28 Haziran’daki NATO zirvesine
az bir süre kaldı.
Emperyalistler, devrimciler ve yurtseverler; herkes
kendi cephelerinden hazırlanıyor...
Emperyalistler ve işbirlikçileri hazırlanıyor.
Bir zamanlar Amerikan askerleri için genelev duvarlarını
boyayıp hazır edenler şimdi büyük toplantı salonlarını,
otelleri hazırlıyorlar. Panzerlerini, gaz bombalarını
hazırlıyorlar, binlerce insanı fişleyip trafiği
emekçilere kapatıp, efendilerine açıyorlar.
Devrimciler, sosyalistler hazırlanıyorlar...
Herkes kendi bayrağı altına geçiyor yavaş yavaş.
Onlar çok yıldızlı Amerikan bayrağının altında
yerlerini almış durumdalar. Bizler ise emperyalizme
karşı mücadelede şehit düşmüş devrimcilerin kıpkızıl
kanından rengini almış kendi bayraklarımızın altındayız.
NATO Zirvesi yaklaşıyor...
Geçtiğimiz günlerde G-8 zirvesinde pişirilen Büyük
Ortadoğu Projesi (BOP), İstanbul’a taşınacak ve
ayrıntıları karara bağlanacak. Kurtlar sofrası
etrafında buluşacak olan emperyalist haydutlar
işlerin yeni bir rotaya nasıl sokulacağı konusunda
çelişkilere sahip olsalar da genel olarak bölgenin
ehlileştirilip uluslararası sisteme tam olarak
bağlanması konusunda anlaşıyorlar.
Şu bilinen Ebu Garib cezaevi olayında görmüştük;
fotoğraflar, bazen resmi açıklamalardan daha çok
anlam taşıyor. O fotoğrafları tek bir karesi bile
Irak’taki bütün işgal sürecini yüzlerce haberden
daha iyi anlatıyordu.
Şimdi, gazetelerde G-8 zirvesinin hatıra fotoğraflarını
gördüğümüzde yine benzer bir duyguya kapılıyoruz:
Kravatsız, smokinsiz halde sahilde yürüyen orta
yaş üstü bir topluluk... Sanki Francis Ford Coppola’nın
“Baba” filminden bir sahneyi izliyoruz: Mafya
liderleri bir araya gelmişler, “iş”leri görüştükten
sonra da ev sahibi büyük “Baba”nın yazlığında
yorgunluk atıyorlar... Bazıları hafiften göbek
salmış, bazılarının eli cebinde... “İş” alanlarının
paylaşım şeklinden hepsi memnun değil tabii, çakılların
üzerinde yürürken bir yandan da kafalarında kırk
tilki dolaşıyor, bazıları “Baba”ya sadık olduğunu
hemen belli ediyor, tükürük hokkasını bile boşaltmak
için fırsat kolluyorlar; başka bazıları ise yöntemlerin
artık eskimiş olduğunu ve bu aptalın peşinden
gitmenin de aptallık olduğunu düşünüyorlar ama
bir ses onlara “şimdi zamanı değil” diyor... Arada,
yemekte örneğin, başyaveri Blair’in kulağına eğiliyor
Baba, “Biliyor musun Tony” diyor, “şu doğulu çocuk,
Tayyip, kenar mahalleden gelme ama işe yarar birine
benziyor, ona kendi bölgesinde birkaç şey vermeliyiz...”
Bir başka fotoğrafta ise büyük bir alicenaplıkla
gülümsemesini lütfediyor “Baba”, dönüp “büyük
adamsın” diyor, Tayyip’e... “Doğulu çocuğun” ağzı
kulaklarında, minnettarlıkla dolu, ertesi gün
bölgesindeki gazetelerde bu lafın şişirilerek
manşetlere çıkarılacağını biliyor...
İki fotoğraf arasında bir fark var ama. Birincisi,
homojen bir topluluk, yalnızca “büyük aileler”in
temsilcileri var; ikincisinde ise himaye altına
alınmış daha küçükleri ve tetikçiler, kiralık
katiller de boy gösteriyor; onların işi bir gün
önce bağlanan işlerin bitirilmesinde görev almak.
İşte böyle özetlenebilir tablo. Son zamanlarda
adı (aslında başlangıçtaki asli amacına uygun
olarak) “Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi” olarak
değiştirilen BOP projesi, önce G-8’de görüşülüyor.
Otaya çıkan sonuç bildirisine bakılırsa başlangıçtaki
Amerikan aceleciliği ve küstahlığı kısmen törpülenmiş
gibi. Fransa ve Almanya’nın itirazlarıyla olsa
gerek Ortadoğu’ya birden fazla dozda “demokrasi”(!)
vermenin hastayı daha da ağırlaştırabileceği fikri
biraz öne çıkmış sanki. Şimdilik, koordinasyon
ve proje üretimi amacıyla aralarında İtalya, Türkiye
ve Yemen’in yer aldığı bir “Demokrasi Yardım Diyalogu”
ekibi oluşturulmuş ve öyle görünüyor ki, işin
bazı ayrıntıları daha sonraki bir zaman dilimine
bırakılmış.
Daha sonra ise sıra İstanbul zirvesine gelecek.
Yaklaşık 50 yıl önce, Anadolu’nun yoksul insanlarını
dünyanın öbür ucuna, Kore’de bağımsızlık savaşı
veren insanların karşısına göndererek ABD’ye yaltaklanan
ve böylece NATO’ya kabul edilen Türkiye, şimdi
bu hırsızlar toplantısına ev sahipliği yaparak
yeniden göze girmenin yollarını arıyor.
Irak halkının direnişi karşısında çaresiz kalan
Amerikan emperyalizmi bu toplantıda ortaklarıyla
birlikte bu bataklıktan nasıl çıkılacağını da
görüşecek. Daha doğrusu, bataklığın nasıl genişletilip
bütün bölgeye yayılabileceği tartışılacak. Bu
anlamda “Büyük Ortadoğu Projesi” Ortadoğu ve Kafkaslarda,
hatta Afrika’da emperyalizmin kendisine sorun
çıkaran bütün ülkeleri ve halk hareketlerini ezme,
“terörizm” bahanesiyle büyük bir saldırı başlatma
planıdır.
Tabii ki en gülünç olanı bütün bunların “demokrasi”
adına yapılmasıdır.
Irak sokaklarında her gün oluk oluk kan akıtan,
eroin tüccarlarından kurulmuş kukla bir hükümetle
Afganistan’ı yöneten ABD, utanmadan demokrasiden
söz ediyor!
Amerikan demokrasisinin en çarpıcı göstergesi,
son zamanlarda yayınlanan fotoğraflardı. Ve tabii
yayınlanmayanlar var! Türk medyası, asıl dehşet
verici olan tecavüz fotoğraflarını yayınlayamadı,
yayınlayamıyor. Daha önce kelle üzerine basarak
resim çektiren özel timcilerimizin fotoğraflarını
yayınlayamayanlar, şimdi bunları nasıl yayınlasınlar
ki! İşin doğrusu, bu fotoğrafları internet aracılığıyla
sağladığımız halde biz de yayınlayamıyoruz, yayınlamaya
içimiz elvermiyor. Amerikan askerleri tarafından
tecavüze uğrayan Iraklı kadınların yüzündeki tarif
edilmez acı, daha ilk baktığımız anda kalbimizde
öyle korkunç bir yara açıyor ki, bırakın yayınlamayı
bakmaya bile katlanamıyoruz.
O fotoğraflarda, yüz yıldır dünyayı kana bulayan
Amerikan emperyalizminin Ortadoğu halklarını nasıl
bir böcek gibi gördüğü yansımaktadır. O fotoğraflarda
görülen Amerika’nın bizim gibi yoksul insanlara,
Araba, Türke, Kürde, Hintliye, Kübalıya, Afrikalıya
nasıl baktığıdır. Dün Kızılderililerin kesilmiş
kelleleriyle fotoğraf çektiren, Vietnamlıları
kaplan kafeslerinde öldüren bu vahşi hayvanlar
şimdi Iraklıların başına bela olmuştur. O fotoğraflarda
tecavüze uğrayan, onuru çiğnenen insanlar ise
yabancımız değildir. Onlar biziz aslında, hepimiziz.
Türkiye’deki ABD işbirlikçilerinin düşündüklerinin
tersine bu, yalnızca Amerikalılarla Araplar arasında
bir mesele değildir. Bu, bir bütün olarak dünyanın
ezilen, yoksul halklarıyla emperyalist sömürgeciler
arasındaki bir meseledir.
Ama fotoğrafların tümü de bundan ibaret değil.
İşin Filistin cephesi var; oradaki durum, adeta
bir BOP öncesi “temizlik” operasyonunu andırıyor.
Belki yalnızca biz değil, Filistinliler de karşılarındaki
yeni taktiği henüz anlamaya ve çözümlemeye başladılar.
Gerçekten bu, yeni bir taktiktir artık. Yani İsrail
ordusunun her zamanki katliamcılığından farklı
olarak, bu kez başladıkları iş, ciddi ciddi Filistinlileri
tüketme operasyonudur. Yasin’le başlayan, Rantisi’yle
devam eden darbeler, Refah ve Gazze kamplarına
yönelmiş ve direnç noktalarını “temizleme” amacını
açıkça ortaya koymuştur. Kuşkusuz, bir halkın
tümünü yok etmek mümkün değildir; Şaron gibi tescilli
katiller bile bunun olmayacağını üzülerek kabul
ederler; ama asıl sorun zaten bu değildir. Asıl
sorun, Filistin halkını ciddi biçimde yorgunluğa
sevketmek, bütün ciddi direnç noktalarını kırdıktan
sonra insanları “ne olursa olsun katliamlar dursun”
noktasında en kötü konumlara razı etmektir.
İşte bu koşullarda NATO zirvesi
toplanıyor...
Ve bir yandan da devrimciler, sosyalistler, yurtseverler,
NATO’cuları karşılamaya hazırlanıyorlar. Birkaç
aydır toplantılar sürüyor, ayrı ayrı kanallarda
oluşan protesto hareketi bir araya getirilmeye
çalışılıyor, sokak eylemleri yavaş yavaş ısınmaya
başlıyor. Aralarında devrimci sosyalistlerin de
bulunduğu güçler, süreç yaklaştıkça neredeyse
her gün sokakta bir şeyler yapar hale geldiler.
Eğrisi-doğrusu, eksiği-yanlışı daha sonra tartışılacak
elbette, tartışılmalı da; ama bugün itibarıyla
NATO karşıtı hareketlilik bütün eksikliklerine
karşın canlı bir atmosfer sağlamıştır.
Bu canlı atmosferin zirvenin yapılacağı 28-29
Haziran günlerinde ciddi gösterilere dönüşmesi
beklenmeli ve bunun için elden gelen çaba gösterilmelidir.
Ve en önemlisi, bu canlı atmosferin emekçilerin
ve sıradan insanların iş bırakarak, kepenk indirerek
daha somut biçimlere yöneleceği bir genel protestoya
dönüşmesi, asıl üstünde durulması gereken olgudur.
Özellikle Halk Kültür Merkezleri, hem toplantılarda
hem de sokakta bu konuda elinden geleni yapıyor
ve şüphesiz daha fazlasını da yapacaktır.
Haziran Şehitleri Anti-Emperyalist
Mücadelenin Temel Yolunu Gösteriyor
Ancak öte yandan, bugün anti-emperyalist mücadelenin
sübjektif nedenlerden ötürü eksik bir tablo çizdiğini
de gözden kaçırmak, bir ufuk daralması olacaktır.
Hareketimizin tarihi, anti emperyalist mücadelenin
temel biçimleri açısından zengin deneyimlerle
doludur. Bir ucu 1971 günlerine giden bu mücadele
anlayışı, özellikle Elrom eylemindeki dünya çapında
etki yaratan Filistin dayanışmasıyla Ortadoğu
halklarının hafızasında hâlâ canlıdır.
Daha sonraları, devrimci sosyalist hareketin birçok
örneğini ortaya koyduğu anti-emperyalist eylemler
yine aynı şekilde bilinmektedir. Devrimci sosyalizm,
Ortadoğu halklarıyla ve özellikle Filistin halkıyla
olan dayanışmasını her zaman somut biçimlerde
ortaya koymuştur. Bugünlerde andığımız 6 Haziran
şehitlerinin, Tamer, Atilla, Ercan ve Doğan’ın
ihanetle önü kesilen hedeflerinin yine Siyonizm
olduğu biliniyor.
Ve nihayet 25 Haziran 1981’de idam sehpasında
devrime ve yoldaşlara bağlılıklarını yüksek sesle
haykıran Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan’ın ve ağır
yaralıyken bile işkencecilerin karşısında dimdik
duran Hakkı Kolgu yoldaşın Amerikan ordusuna karşı
benzer bir anti-emperyalist eylem gerçekleştirdikleri
bir başka olgudur.
Özellikle Ahmet ve Kadir’in 25 Haziran sabahında
apar topar sehpaya çıkarılmalarının nedeni ise
aynı sabah Türkiye’ye gelen üst düzey ABD Dışişleri
heyetine tepsi içinde bir armağan sunmaktan başka
bir şey değildir.
Gerçekten de Ahmet ve Kadir, 25 Haziran 1981’de
idam sehpasında devrimci sloganlarını son kez
haykırırken, cunta şefleriyle ABD yetkilileri
el sıkışmaktadırlar.
“Yaptıklarımdan hiç bir zaman pişmanlık duymadım.
Şunu bilin ki dünyaya bir daha gelirsem aynı mücadeleleri,
aynı şeyleri bir daha yaparım. Kimse üzülmesin,
ben pişman değilim. Amerikan emperyalizmine ve
onun uşaklarına karşı mücadele verdim. Verdiğim
mücadele doğru bir mücadeleydi. Bundan dolayı
üzüntü duymuyorum.” Ahmet’in son sözleri böyledir.
İkisi de idam sehpasında son nefeslerini verirken
“Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” diye haykırırlar.
Şimdi aradan 20 yıldan fazla zaman geçtikten sonra
Irak’taki işkence fotoğraflarıyla, Filistin’de
katledilen bebeklerin ölü yüzleriyle karşı karşıyayız.
Amerikan emperyalizminin dünyanın dört bir yanındaki
aşağılık ve iğrenç marifetleri hergün bir bir
açığa çıkıyor.
Amerikalılara uşaklık etmek için bu ülkenin gencecik
devrimcilerini idam sehpasına çıkaranlar bugün
Irak’tan gelen işkence fotoğraflarını gördüklerinde
hâlâ hiç yüzleri kızarmadan “Amerika’nın stratejik
müttefikimiz olduğunu” söyleyebiliyorlar. “Kahrolsun
Amerikan Emperyalizmi” diye haykıran Ahmet ve
Kadir’in sesini boğmak için telaş edenler, şimdi
IMF’nin emirleriyle tütünümüzü, pancarımızı ne
kadar ekeceğimizi belirliyorlar ve İsrail’le anlaşma
üzerine anlaşma imzalıyorlar.
Hakkı, Ahmet ve Kadir ise, yine dimdik ayakta,
yine tertemiz anılarıyla yaşıyorlar.
Tarih, onları doğruluyor... Emperyalizmin çirkin
yüzü açığa çıktıkça, Hakkı, Ahmet ve Kadir’in
günışığı gibi aydınlık ve berrak yüzleri anılarımızı
dolduruyor. Utanç ve rezillik içinde kalanlar
ise Amerikan işbirlikçileridir.
Ama işbirlikçilik, utanmazlıktır aslında. Ahmak
bir ABD başkanından “büyük adamsın” övgüsü aldığında
bunu bir marifet saymaktır. İşbirlikçilik, bir
sürü hırsıza ev sahipliği yaparken bundan dolayı
gururlanmaktır. İşbirlikçilik, soygunun kırıntılarından
beslenmek ve bunun adını “stratejik ittifak” koymaktır.
İşbirlikçilik, yalnızca ülkesinin topraklarını
ve zenginliklerini değil, insanlarının kanını
da efendilere peşkeş çekmektir.
Görev Başına, Bayraklarımızın
Altına!
Hakkı, Ahmet, Kadir, Atilla, Doğan, Ercan, Tamer,
71’in Haziranında Cevahir’imiz ve bütün devrimci
şehitlerimiz, bu ülkenin ve Ortadoğu halklarının
yüz akıdırlar, geleceğimizin ışığıdırlar. Onların
açtığı yol, son derece açık ve aydınlıktır. Devrimci
sosyalizm, bu anlamda ufkunu hiçbir zaman bugün
yapılabilenlerle, yapabildikleriyle sınırlamadı,
sınırlamayacak. Bugünkü sübjektif durum, mutlaka,
devrimci sosyalistlerin ortak aklı ve kolektif
iradesiyle aşılacak ve işte o zaman Türkiye ve
Ortadoğu, gerçek bir politik kampanyanın nasıl
olduğunu, gerçekte hangi unsurlardan oluştuğunu
bir kez daha görecektir.
Ancak öte yandan, biz bugünün devrimci sosyalistleri,
şu anda yaptıklarımızın hiçbirini küçümsemiyoruz,
küçümsememeliyiz. Açık politik kampanyalar sadece
politik hedefleriyle değil, bize kazandırdıkları
deneyimlerle de önem taşırlar.
Her yaptığımızdan bir şey öğreniyoruz, öğreneceğiz.
Her adımda, bir şeyler kazanıyoruz, kazanacağız.
Bir politik kampanyanın nasıl çok yönlü bir çalışma
olduğu, böyle süreçlerde nasıl aynı anda çok şeyi
birden düşünüp uygulamamız gerektiği, vb. hepsi,
bugünün yarına akacak dersleridir.
Hazirancıların yolu ve NATO kampanyası...
İkisi birbiriyle çelişmiyor; ikisi birbirini tamamlıyor.
Biri ufkumuz, diğeri bugünümüzdür. Ne bugünümüzle
yetiniriz ne de büyük ufuklar hayal edip dururken
hayatın gerçeğinden ve günlük yürüyüşümüzden koparız.
Devrimci sosyalizm, bir devrim hareketi inşa etmek
için yola çıktı. Bu, çok yönlü görevler ve çok
yönlü bir inşa demektir.
Öyleyse, şimdi, görev başına. Bayraklarımızın
altında ve bayraklarımızı hiç durmadan daha yükseklere
kaldırarak...
|