|
|
|
|
Ortadoğu
Özgürlüğünü Kendi Elleriyle Kazanacak
F. Hançer
|
II. Bush dönemi başladı.
Türkiyeli işbirlikçilerin ABD’nin herhangi bir eyaletindeki
herhangi bir kasabadan çok daha fazla heyecanla
izlediği seçim sonuçları açıklandı ve kurulan ham
hayallerin tersine Bush’un yalnızca seçim kazanmakla
kalmadığı, aynı zamanda oylarını da artırdığı görüldü.
Son anda yayınlanan Ladin kasetleri dahil her türlü
pis numaranın mubah sayıldığı bir seçim süreci sonunda
bir yandan ürkütülen bir yandan da Nazilerinkine
çok benzeyen şovenist propagandayla tıkabasa doldurulan
Amerikan seçmeni, katliam politikalarına açık destek
verdi. Vietnam kasaplarından Kerry ise bir süre
daha sırasının gelmesini bekleyecek.
Bunun için üzülecek ya da memnuniyet duyacak değiliz.
ABD emperyalizminin saldırganlığının kimin seçildiğine
bağlı olmadığını biliyoruz. Ayrıca, ne kadar zulüm
olursa halkların o kadar çok ayaklanacağı gibi kendiliğindenci
bir mantığa da sahip değiliz; tarih denilen şeyin
ancak devrimci bir iradeyle müdahale edildiğinde
gerçekten tarih haline geldiğini biliyoruz. Ama
buna karşın, sağda solda utangaç fısıltılarla dile
getirilen Kerry umutlarının sönmüş olmasından da
şikayetçi olacak değiliz. Her türlü liberal eğilimin,
emekçi halkların mücadele dinamikleri yerine düşmanın
iç dalaverelerinden medet uman ve böylece kitlelerin
zihnini de zehirleyen her türlü safdilliğin sona
ermesi, kuşkusuz olumlu bir şeydir.
Keşke yalnızca safdillik olsa! Bu, aynı zamanda
gözler önündeki manzaradan bir şey anlamamak anlamına
da geliyor. Asıl anlaşılmayan şey şu: Tam da son
yıllarda söylendiği gibi, dünyada artık ideolojiler
sona ermiştir... Emekçiler ve halklar açısından
değil ama emperyalist burjuvazinin partileri ve
politikacıları açısından! Gerçekten de artık, ideolojileri,
politikaları ya da işte her neleri varsa onlar bitmiş
ve varılan noktada kopkoyu bir siyasi gericilik
büyük kapitalist ülkelerin siyasi hayatının üstünü
kalın bir çamur tabakası gibi örtmüştür. Bu yüzdendir
ki, İngiltere’de İşçi Partisi’nin iktidarda olması
genel tabloda bir değişiklik yaratmıyor. Çünkü,
1990 sonrasının hakim eğilimi olan neoliberalizm/yeni-sağ
ekseni, içinde yaşadığımız döneme ilişkin genel
politikalardır, partilere bağlı rastlantısal uygulamalar
değil.
II. Bush dönemi başladı. Ve daha ilk günden zafer
kutlamalarının havai fişeklerle değil, gerçek mermilerle
yapılacağı belli oldu. Bu satırların yazıldığı sıralarda
Irak direnişinin en yoğun olduğu kent olan Felluce,
artık neredeyse harabe haline gelmişti. Bağdat’ın
ele geçirilmesindenbirkaç hafta sonra uçak gemisinde
gösterişli bir biçimde Irak savaşının bittiğini
açıklayan Bush, şimdi “tamamen ele geçirilmiş” olan
Irak’ın kentlerini yeniden “ele geçirmek” için saldırıya
geçiyor. Üstelik bu kez, yapılmak istenen, pek öyle
“ele geçirmek” gibi de görülmüyor. Felluce son yılların
en korkunç katliam ve yıkımına uğratılmış durumda
ve işgal ordusu son evi, son hastaneyi de tamamen
yok edene dek duracağa benzemiyor. Ama öte yandan
bu artık çok fazla anlam da ifade etmiyor. Yani,
bir işgalci ordunun büyük güçlerini toparlayarak
bir kente girmesi mümkündür; kentin merkezi noktalarını
kontrol altına alması da şaşırtıcı değildir. Ama
bu, yalnızca harabeye döndürülmüş kentler anlamına
gelir; o kentlerin ele geçirilmesi ya da halkın
teslim alınması anlamına değil. Irak’ta artık ipler
kopmuştur ve işgal ordusu tamamen çaresiz noktadadır.
Bir ülkede (Irak ya da Vietnam olsun fark etmez)
işgalci güçlerin ya da zalim bir diktatörlüğün savaşı
kaybettiği nokta, hiçbir zaman fiziki bir alt edilme
noktası değildir. Yani, Vietnam halkının zafer kazandığı
gün bile, ülkedeki ABD askeri gücü hâlâ Vietnam
Halk Ordusu’nun askeri gücünden her bakımdan üstün
durumdadır; ancak sorun şu ki, o noktada artık işgalci
ordu politik olarak kaybetmiştir. Yediden yetmişe
birleşmiş bir halk karşısında en küçük bir şansı
kalmamıştır.
Irak’taki işgal ordusunun -Şiilerle ya da Kürtlerle
ilgili olarak çevirdiği bütün numaralara rağmen-
gitgide sürüklendiği nokta budur. Ve bu noktada,
kentleri yıkmak, hatta bütün ülkeyi harabeye çevirmek
bile duruma ABD’nin hakim olmasını sağlamayacaktır.
ABD ordusuna kendisinin “operasyon emri verdiğini”
söyleyerek bütün dünyayı güldüren kukla başbakan
Allavi gibi hainler de, işbirlikçi hükümetin kanlı
koltuklarında oturan diğerleri de bu işgale herhangi
bir meşruiyet kazandırabilecek durumda değildirler.
CIA’nın maaşlı personeli olduğu hiçbir zaman reddedilmeyen
bu adamlar, Türkiye gibi yeminli işbirlikçiler dışında
Ortadoğu’da en küçük bir itibara sahip değillerdir.
Yüz bin ölü... İşgalin bilançosu budur ve bu bilançodan
bir tek sonuç çıkabilir: Emperyalist haydutların
def edilmesi! Eninde sonunda olacak olan da budur.
Kimse ikide birde çokbilmiş edalarla Irak’taki direniş
gruplarının “gerici ideolojisi”nden söz edip durmasın.
Bu bilinmeyen bir şey değildir. Süreci izleyen aklı
başında herkes Irak’taki direniş hareketinde solun
etkisinin çok zayıf olduğunu biliyor zaten. Dolayısıyla
işgalciler bir gün kovulduğunda Irak’ta ortaya çıkacak
manzaranın pek hoş olmayacağı şimdiden bellidir.
Özellikle Kürtler açısından durum endişe verici
olacaktır. Ama burada, ABD emperyalizminin saldırgan
politikasının kırılmasından söz ediyoruz; bu, dar
çerçevelerden bakılarak anlaşılabilecek bir şey
değildir. Dünyanın dört bir köşesinde 1990’lardan
bu yana milyonlarca insanın zihninde yaratılan “her
şeye kadir imparatorluk” imgesinin alacağı her darbe,
tek tek mahallelerdeki devrimci çalışmalara dek
uzanan olumlu bir etki yaratacaktır. Bunu görmemek,
üzerinde yaşadığımız toprakların siyasal psikolojisinden
hiçbir şey anlamamak demektir. Kaldı ki, Ortadoğu’nun
bugünkü tablosu içersinde kimse “komünist olmayanın
canı cehenneme” deme lüksüne de sahip değildir.
Kimse artık kamyon şöförleri için de timsah gözyaşları
dökmemelidir. Bu insanların yoksullukları biliniyor
evet, ama bir ülkede yüz bin ölü pahasına işgalcilere
karşı direnen güçler, her şeyden önce işgalci ordunun
lojistik desteğini, yakıtını, yiyeceğini kesmek,
onların hayatını zorlaştırmak zorundadır. Devrimcilerin
yöntemleri ayrıdır, başkalarının yöntemleri ayrıdır;
ama sonuç olarak her ne olursa olsun, bir yakıt
tankerinin bir ABD üssüne ulaşmasını engellemek,
gerçek bir direniş yürütüyorsanız eğer, zorunludur.
Bu konuda duygusal konuşmalar yapmak yerine Irak’ta
işgalcilere hizmet eden Türk firmalarının ticari
hayatını zorlaştırmayı düşünmek, kuşkusuz daha hayırlı
bir iştir.
İşbirlikçilik, Allavi ile sınırlı değildir. Türkiye
oligarşisi, Ortadoğu’daki kanlı oyunun en kirli
oyuncularından biridir. Tezkereler bir yana, iki
yıldır el altından ya da açıkça ABD ordusuna her
türlü desteği sunan, en son olarak da Trabzon Havaalanı’nı
ABD ve İngiliz nakliye uçaklarına açan hükümet,
Irak mezarlıklarında yatan yüz bin ölünün tümünden,
tek tek sorumludur. BOP çerçevesinde ABD politikalarının
asli parçası olmak için çırpınan işbirlikçiler,
gırtlaklarına dek kan deryasının içine dalmışlardır.
Geçtiğimiz günlerde Vatan gazetesinde CIA’nın esi
Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller’in bir röportajı
yayınlandı. Geçmişte komünizme karşı dinci akımları
para ve silah yoluyla desteklediklerini hiç inkâr
etmeyen Fuller, Türkiye’de de 1960’lardan sonra
komünist hareketin çok güçlü olduğunu ve buna karşı
dincileri, sağ hükümetleri desteklediklerini söylüyor
ve hatta darbeleri de reddetmiyor. AKP ile ilgili
görüşü ise net: “Türkiye şu anda çok iyi bir noktada!”
“Bilhassa ABD’ye, İsrail’e karşı, yaşadıkları şartlara
karşı İslam dünyasında büyük öfke var -diyor Fuller-
Çok radikaller. Bunları evcilleştirmek lazım. Bu
aşağılayıcı bir tabir gibi görünebilir. Amacım bu
değil ama onların da realiteyi öğrenmesi gerekir,
siyasi hayata iştirak etmeleri lazım.”
Yeterince açık olmalı! “Evcilleştirilmiş” hayvanlardan
kimin kastedildiği de yeterince açık olmalı! BOP
projesi içinde bu “evcilleştirme” işleminin ne anlam
taşıdığı da yeterince açık olmalı!
Ama işbirlikçilerin utanması yoktur!
İşbirlikçilik, utanma duygusuna sahip olmamak demektir!
Sovyet topraklarında bütün tarihi camilerin ışıl
ışıl korunduğu yıllarda “din elden gidiyor” diye
feryad-ı figan eden bu yaratıklar, “camiler şehri”
Felluce haritadan silinirken kendilerinin “evcil
hayvan” olarak tanımlanmasından rahatsız bile olmuyorlar.
Tıpkı birkaç ay önce Hazreti Ali Türbesi topa tutulurken
yaptıkları gibi... Cehennem arazisi bunlar için
ne kadar genişletilse azdır!
Peki, ikide birde kilise önlerinde ırkçı yaygaralar
koparan MHP’nin NATO zirvesiyle ilgili afişini gören
var mı hiç? Şöyle yazıyordu üstünde: “NATO Bush’un
elinde bir katliam aracı olmamalıdır!” Tosuncuklar
bir yandan “yardan vazgeçemiyorlar” bir yandan da
ABD’nin katliamlarından etkilenen taban alttan sıkıştırıyor;
sonuçta ortaya böyle ucube bir kibarlık ve uşaklık
gösterisi çıkıyor.
Ve diğer tarafta, işbirlikçiliğin başka bir türü,
“çağdaş” versiyonu var: 29 Ekim akşamında Türkiye’nin
en çirkin ve en yasadışı binasında, Süzer Plaza’da
“Cumhuriyet Balosu” yapılıyor. Hanımlar, beyler,
gırtlaklarını yırtarak “Onuncu yıl marşı”nı söyleyip
pek duygulanıyorlar. Ama aynı vals meraklıları,
Felluce’nin yoksul insanları bombalarla ve açlıkla
yediden yetmişe katledilirken, ağızlarını bile açmıyorlar!
Çünkü onlar Batılıdırlar ve diğerleri, sefil Araplardır.
“Çağdaş” İsrail devletini ve onun hamisi ABD’yi
severler, yoksul Arapların ise onların gözünde üç
kuruşluk değeri yoktur.
Fuller haklıdır. Bugünkü hükümetle ve türlü türlü
renkleri olan bütün bu işbirlikçilerle ne kadar
öğünseler yeridir.
Namık Kemal’in yüz yıl öncesinin ağdalı Osmanlıcasıyla
söylediklerini şimdi biraz Türkçeleştirip tekrarlasak
kimse yadırgamaz herhalde: “Köpektir zevk alan /
Zalim avcıya hizmetten!”
Bu tablo içersinde, yalnızca emekçiler ve devrimciler,
yalnızca onlar, gerçekten Felluce’nin yoksul halkının
acısını yüreğinde duymaktadırlar. Bugün Ortadoğu’nun
direniş hareketleri hangi kanallardan akıyor olursa
olsun nihai olarak sonucu belirleyecek olan bu güçlerdir.
Devrimci sosyalizm, bu coğrafya üzerindeki asıl
düğüm noktasınının Türkiye olduğunun ve bunun kendisine
nasıl ağır bir sorumluluk yüklediğinin farkındadır.
II. Bush saltanatı, hezimetle sonuçlanacaktır. Felluce
düşse de, bütün Irak ve Filistin kentleri dümdüz
edilse de, ezilen halklar, kendi küllerinden doğma
yeteneğine sahiptirler.
BOP İşliyor, İşbirlikçiler
Hizmete Devam Ediyor
Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili tartışmalar
devam ederken, bir yandan da ABD ordusuyla
kurulan sistem tıkır tıkır işliyor. Bunun
en son örneği de Trabzon Havalimanının ABD
ve İngiliz askeri nakliye araçlarına açılmış
olmasıdır. Ekim ayından itibaren Trabzon'da
başlayan hareketlililik gitgide artarken,
uçakların askeri malzeme, personel ve yakıt
taşıdığını da zaten kimse inkâr etmiyor. Afganistan
ve Irak ile Trabzon arasında mekik dokuyan
uçakların hangi anlaşmaya göre inip kalktığını
ise kimse açıklayamıyor; çünkü 1 Eylül 2004
tarihli anlaşmada bu havalimanının adı bile
geçmiyor. Ayrıca önümüzdeki günlerde K.Kıbrıs
Ercan havalimanının da aynı hizmetler için
kullanılacağı basında yer alan bilgiler arasında.
Kısacası, son iki yıldır yapılan tekrarlanıyor
aslında: Bir tarafta göstermelik izinler,
tezkereler, vb. tartışılıyor; diğer yanda
sınır kapılarında ve havalimanlarında her
şey kendi yolundan işliyor. Ve nihai olarak
Türkiye oligarşisi, Felluce'ye, Bakuba'ya
ve diğer Irak kentlerine atılan her bombanın
gizli suç ortağı oluyor. |
|
|
|
|
|
|
|
|