Kolay “Zafer”
Yankee’ler Bağdat’ı ele geçirip, Irak’ta sömürge
yönetimi oluşturmaya koyulduklarında kolay bir zafer
kazandıklarını düşünüyorlardı. Gerçekten de başlangıç
beklediklerinden kolay olmuştu. Artık sıra, sömürgeci
bir yönetim kurup, işbirlikçilerle birlikte Irak’ı
yağmalama özgürlüğünü kullanmaktaydı.
Evet, ortada bir “zafer” vardı. Bu doğruydu. Ancak
bu “zafer” Irak’ın emperyalist beslemesi zalimi
Saddam’a ve yönetimine karşı kazanılmıştı. Yenilen
Saddam ve gerici, faşizan devletiydi. Ya Irak’ın
Arap halkı, yoksulları, emekçileri... Emperyalistler
onları unutmuşlardı.
Daha doğrusu, hiçe saymışlardı. Tankları, toplarıyla
Saddam ciddi bir direniş geliştirememişken, silahsız,
eğitimsiz, yoksul halk ne yapabilirdi ki, yapabilseler
bile bu küçük bir ayrıntının ötesine bile geçemezdi!
Gerekli olandan daha küçük bir güçle (emperyalist
işgal koalisyonu yaklaşık 200 bin civarında askerden
oluşuyor) Irak işgal edilecek, Saddam ordusu dağıtılacak,
işbirlikçilerle birlikte sömürgeci yönetim kurulacak
ve işgal ordularının önemli bir bölümü (stratejik
alanları tutanlar hariç) birkaç yıl içinde kademeli
olarak çekilecekti. İşgali emperyalist ordudan çok,
onlar tarafından kurulan yerli işbirlikçi yönetim
ve ordu üstlenecekti. Emperyalistlerin aklı böyle
işliyordu.
Fakat...
İşte tam da bu noktada, sürecin “fakat”la başlayan
aşaması devreye girdi. Emperyalistlerin güller,
çiçekler bekledikleri (bu beklenti emperyalistlerin
ne kadar ukala ve sömürgeci kibirine sahip olduklarını
ve ezilen halkları aciz, kişiliksiz gördüklerini
de ortaya koyuyor) Irak’ın yoksul Arap halkı,
güller yerine kalaşnikoflarla, küçük havanlar
ve RPG’lerle, el bombalarıyla, bubi tuzaklarıyla
emperyalistlerin karşısına çıktılar.
Direnişin odağında henüz ağırlıklı olarak Arap
halkın sunni kesimlerinin oluşturduğu örgütlenmeler
bulunuyor. Direniş örgütlerinin niteliği hakkında
çok sağlıklı ve net bilgiler hala fazlaca bulunmuyor.
Ancak açık olan şu ki; direniş anti-Amerikancı,
anti-işgalci karekterdedir ve bu anlamda haklı
ve meşru bir yapıya sahiptir.
Küçük adımlarla büyüyen direniş, kısa sürede,
emperyalist işgal koalisyonunun ve işbirlikçilerin
korkulu rüyası haline dönüşmüş durumda.
Direnişin savaşcı gücünün aktif destekçilerle
birlikte bir buçuk yıl içinde yüzbine ulaştığı
emperyalistler tarafından açıklanıyor. Yine emperyalist
kaynaklara göre Irak’lı direnişçiler işgal ordularına
ve işbirlikçilerine karşı günde ortalama 80 civarında
eylem gerçekleştiriyorlar.
Direnişçiler Irak’ın Arap topraklarında kırsal
alanda gerilla savaşı sürdürmek için gereken coğrafi
derinlik (kırsal alan önemli ölçüde barınmaya
imkan vermeyen çölle kaplı) olmadığı için esas
olarak kentlerde ve büyük kasabalarda üsleniyorlar.
İşgal koşullarındaki kent direnişinin, gerillacılığının
oldukça önemli bir deneyimi yaşanıyor Irak’ta...
Çok şey öğrenilmesi gereken, çok şey öğreneceğimiz
bir direniş bu..
Emperyalistlerin asimetrik olarak nitelendirdikleri
gerilla-düzenli ordu çatışmalarına ilişkin yaptıkları
onca plan, onca örgütlenme, kontrgerilla birlikleri,
saçma teknolojik üstünlük abartmaları, vb. vb.
hepsi birden Irak ta, Irak’ın yoksul Arap mahallelerinin
sokaklarında kaybolup gitmiştir. Haklı ve meşru
bir nesnelliğe yaslanan bir direniş iradesinin
ve eyleminin karşısında teknoloji böbürlenmeleri,
think-tank akıldanelerinin kibirli saçma tahlilleri
tuzla buz olmuştur. Kolayca zafer kazanıp, işleri
yoluna koyup, geri çekilme planları işlemez haldedir.
ABD’de son üç yılda yedek asker (Ulusal Muhafız)
sayısı iki buçuk katına çıkmıştır. Irak’tan asker
çekme bir yana, direniş karşısında zorlanma nedeniyle
ciddi takviyelerin yapılması gerektiği her fırsatta
açıklanıyor. Irak’ta sayıları giderek artan yedek
askerler, direniş karşısında kısa sürede bozgun
havasına kapılıyorlar.. Kısacası, artık başlangıçtaki
zafer havası, ABD emperyalizminin yönetiminde
“Irak’ta durumu az-çok kontrol altında tutarak
bir an önce nasıl kurtuluruz” telaşına bırakmış
durumda. Amerikan askerleri ise artık korkuyor,
titriyor ve kazan kaldırıyor.
Korkudan Titreyen
Yankee Askerleri
Ekim ayı ortalarında Yankee ordusundaki korku
ve paniğin ve aynı zamanda direnişin gücünün çarpıcı
örneklerinden biri yaşandı. Üsleri ABD’de Güney
Carolina’da bulunan 343. İaşe Bölüğü’ne bağlı
19 asker Bağdat’ın güneyindeki Talil’den, kuzeydeki
Taji’ye yakıt ikmali yapmayı reddettiler ve “emre
itaatsizlikten” tutuklandılar.
Askerlerin emre itaatsizlik nedenleri, yapacakları
işi “bu bir intihar görevi” olarak tanımlamaları...
Askerler Orta Irak’ta (direnişin yoğunlaştığı
sunni üçgeni’de denilen bölge) yola çıkmanın,
görev yapmanın intihar etmekle eş anlamlı olduğunu
düşünüyorlar. Ve 5 yıla kadar hapis cezasını göze
alarak emri uygulamıyorlar.
Yankee askerleri tam bir korku ve panik atmosferi
içinde olduklarını “pusu kurup bizi avlayacakları
açık” sözleriyle ortaya koyuyorlar. Bu olay önemli,
çünkü böylesi büyük ve toplu bir olay Ordu’daki
genel atmosferin, savaşma azminin geldiği noktayı
göstermek açısından önemli bir veridir. (Bu olay
aynı zamanda Orta Irak’ta işgalci emperyalist
güçlerin denetimi önemli ölçüde kaybettiğini gösteriyor.)
Bunun gibi çok sayıda tekil olayın, daha da ötesi
çok sayıda firar olayının da yaşandığı biliniyor.
Yankee ordusunda kurmay ve erat düzeyinde yaşanan
korku, irade kırılması ve dağılma aslında basitçe
askeri gelişmelerle izah edilecek bir durum değil.
Çünkü, Irak gibi orta büyüklükte bir devletin
topraklarının işgal edilmesi düşünüldüğünde henüz
çok büyük savaşlar yaşandığından söz edilemez.
ABD emperyalizminin savaşın başından bu yana verdiği
kayıpların henüz yeni 1000’i aştığı ve işgalin
boyutları düşünüldüğünde kayıpların çok büyük
olduğundan da söz edilemez. Direniş yaygın ve
sürekli olmasına karşın daha çok, küçük darbeler
üzerinden gelişiyor. Direniş güçleri henüz işgalcileri
derin bir umutsuzluğa sürükleyecek büyük kayıplara
yol açan şok darbeler de indirebilmiş değiller.
Efsanevi Vietnam direnişi ile kabaca karşılaştıracak
olursak; Vietnam halkının direnişi, ABD emperyalizminin
yönetiminin iradesini ve askerlerinin savaşma
azmini esas olarak 1968’deki büyük Tet saldırısıyla
kırmıştır. Ki bu süreç yaklaşık 8 yılı bulan,
büyük savaşlarla doludur. Tet saldırısı tüm ülke
çapında şok edici, ABD emperyalizimin elçiliğinin
ele geçirildiği, Yankeelerin binlerce kayıp verdiği,
ülkenin pek çok kentinin geçici olarak gerillanın
yönetimine geçtiği, halkların gerilla mücadeleleri
tarihinin en muhteşem taarruzlarından biridir.
Tet saldırısı Yankeelere Vietnam’da zafer olmayacağını
açıkça göstermiştir. Yankeeler ve işbirlikçilerinin
iradesi kesin biçimde kırılmıştır.
Ya Irak? Henüz ABD emperyalizminin işgal iradesinin
kesin biçimde kırıldığından elbette söz edilemez.
Ancak kırılma, korku, belirsizlik, dağılma giderek
egemen durum haline geliyor. Üstelik ne Vietnam’daki
gibi 8 yıllık bir savaş, ne Tet saldırısı, ne
de Tet öncesi gibi büyük kayıplar var. Ayrıca
Vietnam’daki devrimci gerilla gibi organize bir
güç de yok Irak’ta...
Peki öyleyse nedir ABD’nin emperyalist yönetiminin
ve askerlerinin işgal iradesini bu kadar çabuk
ve derinden bozan, korkuya iten, dağıtan şey?
Her Elmanın Kurdu Kendinden
“Her elmanın kurdu kendindendir” der bir halk
deyişi. Problemli durumlarda sorunları salt dış
faktörlerde arama yaklaşımına karşı iç dinamiğe
işaret eder bu özdeyiş...
ABD emperyalizmi ve oluşturduğu koalisyon haksız
ve eninde-sonunda yenilmeye mahkum bir işgal savaşı
yürütüyor.
İradeleri kırılacak, tası tarağı toplayıp Irak’dan
defolup gidecekler. Direnişçiler meşru bir zeminde
yürüyor ve zaferleri kesindir. Bunlar çok net!
Yankeelerin kurdu da kendilerinde... Her şeyden
önce, Yankee askerleri ve kamuoyu savaşın haklı
bir savaş olduğuna çok da emin değildi. Kitle
imha silahlarının varlığı gibi gerçekliği daha
savaştan önce bile oldukça muğlak olan gerekçeler
güçlü bir savaş azmi yaratmak için oldukça zayıf
kalmaktaydı. Daha çok savaşın kısa zamanda biteceği
ve Iraklıların kurtuluş için onları beklediği,
kısa sürede geri çekilebilecekleri umudu söz konusuydu.
Savaşın hemen ardından savaşın gerekçesi olan
kitle imha silahlarının var olmadığı ortaya çıktı.
Savaşın gerekçesi koca bir yalandı. Iraklıların
kurtuluş için işgalci askerleri beklediği koca
bir yalandı. İnsanların ellerinde güller değil,
kendilerine doğrultulmuş kalaşnikoflar vardı.
Iraklılara ilişkin söylenenler de koca bir yalan
çıktı. Saddam’a karşı zafer kısa sürede kazanılmıştı,
ancak dönmek için bu yeterli değildi. Saddam’dan
büyük, Irak’ın direnişçi Arap halkı vardı ve onlara
karşı zafer kolay değildi. Kısacası, kısa sürede
geriye dönüş sözleri de koca bir yalandı.
ABD emperyalizmi kamuoyunu ve askerlerini koca
yalanlarla ikna etmişti. Yalanlar patladıkça askerlerin
savaşma azmi de dağılmaya başladı.
Ancak Yankee ordusunun bu korku içinde irade parçalanması
yaşamaya başlaması durumu sadece bu nedenlerden
kaynaklanmıyor.
Daha köklü, daha temel sorunlar da var emperyalistler
açısından. Asıl çok daha önemli ve belirleyici
unsur, kapitalist dünya insanının son 30 yılda
yaşadığı ağır insani çöküntüdür. Neoliberalizm,
yeni sağ ve postmodernizm kıskacında yaşamı biçimlenen
kapitalist dünya insanı, ruhu, iradesi parçalanmış
insandır.
Bencil, ütopyası, büyük idealleri olmayan, kendi
içine çökmüş, duygu ve düşünceleri parçalanmış,
adeta toplumsal şizofreni yaşayan kapitalist dünya
insanının, büyük savaşlar, zorlu ve uzun mücadeleler
yürütmesi, ağır bedeller ödemeyi göze alması mümkün
değildir. Belki kısa süreli, vahşi ve az bedel
ödemeyi gerektiren mücadeleler yürütebilir, ancak
daha ötesini asla... Bir yıl içinde savaş azmi
kırılan, yola dahi çıkmaya cesaret edemeyen Yankee
birliğinin yaşadığı çöküntünün en temel nedeni
budur. Kendileri açısından daha sağlam gerekçelerle
işgali gerçekleştirmiş olsalardı dahi durum çok
büyük bir farklılık taşımayacaktı.
Kaldı ki, daha sağlam gerekçelere yaslandıklarını
düşündükleri Afganistan’da da durumlarının Irak’dan
farklı olmaması, başkent Kabil dışında Peştun
bölgelerinde denetimi önemli ölçüde kaybetmiş
olmaları bunu açık biçimde gösteriyor. Yankee
Afganistan’da korkuyor, askerlerini savaştıramıyor,
yüksek bedeller gerektiren büyük operasyonlara
girişemiyor.
Emperyalist askeri uzmanlar aslında bu durumun
farkındalar ve tüm stratejilerini mümkün olduğunca
hızlı biçimde sonuç almayı sağlayacak, az bedel
ödenecek savaşlar, planlar üzerine kuruyorlar.
İnsandan, insanın yaratıcılığından, direncinden,
büyük azminden umudu kestikleri ölçüde teknolojiye
daha fazla yaslanmaya çalışıyorlar. Sözde kayıplarını
aza indirecek, az sayıda askeri gerekli kılacak
askeri teknolojiler geliştirmeye çalışıyorlar.
Teknoloji ile özellikle önder kadroları hedefleyen
nokta vuruşları birleştiren, az zayiata dayanan
operasyonlarla sonuç almaya çalışıyorlar. İsrail
Filistin’de, ABD ise dünyanın her yanında bu yolu
kullanıyor.
Irak’ın Arap halkı emperyalist işgalcilerin bu
zayıflıklarını görüyor ve onlara son on yılın
gerilla vuruşlarının deneyimlerini kullanarak
etkin darbeler indiriyor.
Emperyalistlerin teknoloji ile birleşen saldırılarına
karşı genellikle intihar saldırıları yoluyla şok
vuruşlar gerçekleştiriliyor. Emperyalistlerin
saldırılarının çok da etkili olmadığı direnişin
büyümesiyle ortaya çıkıyor. Ancak direnişçilerin
şok saldırıları işgalcileri hem moral açıdan,
hem de politik ve askeri açıdan derin biçimde
umutsuzluğa sürüklüyor. Daha da ötesi, yaygın
sokak saldırıları ile işgalci güçler pek çok küçük
ve orta büyüklükteki kentten sökülüp atılırken,
Bağdat ve diğer büyük kentlerde ise ana caddelerdeki
devriye görevleri dışında ciddi bir varlık gösteremiyorlar.
Tabii, birde direnişin yoğunlaştığı kentlere dönük
olarak vahşice yapılan topyekün saldırılar var.
Bunların sonuç alıcı olmadığı açık. Felluce, Ramadi,
Tıkrit, Samara vb. kentler bu tür saldırılara
yoğun biçimde maruz kalan kentler. Sivil yoksul
halkı hedef alan yoğun bombardımanların ardından
kent merkezlerine büyük kayıplar vermeden girmek
mümkün oluyor. Ancak orda kalmak büyük bedeller
ödemeyi gerektiriyor. İşte bu emperyalistlerin
zayıf yanı.
İnsan yapısı, siyasal, moral kapasitesi bunu kaldıracak
yapıya sahip değil. Ve kaçınılmaz olarak, kısa
sürede defolup gitmek zorunda kalıyorlar, ta ki
bir sonraki vahşi saldırılarla geri dönünceye
kadar.. Bu süreçten emperyalistler için zafer
yok. Bush’un seçilmiş olması da durumu çok fazla
değiştirmeyecektir.
Bush’un seçilmesi Amerikan toplumunun, daha da
ötesinde emperyalist ülkelerin tümünün yaşadığı
toplumsal çürümenin, korku ve paranoyanın ürünüdür.
Amerikan emperyalist burjuvazisi ve orta sınıfları
ve peşlerinde sürükledikleri geniş kesimler korkuyor
ve kendilerini korkunun bilinmez dehlizlerine
sürükleyecek Bush’a oy veriyorlar. Başka çıkış
yolu göremiyorlar.
Bush, Amerikan halkının zafere inancından, ABD’nin
dünyada haklı bir davanın savunucusu olduğu inancından,
cesaret ve savaşma azminden ötürü değil, korkunun
geliştirdiği saldırganlık duygusunun sonucu olarak
seçiliyor. Yani Felluce’nin, Tikrit’in etrafında
dolanan, saldırılar düzenleyen Amerikan askeri
Bush yeniden seçildiği için bir ay öncekinden
daha iyi durumda değil...
Sonuç olarak; Bağdat’a sefer olmuştur, ama zafer
olmayacak! Tüm emekçi ezilen halklar Irak’ın Arap
halkının gerilla direnişinden çok şey öğreniyor,
öğrenecek.
|