Mayıs ayının ilk günlerinde gazetelerin göze
batmayan köşelerinde kısa, ancak anlamı oldukça
büyük ve önemli bir haber vardı. Apoletli bir
haydutun, katliamcı bir caninin ismi TC ordusunun
Van’ın Özalp ilçesindeki jandarma sınır taburu
kışlasına verilmişti. Kışlalara generallerin isimlerinin
verilmesi haber olur mu? Olursa ve bu general
onlarca Kürt köylüsünü Van’ın Özalp ilçesinde
sınırda kurşuna dizdirerek katliam yapmış ve önce
idama sonra indirimle yirmi yıl hapse çarptırılmış
bir general ise bu olağan bir durum mudur ve böyle
basitçe küçük bir haber olarak ele alınabilir
mi, yoksa TC’nin siyasal iradesinin çekirdeği
olan ordunun Kürt halkına bakışının, insan yaşamına
verdiği değerin en net ifadesi midir?
Mustafa Muğlalı’dan bahsediyoruz; TC ordusunun
generali, Kürt düşmanı bir faşist, katliamcılığı
TC mahkemeleri tarafından bile kabul edilmek zorunda
kalınmış bir cani, bir halk düşmanı... 33 kurşundan
sözediyoruz; içlerinde çocuklarında bulunduğu
yoksul 33 Kürt köylüsünden; yargılanmadan, soruşturulmadan,
salt Kürt köylülerine gözdağı vermek için Ankara’da
Genelkurmay tarafından görevlendirilen generalin,
subayların emriyle kurşuna dizilen 33 candan (32’si
can verdi) sözediyoruz. Ahmed Arif’in tarihe,
belleklerimize kazıdığı 33 kurşun destanından
sözediyoruz.
33 Kurşun; Katliamcı Geleneğe Bir Halka Daha
Peki neydi 33 Kurşun olayı?
30 Temmuz 1943 günü akşamüstü, Van’ın Özalp ilçesinde
33 Kürt köylüsü, gözaltında tutuldukları sınır
karakolundan alındılar ve içlerinden 32’si kırsal
bölgede kurşuna dizilerek öldürüldü. Katliamdan
kurtulan tek kişi, bir taşın arkasına gizlenmiş
ve cinayetleri başından sonuna kadar izlemişti.
Aslında köylüler olaydan birkaç gün önce gözaltına
alınmışlardır ve suçları sınırı izinsiz geçerek
hayvan ticareti yapmaktır. Daha sonradan TBMM
Soruşturma Komisyonu’nun saptadığına göre aslında
kaçakçılıktan hisse alan bir devlet çetesi başından
beri vardır. “Anlaşıldığına göre” deniliyor raporda,
“İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorumluluğu
olmayan çeteler kurmak fikri şu üç kişinin kafasından
çıkmış bulunmaktadır: Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel,
Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar
ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter.
Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde
çeteyi kullanmakta ve İran hudutları içerisine
sokarak hayvan talan ettirmektedirler.”
Bu talan operasyonlarından birinde askerler İran
sınırından içeri girip Mehmedi Mısto isimli aşiret
reisinin hayvanlarını gaspettiklerinde, Mısto,
önce güzellikle hayvanlarını geri ister. Aldığı
yanıt: “Gelir karını da alırız” olur. Bu kez harekete
geçen Mısto, sınırdan içeri girer ve hayvanlarını
geri alır. Böylece aslında o gün katliam kararı
alınmıştır bile. Önce olay, “Rus askerleri sınırı
geçti” diye sağa sola abartılarak bildirilir.
Sonra operasyon başlar ve Mısto ile birlikte 40
köylü gözaltına alınır. Ancak Özalp Sulh Mahkemesi
sanıkları suçlu bulmaz ve serbest bırakır. Ancak
iş bu kadarla kalmaz, artık olaya 3. Ordu Müfettişi
Mustafa Muğlalı da karışmıştır. Muğlalı, 24 Temmuz
günü Van’a ulaşır ve daha orada generallerle yaptıkları
toplantıda bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp
öldürülmeleri kararı alınır. 25 Temmuz’da biri
kadın, biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasından
izinli gelmiş muvazzaf çavuş ve biri de hava değişimli
er olmak üzere 33 kişi yakalanıp Özalp polis karakoluna
konulur.
Bu arada, İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan,
bu kadar açık bir cinayet kararından biraz rahatsız
olur ve Muğlalı ile görüşmek ister. Ancak general,
bu talepleri reddeder. Daha doğrusu yine komisyon
raporuna göre, Muğlalı, ‘’Memleketin çıkarı için
babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın,
onu kırbaçlarım’’ gibi bir yanıt verir.
Özalp’te yanındakileri dairede bırakıp tutukluları
görmeye giden Avni Doğan’dan gözaltındaki köylüler
yardım istediklerinde, Şükrü Tüter, “Efendim,
bunlar casusturlar, ordunun konuşunu düşmana bildiriyorlar,
Harp Divanına verileceklerdir’’ diye müdahale
eder. Bu cevap karşısında müfettiş işin büyüdüğünü
anlar ve geri çekilir.
Artık karar kesindir. Ertesi gün, Muğlalı Özalp’tan
ayrılır ve geride bir yazılı emir bırakır. Emir
aynen şöyledir:
“Van Mıntıka Komutanlığına
1. Özalp mıntıkasındaki teftişlerimde Özalp hudut
mıntıkasını çok iyi tanıyan ve sık sık memleketimiz
içlerinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında
çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan ilişik
listede isimleri yazılı kişilerin çeşitli gruplar
halinde, subay ve erlerin beraberliğinde hudut
mıntıkasına götürülerek kendilerinden esaslı bilgi
alınmasını ve İran hududunun gizli ve çapulcuların
görünmeden gelmesine elverişli yol ve patikaların
öğrenilmesini çok faydalı buluyorum. 2. Bu adamların
her ne kadar görevi yerine getireceklerine söz
vermelerine rağmen sözlerinden dönmeleri ve fırsat
bulurlarsa kaçmaları her an olanaklı bulunduğundan
müfrezelerin çok uyanık bulunmaları gereğinin
müfreze komutanlığına bildirilmesini, şayet bu
hale cüret edenler ve erlerin silahlarını almak
amacıyla üzerlerine saldıranlar bulunduğu taktirde
derhal silah kullanılmasının hiçbir zaman unutulmamasını
önemle rica ederim.”
Bu, kesin bir öldürme emridir. Gerçekten de 33
Kürt köylüsü karakoldan alınıp Çilli Gediği denilen
bölgeye getirildiklerinde karar uygulanır ve biri
dışında tümü kurşuna dizilir. Daha sonra da kaçarken
vuruldukları yolunda tutanak düzenlenir.
Orgeneral Mustafa Muğlalı ise Genelkurmay Başkanlığı’na
raporunu şöyle yazmaktadır:
“Özalp mıntıkasındaki teftişimde, Özalp mıntıkasını
çok iyi tanıyan ve İran topraklarında akrabaları
olup sık sık memleketimiz içinde çapulculuk yapan
aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları
anlaşılan kişilerin çeşitli gruplar halinde hudut
mıntıkasına götürülerek esaslı bilgi alınması
ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden
hududumuza girmelerine elverişli yolların öğrenilmesini
ve bu mıntıkada öteden beri meydana gelen çapulculuk
olaylarının önlenmesi bakımından çok faydalı buldum.
Emir üzerine subay komutasında çeşitli gruplar
halinde hudut mıntıkasına sevkedilen 32 kişi Çilli
Gediği mıntıkasına götürülmekteyken hududumuz
dışında gruplar üzerine ani olarak açılan ateşle
beraber bir kısmı korunmalarına memur edilen süvarilerin
hayvanlarını almaya ve diğer bir kısmı da hududu
geçerek kaçmaya teşebbüs etmişlerse de derhal
silah kullanmak zorunda olan muhafızlarla, hududun
dışından açılan ateş arasında kalan ve kısmen
hududun dışına çıkmayı başaran kişilerin çarpışma
sonucunda firarlarına meydan verilmeden tamamen
imha edildiklerinin tahmin edildiği; çarpışma
gruplarının birine komuta eden subayın elinden
yaralandığını ve grupların görevlerini çok iyi
bir surette yaptıklarını Van Mıntıka Komutanlığı’nın
bilgilerine atfen arz ederim.”
Oysa, TBMM Komisyonunun raporunda olay şöyle özetlenir:
“30 Temmuz 1943 Cuma günü sabahleyin nezarette
bulunan 30 sivil ve iki asker dışarı çıkarılmış
elleri arkalarına ve kişiler birbirlerine iplerle
bağlanmak suretiyle adı geçen iki teğmenin komutasındaki
takımın önüne; katılarak Çilli Gediği yönünde
sevkedilmişlerdir. Bu sırada zaten öldürüleceklerini
bilen elleri bağlanan mağdurların yalvarıp yakarmaları,
feryadı figanları çok yürekler acısı bir sahnedir.
Kafile Çilli Gediğine geldiğinde ikiye ayrılmış,
işaret mangasının havaya ateş etmesi üzerine,
iki teğmen emirlerindeki mangalara ateş emrini
vermişler erler piyade tüfekleri ve hafif makinalı
tüfeklerle 32 masum vatandaşı yaylım ateşi altına
alarak katletmişlerdir. Bundan sonra yine Şükrü
Tüter’in evvelce verdiği sözlü emir gereğince
mağdurların üzerleri aranıp para ve saatleri gaspedilip
kişilere dağıtılmıştır.”
Daha sonradan; o süreçte ordunun oligarşi içindeki
yeri ve konumunun, bugünkü düzeyinden oldukça
uzakta olmasının da etkisiyle, biraz da Demokrat
Parti’nin popülist politikaları sonucu başlatılan
yargılamalarda, 1950’lerin başında Muğlalı idam
cezasına çarptırıldı ve bu ceza 20 yıl hapse çevrildi.
1951 yılında cezası infaz edilirken kalp krizi
geçiren general Muğlalı cezaevinde öldü. Böylece
sömürgeciliğin tarihindeki en kanlı olaylardan
birinin üstü de kapanmış oldu.
M. Muğlalı Oligarşinin Defolu Demokrasi Oyununun
ve
Kürtlere Bakışının Özetidir
Katliamcı generalin isminin katliam yaptığı yerdeki
askeri kışlaya verilmesi nasıl yorumlanabilir?
Aslında Ermeni tehcirinin ve katliamının baş aktörleri
ve Hitler’in feyz aldığını söylediği, yüzbinlerce
Anadolu gencinin sömürgeci savaşlarda yokolup
gitmesine imza atmış İttihatçı Talat Paşa’ların,
Enver ve Cemal Paşa’ların isimlerini caddelere,
sokaklara verenlerin, M. Muğlalı’nın ismini kışlaya
vermesi çok da garip bir durum değil.
Ancak, M. Muğlalı yine de daha özel bir yerde
duruyor. Sözkonusu olan herhangi bir generale
ilişkin herhangi bir iddia değildir. TC mahkemeleri
tarafından katliamcı olduğu kabul edilmiş ve ceza
verilmek zorunda kalınmış bir cani sözkonusudur.
Böyle bir caninin ismi askeri kışlaya verilmesi,
üstelikte katliamı gerçekleştirdiği yerdeki bir
kışlaya verilmesi çok açık ve net bir mesaj içermektedir.(1)
Bu bir meydan okumadır; TC ordusu, bu durum karşısında
sessiz kalan, en ufak bir menmuniyetsizlik belirtisi
göstermeyen siyasetçiler, gazeteciler vb. kısacası
tüm oligarşi cephesi açık biçimde canileri, katliamcıları
bağırlarına bastıklarını, katliamcıları ve katliamcılarda
cisimleşen politika tarzını asla dışlamadıklarını,
tersine kendi öz parçaları, öz siyaset tarzları
olduğunu apaçık ilan ediyorlar.(2) Kendi yasalarınca
mahkum edilmiş katliamcı canilere bu denli açıktan
sahipleniş ilk kez gerçekleşmektedir.(3) Çok açık,
çok simgesel ve oldukça siyasal bir mesaj var
orta yerde. Kürtlere ve demokratikleşiyoruz diyen
alıklara açık biçimde M. Muğlalı ve 33 kurşun
yanı başınızda deniyor. Hiç kimse atılan kof ve
defolu demokratikleşme oyununda fazla heveslenmesin,
sevinmesin, herkes durması gereken yeri bilsin
deniyor. “Sınır çizgileri” sadece Van’ın Özalp’inde
değil, tüm coğrafyamızda M. Muğlalı ile net biçimde
çiziliyor. Kürtler ve demokratik haklar karşısında
hangi kökten gelindiği ve neye bağlı olunduğu,
Avrupa Birliği yoluyla demokrasi bekleyen zavallı
burjuva liberallere, reformist liberal solculara
ve daha da ötesi toplumun tümüne açık biçimde
gösteriliyor. Generaller kimin izinde yürüdüklerini
açıkça ortaya koyuyorlar. Onlar katliamcı cani
M. Muğlalı ile gurur duyuyor. TC ordusu katliamcılarına
“şan ve şeref” veriyor. Elbette bu yakışıyor onlara.
M. Muğlalı’dan 12 Mart ve 12 Eylül paşalarına,
onlardan Veli Küçük’lere akan bir katliam geleneği,
M. Muğlalı Kışlası ile kendisini hiç sakınmasız
ortaya koyuyor. Bir yanda AB paketleri, diğer
yanda kendi yasalarına, mahkeme kararlarına karşın
yüceltilen M. Muğlalı; isteyene havuç (üstelik
gerçek havuçda değil, plastik süs havuç), razı
olmayana sopa (hemde en caniyene, en keyfi türden
sopa)... TC oligarşisinin Kürt ulusal sorununa
ve burjuva demokratikleşmesine bakışının özeti
budur. Niyetler ve yapılanlar en yalın ve en anlaşılır
biçimde ortaya konmaktadır.
Devrimci sosyalistler bu gerçekliği açık biçimde
görüyor. Faşizmin 1980’ler sonrasında gizli ve
açık görünümlerinin içiçe birbirine eklemlenerek
uygulanmaya çalışılmasının, diğer adlandırmayla
düşük yoğunluklu demokrasi ve çatışma konsepti
içinde yeniden biçimlendirilişinin günümüzde vardığı
son simgesel noktadır M. Muğlalı kışlası.. Kendini
değişen koşullara uygun olarak yenileyen faşizmin
ortaya saçtığı fotograf kareleridir yaşadıklarımız.
Bir yanda en ufak hak arama gösterisine en barbarca
saldırılar ve işkenceler, Kürtlerin hiçbir demokratik
taleplerinin kabul edilmemesi, tüm katliamcıların
ellerini kollarını sallayarak dolaşması, bir dönemin
canilerinin temize çıkarılması, M. Muğlalıların,
Veli Küçüklerin “onur”landırılması var... Diğer
yanda ise AB paketleri, sahte demokratikleşme
söylemleri ve bunların demokratikleşme olarak
gösterilmeye çalışılması...
Adalet ve Özgürlük Devrimle Gelecek
M. Muğlalı sopasını sallayanların ABD desteğiyle
ve AB paketleriyle demokrasi getireceğini sananlar
Irak’ta Ebu Garib’de yaşananlara iyi bakmalıdırlar.
Irak’ta da M. Muğlalı’nın İngiliz ve ABD’li fotokopileri
işbaşında... Ya da Afganistan’a bakın; orada ABD’lisi,
AB’lisi tümü birden her gün vahşet tabloları yaratıyorlar.
Sömürge ve yeni-sömürgeler dünyasında yaşıyoruz.
Bizim gibi coğrafyalarda M. Muğlalıların sopası,
yada demokratikleşme safsatalarının ömrü asla
uzun olamaz. M. Muğlalı canisinin kendisi ne kadar
Kürtlerin haklı taleplerini engelleyebildi ki,
onun katliamcı adından ne umar bekliyorlar?
Çok açık ve kesin biçimde diyebiliriz; Kürtler
kendi ulusal demokratik talepleri temelinde ve
devrimci sosyalist güçleriyle yeniden gündemleşeceklerdir.
Ulusal demokratik kurtuluş ve sosyalizm talebinin
yeniden büyük atılımlarla yükseleceği kesindir.
Kürtlerin sahip olduğu büyük devrimci potansiyel
ne M. Muğlalıların sopası ile ne de umutlarını
AB’ye bağlamış Demokratik Cumhuriyet hayalleri
içinde boğulamayacaktır. Hiç kuşkusuz M. Muğlalı
sopası sadece Kürtlere değil, bu coğrafyanın haklarını
arayan tüm emekçi insanlarına sallanmaktadır.
Edirne’de “İş istiyoruz” diye bağıran iki gence
“al sana iş” diyerek sopalarla saldıran polislerin
akibetini hiç düşündünüz mü? Elbette ceza almalarını
beklemiyorsunuz, muhtemelen terfi alacaklar. Çünkü
M. Muğlalı ruhu sistemin bekçilerinin tümünde
en diri yanı oluşturur.
Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Boşnakların,
Gürcülerin, Lazların, Arnavutların, Çerkezlerin,
Rumların, Yahudilerin, Romanların, Ermenilerin,
Süryanilerin; coğrafyamızın tüm emekçi insanlarının
talepleri çok açık; insanca bir yaşam için gerekli
ekonomik koşullar, tüm ulusların tam hak eşitliği
temelinde kardeşçe yaşayabilmelerinin koşullarının
yaratılması, tüm demokratik hak ve özgürlüklerin
eksiksiz varolması, emperyalist güçlerle tüm bağımlılık
ilişkilerinin sona erdirilmesi, başta ABD emperyalizmi
olmak üzere tüm emperyalistlerin ve siyonistlerin
bölgemizden defolup gitmesi, tüm hortumcuların,
tekelcilerin cezalandırılması, halka zulüm uygulayan
tüm unsurların tasfiyesi...
Bu talepler haklı ve meşrudur. Bu talepler insanca
yaşam, eşitlik, özgürlük, dayanışma ve adalet
talepleridir. Bu talepler karşılığını ancak devrimle
bulabilir. Bu talepler kesintisiz olarak sosyalizme
ilerleyen Demokratik Halk Devrimi talepleridir.
M. Muğlalı sopasını sallayanlar bu talepleri hiçbir
düzeyde sağlayamazlar. Bu taleplerin temsilcisi
Devrimci Sosyalizmdir. Emekçi halklarımız devrimci
sosyalizm bayrağı altında devrim için devrimci
savaşla M. Muğlalı’nın tüm silik kopyalarından
hesap soracaktır. Adalet, özgürlük ve insanca
yaşam idealleri devrim ve devrimci savaşla er
ya da geç ama mutlaka zafere ulaşacaktır.
DİPNOTLAR
(1) M. Muğlalı öylesine değerli ki, ismi kışlaya
verilmekle kalınmıyor. Harp Akademileri binasının
bahçesinde kaç tane generalin büstü dikilmiş bilinmez..
Herhalde tümünün değil. Fakat gidin M. Muğlalı’nın
birkaç yıl önce dikilmiş büstü var. Bu zatın tek
özelliği ise tescilli katliamcı olması, yoksul
Kürt köylülerini katletmesi..
(2) Şehit düşmüş devrimcilere ilişkin yazılan
anma yazılarına suç fiilini övmekten alelacele
dava açan savcıların M. Muğlalı gibi bir caninin
ismini kışlaya veren G. Kurmay hakkında ne yaptığını
elbette ki sormaya gerek yok; HİÇBİR ŞEY. Çünkü
onlarda mekanizmanın bir parçası...
(3) M. Muğlalı canisinin TC ordusu tarafından
yeniden sahiplenilişi süreci aslında daha gerilere
uzanıyor. Kürt ulusal hareketinin yükselişe geçtiği
1980’li yılların sonlarına doğru 1987’de Genelkurmay
başkanlığı M. Muğlalı’nın itibarını iade ediyor
ve 1988’de mezarını Edirnekapı’daki şehitlikten
Ankara’daki Devlet Kabristanı’na naklediyor. 1997’de
ise M. Muğlalı’nın büstü Harp Akademilerine dikiliyor.
Katilamcı cani M. Muğlalı’nın PKK’nin yükseliş
döneminde yeniden hatırlanması ve itibarlı adam
olması anlamlıdır. M. Muğlalı’ya niçin itibarı
iade edilir? Elbette ki yeni M. Muğlalı’lar yaratmak,
yeni katliamcı adaylarına önünüz açık demek için...
Nihayetinde M. Muğlalı’nın yolundan yürüyen yeni
katliamcı geldi; Susurluk lağımları patladı...
OTUZÜÇ KURŞUN
1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...
2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
Şimdi, böyle çaresiz ve
bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yuceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile
faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Şimdi, böyle çaresiz ve
bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile
faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle
yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...
Kirveyiz, kardeşiz, kanla
bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
Kirvem hallarımı aynı böyle
yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş
daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle
yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
Ahmet Arif
|
|