Kapitalizm dünyayı kirletiyor. Üstelik
yalnızca doğayı değil, insanı da kirletiyor. Savaşlar
için ürettiği silahlar ve sanayide kullandığı kimyasal
maddelerle doğayı, insanı bir meta olarak gören
ve onu ticari kar amacıyla düşünen mantığıyla insanı
kirletiyor. Kadınlar ve çocuklar ise bu ticaretin
en başta gelen malzemesi olarak kullanılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Ankara Ticaret Odası’nın birçok
bölümden oluşan raporu kamuoyuna açıklandı. Sosyolojik
araştırma verilerini bir araya getiren rapor, yoksullaştırılan
halklarımızın yaşadığı durumu tartışmasız biçimde
ortaya koydu.
Elbette, kapitalist işleyişin en önemli kurumlarından
olan ticaret odalarının bile artık durumu itiraf
etmesi birçok açıdan ilgi çekiciydi. Ama herhalde
raporun en çarpıcı bölümü “Hayatsız Kadınlar” başlığını
taşıyan bölümdü.
Raporun bu bölümüne göre Türkiye’de her 350 kadından
biri fiilen ya da resmen fuhuş yapıyor. Türkiye’de
faaliyet gösteren 56 genelevde kayıtlı 3 bin kadın
bu tablo içersinde çok sınırlı bir kesimi oluşturuyor.
Fuhuş alanının asıl büyük bölümünü ise “kayıt dışı”
çalışan kadınlar oluşturuyor ki, böylece sayı 100
bin gibi bir noktaya dek ulaşıyor. Yine resmi kayıtlara
göre on sekiz yaşın altındaki kız çocuklarının bu
bataklıktaki yeri hiç de azımsanmayacak boyutlarda.
Bunun sonucunda sağlanan rant ise yılda üç-dört
milyar doları bulmaktadır. Bu paralar patron, bar,
pavyon, gece kulübü, otelci, taksici, eğlence yeri
sahibi arasında paylaştırılıyor, bu şekilde yüz
binlerce insan fuhuş üzerinden maddi çıkar elde
ediyor. Kuşkusuz bu “pazar” belli mafya grupları
ve devletin içindeki pay sahipleri tarafından organize
ediliyor.
İşin asıl can acıtan yanı, yine verilere göre bu
kadınların %30’unun kocaları, %10’unun babaları,
anne ve ağabeyleri, %3,4’ünün de beraber oldukları
erkekler tarafından satılmasıdır. Toplumsal yapının
nasıl çürütülmüş olduğu herhalde en açık biçimde
bu verilerde görülmektedir. Aynı rapor, fuhuşa eğilimin
en önemli kaynağının yoksulluk olduğunu ve daha
çok kenar mahallelerin bu sıralamada başı çektiğini
de itiraf ediyor. Yoksulluğun sokağa ittiği insanlar,
burada zor ve tehditle karşılaşmakta, bir süre sonra
zaten fuhuş ile uyuşturucu aynı sürecin parçaları
olarak iş görmektedir.
Ve tabii, bir de işin “yabancılar” bölümü var. Reel
sosyalizmin çöküşünden sonra ortaya çıkan büyük
yıkım ortamında eski sosyalist ülkelerden gelerek
vücudunu satan kadınların sayısı korkunç bir artış
gösteriyor.
Sonuçta sistem böyle işliyor. Aslında raporu hazırlayan
Ankara Ticaret Odası dahil olmak üzere herkes işin
içinde ve herkes aynı sistemin çeşitli köşelerinden
tutuyor. Şüphesiz ATO’nun pek “milliyetçi!(!) başkanı,
sanıldığı gibi ahlaki bir şikayette bulunmuyor;
işin ahlaki boyutu aslında çok gerilerdedir. Asıl
sorun, sistemin “kayıt dışı” çalışması ve büyük
para miktarlarının bu alanda aklanmasıdır. Ama burada
da bir tuhaflık vardır; çünkü genelev sahiplerine
vergi rekortmeni ödülü veren de aynı sistemdir;
oysa sözü geçen ödülü alan genelev sahibi dahil
bütün genelevler ve aslında fuhuş alanının tamamı
para aklanan yerlerdir.
Kürt İllerinde Fuhuş Patlaması
Raporda özel olarak ele alınmayan Kürt illerinde
ise durum aslında daha vahimdir. Devletin zoruyla
gerçekleşen büyük göç dalgaları ve derin bir yoksulluk
içinde ailelerin parçalanması, vb. gibi bir dizi
etken genç kızlar ve hatta evli kadınlar arasında
çareyi vücudunu satmakta arayanların sayısını
artırmış, ciddi bir ahlaki deformasyona yol açmıştır.
Ama bundan daha önemlisi, ahlaki çürütme ve yozlaştırmanın
geçtiğimiz yıllarda bir özel savaş taktiği olarak
bölgede uygulanması ve halen de uygulanmakta olmasıdır.
Yoksulluk ve sömürgecilik böylece el ele gitmekte
ve aynı sonuca yol açmaktadır. Öyle ki, Türkiye
genelinde genelevde çalışan kadınların sayısı
3 bin iken, Diyarbakır’da resmi/gayrı-resmi biçimde
çalıştırılan kadınların sayısı bunun iki katıdır.
Bu konuda yaptığı araştırmaları kitap haline getiren
gazeteci Ahmet Sümbül’e göre işsizlik ve göçten
kaynaklanan geçim sıkıntısı para kazanma adına
bedenlerini satan binlerce kadını bu bataklığa
itmektedir. Diyarbakır’da çalışan kadınlar, Mardin,
Nusaybin, Kızıltepe, Viranşehir, Batman, Silopi,
Şırnak, Van, Bingöl, Hakkari gibi illere de giderek
vücutlarını satıyorlar. Kuşkusuz bunda bölgedeki
büyük askeri birliklerin varlığı da rol oynuyor;
çünkü ordu birliklerinin bulunduğu her yerde ortaya
bu tür bir “ihtiyacın” çıktığını herkes biliyor.
Bölgede fuhuştan elde edilen rant ise, yine Sümbül’e
göre beş trilyon civarındadır.Üstelik, bu alan
yalnızca doğrudan fuhuşla sınırlı kalmamakta,
aynı zamanda porno gibi bir başka rant kaynağını
da yaratmaktadır. Genç kürt kızları porno film
ve resimlerde kullanılmakta, çekilen bu film ve
resimler daha çok Güney Kürdistan ve ve diğer
bölgelerde pazarlanmaktadır. Bu kızlara üç ile
dokuz bin dolar arasında para ödendiği, özellikle
Güney Kürdistan’da bu yönde büyük bir pazar oluştuğu
Sümbül’ün verdiği bilgiler arasındadır.
Emperyalist İşgal ve Fuhuş: Doğrudan Bir İlişki
Ancak fuhuş bataklığı, yalnızca yoksulluk ve çürüme
ile ilgili bir sorun da değil. Çoğu kez işin içine
dışsal etkenler de giriyor ve bu etkenlerin en
başında da emperyalist işgaller ve militarizm
geliyor.
Aslında tecavüz ve fuhuşa zorlama ile savaş arasındaki
ilişkinin tarihi çok eskiye dayanıyor. Genel olarak
her savaşın galibinin yenilenlerin kadınları üzerinde
hak sahibi olması, daha ilk çağlardan başlayan
bir gelenektir. İşgal ve talana dayanan savaşların
ganimetlerinden en önemlisinin kadınlar olması,
hem erkek egemen mantık içersinde karşı tarafın
erkeklerine yapılmış bir hakaret olarak anlamlıdır;
hem de aylarca, yıllarca savaşan askerlerin böyle
bir hayalle motive edilmesi saldırgan orduların
değişmez kuralıdır. O kadar ki, örneğin İngilizler
bir zamanlar bu konuda yasa bile çıkarmışlardır.
Yasaya göre, İskoçya’da evlenen genç kızlar önce
krallığın resmi yöneticilerinin koynuna girecek
ardından kocasının evine gidecektir. Aynı biçimde
İstanbul’un fethinde de aynı “motivasyon”un bizzat
Fatih tarafından yapıldığı bilinmektedir.
Esasen tarihteki büyük imparatorlukların hemen
hemen tümü, saraylar üzerinden yürüyen bir tür
resmi fuhuşun öncülüğünü yapmışlardır. Çünkü talancı
imparatorluk, her zaman kadınları da öteki ganimetler
gibi el konulabilir varlıklar olarak görmüştür.
Bütün büyük saraylarda işi imparatorlara (eş,
cariye, köle ya da düpedüz fahişe olarak) kadın
sağlamak olan “görevli”lerin mutlaka bulunması
ve hatta bu “görevli”lerin giderek politik güç
kazanmaları ve tayinleri, vs. yönlendirilmeleri
hiç rastlantı değildir. Yani, savaşların hemen
ardından yapılan tecavüzler ve kadın kaçırmaları
bu anlamda aslında işin yalnızca bir bölümüdür.
İşgalden sonra da bu ülkelerin kadınlarının imparatorluk
saraylarına köle olarak gönderilmesi işlemi devam
eder; özellikle Osmanlı’da bu çok açıktır. Ve
tabii saraya kadar gelebilmek bile bir talih sayılır;
çünkü geriye kalan binlerce savaş ganimeti kadın
doğrudan köle pazarlarını boylamaktadır.
Tecavüz ve fuhuşa zorlamanın savaşla olan doğrudan
ilişkisi, bugün de aynen geçerliliğini korumaktadır;
hatta daha da iğrenç bir noktaya ulaşmıştır. Erkek
egemen ideoloji ile militarizm iç içe geçerek
birlikte yürümekte ve kadın her koşulda kurban
olarak seçilmektedir. Doğrudan tecavüz ve işgalci
ordunun işgal altındaki ülke kadınlarını kendi
ihtiyaçlarına alet etmesi, artık tek bir süreç
haline gelmiştir. Geçen yüzyıl boyunca ve bu yeni
yüzyılın başında, tek bir emperyalist işgal yoktur
ki, tecavüz ve fuhuşun yaygınlaşmasıyla birlikte
anılmasın. Örneğin, bütün ruhlarıyla Yahudi düşmanı
olan SS subaylarının hemen hepsinin Yahudi kadınlara
tecavüz ettikleri ve bazılarını sürekli seks kölesi
olarak kullandıkları bilinmeyen şey değildir.
Japonların II. Dünya Savaşı boyunca Çin ve Kore’de
yüzbinlerce kadını zorla seks kölesi haline getirdikleri
belgelenmiş bir savaş suçu olarak tarihte yerini
almıştır. Tecavüzün bir ABD stratejisi olarak
uygulandığı Kore’den sonra gelen Vietnam ise tarihin
en korkunç örneklerinden biridir. Vietnam’da binlerce
kadına tecavüz eden ABD askerleri, bir dönem Saygon’u
neredeyse açık genelev haline getirmiş ve oradan
da bütün Uzakdoğu’ya yayılan bir fuhuş dalgası
yaratmışlardır. Bugün Tayland, Laos, Filipinler
gibi ülkelerdeki fuhuş piyasası tamamen ABD ordusunun
eseridir.
1991’lerde Somali’den göç etmek zorunda kalan
yüz binlerce insan Kenya’daki mülteci kamplarına
yerleştirildiğinde aynı tablo tekrarlanmıştır.
Kampta bulunan NATO askerlerinin kadınlara tecavüzleri
raporlara da geçmiş, hatta bu kamplarda tecavüze
uğrayanlar arasında dört yaşındaki kızların bulunduğu
resmen tespit edilmiştir. Aynı şekilde ikiyüz
elli bin Ruandalı kadın da 94-95 yılları boyunca
en barbar yöntemlerle tecavüze uğramıştır. Öyle
ki, bütün bunların sonucunda doktorlar “vajinal
tahribat”ı da savaş suçlarına bir madde olarak
ekleme önerisinde bulunmuşlardır.
Balkanlar ise tam bir trajedidir. Önce milliyetçi
çatışmaları körükleyen emperyalistler daha sonra
NATO öncülüğünde Yugoslavya’ya saldırmışlar, Bosna-Hersek,
Kosova ve Makedonya “koruma” bahanesiyle işgal
edilmiştir. İç savaş sırasında özellikle Bosna’nın
manzarası tam bir felakettir. Savaş boyunca yaklaşık
yirmi bin kadın tecavüze uğramıştır.
Ancak “kurtarıcılar”ın yarattığı tablo da bundan
farklı olmamıştır. NATO askerlerinin üssü haline
getirilen Bosna ve Kosova işgalden sonra fuhuşun
merkezi olarak anılmaya başlanmış, bunun yanı
sıra Ukrayna ve Moldavya gibi yerlerden çocuk
yaştaki kızlar kaçırılarak Bosna ve Kosova’da
pazarlanmıştır. Fuhuş mafyasıyla ortak hareket
eden NATO askerleri fuhuşu sadece teşvik etmekle,
zeminini olgunlaştırmakla kalmamış, bizzat işin
organizasyonuna da katılmışlardır.
Irak’ta olanları ve Ebu Garib cezaevindeki tecavüzleri
ise artık saymak bile gerekmiyor.
Öte yandan başka ülkelerdeki örnekleri incelerken
zaman zaman gözden kaçırdığımız bir olgu ise,
yanı başımızda, İncirlik’te yaşananlardır. ABD
üssünün kurulduğu günden beri Adana’nın İncirlik
kasabasının sosyal hayatı çürümeye başlamış, Amerikan
askerlerinin eğlence ihtiyacı için kasabada pavyon
ve barlar yoğunlaşmış, resmi ve gayrı-resmi fuhuş
doruğa varmıştır. Sonuçta, bir zamanlar 6. Filo
gelecek diye İstanbul genelevinin duvarlarını
boyatanlar, koca bir kasabayı ve aslında ülkenin
onurunu kirletmişlerdir.
Ve bu aslında çok şaşırtıcı da değildir; çünkü
emperyalist ordular ve yeni-sömürgelerin kukla
orduları açısından fuhuş ve pornografi, onların
askeri varlıklarının ayrılmaz parçalarıdır. Nüfusun
genç ve ağırlıkla bekar olan kesimini silah altında
tutan orduların mantığı içersinde her zaman kışla
ile genelev birbirine yakın durur. Resmen yasaklanmış
olan hallerde de işin içine pornografi ve gayrı-resmi
fuhuş biçimleri girer ve mantık değişmez. Türkiye’deki
askeri eğitimde söylenen “sarışın esmer fark etmez
komandolar affetmez” sloganı şüphesiz rastlantı
değildir. Askeri eğitimde toplumsal cinsiyete
dair kavramları kullanmak erkekleri hem kendi
kültüründeki kadınlara karşı hem de öteki kültürün
kadınlarına karşı saldırgan davranmayı motive
eder. Çünkü porno ve fuhuş askerlerin gayri resmi
bir şekilde onaylanmış eğlence biçimidir. Örneğin
ABD ordu kantinlerinde porno filmlerden elde edilen
rant en az on milyon dolardır ve işgale gittikleri
her ülkeye bu şebeke de transfer edilir.
Kapitalistler Neden Yakınıyorlar?
Sonuç olarak fuhuş, her ne kadar binlerce yıllık
bir olgu olsa da, bugün varılan nokta hem Türkiye
hem de dünya açısından son derece vahimdir. Yani
sorun, olgunun ilkçağlara dek uzanan kökleri olduğu
gerekçesiyle, “hep vardı ve hep var olacak” gibi
sözlerle geçiştirilemez. Zaman zaman feminist
söylemde rastlanılan “seks işçiliği” gibi kısmen
meşrulaştırıcı kavramlarla da konuya yaklaşılamaz.
Çünkü burada söz konusu olan şey, ekonominin herhangi
bir sektöründeki emek-sermaye ilişkisi değildir.
Düpedüz insan onuruyla ilgili bir olguyla karşı
karşıyayız; kadın bedeninin ve ruhunun satılmasını
normal bir kapitalist ilişki gibi göremeyiz. Daha
da önemlisi, fuhuşun yapısında her zaman asli
unsur olarak var olan şiddeti ve kölelik ilişkisini
görmezlikten gelemeyiz.
Burada tuhaf olan şey, yeni-sömürge kapitalizminin
patron örgütlenmelerinin durup durup ikide birde
“toplumun sosyal sorunları” üzerine yakınıcı raporlar
ve açıklamalar yayınlamalarıdır. Yeni-sömürge
düzeninin uzun yıllardır kaymağını yemekle kalmayıp
80’lerden bu yana da neoliberal “serbest piyasa”
politikalarının bayraktarlığını yapanlar, bütün
diğer metalar gibi kadınların da satılmasına niye
tepki gösteriyorlar? İnsanları kendi bedenlerini
satışa çıkaracak kadar yoksul ve çaresiz kılanlar,
bunun sonuçlarından nasıl yakınabilirler? Ayrıca,
“her şey alınıp satılabilir” kuralı kapitalizmin
temel kuralı değil mi? Örneğin reel sosyalizmin
yıkıldığı günlerde zil takıp oynayanlar, bu harabeden
en vahşi cinsinden mafyatik bir kapitalizmin doğacağını
ve bunun da özellikle fuhuş alanını patlatacağını
bilmiyorlar mıydı?
Yeniden, ama bu kez daha trajik bir biçimde Komünist
Manifesto’daki “kadınların ortaklığı”yla ilgili
ünlü bölüme geliyoruz. Komünistlere “kadınların
ortaklığı” çamurunu bulaştırmaya çalışanlar, kadının
en aşağılık sömürülmesi olan fuhuşu yüzlerce kez
katlayarak artırıyorlar ve kocaman bir “sektör”
haline getiriyorlar. Asıl dertleri de insan onuru
değildir zaten. Raporun ayrıntıları iyi okunduğunda
görülecektir ki, asıl dertleri, “gereğinden fazla
serbest”, hatta kontrol-dışı olan bu “piyasa”nın
çok büyük miktarlarda sıcak parayı elinde döndürmesi
ve bu yolla aklanan paranın sistem kanallarına
gereğince dahil edilememesidir. Ama aslında bu
konuda da samimiyetsizdirler. Yani, örneğin yepyeni
bir düzenlemeyle, bütün kentlerde olağanüstü büyük
alanlar üzerinde olağanüstü büyüklükte genelevler
açılsa ve bütün fuhuş işlemi tamamen bu alanlarda
yapılsa, pek namuslu kapitalistlerimiz bundan
da hoşnut olmayacaklardır. Çünkü, onların ve artık
herkesin bildiği gerçek, bugünkü karmaşık fuhuş
alanının, uyuşturucu piyasasıyla birlikte büyük
miktarlarda parayı açığa çıkardığı ve bu paranın
da ekonominin “gizli eli” olduğudur. Bu para ortalıkta
dolanmakta ve bizzat raporu açıklayan oda başkanı
da dahil olmak üzere bütün kapitalist-tüccarların
işletmelerinin hayatiyetini sağlamaktadır.
Dolayısıyla, özellikle patronların “ahlakçılık”
taslaması, son derece “ahlaksız” bir durumdur.
Kapitalizm, özellikle de yeni-sömürge Türkiye’nin
bugünkü kapitalist işleyişi, fuhuş ve uyuşturucu
alanını gitgide büyütmektedir ve büyütmeye de
devam edecektir. Ve artık birçok başka alanda
olduğu gibi bu alanda da kesin çözüm, yalnızca
sosyalizmle birlikte gelecektir. Üstelik, bu çözüm,
yalnızca yoksulluğun ortadan kaldırılması ve insanların
ekonomik durumlarının iyileştirilmesiyle ilgili
bir şey olmayacaktır. Toplumsal bir devrim, insanlara,
kuşkusuz bugün fuhuş dünyasının içinde yaşayan
kadınlara da onurlu kimliklerini yeniden kazandıracak,
insanın kendi bedenine ve ruhuna bakışını kökten
değiştirecektir. Devrimler tarihi, düzen tarafından
fuhuşa zorlanmış yüzlerce kadının mücadele saflarında
yerini aldığına pek çok kez tanık olmuştur ve
olmaya da devam edecektir.
|