Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

F. Kızılırmak

Kolay “Zafer”
Yankee’ler Bağdat’ı ele geçirip, Irak’ta sömürge yönetimi oluşturmaya koyulduklarında kolay bir zafer kazandıklarını düşünüyorlardı. Gerçekten de başlangıç beklediklerinden kolay olmuştu. Artık sıra, sömürgeci bir yönetim kurup, işbirlikçilerle birlikte Irak’ı yağmalama özgürlüğünü kullanmaktaydı.
Evet, ortada bir “zafer” vardı. Bu doğruydu. Ancak bu “zafer” Irak’ın emperyalist beslemesi zalimi Saddam’a ve yönetimine karşı kazanılmıştı. Yenilen Saddam ve gerici, faşizan devletiydi. Ya Irak’ın Arap halkı, yoksulları, emekçileri... Emperyalistler onları unutmuşlardı.
Daha doğrusu, hiçe saymışlardı. Tankları, toplarıyla Saddam ciddi bir direniş geliştirememişken, silahsız, eğitimsiz, yoksul halk ne yapabilirdi ki, yapabilseler bile bu küçük bir ayrıntının ötesine bile geçemezdi! Gerekli olandan daha küçük bir güçle (emperyalist işgal koalisyonu yaklaşık 200 bin civarında askerden oluşuyor) Irak işgal edilecek, Saddam ordusu dağıtılacak, işbirlikçilerle birlikte sömürgeci yönetim kurulacak ve işgal ordularının önemli bir bölümü (stratejik alanları tutanlar hariç) birkaç yıl içinde kademeli olarak çekilecekti. İşgali emperyalist ordudan çok, onlar tarafından kurulan yerli işbirlikçi yönetim ve ordu üstlenecekti. Emperyalistlerin aklı böyle işliyordu.

Fakat...
İşte tam da bu noktada, sürecin “fakat”la başlayan aşaması devreye girdi. Emperyalistlerin güller, çiçekler bekledikleri (bu beklenti emperyalistlerin ne kadar ukala ve sömürgeci kibirine sahip olduklarını ve ezilen halkları aciz, kişiliksiz gördüklerini de ortaya koyuyor) Irak’ın yoksul Arap halkı, güller yerine kalaşnikoflarla, küçük havanlar ve RPG’lerle, el bombalarıyla, bubi tuzaklarıyla emperyalistlerin karşısına çıktılar.
Direnişin odağında henüz ağırlıklı olarak Arap halkın sunni kesimlerinin oluşturduğu örgütlenmeler bulunuyor. Direniş örgütlerinin niteliği hakkında çok sağlıklı ve net bilgiler hala fazlaca bulunmuyor. Ancak açık olan şu ki; direniş anti-Amerikancı, anti-işgalci karekterdedir ve bu anlamda haklı ve meşru bir yapıya sahiptir.
Küçük adımlarla büyüyen direniş, kısa sürede, emperyalist işgal koalisyonunun ve işbirlikçilerin korkulu rüyası haline dönüşmüş durumda.
Direnişin savaşcı gücünün aktif destekçilerle birlikte bir buçuk yıl içinde yüzbine ulaştığı emperyalistler tarafından açıklanıyor. Yine emperyalist kaynaklara göre Irak’lı direnişçiler işgal ordularına ve işbirlikçilerine karşı günde ortalama 80 civarında eylem gerçekleştiriyorlar.
Direnişçiler Irak’ın Arap topraklarında kırsal alanda gerilla savaşı sürdürmek için gereken coğrafi derinlik (kırsal alan önemli ölçüde barınmaya imkan vermeyen çölle kaplı) olmadığı için esas olarak kentlerde ve büyük kasabalarda üsleniyorlar. İşgal koşullarındaki kent direnişinin, gerillacılığının oldukça önemli bir deneyimi yaşanıyor Irak’ta... Çok şey öğrenilmesi gereken, çok şey öğreneceğimiz bir direniş bu..
Emperyalistlerin asimetrik olarak nitelendirdikleri gerilla-düzenli ordu çatışmalarına ilişkin yaptıkları onca plan, onca örgütlenme, kontrgerilla birlikleri, saçma teknolojik üstünlük abartmaları, vb. vb. hepsi birden Irak ta, Irak’ın yoksul Arap mahallelerinin sokaklarında kaybolup gitmiştir. Haklı ve meşru bir nesnelliğe yaslanan bir direniş iradesinin ve eyleminin karşısında teknoloji böbürlenmeleri, think-tank akıldanelerinin kibirli saçma tahlilleri tuzla buz olmuştur. Kolayca zafer kazanıp, işleri yoluna koyup, geri çekilme planları işlemez haldedir. ABD’de son üç yılda yedek asker (Ulusal Muhafız) sayısı iki buçuk katına çıkmıştır. Irak’tan asker çekme bir yana, direniş karşısında zorlanma nedeniyle ciddi takviyelerin yapılması gerektiği her fırsatta açıklanıyor. Irak’ta sayıları giderek artan yedek askerler, direniş karşısında kısa sürede bozgun havasına kapılıyorlar.. Kısacası, artık başlangıçtaki zafer havası, ABD emperyalizminin yönetiminde “Irak’ta durumu az-çok kontrol altında tutarak bir an önce nasıl kurtuluruz” telaşına bırakmış durumda. Amerikan askerleri ise artık korkuyor, titriyor ve kazan kaldırıyor.

Korkudan Titreyen
Yankee Askerleri

Ekim ayı ortalarında Yankee ordusundaki korku ve paniğin ve aynı zamanda direnişin gücünün çarpıcı örneklerinden biri yaşandı. Üsleri ABD’de Güney Carolina’da bulunan 343. İaşe Bölüğü’ne bağlı 19 asker Bağdat’ın güneyindeki Talil’den, kuzeydeki Taji’ye yakıt ikmali yapmayı reddettiler ve “emre itaatsizlikten” tutuklandılar.
Askerlerin emre itaatsizlik nedenleri, yapacakları işi “bu bir intihar görevi” olarak tanımlamaları... Askerler Orta Irak’ta (direnişin yoğunlaştığı sunni üçgeni’de denilen bölge) yola çıkmanın, görev yapmanın intihar etmekle eş anlamlı olduğunu düşünüyorlar. Ve 5 yıla kadar hapis cezasını göze alarak emri uygulamıyorlar.
Yankee askerleri tam bir korku ve panik atmosferi içinde olduklarını “pusu kurup bizi avlayacakları açık” sözleriyle ortaya koyuyorlar. Bu olay önemli, çünkü böylesi büyük ve toplu bir olay Ordu’daki genel atmosferin, savaşma azminin geldiği noktayı göstermek açısından önemli bir veridir. (Bu olay aynı zamanda Orta Irak’ta işgalci emperyalist güçlerin denetimi önemli ölçüde kaybettiğini gösteriyor.) Bunun gibi çok sayıda tekil olayın, daha da ötesi çok sayıda firar olayının da yaşandığı biliniyor.
Yankee ordusunda kurmay ve erat düzeyinde yaşanan korku, irade kırılması ve dağılma aslında basitçe askeri gelişmelerle izah edilecek bir durum değil. Çünkü, Irak gibi orta büyüklükte bir devletin topraklarının işgal edilmesi düşünüldüğünde henüz çok büyük savaşlar yaşandığından söz edilemez. ABD emperyalizminin savaşın başından bu yana verdiği kayıpların henüz yeni 1000’i aştığı ve işgalin boyutları düşünüldüğünde kayıpların çok büyük olduğundan da söz edilemez. Direniş yaygın ve sürekli olmasına karşın daha çok, küçük darbeler üzerinden gelişiyor. Direniş güçleri henüz işgalcileri derin bir umutsuzluğa sürükleyecek büyük kayıplara yol açan şok darbeler de indirebilmiş değiller.
Efsanevi Vietnam direnişi ile kabaca karşılaştıracak olursak; Vietnam halkının direnişi, ABD emperyalizminin yönetiminin iradesini ve askerlerinin savaşma azmini esas olarak 1968’deki büyük Tet saldırısıyla kırmıştır. Ki bu süreç yaklaşık 8 yılı bulan, büyük savaşlarla doludur. Tet saldırısı tüm ülke çapında şok edici, ABD emperyalizimin elçiliğinin ele geçirildiği, Yankeelerin binlerce kayıp verdiği, ülkenin pek çok kentinin geçici olarak gerillanın yönetimine geçtiği, halkların gerilla mücadeleleri tarihinin en muhteşem taarruzlarından biridir. Tet saldırısı Yankeelere Vietnam’da zafer olmayacağını açıkça göstermiştir. Yankeeler ve işbirlikçilerinin iradesi kesin biçimde kırılmıştır.
Ya Irak? Henüz ABD emperyalizminin işgal iradesinin kesin biçimde kırıldığından elbette söz edilemez. Ancak kırılma, korku, belirsizlik, dağılma giderek egemen durum haline geliyor. Üstelik ne Vietnam’daki gibi 8 yıllık bir savaş, ne Tet saldırısı, ne de Tet öncesi gibi büyük kayıplar var. Ayrıca Vietnam’daki devrimci gerilla gibi organize bir güç de yok Irak’ta...
Peki öyleyse nedir ABD’nin emperyalist yönetiminin ve askerlerinin işgal iradesini bu kadar çabuk ve derinden bozan, korkuya iten, dağıtan şey?

Her Elmanın Kurdu Kendinden
“Her elmanın kurdu kendindendir” der bir halk deyişi. Problemli durumlarda sorunları salt dış faktörlerde arama yaklaşımına karşı iç dinamiğe işaret eder bu özdeyiş...
ABD emperyalizmi ve oluşturduğu koalisyon haksız ve eninde-sonunda yenilmeye mahkum bir işgal savaşı yürütüyor.
İradeleri kırılacak, tası tarağı toplayıp Irak’dan defolup gidecekler. Direnişçiler meşru bir zeminde yürüyor ve zaferleri kesindir. Bunlar çok net! Yankeelerin kurdu da kendilerinde... Her şeyden önce, Yankee askerleri ve kamuoyu savaşın haklı bir savaş olduğuna çok da emin değildi. Kitle imha silahlarının varlığı gibi gerçekliği daha savaştan önce bile oldukça muğlak olan gerekçeler güçlü bir savaş azmi yaratmak için oldukça zayıf kalmaktaydı. Daha çok savaşın kısa zamanda biteceği ve Iraklıların kurtuluş için onları beklediği, kısa sürede geri çekilebilecekleri umudu söz konusuydu.
Savaşın hemen ardından savaşın gerekçesi olan kitle imha silahlarının var olmadığı ortaya çıktı. Savaşın gerekçesi koca bir yalandı. Iraklıların kurtuluş için işgalci askerleri beklediği koca bir yalandı. İnsanların ellerinde güller değil, kendilerine doğrultulmuş kalaşnikoflar vardı.
Iraklılara ilişkin söylenenler de koca bir yalan çıktı. Saddam’a karşı zafer kısa sürede kazanılmıştı, ancak dönmek için bu yeterli değildi. Saddam’dan büyük, Irak’ın direnişçi Arap halkı vardı ve onlara karşı zafer kolay değildi. Kısacası, kısa sürede geriye dönüş sözleri de koca bir yalandı.
ABD emperyalizmi kamuoyunu ve askerlerini koca yalanlarla ikna etmişti. Yalanlar patladıkça askerlerin savaşma azmi de dağılmaya başladı.
Ancak Yankee ordusunun bu korku içinde irade parçalanması yaşamaya başlaması durumu sadece bu nedenlerden kaynaklanmıyor.
Daha köklü, daha temel sorunlar da var emperyalistler açısından. Asıl çok daha önemli ve belirleyici unsur, kapitalist dünya insanının son 30 yılda yaşadığı ağır insani çöküntüdür. Neoliberalizm, yeni sağ ve postmodernizm kıskacında yaşamı biçimlenen kapitalist dünya insanı, ruhu, iradesi parçalanmış insandır.
Bencil, ütopyası, büyük idealleri olmayan, kendi içine çökmüş, duygu ve düşünceleri parçalanmış, adeta toplumsal şizofreni yaşayan kapitalist dünya insanının, büyük savaşlar, zorlu ve uzun mücadeleler yürütmesi, ağır bedeller ödemeyi göze alması mümkün değildir. Belki kısa süreli, vahşi ve az bedel ödemeyi gerektiren mücadeleler yürütebilir, ancak daha ötesini asla... Bir yıl içinde savaş azmi kırılan, yola dahi çıkmaya cesaret edemeyen Yankee birliğinin yaşadığı çöküntünün en temel nedeni budur. Kendileri açısından daha sağlam gerekçelerle işgali gerçekleştirmiş olsalardı dahi durum çok büyük bir farklılık taşımayacaktı.
Kaldı ki, daha sağlam gerekçelere yaslandıklarını düşündükleri Afganistan’da da durumlarının Irak’dan farklı olmaması, başkent Kabil dışında Peştun bölgelerinde denetimi önemli ölçüde kaybetmiş olmaları bunu açık biçimde gösteriyor. Yankee Afganistan’da korkuyor, askerlerini savaştıramıyor, yüksek bedeller gerektiren büyük operasyonlara girişemiyor.
Emperyalist askeri uzmanlar aslında bu durumun farkındalar ve tüm stratejilerini mümkün olduğunca hızlı biçimde sonuç almayı sağlayacak, az bedel ödenecek savaşlar, planlar üzerine kuruyorlar. İnsandan, insanın yaratıcılığından, direncinden, büyük azminden umudu kestikleri ölçüde teknolojiye daha fazla yaslanmaya çalışıyorlar. Sözde kayıplarını aza indirecek, az sayıda askeri gerekli kılacak askeri teknolojiler geliştirmeye çalışıyorlar. Teknoloji ile özellikle önder kadroları hedefleyen nokta vuruşları birleştiren, az zayiata dayanan operasyonlarla sonuç almaya çalışıyorlar. İsrail Filistin’de, ABD ise dünyanın her yanında bu yolu kullanıyor.
Irak’ın Arap halkı emperyalist işgalcilerin bu zayıflıklarını görüyor ve onlara son on yılın gerilla vuruşlarının deneyimlerini kullanarak etkin darbeler indiriyor.
Emperyalistlerin teknoloji ile birleşen saldırılarına karşı genellikle intihar saldırıları yoluyla şok vuruşlar gerçekleştiriliyor. Emperyalistlerin saldırılarının çok da etkili olmadığı direnişin büyümesiyle ortaya çıkıyor. Ancak direnişçilerin şok saldırıları işgalcileri hem moral açıdan, hem de politik ve askeri açıdan derin biçimde umutsuzluğa sürüklüyor. Daha da ötesi, yaygın sokak saldırıları ile işgalci güçler pek çok küçük ve orta büyüklükteki kentten sökülüp atılırken, Bağdat ve diğer büyük kentlerde ise ana caddelerdeki devriye görevleri dışında ciddi bir varlık gösteremiyorlar. Tabii, birde direnişin yoğunlaştığı kentlere dönük olarak vahşice yapılan topyekün saldırılar var. Bunların sonuç alıcı olmadığı açık. Felluce, Ramadi, Tıkrit, Samara vb. kentler bu tür saldırılara yoğun biçimde maruz kalan kentler. Sivil yoksul halkı hedef alan yoğun bombardımanların ardından kent merkezlerine büyük kayıplar vermeden girmek mümkün oluyor. Ancak orda kalmak büyük bedeller ödemeyi gerektiriyor. İşte bu emperyalistlerin zayıf yanı.
İnsan yapısı, siyasal, moral kapasitesi bunu kaldıracak yapıya sahip değil. Ve kaçınılmaz olarak, kısa sürede defolup gitmek zorunda kalıyorlar, ta ki bir sonraki vahşi saldırılarla geri dönünceye kadar.. Bu süreçten emperyalistler için zafer yok. Bush’un seçilmiş olması da durumu çok fazla değiştirmeyecektir.
Bush’un seçilmesi Amerikan toplumunun, daha da ötesinde emperyalist ülkelerin tümünün yaşadığı toplumsal çürümenin, korku ve paranoyanın ürünüdür. Amerikan emperyalist burjuvazisi ve orta sınıfları ve peşlerinde sürükledikleri geniş kesimler korkuyor ve kendilerini korkunun bilinmez dehlizlerine sürükleyecek Bush’a oy veriyorlar. Başka çıkış yolu göremiyorlar.
Bush, Amerikan halkının zafere inancından, ABD’nin dünyada haklı bir davanın savunucusu olduğu inancından, cesaret ve savaşma azminden ötürü değil, korkunun geliştirdiği saldırganlık duygusunun sonucu olarak seçiliyor. Yani Felluce’nin, Tikrit’in etrafında dolanan, saldırılar düzenleyen Amerikan askeri Bush yeniden seçildiği için bir ay öncekinden daha iyi durumda değil...
Sonuç olarak; Bağdat’a sefer olmuştur, ama zafer olmayacak! Tüm emekçi ezilen halklar Irak’ın Arap halkının gerilla direnişinden çok şey öğreniyor, öğrenecek.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul