Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

 

Bürokrasi, ansiklopedilerde hem “memurlar topluluğu” hem de “idare mekanizmasının işlerin yürütülmesindeki etkisi” olarak tanımlanır. Bu, aslında onun bütün diğer kavramlar gibi salt kendi başına bir anlam taşımadığını, zamana ve koşullara göre değişik biçimler alabildiğini gösterir.
Şüphesiz günlük dilde anlaşılan biçimiyle bürokrasi, esas olarak devlet idaresine ait bir olgudur ve bu mekanizmanın hem elemanlar toplamını hem de işleyiş biçimini ifade eder. Ancak, benzer tanımlamalar parti, dernek, şirket gibi kurumlar için de kolayca yapılabilir. Ve bu anlamıyla bürokrasi, ezelden ebede varmış ve var olacakmış gibi görünen bir nitelik sergiler.
Oysa sonuçta sorunun özü, yöneten-yönetilen ilişkisinde, yani nihai olarak sınıfların varlığındadır. En gelişkin egemen sınıf olarak burjuvazi, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmasından kaynaklanan gücüyle devlete ve toplumsal ilişkilere de hakimdir. Bu bağlamda kapitalist toplumda devlet ve onun bir bileşeni olarak bürokrasi de esas olarak burjuvazinin çıkarlarına hizmet ederler. Ama kuşkusuz, zaman zaman yanılsama yaratabilen “özerklik” görünümleriyle birlikte yapılan bir hizmettir bu. Yani örneğin bir polis müdürü ya da bir savcı kendisini burjuvazinin doğrudan uşağı gibi görmeyebilir; ya da daha nötr görünen alanlara kaydığımızda bir nüfus müdürü de böyle bir sınıfsal bağı hissetmeyebilir. Hatta bunların bir bölümü, bulundukları kurumları zaman zaman “salt kendisi için çalışan”, salt biçimle ilgilenen bağımsız kurumlar gibi görebilirler, bunu bir ideoloji haline getirebilirler. Ancak son tahlilde durum değişmez; devlet bürokrasisi, esas olarak burjuvazinin hizmetindedir.
Kapitalist toplumda bürokrasi olmazsa olmazdır, onun can damarlarından biridir. Esas olarak gerici bir işleyişe sahiptir. Oligarşinin emekçileri yönetmede en temel araçlarından biridir. Bir bütün olarak yozlaşmaya açıktır. İşleyişine egemen olan mantık emekçilerin çıkarlarını korumak değil, egemen sınıfların çıkarlarını korumak olduğundan emekçilerden kopmuştur. Ezilen emekçilere yardım etmek, onlara insanca tutum göstermek diye bir kaygıları yoktur. Ve yine tüm bürokratik mekanizmaların üst düzey kadroları açıkça oligarşi tarafından, büyük burjuvazi tarafından belirlenir, onlar tarafından satın alınır. Bürokrasinin alt kesimleri ise tümüyle değilse bile, küçümsenemeyecek ölçüde rüşvetçilikle, adam kayırmacılıkla, yiyicilikle, savsaklamacılıkla sakatlanmıştır. Sözde bir hizmeti yöneten ya da doğrudan veren konumundaki bürokratik mekanizma, emekçileri insan yerine koymaz. Hizmeti kazanç sağlamanın, imtiyaz elde etmenin, yiyiciliğin bir aracıdır. Hizmeti ya da herhangi bir işi yapmak adeta o hizmeti alacakların, özellikle de çaresiz konumdaki emekçileri ezmenin, üstünlüğün bir ifadesi olarak kullanılır.
Böylece bir araç olmaktan çıkıp, kendi başına amaçlaşan bürokrasi, giderek kendi özerk yapısını, dilini, yöntemlerini, araçlarını ve işleyişini; düşünce tarzını oturtmaya başlayıp, kendi başına bir varlık haline gelebilir ki, bu durumda “bürokratizm” ortaya çıkmış demektir.
Devlet yönetiminde halkın, kendini yöneten mekanizmalarla tüm bağının kesilmesini hedeflediğinden sömürücü egemen sınıflar açısından “bürokratizm” tercih edilen, beslenen bir olgudur. Kendilerinin şikayetçi olduğu “bürokrasi”, sadece halkı daha rahatça sömürmelerinin önünde engel olan, hızlı ve daha ucuz (daha az rüşvetle) hırsızlık yapmalarını engelleyen yönetsel işleyiş kuralları ve kadroları olarak “bürokrasi”dir. Kapitalist devlet bürokrasisi emekçilerden, tüm toplumdan ve hatta kimi yanlarıyla egemen sınıflardan öylesine özerkleşmiştir ki, ayrı bir dili vardır ve sokaktaki insanın, hatta çoğu zaman uzmanlık alanı bu olmadıktan sonra okumuş olanların bile bu dili anlamaları olanaksızdır. Adliye önlerindeki arzuhalciler bu yüzden bir tür “tercüman” olarak çalışır. Kürt halkını Türkçe bilmediği için resmi dairelerden kovan anlayış, aslında Türklere de daha farklı bir muamele yapmamakta, kibarca kovmaktadır.
Sosyalizm cephesine gelince; devrimci sosyalizm yöneten-yönetilen ayrımını bir yabancılaşma biçimi olarak görür. Emperyalizm ve oligarşilere karşı mücadelede devrimci sosyalistler de zorunlu olarak proletarya diktatörlüğü temelinde sosyalist devleti ve en sıkı disiplin ve hiyerarşi zemininde parti, cephe ve ordu oluştururlar. Bütün bu yapılar da zorunlu olarak yöneten ve yönetilen ayrımını taşırlar. Ancak artık burada sözünü ettiğimiz olgu, bildik anlamda bir bürokrasi değildir. Yani devrimci sosyalist partilerin bir hiyerarşisi, yönetim organları vardır, belirlediği siyasal hedeflere ulaşabilmek amacıyla kitleleri seferber etmeyi önüne koyan bir partinin, yönetsel organlar olmadan bunu başarması olanaksızdır. Yönetsel işlevler yüklenmiş olan profesyonel parti kurumları ve kadroları rapor-talimat sistemi, kongre-konferans işleyişleri, düzenli yapılan toplantılar vb. hepsi bu işleyişin birer parçasıdır. Bir partinin başarı ölçütlerinden biri de bu mekanizmayı ne ölçüde işletip işletemediğidir. Ama buradan hareketle devrimci yönetsel mekanizma ile bürokrasi kavramını birbirine karıştırmak, yalnızca yüzeysel benzerlikler alanında kalmak demektir. Oysa daha derinde, devrimci partinin bütün diğer politik partilerden farkı ortaya çıkar; o, kitleleri olduğu kadar kendi elemanlarını da sürece katan, süreç içinde dönüştüren organik bir yapıdır. Devrimci sosyalist parti, canlı bir organizma gibi, bünyesindeki bütün insanları hareket ettiren, onların düşüncelerini ve inisiyatiflerini kesintisiz bir biçimde değerlendiren, bütün organlarının denetlenmesine izin veren ve böylece her yöneten-yönetilen ilişkisinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan yabancılaşma durumunu minimum düzeye indiren bir yapıdır.
Ancak eğer bu mekanizmalar “adet yerini bulsun diye” işliyorsa, amaçtan bağımsızlaşmışsa tıpkı devlet bürokrasisinde olduğu gibi gerici bir yabancılaşmanın, kopuşmanın üreticisi haline gelir. Emekçilerin ve kendi üyelerinin denetiminden kopmuş, amaca hizmet etmeyen, yaratıcılığın ve devrimci inisiyatifin önünde engel haline gelen, yönetsel konumları farklı düşünce ve önerileri bastırmanın, kişisel çıkarları korumanın aracı haline getirmiş bir bürokratik mekanizma, yönetsel kadro yapısı ve buna izin veren bir işleyiş kazanım değil, gericilik üretir. Eğer partinin merkezi organlarının ürettiği politikalar bürokratizmi ortaya çıkarıyorsa, bu hastalık tüm yapıyı sarar. Bu durumun süreklileşmesi ve bir örgütlenmenin karakteristik özelliği haline gelmesi ise politik bir sapmaya işaret eder. Ancak böyle bir durum olmadığında da tek tek birimlerde bu hastalık ortaya çıkabilir.
En sık görülen biçimiyle bürokratizm, arkasına sığınılan bir kalkan işlevi görür. Tabanın eylem ihtiyacına, talebine “yukarıya sormak lazım” diyen, inisiyatif koymayan bir yerel birim, kendi geriliğini bürokratizm kalkanının arkasına gizlemektedir. Ülkenin siyasal koşullarının o an nerde ne varsa onunla müdahale etmeyi gerektirdiği bir anda merkez komite kararı çıkmasını bekleyen bir parti üyesi kendi inisiyatifsizliğini, korkaklığını gizlemek için bürokratizm kalkanına sığınmaktadır.
Bir de günlük yaşamda, tek tek kişilerin davranışında ortaya çıkan bürokratizm tavrı vardır. Devrim amacının kişinin bilincinde hiç oluşmadığı, gölgelendiği, yanlış oluştuğu durumlarda “iktidar olmayı” yanlış anlayanlara çok rastlanır. İktidar olmayı, proletaryanın bir parçası olarak değil de birey olarak algılayan ve bu anlamda iktidar olmaya çalışanlar için bürokrasi, bunun aracı olarak kullanılır. Halkın, proletaryanın iktidar olmasını değil de onların gücü üzerinden kendisinin iktidar olmasını hedefleyen bu gibi kişiler için bürokrasi, arkasına sığınılacak en korunaklı duvardır. Nasıl ki devlet halktan insanların kendisine ulaşmasının önüne engeller koyarsa, bu kişiler de tabandakilerin partiye ulaşmasını, derdini anlatmasını engeller, “böyle rapor olmaz” vb. gerekçelerle taş koyar.
Sadece böylesi yanılsamalı bir iktidar anlayışıyla değil, düzen ideolojisinden kopuşamama da bürokratizm hastalığının görülebilmesine yol açar. Yeterli denetleme mekanizmalarının geliştirilemediği ya da işletilemediği durumlarda yöneticiler, bilinçlerinin yetmediği her durumda, eğer sorgulayıcı bir düşünce yapısı geliştirememişlerse farkında olmadan düzen mantığını işletirler. Bu durumda da mekanik olarak hedefler belirlenir, işbölümü yapılır, belirlenen sürenin sonunda raporlar yazılır, raporlarda uzun uzun başarısızlık bahaneleri bulunup sıralanır ama ortaya bir iş çıkarılmaz.
Çünkü amaç söz konusu işin yapılması olmaktan çıkmıştır, bürokratik görevlerin yerine getirilmesi olmuştur. Kendini bununla sınırlamayan bir birim tıkandığı noktada yeni araçlar bulur, geliştirir, açıklarını kapatmaya çalışır, elinde olanla yetinmeyip ufkunun zenginliği ve yetenekleri oranında yeni şeyler üretir. Yönetsel mekanizmalar, bu üretilen yeniliğin, zenginliğin tüm yapıya mal edilmesinin bir aracı olarak gereklidir; yoksa tüm bunlara engel olmak için değil.
Daha da ötesi kapitalist örgütlenmelerden farklı olarak devrimci sosyalizm yöneten-yönetilen ayrımının, devlet ve tüm hiyerarşik örgütlenmelerin ortadan kalkacağı bir toplumsal ilişki düzeyini ifade eden komünizme ulaşmayı hedefler. Parti, cephe, ordu ve proletarya diktatörlüğünde gelişmenin her aşamasında emekçilerin tüm süreçlerin yönetimine doğrudan katılımlarını daha fazla mümkün kılacak araç ve yöntemleri geliştirmeye çalışırlar. Zorunlu olarak oluşturulan bürokratik yapıları en sıkı biçimde kitlelerin denetimi altına alırlar. Bu aygıtlarda çalışanların seçim yoluyla görevlendirilmesi, yetkilerinin, sorumluluklarının net biçimde belirlenmesi, görevden alınabilmeleri, vb. yollardan bürokratik mekanizmaların yozlaşmasını engellemeyi hedeflerler.
Bütün bunların gereğince yapılmaması halinde varılan hazin sonuçlar ise reel sosyalizmin tarihinde pek çok örnekleriyle mevcuttur.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul