Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Haziran ayı, Parti tarihimizde önemli bir yer tutar; Haziran, 6 Haziran ve şehitlerimizle özdeşleşir, öfkemizin, geleceğe yürümemizin, onurlu bir mirasın korunup büyütülmesinin adı olur. 1 Haziran 1971; ilk önder kurucu yoldaşımız Hüseyin Cevahir’in Maltepe’de ölümsüzleşmesidir. 6 Haziran 1981; Mahir ve Hüseyin Cevahir’in yolunda yürüyen önder yoldaşlarımız Atilla Ermutlu, Tamer Arda, Doğan Özzümrüt, Ercan Yurtbilir’in ölümsüzleşmesini ifade eder. 25 Haziran 1981; anti-emperyalist bir eylemde şehit düşen Hakkı Kolgu’nun yoldaşları, yoldaşlarımız Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner’in idam sehpasında devrim ve sosyalizmin sesi olmasıdır. Hepsi bu değil, Nurhak dağlarında şehit düşen Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan’dan Mithat Koçulu ve Gürkan Özdemir’e uzanan bir tarihin, şehitlerimizin somutunda cisimleşmesidir. Bundan dolayı Haziran, şehitlerimizi, tarihimizi, bugün üzerinden anlama ve geleceğe yürüme mücadelemizde önemli zaman dilimini simgelemektedir.

Kızıldere Yol Ayrımıdır
TDH açısından, 71 silahlı mücadelesi bir yol ayrımını, devrim ve sosyalizm mücadelesinde, bu mücadele için ilklerin tohum olup büyütülmesini ifade eder. 1965-70 döneminde, anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimci kitle hareketi içinde yer alan, bu tarihsel dönemin ürünleri olan ilk öncülerimiz, Mahir-Ulaş-Hüseyin, TİP ve MDD süreçlerini yaşayarak, devrimci sosyalizmi maddi örgütsel forma kavuşturmuşlardır. Bu dönemde, sosyalizm dünyanın/yeryüzünün üçte birinde zafer kazanmış; Asya-Afrika-Latin Amerika’da ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri dev boyutlara ulaşmıştır. Ayrıca, emperyalist kapitalist sistem, kriz içinde, proletarya ve halkların mücadelesine, sosyalizme karşı ABD öncülüğünde entegrasyonu yaşamaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemde yaşanan kriz, yeni-sömürge ülkelere daha şiddetli yansımakta, sosyalizm ve ulusal kurtuluş savaşlarının etkisi ile, bu ülkelerde devrimci durum ortaya çıkmaktadır. Artık, reformist, parlamentarist hayallerin çözüm üretemediği, işçi-köylü-gençlik kitle mücadelesinin düzen sınırlarını zorladığı bir dönem söz konusudur. İşte aynı zamanda, uluslararası sosyalist harekette, yeni proleter yönelimlerin ortaya çıktığı bu dönemde, ilk öncülerimiz, Mahir Çayan yoldaşın önderliğinde, KESİNTİSİZ DEVRİM 1-2-3 broşüründe devrimci sosyalizmin ideolojik-siyasal çerçevesini oluştururken, THKP/C’yi örgütsel açıdan inşa etmişlerdir. Maltepe’den Kızıldere’ye uzanan kısa ve onurlu mücadele, bu dönemi en iyi karakterize eder. Kızıldere salt bir “direniş” değil, bu dönemde ortaya çıkan devrimci sosyalizmin savaş manifestosudur. Partimiz ve 71 silahlı mücadelesi; resmi sosyalizmden, parlamenter revizyonist anlayış ve gelenekten, Kemalist cuntacı hayallerden, kendi dışındaki güçlere bel bağlamadan kesin devrimci kopuşu, M-L teori ve pratiğin somutlaşmasını ifade ediyor. Bu anlamda, 71 silahlı mücadelesi ve partimizin yaratılması tarihi, bir “kopuşu” ve “yeniden kurmayı” içeriyor; bir “yol ayrımı”nı, artık, devrim ve sosyalizmin bu “yol”dan yürüneceğini gösteriyor.
Kızıldere; parti tarihimizde “askeri yenilgi” olarak yerini aldı. Kızıldere’de parti önderliği ve yapısı fiziki olarak tasfiye oldu. Teslim olmama geleneğini, devrimci dayanışma ve birlikte mücadeleyi miras olarak TDH’ne bırakan Kızıldere; 73’ten sonra yeniden yükselen devrimci mücadelenin en önemli moral ve siyasal gücü oldu, binlerce P-C’liye yol gösterdi...

Haziran Şehitleri Kavgayı Büyütüyor
Fehmi Gökçek, Nurettin Gürateş, Atilla Ermutlu, Tamer Arda ve birçok şehitlerimiz, Kızıldere sonrası devrimci mücadelenin öncüleri oldular, bu dönemin yaratıcılarıdırlar. Kızıldere askeri yenilgisi, P-C’liler açısından; partinin merkezi yapısının ve dağınık P-C’lilerin birliğini oluşturmak görevini ortaya çıkardı. Bu süreç, bitmeyen “partileşme süreci”, “önce en geniş kitleleri örgütleyelim...” vb. ile, açık bir örgütlenme üzerinden değil, 74 sonrası oluşan toplumsal-sınıfsal mücadele zemininde, “temel mücadelenin örgütlenmesi, partinin örgütlenmesidir...” tezinden hareketle aşılacaktır. Yani, KESİNTİSİZ DEVRİM 1-2-3’ün oluşturduğu ideolojik-politik çerçeve ile, anti-emperyalist, anti-faşist mücadelede, “yukarıdan aşağı” örgütlenmeyi esas alan bir politik iradenin somutlaşması, bu temelde politikleşmiş askeri savaşın örgütlenmesi ve dağınık P-C’lilerin savaş içinde birliğinin sağlanması elzemdir. 74-75’te oluşan politik irade, tam da bu temelde somutlaşmış, Kızıldere’nin mirasını günümüze taşımıştır. Ve şehitlerimiz, bu tarihin, lekesiz temsilcileridir; dün ile bugün arasında kurulan birer köprüdürler. Bu dönemde, yani 74-80 döneminde, devrimci sosyalizm, bir yandan bu temelde önemli adımlar atıp onurlu bir mücadele tarihini yaratırken, aynı zamanda P-C’nin her türlü yozlaştırılmasına, sömürü ve istismarına, oportünist saldırılara karşı mücadele etmiştir. Ancak, bugünden söylenebilir ki, bu dönemde, yani 1974-80 döneminde “KESİNTİSİZ’leri sonuna kadar savunuyoruz..” noktasında bir savunma mekanizması oluşmuş ve ideolojik yenilenmede durağanlık yaşanmıştır. Devrimci sosyalizmin kimi açılımları bu tarihsel süreçte uç verse de (örneğin; Kemalizm konusu) bu noktada genel atmosferden etkilenmiştir.
12 Eylül; TDH’de bir döneme işaret ediyor, bu dönem aynı zamanda TDH açısından ikinci yenilginin adıdır. TDH’nin her ne kadar 1920’lerden bu yana kendine özgü bir tarihi olsa da, yukarda ifade ettiğimiz gibi, 71 silahlı mücadelesi TKP ve TİP’de somutlaşan tasfiyeci, reformist, Kemalizm’e soldan destek veren, burjuva demokrasisinin ufkunu aşamayan bir dönemi kapamış yeni bir dönemi başlatmıştır. 1974 sonrası 71 silahlı mücadelesinin kazanımları üzerinden sınıf mücadelesinin ve devrimci hareketin yeniden biçimlendiği, devrimci kitle hareketinin büyüdüğü bir süreçtir. Anti-faşist mücadelenin ön plana çıktığı bu dönemde halk hareketi Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmış, silahlı mücadele özellikle şehir gerilla mücadelesinin zengin deneylerini yaratmış, sürekli milli kriz ortamında kitlelerin düzene tepkileri büyümüş, düzene karşı devrimci kitle hareketi, düzenin sınırlarını aşındırmıştır. Artık oligarşi açısından “yönetememe”, kitleler açısından “eskisi gibi yönetilmek istememe” durumu söz konusudur. 12 Eylül açık faşizmi bu ortamda emperyalizm ve oligarşi tarafından örgütlendi.12 Eylül açık faşizmi, devrim ve sosyalizme yönelen halk hareketini tasfiye etmek, İran İslam Devrimiyle boşalan emperyalist nüfuz alanını doldurmak, içsel bir karakter gösteren emperyalist saldırı programına ve kapitalist restorasyona yeni bir yön vermek amacıyla iş başına geldi. “Balyoz Harekatı” olarak örgütlenen 12 Mart açık faşizmi ile kıyaslanınca, çok daha kapsamlıdır, kalıcıdır. Burjuvazinin mülkiyetini koruma ve yeni bir birikim-sömürü modelini örgütlemek için, tüm burjuvazinin desteğini arkasına alan 12 Eylül açık faşizmi, elbette, sadece tekelci burjuvaziye değil, aynı zamanda emperyalizme dayanıyor ve işçi-köylü-gençlik tüm halk hareketine ve öncü güçlere yöneliyordu. Ekonomik ve siyasal programı uygulamak için, açık zor eksenli, katı, barbar faşist saldırılar örgütlendi; binlerce devrimci tutuklandı, en vahşi işkencelere maruz bırakıldı, zindanlara atıldı. Sokakta, evde, dağda yüzlerce devrimci katledildi. Ve devrimci hareketi tasfiye etmek isteyen 12 Eylül açık faşizmi, bir “korku toplumu” yarattı. Bu restorasyon süreci, 1984 15 Ağustos sonrası bir darbe alsa ve Yukarı Mezopotamya’nın ulusal kurtuluş mücadelesinin kazanımları ile korku yenilse de özünde bugüne kadar uzanmaktadır. İşte, 6 Haziran’da öncü kurucu kadrolarımızın şehit düşmeleri, 25 Haziran’da yoldaşlarımızın idam edilmeleri, bu süreçte bir dönüm noktasını ifade ediyor. Kızıldere, devrimci sosyalizm için ne ise, 6 Haziran da pek çok özellikleri itibariyle odur.

12 Eylül: Bir Dönemin Başlangıcı
12 Eylül açık faşizminin barbar saldırıları, öncelikle devrimci hareketi tasfiyeye yönelmiştir. Ancak, böylesi bir fiziki tasfiye ile, kapitalist restorasyon programı kalıcı hale dönüştürülebilir, ekonomik-siyasal programının uygulanması koşulları doğabilirdi. Birçok kez ifade ettiğimiz üzere, 2. Paylaşım Savaşı sonrası, “Marshall ve Truman doktrini” ile ABD emperyalizmi öncülüğünde, kapitalist sistem yeniden örgütlenmiş, yeni-sömürgecilik ezilen halklar dünyasında emperyalist sömürünün yeni örgütlenme biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Bu sürecin ilerleyen aşamalarında kapitalist birikim süreci kaçınılmaz olarak kriz öğelerini biriktirmiş, 1970’lerde kriz patlamış, yeni-sömürge ülkelerde uygulanan “ithal ikameci” iç pazara yönelik kapitalistleşme süreci tıkanmış, daralan pazar sorunu emperyalist hegemonya mücadelesini hızlandırmıştır. Keynescil kalkınma modelleri, sosyalizmin de güçlü etkisi ile “sosyal devlet” uygulamaları, artık uluslararası tekellerin çıkarına değildir. Kriz, daha fazla sömürü ve kazanımların tasfiyesi ile aşılmak istenmektedir.. İşte, 1970’lerde uç veren neo-liberal ekonomik programlar, 1980’lerde en olgun haliyle ortaya çıkmıştır. Güney Kore ve Şili bir “model” veya “laboratuvar” olarak kullanılmış; Reagan ve Thacher ile iş başına gelen yeni-sağın öncülüğünde, neo-liberal saldırı programları tüm dünya çapında örgütlenmiştir. 12 Eylül açık faşizminin 24 Ocak 1980 kararları ile doğrudan ilişkisi vardır. “İthal ikameci” birikim modelinden “ihracata yönelik sanayileşme”ye geçiş bu dönemdedir. Uluslararası kapitalist iş bölümü doğrultusunda örgütlenen bu model, yeni-sömürgelerin borçlarını ödemesini sağlayacak tarzda ekonominin ihracata dönük olarak organize edilmesini, bunun için üretim sürecinin iç bütünlüğünün tümüyle ortadan kaldırılmasını, mali sermayenin öne çıkışını vb. öngörmektedir. Sanayi sermayesinden çok mali sermayeye dayanan, üretimi değil rantiyeyi ön plana çıkaran, spekülatif sermayeye dayanmaktadır. Özelleştirme ve “esnek üretim” bu programın önemli ayaklarıdır. Tamamen, IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kurumların denetiminde örgütlenen, uluslararası sermayenin çıkarlarını ön planda tutan, ihracatı borç ödemeye endeksleyen bu model, kapitalist ilişkilerin yeni-sömürgelerde yeniden örgütlenmesini ifade ediyor. 1990 sonrası çok daha netleşen bu program, bu dönemde ortaya çıkmıştır; ve yeni dönemin ekonomik yapısını ifade etmektedir.
İkinci olarak, 12 Eylül açık faşizmi ve sonrası, “Düşük Yoğunluklu Demokrasi-Düşük Yoğunluklu Savaş” konsepti içinde, devletin yeniden organize edilmesini ifade eder. 12 Eylül askeri faşizmi, “Türk-İslam sentezi”ne dayanarak, tekelci sermaye ve emperyalizme dayanan faşizmin, yeni koşullarda, yeni biçim almasıdır. 1982 Anayasası bu dönemde, bu devlet biçiminin hukuksal zeminini ifade etmektedir. Bu bir başlangıç olmakla birlikte, bu yönde devlet örgütlenmesi, özellikle 28 Şubat’ta yeni biçimler almıştır. Yani uluslararası yeni olgular ve sınıf mücadelesinin ulaştığı evreye bağlı olarak, artık “açık” ve “gizli” faşist yöntemler iç içe kurumsallaşmıştır. Açık zor ve şiddet tek yöntem değildir. ”Sosyal devlet”in budanması ile kitlesel tepkiler, kültürel ve ideolojik pasifikasyon araçları ile kontrol edilmektedir. 61 Anayasasında ifadesini bulan ve küçük burjuvazinin rolüne bağlı, oligarşi içi dengelere dayanan kimi demokratik kazanımlar, 1980 ve sonrasında tümden tasfiye olmuş, yeni-sömürgeci ilişki üzerinde yükselen faşizm, açık ve gizli faşizan yöntemlerin iç içe geçmesiyle kurumsallaşmıştır. Öte yandan, devletin görünüşte de olsa emperyalizm ve sermayeden bağımsız olma görüntüsü de çok kaba biçimde bir kenara itilmiştir. Artık emperyalist kurumlar çok açık biçimde devlet yönetimine müdahale edebilmektedir. Devrimcilere ve halka karşı saldırılar açık biçimde emperyalistlerle birlikte organize edilmektedir. Bugün F Tipi Cezaevi saldırısı tesadüf değil, emperyalizmle oligarşinin ortak saldırısının bir parçasıdır. Emperyalist ülkelerde hazırlanan F tipi planlarının coğrafyamızda uygulamalarını yaşamaktayız. Yeni dönemde, devletin yeniden örgütlenmesinde şiddetin önemli bir örneğidir. İşte bu sürecin tam da 12 Eylül açık faşizmine dayanması, o dönemin şiddet uygulamalarının ve pasifikasyon araçlarının bugün rafine edilmesi ne tesadüftür, ne de gelip geçici bir olgudur; faşizmin yeni koşullarda kurumsallaşmasıdır.
Elbette, üçüncü olarak, ekonomik alanda neo-liberal politikaların (24 Ocak kararları ve sonrası politikalar), siyasal alanda faşizmin kurumsallaşması, postmodern kültürel saldırılarla iç içe ortaya çıkmıştır. Evrensel kurtuluş projeleri yanlıştır, olamaz, devrim ve sosyalizm gibi evrensel kurtuluş iddiaları da yanlıştır söylemleri, yerel-bölgeci çözümler, alt kimliklerin ön plana çıkarılması, “İslam-Türkçülük-Liberalizm” söylemleri ile bireyciliğin, şovenizmin ve dinsel gericiliğin kutsanması, köşe dönmecilik, yabancılaşma, sevgisizlik, aldatma vb. son yirmi yılda egemen toplumsal kültürel atmosferi oluşturmuştur. Her şey metalaşmış, emeğin bölünmesine paralel birey parçalanmış, insana yabancı değerler toplumsal dokuya adeta yedirilmiştir.
1980’lerde ortaya çıkan bu olgular, yani neo-liberalizm, postmodernizm ve faşizmin yeniden örgütlenmesi, “reel sosyalizmin” çözülüşüyle, 90’lı yıllarda küresel emperyalist saldırıların devasa boyutlara ulaşmasına yol açmıştır. Artık bu dönem yeni bir süreçtir. Bu dönemde, yukarıda ifade ettiğimiz, kapitalist sistemde ortaya çıkan yeni olgular tek başına değil; 2. Paylaşım Savaşı sonrası ortaya çıkan dev dünya sosyalist bloğunun parçalanması ve çözülmesi; ulusal kurtuluş hareketlerindeki düşüş, vb. olgular da emperyalist-kapitalist sisteme “nefes” aldırmıştır ve hegemonya savaşına yeni boyutlar eklemiştir. Bunlar da yeni sürecin temel karakterleridir.
Her yeni dönem tarihsel ilerleyişin yeniden biçimlenmesi-kurgulanması anlamına gelir. Bir dönemi, bir başka dönemden ayıran da bu yeniden biçimlenişi sağlayan öğelerdir. Elbette, birbirini takip eden iki dönemin ortak paydaları da olabilir; ama devrimci sosyalizm, genel bir emperyalizm-kapitalizm tespiti ile yetinemez, evrimi ve sıçramayı görür, sınıf mücadelesini nesnel olarak ortaya çıkan olgular üzerinden yeniden kurgulayarak ilerler. Tersi, dogmatizm ve inkarcılıktır; eskiye takılmaktır, ya da “yeni” adına her şeyi inkardır. “Marksizm’in aşılması” yeni bir söylem değil, revizyonizmin tarihi ile özdeştir; bugün liberalizmin en temel söylemidir, hatta bazı zaman “Marksizm” adına Leninizm , özellikle de Leninist Parti anlayışı hedef yapılır. “Demokrasi” en önemli ve çarpıtılan kavramdır, liberalizmin elinde demokrasi, en fazla yozlaşmış burjuva demokrasisinden öte bir şey değildir; kaldı ki bugün bundan da artık eser kalmamıştır. Burjuva anlayış “radikal demokrasi” vb. adlarla tekrar tekrar kurgulansa da; özünde tümüyle aynı noktaya takılır kalır; tamamen aldatmacaya dayanan bir toplumsal barış ve uzlaşma (yani proletarya ve ezilen diğer kesimlerin oligarşilerle uzlaşması!) söylemini ileri sürer, sınıf mücadelesini güya şiddetten arındırır, devrim ile değil, kapitalizmin onarılması ile ilgilenir. Liberal tasfiyecilik, “Demokratik Cumhuriyet” örneğinde olduğu gibi, büyük bir bilinç ve kavram çarpıtması ile, mistik söylemler kullanılarak halkların ve sınıfın önünü karartır. Dogmatizm, liberalizme cepheden tavır aldığını düşünür, öyledir de, ama bu da devrimci çözümü içermiyor. 1. ve 2. Bunalım döneminin temel tezleri, örneğin, yarı-feodal yarı-sömürge, iç savaş, köylü savaşı vb. tezler, 1963 sonrası , sosyalist harekette ortaya çıkan Moskova-Pekin-Tiran eksenli çatışmaya eklemlenme, hala dünyayı ve ülkeyi bu temelde ele alma, ne kadar devrimci olursa olsun, zaman tünelinde kalmaktır. Örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak her iki sapma da Marksizm-Leninizm’i ve yaşanılan tarihsel dönemi anlamamaktır. Devrimci yenilenme, ancak Marksizm-Leninizm’in ruhuna sadık kalınarak, yaşanılan dönemi doğru okumakla mümkündür. Sosyalist harekette yaşanan gerilemenin bir çok nedeni vardır; nedenlerden biri de budur, her düzeyde devrimci yenilenme bilincini içselleştirememektir.
Elbette, her dönemin Marksist analizini yapamayan sol ve devrimci güçler, nesnel bir zeminden beslenmektedirler. Bu nesnel zemin kapitalizmdir, işçi sınıfı içindeki burjuva eğilimlerin siyasal dışavurumlarıdır. Tekelci kapitalizm, Lenin’in de ifade ettiği gibi; bu olguyu ortaya çıkarmıştır. Küçük burjuva hayalleri büyüten bu nesnel zemin, TDH’de demokratizm ve Kemalizm gibi iki güçlü akımdan da beslenerek tasfiyeciliğin ideolojik-siyasal ayaklarını oluşturmaktadır. Böylece legalizm, parlamentarizm, demokratizm, adı ne olursa olsun, Marksizm ve Leninizm’le mesafenin açılması ve sağ ve sol tasfiyeciliğin kapılarının açılması anlamına gelmektedir. Her şeyin birbirine karıştığı, eski tasnifle değil, yeni sınıf ölçülerinin ortaya çıktığı, çıkarılması gerektiği bu dönemde, tüm devrim-sosyalizm sorunlarını doğrudan kesen bir politik hattın olması, devrimci yenilenme için elzemdir. Devrimci sosyalizmin devrim-devlet-sosyalizm-emperyalizm-ulusal sorun-parti-mücadele biçimleri vb. konularda, tüm siyasal sorun ve olgularda böylesi net, berrak hattı vardır; devrimci yenilenmeyi esas almaktadır ve bu önemli bir siyasal kazanımdır.

Şehitlerimizle Geleceğe Yürüyoruz
Bu siyasal kazanımın yol göstericileri ve yaratıcıları şehitlerimizdir. Mahir-Hüseyin-Ulaş, 1970 ve sonrasının siyasal çerçevesini ve programatik tezlerini devrimci sosyalizme armağan etmiştir; KESİNTİSİZ DEVRİM 1-2-3 budur. “ŞAFAK YARGILANAMAZ” bu siyasal çerçeveye bağlı kalarak, ülke ve dünya gerçeğini ele alma, zenginleştirme çabasıdır. Yine 1987’lerde P-C’de önemli bir teorik-siyasal hatayı ifade eden Kemalizm anlayışının, doğru çözümlenmesi, buna bağlı olarak, P-C’de bir eksikliği ifade eden Kürt ulusal sorununda doğru Marksist çerçevenin oluşturulması devrimci yenilenmede birer adımdır. Keza reel sosyalizmin çözülmesi, bu temelde “SOSYALİZMİN SORUNLARI” dosyasının üretimi; programatik tezlerin, dünya devrimci deneyleri ile ayrıntılı çözümünü içeren “MAHİR VE DEVRİM” siyasal kazanımların adıdır. Tüm bunlar üzerinden bugün “Devrimci Yenilenme” şiarıyla içinden geçtiğimiz dönemin ayrıntılı ele alınması, tüm bunların “Devrimci Yenilenme Yazıları” ile somutlaşması, 34 yıllık tarihimizin siyasal kazanımlarını ifade eder. Bu siyasal zemin üzerinden geleceğe yürüyoruz. O halde bugün, şehitlerimizi anmamız, ideolojik-politik birliğimizin bu çerçevesini, siyasal çizgimizi, bu siyasal birikimi kavramamızı ve içselleştirmemizi ifade ediyor. Şehitlerimizi anlamak, bu siyasal kazanım ve politik çizgiyi anlamak demektir; devrimci yenilenmeyi içselleştirerek, adımları hızlandırmak demektir.
Devrimci sosyalizm, 34 yıllık tarihsel süreçte, inişli- çıkışlı, yenilgi, atılım, durgunluk vb. dönemleri yaşayarak bugüne ulaşmıştır. Varolanla yetinmek, dünya ve ülke devrimlerinin ihtiyaçları üzerinden, gelinen aşamayı gönül rahatlığı ile içimize sindirmek mümkün değildir. Ama yönümüzü geleceğe döndük, bugünü kazanmak istiyoruz; ancak böyle bir yürüyüşle adımlarımızı büyütebiliriz. Bilinmeyen bir gelecek, “nereye yürüyeceğimiz” değil, ideolojik-politik birliğimiz üzerinden “neler yapacağımız”, adımları “nasıl büyüteceğimiz” bugünün sorunudur. Şehitlerimize bağlılık, tarihsel ve sınıfsal sorumluluk, tereddütsüz tarihin hükmünü bu ülkede cisimleştirmeyi, yani devrimin gerçekleşmesini, sosyalizmin maddi güç haline dönüşmesini ifade ediyor. Bu hedefe yürüyüş; net bir siyasal çizgi ve duruş, bunun üzerinde nesnel gerçeğe dönüşen örgütsel yapı, devrimci gelenek ve değerlerle mümkündür. Devrimci sosyalizm tam da buradan besleniyor, geleceğe yürüyor. Devrimci hareketin uzun yıllara yayılan gerilemesi, açlık-sefalet-baskı vb. ile kitlelerin teslim alınması, toplumsal çürüme kader değildir. Sınıfsal-ulusal-cinsel çelişkiler ülkemizde adeta bir düğüm haline gelmiş olup bunların çözüm platformu DHD’dir. DHD demokratik ve sosyalist görevleri birlikte ele alan, faşizmi tüm kurum ve kuruluşlarıyla tasfiye eden ve halk demokrasisini gerçekleştiren, ulusal sorun dahil tüm demokratik sorunları devrimle gerçek çözüme kavuşturan, emperyalizmin tüm hegemonya ve bağımlılık ilişkilerini parçalayan ve kesintisiz olarak sosyalizme ilerleyen anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir. Bu devrim, DHD, yeni-sömürgecilik üzerinde yükselen kapitalizmle sosyalizm arasına bir “üçüncü dönem”, üçüncü bir toplum-devlet-kültür bütünü koymaz, devrimin “ertesi günü” sosyalizme yönelir, adım adım sosyalizmi örgütler. Proletaryanın hegemonyasında, tüm emekçi sınıf ve halkın katıldığı bu devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur; halk iktidarı, proletarya demokrasisinin/diktatörlüğünün özgün biçimi olarak örgütlenir. Bu uzun bir yürüyüştür; uzun süreli halk savaşı ile, PASS ile gerçeğe dönüşür. PASS silahlı ve barışçıl mücadele biçimlerini birlikte ele alan, şehir ve kırda öncü gerilla ile savaşı örgütleyen, ulusal çelişkiler dahil tüm çelişkileri sınıfsal eksende ele alan, Parti önderliğinde, cephe ve orduyu adım adım örgütleyen stratejidir.
Siyasal mücadele “genel” olanla, tek başına strateji veya stratejik hedeflerin belirlenmesi ile yetinemez; siyasal mücadele somut olandan hareket eder, somuta yönelik taktik program/politikalar oluşturulur, bunlar da stratejik hedeflere bağlanır. Bundan dolayı devrimci sosyalizm, uzun yıllara dayanan durgunluk dönemini ve “yeni dönemin” politik-askeri vb. ihtiyaçlarını gözeterek, devrimci yenilenmeyi her alanda içselleştirerek, yeniden inşa sürecini önüne koymuştur. Bu süreç; Parti ve Cephe’nin adım adım inşa edildiği süreçtir, bu kazanılmadan geleceğe yürümek söz konusu olamaz, bugünün temel görevi bu süreci kazanmaktır. Şehitlerimizle bu süreci kazanacağız!
Emperyalizm demokrasi, uygarlık, barış değil; ilhak, savaş, gericilik eğilimi taşır. Kapitalizmin üretici güçlerin önünü açtığı tarihsel dönem geride kalmıştır, tekelci kapitalizm üretici güçleri engeller. Aynı zamanda bu süreç, yani tekelci kapitalizm/emperyalizm, yeryüzünün paylaşıldığı, banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçip mali oligarşinin oluştuğu, meta ihracının yanı sıra sermaye ihracının ön plana çıktığı tarihsel dönemdir. Ve bu tarihsel dönemin 100 yılı aşkın serüveni vardır. Reel sosyalizmin çözülmesi ile bu serüven yeni bir boyut kazanmış, meta ve sermayenin sınırsız dolaşımı, pazar için mücadelenin şiddetlendiği, kapitalizme özgü tüm sömürü biçimlerinin vahşice uygulandığı bir dönem başlamıştır. Kapitalist entegrasyon dünya ölçeğinde paylaşım savaşını güncelleştirmese de bölgesel paylaşım savaşları yeryüzüne yayılmıştır. “Büyük Ortadoğu Projesi” emperyalizmin, ABD emperyalizmi öncülüğünde, Ortadoğu’yu yeniden paylaşma sürecidir; Afganistan, Irak, Filistin, Kafkasya vb. oynanan oyunlar bundandır. 1. Ortadoğu savaşı ile ilan edilen “YDD”, savaş, ilhak ve işgal, en vahşi işkence ve buna karşı halkların direnişi ile artık eskimektedir. Emperyalizm “ya bizden yanasınız ya düşmansınız” pervasızlığı ile halklara savaşı dayatmakta; aynı zamanda sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde emperyalist-kapitalist sistemin krizi düğüm haline gelmekte, açlık-sefalet-baskı-yabancılaşma, kurumsallaşan faşizmle halkları teslim almaya çalışmaktadır. Sosyalizmin de güçlü etkisi ile kapitalizmi onarma rolü oynayan “sosyal devlet”, neo-liberal saldırılarla budanmakta, “devletin küçülmesi” veya “devletin aşılması” değil, kamusal kazanımlar ortadan kaldırılmakta; devlet, emperyalizm ve oligarşilerin ihtiyacı doğrultusunda askeri ve polisiye alanda, denetim alanında güçlendirilmektedir. Bir başka ifade ile tüm bu nesnel süreç aynı zamanda devrimin nesnel koşullarını olgunlaştırmakta, sosyalizmi daha güçlü bir seçenek haline dönüştürmektedir. “Ya Kapitalist Barbarlık Ya Sosyalizm” çağımızın temel şiarıdır ve bu şiar bu tarihsel koşullarda çok daha güncelleşmiştir. Ancak tek başına devrimin nesnel koşullarının olgunlaşması, devrimci durumun sürekli varlığı çözüm değildir, halkları devrime ulaştırmaz. Bunun için proletaryanın öncülüğünde, tüm emekçi sınıfları örgütleyen devrimci sosyalizmin maddi güç haline gelmesi, devrimci sosyalizmle sınıf-halk hareketinin bütünleşmesi zorunludur. Yeniden inşa sürecimiz aynı zamanda böylesi bir perspektifle devrimci kitle hareketinin yaratılması sürecidir. Bugünden atılan adımlar, sadece bir başlangıç olup, on yılları kapsayan, devrimci hareket ile kitle hareketi arasındaki “mesafe”nin kapatılmasının temellerinin yaratılmasını hedeflemektedir. Şehitlerimiz, her adımın kitlelere ve mücadeleye bağlanarak, devrimci sosyalizmin, savaş-yoksulluk-faşizm kıskacında her imkanı örgütlemeyi başarmasını emretmektedir. 25 Haziran şehitlerimiz Kadir Tandoğan, Ahmet Saner ve Hakkı Kolgu yoldaşlar, sadece bir devrimci eylemin örgütleyicileri değil, anti-emperyalist mücadelede, 12 Eylül cuntasının örgütleyicisi emperyalizme karşı, halkların mücadelesinin simgesidirler. 6 Haziran şehitlerimiz, “bitirdik” denildiği bir dönemde, merkezi önderliği tereddütsüz dolduran Atilla Ermutlu yoldaş önderliğinde, 12 Eylül cuntasına, emperyalizme karşı savaşın adıdır. Emperyalist barbarlığa karşı, ancak anti-kapitalist, sınıfsal mücadele ile zafer kazanılabilir; devrimci sosyalizm, özgür vatanın ancak sosyalizmle anlamlı olacağını bilmektedir.
Örgütlü halk yenilmez. Ancak halk, homojen bir yapı değil, heterojen, farklı sınıf ve tabakaların oluşturduğu kitlelerdir. Bu anlamda, bir devrim sürecinden sözediyorsak tek başına “halk”tan söz etmek anlamlı değildir. Halk, proletaryanın sınıfsal bir bakış ile ele alınması gereken, proletarya ve küçük mülk sahiplerinin oluşturduğu geniş kitleleri içeren kavramdır. Devrimci sosyalizm, proletaryanın temsilcisidir ve anti-emperyalist, anti-oligarşik DHD’de, tüm halkı, proletaryanın öncülüğünde örgütlemeyi hedefler. Yani Partimiz proletaryanın temsilcisidir; proletaryayı ve tüm emekçi sınıfları örgütlerken, kendini ve halkı ayrı ayrı konumlandıramaz. Yeni-sömürge, çarpık kapitalizmin yarattığı tüm sınıfsal, ulusal, cinsel çelişkileri doğru ele alır ve tüm bunlara yönelik siyasal-örgütsel açılımlar yapar. Partinin örgütlenmesi, devrimin örgütlenmesidir; devrimin örgütlenmesi Parti ve Cephenin örgütlenmesidir. Tüm bunların gerçekleşmesinin yolunun, birbirinden koparılmadan, kadroların örgütlenmesinden geçtiğini bilmek gerekir; kadrolar ve kitleler iç içe olmak zorundadır, kitlelerden kopuk bir kadro örgütlenmesi mümkün değildir. İşte şehitlerimiz devrimci sosyalizmin kadrolarını temsil etmektedirler, onların birer örneğidirler. Nasıl kadro? Bu sorunun yanıtı şehitlerimizde somutlaşmıştır, onların mücadelesi ve yaşamının incelediğimizde bunun zengin örneklerini görürüz. Atilla, Fehmi, Tamer, Nurettin yoldaşlar “kurucu kadro”nun en parlak örnekleridirler; onlar her koşulda, çok yönlü düşünen, kendini ve partiyi çok yönlü örgütleyen politik ve askeri mücadeleyi sentezleyen, devrimci sosyalizmin önünü açan, partiye ve kitlelere yol gösteren önder kadrolardır. Örneğin; Atilla en zor koşullarda, 12 Eylül cuntasının en azgın saldırılarının olduğu günlerde, 12 Eylül açık faşizmine karşı ilk politik bildiriyi kaleme almaktan tutalım, pullamadan en yüksek askeri-politik eylemin örgütlenmesine kadar, mali sorunların köklü çözümünden partinin yeni bir atılım için konferans örgütlemesine kadar uzanan her sorunda öncüdür. Atilla, uzun vadeli bakışın, Latin Amerika’da yaygınlık gösteren gerilla savaşının ülkemizde örgütlenmesinin özlemini yaşayan, mütevazı, bilgili, ahlaklı, Mahir ve Che’nin yoldaşıdır. Bedrettin Şınnak, Nurettin Yedigöl vb. yoldaşlar, işkencede devrimci sosyalizmi onurla temsil etmenin, oligarşiyi işkencehanelerde yenmenin, Mahir’in, İbrahim Kaypakkaya’nın mirasını korumanın temsilcisidirler. Bedir Ali Akarsu, “halk adamı” olmanın; Doğan Özzümrüt, Ercan Yurtbilir, Arif Yılmaz, Kasım Akkurt atılganlığın, cüretin ve teslim olmamanın, Zeki Yumurtacı işkenceci katillerin kurşunlarına yumruğu havada meydan okumanın ta kendisidir. Didar Abla tutsak yoldaşlarla bütünleşmenin, zindan direnişinin dışarıdaki sesidir. Serpil Polat yoldaş, Parti birliğimizin, P-C’lilerin savaş yoldaşlığının yaratılmasının, Anadolu ve Mezopotamya devrimlerinin birbirlerine enternasyonal bağının onurlu halkasıdır. Devrimci hareketi tasfiye amaçlı,19 Aralık zindan saldırılarında kahramanca direnen ve bugün 112 şehitle haklı ve onurlu yerini alan bileşik direnişin, devrimci sosyalizm adına tuğlasıdır Alp Ata...
Çok verilenden çok istenir. Şehitlerimiz; Partimizin, devrim ve sosyalizmin onurlu temsilcileridir. Ve 34 yıllık tarihimizin tüm kazanım ve değerlerini simgelerler. Yani bugün “bize ait” dediğimiz her şeyde, bizi var eden politik çizgi, değerlerin toplamı, üslup ve tarz, yeni tip sosyalist insan şehitlerimizde somutlaşmıştır. Onlar, devrimci sosyalizmin bu coğrafyada yaratıcıları, savaşçıları, öncüleridirler. Bugün şehitlerimizin bu mirası üzerinde, onların açtığı yoldan geleceğe yürüyoruz.
6 Haziran ve 25 Hazirancılar M. Suphilerin, Mahirlerin izinden yürüdüler. Onların yoldaşı olma onurunu taşıdılar. Halklarına devrim şiarlarını taşıdılar, devrim sözü verdiler. Serpil, Hazirancıların yoldaşı olarak verilen sözü onurla taşıdı. Onlar; buzu kırdı, yolu açtı ve bizlere bu yoldan yürümeyi, savaşmayı öğrettiler.
Şehitlerimize sözümüz var; Devrim ve Sosyalizm!
Şehitlerimize verdiğimiz bu söze sadık kalacak, bugünü kazanacak, yeniden inşa sürecini başaracağız. P-C ile özgür ve sosyalist bir ülkeyi dünya halklarına armağan edeceğiz!



YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul