Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

H. E. Toprak

Geçtiğimiz ay içinde oligarşinin siyasi gündemi yeni bir çalkalanmaya uğradı. Esasında AB üyeliği tartışmaları çerçevesinde uzunca bir süredir devam eden oligarşi içi çekişmeler, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun (İHDK) açıkladığı Azınlık Raporu ile yeni bir boyut kazanmış durumda. Devletin insan hakları ihlali suçlamalarından kurtulmak için göz boyama maksadı ile oluşturduğu kurumlardan biri olan İHDK, bünyesine aldığı sivil toplum örgütleriyle “devlet-sivil toplum” kucaklaşmasının bir örneği olarak gösteriliyordu. Emniyet ve MİT’in de temsilci bulundurduğu bu kurul, resmi bir danışma organı olarak faaliyet gösterip diyalog ve uzlaşma söylemleriyle dolu raporlar yayınlarken İnsan Hakları ve Azınlık Raporları’nı yayınlamasıyla birlikte hedef tahtasına oturtuldu. İsminin başında “Başbakanlık” ibaresi bulunmasına rağmen resmi ideolojinin dışında görüşler belirtme “gaflet”inde bulunan kurula karşı çeşitli tonlarda bir saldırı kampanyası başlatıldı.
Raporlarda belirtilen görüşlerin içeriğini yorumlamadan önce tüm süslü “demokrasi, düşünce özgürlüğü” söylemlerine rağmen faşizmin kendi temel dayanaklarına dönük en ufak eleştiriye bile tahammülünün olmadığının altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Önce İHDK’nun devletçi kanadından raporun geçerliliğinin olmadığına dair açıklamalarla birlikte vatan hainliği suçlamaları yükseldi. Ardından insan haklarından sorumlu bakan olarak Abdullah Gül’ün, raporun resmi niteliği olmadığı, İHDK’un Başbakanlığa bağlı olmadığı açıklamaları ve Başbakanlık’ta İHDK’una ayrılan toplantı odasının kilidinin değiştirilmesi uygulaması geldi. Ve nihayet “Cumhuriyet’in koruyucusu” ordu da Azınlık Raporunda geçen Türk ulusu yerine Türkiyelilik üst kimliğinin kullanılması vb. tartışmaların “tasvip edilemez” olduğunu Genelkurmay 2. Başkanı’nın ağzından açıklamakta gecikmedi. Özellikle bu açıklamadan sonra basının keskin kalemleri, zamanında Sevr’i nasıl yırtıp Lozan Anlaşması’nı imzaladıklarını ve bu 2. Sevr çabalarını da boşa çıkarıp dahili düşmanlara hadlerini bildireceklerini yazmaya başladılar. AB’ci kalemler bile ordunun açıklamasından kendilerine vazife çıkarıp “ülkeyi devleti ve milletiyle bölünmeye götürebilecek” tartışmalardan uzak durmaya çalıştılar.
Bir yanda hazırladıkları rapor ellerinde kalan İHDK üyeleri ve onlara destek olan az sayıda AB sevdalısı, reformist; diğer yanda devlet ve her renkten statükocu kurumdan oluşan bir saflaşma meydana geldi. Hatta AKUT bile son zamanlarda Cumhuriyet’in değerlerini yıpratmaya dönük olarak yapıldığını iddia ettiği açıklama ve tartışmalardan rahatsızlığını dile getirerek, Cumhuriyet’in değerlerine bağlılıklarının arama ve kurtarma işlerinden bile önce geldiğini ve yaşanan tartışmaların motivasyonlarını bozduğunu açıklayıverdi. Ve son olarak aynı zamanda kurul üyesi olan faşist Kamu-Sen’in genel sekreteri Fahrettin Yokuş, canlı yayında İHDK başkanı İbrahim Kaboğlu’nun okuduğu rapor özetini elinden alıp yırtınca tartışmalar yeni bir boyut kazandı.
Raporlarının arkasında durmaya çalışan İHDK, yoğunlaşan tepkilerle birlikte savunmalarını 6 Ekim’de açıklanan AB İlerleme Raporu üzerinden yapmaya başladı. AB İlerleme Raporu’nda yazılanlardan çok farklı bir rapor hazırlamadıklarını, Türkiye’nin AB’ne girmesi bu kadar çok istenirken Azınlık Raporu’na tepki göstermenin büyük bir çelişki olduğuna dair beyanatlar verdiler. Bu açıklamalara 6 Ekim’de Türkiye’ye Avrupa kapılarının açıldığına inanan ve bunu bir “sessiz devrim” olarak tanımlayıp, Burjuva Demokratik Devrim’in nihayet tamamlandığını söyleyen reformist solcular ile “demokratik cumhuriyet”çiler de tam destek verdiler.
Peki bir raporun bunca gürültü çıkarmasını nasıl açıklamak gerekir? Bu sorunun cevabını, raporun, devletin (faşist yapısından kaynaklı olarak) tartışılmasını dahi kendi varlığına dönük tehdit olarak algıladığı konulardan biriyle, Kürt sorunu ile doğrudan ilgili olmasında aramak gerekir. Kürt ulusunun varlığını inkar edip, 80 yıllık tarihinde inkarı kabullenmeyenlere imha siyaseti uygulayan TC, ulus-devlet (üniter devlet) olarak örgütlenmesini Türklük temelinde gerçekleştirmiştir. Öyle ki, çok uluslu Osmanlı’dan tek millete dayanan bir ulus-devletin oluşturulması temelindeki devletleşme, yeni-sömürgecilik ilişkilerinin gelişmeye başlamasıyla artık tümüyle faşist bir karakter kazanmaya başlamıştı.
İlan edilen anayasaların, “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek” ilk maddeleri hep bu Türk uluslaşmasını, dolayısıyla ülke topraklarında yaşayan diğer ulus ve milliyetlerin bastırılmasını ifade edegelmiştir. Kürt ulusal hareketinin gerilla savaşı temelinde uyanışıyla “üniter devlet” faşizminin çatırdamaya başladığını ve devletin bu durum karşısında tüm gücüyle şovenizmi körüklediğini biliyoruz. Faşizm tüm demokratik hakları kısıtlayıp bastırdığı gibi, ulusların kendi kaderini tayin hakkını da reddedip bastırmaya çalışır.

Azınlık Raporu Ne Diyor?
Bu noktada İHDK’na bağlı Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu’nun hazırladığı Azınlık Raporu’nun içeriğini özetleyerek, bu rapora karşı geliştirilen faşist saldırıların nedenlerini anlamaya çalışalım.
Tek kültürlü ulus-devlet modelinin yerine çok kültürlülüğü benimseyen; Türklük üst kimliği yerine Türkiyelilik üst kimliğinde buluşulmasını öneren; eşit haklı vatandaşlık temelinde farklı kimlik ve kültüre sahip kişilerin kendi kimliklerini koruma ve geliştirme haklarının güvence altına alınmasını savunan; azınlık kavramını gayrı müslimlik yerine etnik, dinsel, dilsel bakımdan farklılık gösteren ve bu farklılığı kimliğinin ayrılmaz parçası sayan gruplar olarak tanımlayan vs. vs. Azınlık Raporu’nun devlet ve devletçi faşistler katında fırtına koparmaması beklenemezdi herhalde.

Rapor ve Hayaller
Konunun tartışıldığı panelleri basmaktan, MHP’nin, sokakları “Türkiye Türklerindir” pankartlarıyla donatmasına kadar, kuyruğuna basılan faşistlerce düzenlenen bir saldırı dalgası ortalığa yayılmış durumda. Bununla birlikte kimi Kürt örgütlerinin ve Alevi kurumlarının yaptığı “biz azınlık değiliz” açıklamaları da devletin ekmeğine yağ sürüyor. Kimi korkuyla, kimi İmralı’nın “asli kurucu öğe” tanımlamasından hareketle Azınlık Raporu’na mesafeli duran anlayışlar, bu ülkedeki faşizm gerçekliğinden hiç nasiplerini almamış gibi davranmaya devam ediyorlar. AB üyeliği gibi kapsamlı bir dönüşüm programı gerektiren bir projeye bile gözü kapalı dalmamayı ve yapılacak her düzenlemenin gelecek için yaratacağı tehlikeleri hesaplayarak kontrollü bir geçişi öngören faşist devlet yapısı, AB’ci koronun hayal ve heveslerini kursağında bırakmaya devam ediyor ve yapısı gereği etmeye devam edecek.
Devletin yeniden yapılanması ve AB süreci ile ilgili çıkarılan tüm yasalarda, boşluk bırakmama, taviz vermeme anlayışını görmek mümkün. Anadilde yayın, Kürtçe dil kursu, TCK tartışmaları ilk elde akla gelebilecek birkaç örnek sadece. Kağıt üstünde verilen hakları kullandırmamak için akıllara zarar yönetmelikler hazırladıklarını tüm kamuoyu biliyor. Her fırsatta kültürel hakların bireysel haklar olduğunu, siyasal amaçlarla kullanılamayacağını, kullanmaya niyetlenenlere de hadlerinin bildirileceğini söyleyip duruyorlar.
Burjuva demokrasisinin nimetlerinden yararlanmaya hevesli sağ-sol tüm liberallerin görüp görecekleri demokrasinin boyu ve ölçüsü bu kadar olacaktır. Çünkü, tüm süsüne püsüne rağmen demokrasi (bugün her zamankinden daha çok) reformlara değil, devrime bağlı olarak gelişecektir. Bu ülkede faşizmin yenilgisi ve demokrasi sorunu devrime bağlıdır. Demokrasi bir devrim sorunudur.

Devlete Akıl Veren Bir Hoca
Raporu hazırlayan Çalışma Grubu’nun başkanı Baskın Oran’ın yazı ve röportajlarında sürekli kullandığı bir cümleye dikkat çekerek başta ulusal sorun olmak üzere tüm demokratik sorunlara devrimci bütünsel perspektiften bakışımızı netleştirelim. “Azınlık sorununu, çoğulcu demokrasi sorunu, Kürt sorunu Kemalist mantaliteyi terk ederek çağın gereklerine göre çözen devlet, zayıflamaz, bölünmez, aksine güçlenir” diyor Baskın Oran. Bütün çalışma ve düşüncelerinin anafikri bu olmasına, yani devletin nasıl daha güçlü olacağına kafa yormasına rağmen, Baskın Oran gösterilen tepkilere hayret ediyor. “Zaten devlet elden gidiyor, vatandaşıyla arasında aşılmaz duvarlar oluşuyor, bu çatışma potansiyelleri devrimci yönelişlere neden olur, iş buraya varmadan reformlarla devleti kurtarın ve ayrıca bir de bu çözülmeyen sorunlarınızı emperyalistlerin (daha çok ABD kastediliyor) manipüle etmesine izin vermeyin.” İşte demokratlığıyla nam salan Baskın Oran’ın satır aralarından çıkan görüşlerinin özeti bu.
Demokrat profesörümüzün ulusal harekete de bir sürprizi var. “Asli kurucu öğeyiz” diyerek 80 yıllık cumhuriyeti “demokratik cumhuriyet” yapacağını sanan Kürt ulusal hareketine seslenen Baskın hoca, “ne asli öğesi, siz asliyseniz tali kim?” sorusuyla benden size hayır yok mesajı vermeyi ihmal etmedi. Zaten eskiden beri ulusal hareketin kıyısından köşesinden sarılmaya çalıştığı “demokrat şahsiyetler”in “milliyetçiliğin her türüne, etnik temele dayanan siyasete” karşı olmaları meşhurdur.

Sonuç Yerine
Devrimci sosyalistler bu tartışmaların neresinde duruyor? Gündeme gelen her konu ve olay için olduğu gibi bu Azınlık Raporu tartışmalarında da devrimci sosyalizm, meseleye kendi enerjisini yoğunlaştırdığı devrimci bütünsel perspektiften bakıyor. “Vatan, millet, Sakarya” cephesine karşı AB sevdalılarının, kibar demokratların, kendi halkına inancı ve özgüveni bulunmayan, AB yolunu demokratik devrimin yolu olarak gören reformistlerin, Kürtler’i devlete yamamaya çalışan “demokratik cumhuriyet”çilerin vs. vs. safında yer almıyoruz.
Daha epey başımızı ağrıtacağa benzeyen “statükocular-reformcular” saflaşmasının dışında devrimci kurtuluşun saflarından bakıyor, konuşuyor ve yürüyoruz. Ulusal soruna, orta yolcu bir çözüm olan azınlık hakları aldatmacasını değil, ulusların kendi kaderini tayin hakkının tanınması çözümünü getiriyoruz.
Faşizmi yenmenin burjuva demokrasisine dönük hayaller kurmakla değil, demokratik halk iktidarını kuracak olan devrimle mümkün olacağını savunuyoruz.
Gündemimizi devrimci kurtuluşun ihtiyaç ve görevleri belirlemeye devam edecek. Biz kazanacağız!...

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul