üretim araçlarının toplumun küçük bir kesiminin elinde olması; yaşamlarını sürdürebilmek için emek güçlerinden başka satacak şeyleri olmayan proleterlerin varlığı ve toplumsal artığın, üretim araçları üzerindeki mülkiyet nedeniyle kapitalistler tarafından gasp edildiği bir toplum anlamına gelir. Kapitalizmin varlık koşulu bu üç etkenden oluşur. Bu etkenlerden biri olan toplumsal artığın üretim araçları üzerindeki mülkiyet nedeniyle gasp edilmesi, aynı zamanda sömürünün, savaşların, ilhakların, işgallerin, yabancılaştırmanın ve kitlesel kıyımların da nedenidir. Kapitalizm, tüm işleyişini bu ilişkinin oturtulması üzerinde kurar.
Her toplumsal sistemde olduğu gibi, kapitalizm de kendi işleyişine uygun insan profili yaratmaya çalışır. Yani, uyulması gerekenleri, istenilenleri yapan bir kişilik. Bu kişilik profilin çizimi aile eğitimiyle başlar, okul süreçleriyle ve diğer kurumlaşmalarda olgunlaştırılarak tamamlanır.
Bu kurumlar aynı zamanda insanı doğrudan belirleyen ideolojik aygıtlar oluyor. Yaşama hazırlama, sosyalleştirme işlevleriyle de tanımlanan bu kurumların yanı sıra, öbür kurumlar dolaylı olarak ideolojik belirlemeyi sağlıyor. Askeri kurumlardan, politik kurumlara, iş alanlarından eğlence alanlarına kadar belirlenen ve uyulması istenilen bir dizi norm modern insanın kimliğini oluşturuyor. Enformasyon ağı (tv, sinema, basın, radyo vb.) ile de kültürel eş zamanlılık sağlayıp arzular ve idealler aynılaştırılıyor. Yaşamak bir ve aynı kaynağın üretildiği yarışa, varolma yarışına dönüştürülüyor. Geçerli tek kural durmadan hep öne atılmak oluyor. Korkunç bir mücadele azmiyle bilenmek, güçlü olmak ve ön sıralara geçmek ya da bu ve benzer düşlerle ömür tüketmek. Kapitalist sistemde sömürülmekten sömürmeyi, ezilmekten ezmeyi öğrenmeyen var olma hakkını elde edemiyor. Bunun adı reel, gerçekçi tavır oluyor. Dayatılan yaşam kuralı bu. Başka adı yok. İnsanlık bugün kendini böyle ilişkiler içinde var etmeye çalışıyor. Her türlü akıl dışılığın var olanı koruma adına toplumsal yapılar ve ilişkilerde somutlaşması ya da düzen altına alınmış akıl dışılık... Kapitalist ilişkiler dünyasının özeti bu.
Kapitalizmin kendine uygun bir insan profili çizdiğini belirttik. Kapitalizm kişinin profilini çizerken kendi işleyişine uygun bir kimlik de verir. Bununla hem güncel işleyişi sağlar hem de geleceğini garanti altına almayı hedefler. Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta, burjuvazinin kendi çıkarlarını toplumun tüm çıkarlarıymış gibi sunması ve bunun üzerinden meşruiyetini sağlamaya çalışmasıdır.
Kapitalist toplumun yarattığı insan profili ideolojik esaret temeline dayandığından egemen sınıf bakış açısını yansıtıyor. Toplumun genel çıkarı gibi sunulan sınıf çıkarını ve egemenliğini yeniden üretiyor. Karşı çıkış gerekçelerini gölgelendiriyor. Kapitalizmin verdiği kimliğe karşı çıkış, toplumsal rol ve statülerin sorgulanması, toplumun bütünlüğünde egemen sınıfın çıkarlarını ortaya koyacaktır. Toplumsal rol, statü ve kimlikle özdeşleşen insan, görmesini engelleyen ideolojik sisten arındığında sahipleneceği, savunacağı kendine ait bir şeyi olmadığını, aksine özel mülkiyete dayalı üretim ilişkilerinin yabancılaştırma işlevini kavrayacaktır.

Türkiye’de Birey Tartışmaları
Türkiye’de birey olma tartışmaları büyük oranda 12 Eylül yenilgisiyle başladı, reel sosyalizm denemelerinin yıkılışıyla yoğunlaştı. Bugün de sol kulvarda bir çok insanı etkileyerek devam ediyor. Sosyalist kulvarda kendilerini ifade edenler açısından gerçekten büyük önem taşıyan birey olmak sorunu, ne yazık ki günümüzde sağlıklı bir zeminde tartışılmıyor. Tartışmanın yoğunluğunu belirleyen zemin, 12 Eylül ve reel sosyalizm yenilgisinin çamuruna bulanmış durumda. Tartışmanın her anında bu çamurun izlerine rastlayabiliyoruz. Bugün için sorun, bir yanıyla büyük oranda devrimci mücadeleden, devrimci politika yapmaktan vazgeçen ve orta sınıfların politikacıları olmaya soyunan eskimiş devrimcilerin kaçışlarının ideolojik kılıfı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu yanıyla sorunu dillerinde pelesenk yapanların nicelik açıdan yoğunlukları ve çoğunun 12 Eylül öncesinde devrimci mücadeleye aktif olarak katılmış olmaları, onun kimi sonuçlarına maruz kalmış olmaları sorunun sağlıksız temellerde tartışılmasına ve ortalığın toz dumana boğulmasına neden olmaktadır. Bir puslu hava oluşmuştur; sorunun tartışılma gereksinimlerinden biri bu puslu havanın dağıtılmasına yönelik ise, diğer bir boyutu yaşanan sosyalizm denemelerinden gerekli derslerin alınmasına yöneliktir.
Evet, birey olmak gerekir!
Burjuva cephesi de dahil daha bu kavrama karşı çıkana rastlanılmadı. Her kesim birey olmaktan bahsediyor. Kavramın kullanımında bir ortaklık var; en gericisinden devrimcisine kadar farklı yelpazelerde yer alanlar bu kavram birliğine sahip. Tıpkı demokrasi gibi. Ama ayrışma noktası da tam da burada başlıyor. Herkes birey olmaktan bahsederken her kesimin birey olmaktan anladığı farklı. Anlayış farklılığı sınıfsal ideolojik ve siyasal prizmalardan geçerken farklı kırılıyor. Bu kırılmanın yansımaları anlayışlar da ortaya çıkıyor.
Tartışmanın bu zemine taşınmasına neden olan anlayışlardan biri, geçmişte devrimci mücadeleye aktif katılmış, kimi sonuçlarına maruz kalmış, ancak daha sonra kapitalizmin “nimetlerini” keşfederek devrimci olmaktan vazgeçerek düzene entegre olan insanların yarattığı puslu ortamdır. Bu kesimlerin önemli bir bölümü için birey olmak, içinde bulundukları koşulların teorize edilmesidir. Bu kesimlere göre devrimci oldukları süreçlerde birey değillerdi. Çünkü birey olarak onları ayakta tutacak ekonomik bağımsızlığa (ev, işyeri vb.), insani olgunluğa, vb. sahip değillerdi. Örgütler baskıcıydı, vb... Aslında bu yaklaşım örtülü bir tarzda devrimci harekete yöneltilmiş bir eleştiri özelliği de taşıyor. Ekonomik bağımsızlığa kavuşmadan (ve bu anlamda birey olmadan) devrimcilik yapılamayacağı görüşündeler.
Devrimci mücadeleye katılan insanların önemli bir kısmı ekonomik bağımsızlığa sahip olmadıkları için de (yani birey olamadıkları için) yaptıklarını devrimcilik olarak kabul etmezler. Kollektif davranışın, yani özgürce oluşturulmuş kurallar temelinde ortak karar alıp bunları uygulamanın, yani örgütlü olmanın birey olmayı engellediğini, özgür iradeyi engellediğini düşünüyorlar. Sorunu bu eksende tartışanlar bugün için kendilerini birey olarak görüyorlar. Onları böyle bir sonuca götüren kıstaslar nedir? Bugün onları “birey” haline getiren kıstaslar nedir? Hangi aşamaları atlayarak birey haline gelmişler? Asıl üzerinde asıl durulması gereken nokta bu.
“Muhasebelerini” yaparak onları “birey olmaya” götüren süreç ekonomik bağımsızlıklarını elde etme süreci olarak görülmektedir. Ekonomik “bağımsızlık”ları için sistem açısından meşrulaşmaları gerekir. Bu yöndeki ilk iş askerliği yapmak biçiminde somutlaşmaktadır. Sonra adım adım işyeri, ev, vb. elde etme süreçleri başlar. Bunların tamamlanma süreçleri birey olma sürecinin tamamlanması olarak da görülüyor. Ekonomik “bağımsızlık”tan anladıkları ise genel olarak, sömürü çarkına bir burjuva olarak katılmak. Ve tabii ki, “baskıcı” örgüt yaşamından uzak olmak, yani örgütsüzlük, daha doğrusu farklı bir “örgütlülüğe”, burjuva ilişkiler dünyasına dahil olmak... Birey olmaktan anlaşılması gereken bu mudur? Bunun üzerinde biraz durmamız gerekiyor:

Birey Olmak Ne Anlama Gelir?
Birey olmak, kişinin varlık koşulunun ve gerekçesinin anlamını kavramakla mümkün. Kavramak bilgiyi ve bilgi birikimini gerektiriyor. Ya da birey olmak düşünmekle bağlantılıdır. Düşünmek ise, beynin salt fizyolojik işlevi olarak değil, olguları tanımayı, olgular arasında bağ kurmayı ve bunları teorik-pratik bir bütünsellik içinde almayı verili olanın dışında anlamlarını bilme girişimi içeriyor. Güncel olanı mutlaklaştırmayı değil, yaşamı dün, bugün, yarın bütünlüğünde bir akış olarak ele alarak onun bütün yönlerinin bilgisini edinmeyi ifade ediyor.
Birey olmak, yaşama bilinçli müdahale etmektir; dün, bugün, yarın bütünlüğünde elde edinilen bilgilerle sürece müdahaledir. Birey olmak, kişinin özne olması anlamına gelir. Özne olmak ise, insan yaşamanın önüne dayatılan olumsuzluklara karşı sistemli ve bilinçli mücadele etmektir. İnsanı yabancılaştıran faktörlere ve onların oluşma zeminleri ile mücadele etmektir.
Birey olmak kapitalist toplumun verdiği kimliği reddetmek, sistemle kopuş yaşamaktır. Sistemden, sistemin yaşam tarzından, sistem kişiliğinden kopmaktır. Bu anlamda birey olmak özgürleşmektir. Özgür olmak ideallerimizle yaşamın kesişme noktalarını yakalamaktır. Kısacası, birey olmak sadece reddetmek değil, reddettiğimiz şeylerin yerine neyi, nasıl ve neden koyacağımızı kavramakla mümkündür.
Tartışmaya bu noktada dönecek olursak “birey olmaya” karar veren ve ekonomik “bağımsızlığı”nı kazanmakla, (örgütlü yaşamdan kopmakla) artık “birey oldu”ğunu düşünen, inanan kişiler gerçekte ne kadar birey olmuşlardır?
Yaşamda özne mi oldular ? İdeallerle günceli birleştirip ona uygun bir yaşam mı koymaya başladılar? ...
Elbette ki hayır! kapitalist sistem içinde ekonomik bağımsızlık diye birşey yoktur, sadece mallara ve iş’e dönük kölelik vardır. Özel mülkiyete dayanan kapitalizm metalara kölelik düzenidir. Patronda yada işçi olmanız fark etmez. Devrimci örgütlerden kopmak ise kapitalist yaşama, onun ilişkiler ve örgütler dünyasına katılmak anlamına gelir. Ortada, boşluka başka bir dünya yoktur. Özgürlük ve birey olmak noktasında onlarca seçenek bulunmuyor. Ya çemberin içindesiniz, yani kapitalist kölelik sisteminde, yada dışında yani örgütlü devrimci yaşamda...

Reel Sosyalizm Ve Birey
Sosyalist toplum bir kopuştur. Bin yıllardır egemen olan sömürücü toplum biçimlerinden bir kopuştur. Bu toplum öncekiler gibi bir önceki üretim biçiminin içinden çıkmaz. Kapitalizm ne kadar gelişirse gelişsin (örneğin bugünkü dünyada tekelleşme had safhadadır) içinden sosyalist ilişkiler çıkmaz. Sosyalizmi kurmanın sadece zeminleri oluşur. Sosyalizmi kurmak verili nesnellik içinde özne faktörüyle mümkündür. Bu anlamda sosyalizm kendiliğindenci bir süreç değil, bilinçli bir faaliyettir.
Reel sosyalizmin belki de en önemli hatası insan faktöründen bağımsız bir sosyalizmi kurmaya yönelmesidir. Yıkılan reel sosyalist ülkelerdeki uygulamalara baktığımızda (görünüşteki ideolojik farklılıklara rağmen) üretim araçları üzerindeki mülkiyetin toplumsallaştırılmasıyla sosyalizmin otomatikman kurulacağına inanılmaktaydı.
Örneğin Arnavutluk Emek Partisi (AEP) ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) arasındaki tüm ideolojik farklılıklara karşın sosyalizmin kuruluşu konusundaki mantık aynıydı. Bu mantık üretim araçları üzerindeki mülkiyetin toplumsallaştırılmasıyla sosyalizmin kuruluşunun ilanının aynı zamana denk düşmesi tarzında tezahür ediyordu. SBKP, 1936’larda, AEP 1960’larda olgun sosyalizme geçtiklerini ilan ederlerken aynı gerekçelerden hareket ediyorlardı. Ve burada aldıkları kıstas insanın dönüşmesi değil, üretim araçları üzerindeki mülkiyette yaşanılan ilerlemelerdi.
Reel sosyalizm deneyimi insanın dönüşümünden bağımsız sosyalizmin olmayacağını ve kurulamayacağını net olarak göstermiştir. Bireylerin partiye, partinin topluma yabancılaştığı bir zeminde reel sosyalizm kolay yıkılmıştır.
Oysa, Marks, Engels ve Lenin’de sosyalizm vurgusu en az ekonomik süreçler kadar çok yönlü insan vurgusunu içeriyordu. Marks komünizmi tasavvur ederken insanın özgürleşmesi, bireysel özgürlüğün maksimum düzeyde ifadesi olarak ele alır. İnsan özgürlüğünü kısıtlayan, insanı kendine yabanlaştıran sürekli çalışmanın, işbölümünün olamayacağını anlatır. Ve insanın kendini, yeteneklerini en üst düzeyde ortaya koyabildikleri bir toplum olarak görür.

Devrimci Harekette Bireysellik Ve Birey Olmak
Devrimci olmak, insanı kendine yabancılaştıran, sömürücü, baskıcı sistemin yıkılması ve yerine alternatif bir sistem koyma mücadelesine katılmaktır. Böylesi bir mücadele, örgütlü kolektif bir mücadeledir. Ortak amaçların yerine getirilmesi doğrultusunda bir araya gelinen kolektif içinde de, birey olmanın sınırları zaman zaman tartışılmaktadır.
Devrimci hareket açısından birey ne anlama gelir? Ya da birey olmanın sınırları nerede başlar, nerede biter? Bir anlayışa göre birey olmak, devrimci yapı içerisinde bireyin istediği gibi hareket etmesi, temel her konuda bağımsız davranma özgürlüğü anlamına geliyor. Bir başka anlayışa göre de, birey olmak devrimci yapı içinde kişinin birey yönünün törpülenerek mücadeleye katılması olarak anlaşılıyor. En azından pratik yaşamda (uygulamada) sık sık bu durumlarla karşılaşıyoruz.
Öncelikle şunu söyleyelim: Devrimci yapı bir kolektiftir. Ortak amaçların birleştirdiği ve bu amaçların yerine getirilmesi doğrultusunda oluşan bir kolektif. Bu kolektif bir tartışma kulübü değildir ve pratik sürece müdahale etmek için oluşturulur. Dolayısıyla bireyler bu amaçlar doğrultusunda bir araya gelirler ve hareket ederler. Onların birliğini koruyan ortak hareket tarzıdır. Ortak hareket tarzı kolektif içindeki her bireyin aynı şeyi düşünmesi değildir. Bireyler, karar süreçlerinde kendilerini sonuna kadar ifade etme hakkına sahiptirler. Ayrıca, ideolojik tartışmalarda tam bir özgürlük olmalıdır. Her birey varsa farklı düşüncelerini kolektife sunmak, kolektif içinde tartıştırmak hakkına sahiptir. Ama tartışma süreçleri sonuçlandıktan sonra çoğunluğun aldığı karar uygulanır. (Karar konusunda farklılık çıkmışsa eleştiri hakkını sonuna kadar saklı tutma hakkına sahiptir.) Aksi bir davranış kolektif yapıyı işlemez hale getirir ve amaçla araçlar arasındaki bütünlüğün kalkmasına neden olur.
Böyle bir kolektifte birey olmak, bireyin istediği gibi hareket etmesi ve bağımsız davranması olarak anlaşılamaz. Böyle bir yaklaşım devrimci ilkeler yerine aydın bireyciliğini, aydın anarşizmini koymak anlamına gelir.
Burada birey olmaktan anlaşılması gereken, kişinin bireysel yeti ve yeteneklerini ortaya koyarak tartışma ve eylemliğin gelişmesini sağlamasıdır. Yani, ideallerini güncel yaşamıyla birleştirmesidir.
Kişinin bireyselliğinin (özgünlüğünün) törpülenmesi anlayışı da aynı düzeyde sakat bir anlayıştır. Birey özgünlüklerini kolektife aktarabildiği, kolektif içinde katılımcı olabildiği oranda gelişebilir ve geliştirebilir. Özgünlükleri kolektife katmamak ve katılımcı olmamak beraberinde beklemeciliği getirecektir. Beklemecilik edilgenliktir.
Yukarıda değinmeye çalıştık, tekrar etmekte yarar görüyoruz: birey olmak özne olmaktır. Birey olmak sistemin verdiği kimliği reddetmektir. Birey olmak kopuş yaşamaktır. Sistemden, sistemin yaşam tarzından, sistem kişiliğinden kopmaktır. Birey olmak özgürleşmektir. Alternatif sosyalist kişilik bunun yaşama biçimidir. Alternatif sosyalist kişilik sistemin bizlere dayattığı deli gömleğini yırtıp atmamızla mümkün olabilir. Bu ise müdahaleciliktir. Birey olmak müdahaleci olmaktır.
Kişinin özgünlüğünün törpülenmeye çalışılması, kişiyi kul-köle hale getirmektir. Oysa devrimci olmak kul-köle hale getirilen bireyi özgürleştirme mücadelesidir.
Tartışmaya yeniden dönecek olursak, devrimci yapı kişinin birey olmasının engeli değildir, tersine birey yapma mücadelesidir.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul