Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

D. Sena

Artık bütün Türkiye alıştı... Arada sırada biri yüksek doz eroinden öldüğünde, büyük medyanın üçüncü sayfa editörleri gözü yaşlı anne-baba fotoğraflarıyla birlikte mümkün olan en acıklı hikayeleri döktürürler, birkaç gün haberin ayrıntıları işlenir, sonra unutulur gider her şey... Bir hafta sonra, kimsenin hafızasında bir kırıntı bile kalmaz. Bir dahaki sansasyonal ölüm olayına dek uyuşturucu diye bir sorunun sözü edilmez olur.
Oysa ölümler, buzdağının görünen kısmıdır ve hep bildiğimiz gibi yalnızca işin ucu üst sınıflara dayandığında basının ilgi alanına girer. Büyük bürokratlardan birinin ya da örneğin doktor bir anne-babanın çocuğuysa ölen, bu basın için çarpıcı haberdir. Geride ise yoksulların karanlık dünyası vardır ve o dünyada olup bitenler, ilkokullara dek inmiş uyuşturucuların peynir-ekmek gibi satılıyor olması medya tarafından çoğu kez yok sayılır.
Yine de bazen Emniyet Genel Müdürlüğü istatistikleri ya da konuyla ilgili bazı kurumların anketleri, vb. yayınlandığında, gerçek herkesin yüzüne sert biçimde çarpar.
Geçtiğimiz aylarda yayınlanan bir araştırma, durumun vahimliğini göstermesi açısından çarpıcıydı. Yeniden Sağlık ve Eğitim Vakfı’nca, 9 ilde ilköğretim 6. ve lise 2. sınıflarda eğitim gören 24 bin 250 öğrenci üzerinde yapılan “Sigara, Alkol, Madde, Araştırma, Yaygınlık 2001 Araştırması” (SAMAY), Türkiye’de uyuşturucunun ilköğretim okullarına kadar indiğini bütün açıklığıyla gösteriyordu. Araştırmaya göre öğrenciler arasında ilk kez esrar, eroin, ecstasy ve sakinleştirici hap kullanım yaşı ortalama 13 olarak ortaya çıkıyordu.
Araştırmaya göre, katılımcıların ilk kez denediği uyuşturucu maddeler arasında ilk sırayı yüzde 1.4 ile esrar, yüzde 1.3 ile de sakinleştirici haplar alıyor. Yüzde 70’lerin üzerindeki sigara kullanımı, Türkiye’yi sigara kullanımında dünyada en ön sıraya çıkarıyor. İlköğretim öğrencilerinin yüzde 16.1’inin yaşamları boyunca en az bir kez sigara kullandıkları tespit edilirken, bu çocuklar arasında sigaraya başlama yaşı da ortalama 11 olarak saptandı. Ortaöğretim öğrencileri arasında her gün sigara içme oranı yüzde 23.
Bu rakamların 1998 yılında yapılan bir başka araştırmayla kıyaslanması ise durumun ciddiyetini iyice açığa çıkarıyor. Bu kıyaslamaya göre iki yıl içersinde ecstasy kullanımı iki kattan fazla, eroin kullanımı iki kat, hap kullanımı 1,5 kat, esrar kullanımı yüzde 1 oranında artmış bulunuyor.

İlklerin Yaş Ortalaması
İlk olarak sigara içme yaşı ortalaması 11,
Her gün sigara içme yaşı ortalaması 12,
İlk kez sarhoş olma yaşı ortalaması 11,
İlk kez uçucu madde kullanım yaşı ortalaması 12,
İlk kez sakinleştirici hap kullanım yaşı ortalaması 11,
İlk kez esrar kullanım yaşı ortalaması 13,
İlk kez eroin kullanım yaşı ortalaması 13,
İlk kez ecstasy kullanım yaşı ortalaması 13,
İlk kez sakinleştirici hap kullanım yaşı ortalaması 13
 

Uyuşturucu Yoksulların
Dünyasını Vuruyor

Polis raporları, yalnızca en uç noktaları, ölümleri, vb. dikkate aldığı için çok güvenilir ölçütler oluşturmuyor; ama yine de durumun boyutları hakkında bir fikir veriyor. Polis kayıtlarına göre aşırı dozda uyuşturucu kullanımından 2000-2003 arasında ölenlerin sayısı 29 ve olayların en yoğunlaştığı yerler doğal olarak büyük şehirler oluyor. Bu konuda İstanbul’u, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Gaziantep, Van ve Diyarbakır izliyor. Geçen yıl meydana gelen olaylara dayanılarak hazırlanan istatistiklere göre, uyuşturucu kullananların yüzde 72.7’sini 16-30 yaş grubu oluşturuyor. Aynı araştırmada, uyuşturucu kullananların yüzde 57,1’nin ilkokul, yüzde 15,7’sinin ortaokul, yüzde 11,3’ünün lise, yüzde 1,9’unun yüksekokul düzeyinde eğitim gördükleri kaydediliyor.
Asıl önemli olan ise sınıfsal konumlar. Geçen yıl çocukları uyuşturucu kullandığı belirlenen bin 506 ailenin yarısından fazlasının düşük gelirli aileler olduğu tespit ediliyor. Son 3 yılda meydana gelen olaylar baz alınarak oluşturulan istatistiklerde, uyuşturucu kullandığı tespit edilen gençlerin yaklaşık yüzde 84’ünün ailesinin yanında yaşadığı tespit ediliyor. Ve tabii uyuşturucular da fiyatlarına göre sınıfsal bir piramid oluşturuyor. Araştırmalara göre düşük sosyoekonomik düzeyde olanlar tiner ve bali gibi maddeleri tercih ederken, daha yüksek sosyoekonomik düzeydekiler, ecstasy, kokain gibi maddeler kullanıyorlar.

Uyuşturucu: Kapitalizmin
Kangren Haline Getirdiği
Evrensel Sorun

Şüphesiz uyuşturucunun tarihi oldukça geçmişlere gider ve tamamen bugüne özgü bir olgu değildir. Ama artık sorun Güney Amerika yerlilerinin basit ve ilkel “koka yaprağı çiğneme” zamanlarını ya da örneğin feodal dönemin Avrupa aristokrasisinin gelip geçici şımarık heveslerle peşinden koştuğu “zevk arayışları”nı çoktan aşmıştır. Bugünün dünyasında uyuşturucu pazarı, akıl almaz büyüklükteki paraların döndüğü sektördür. Birleşmiş Milletler’in raporuna göre her yıl binlerce kişinin yaşamını karartan uyuşturucu maddelere dünyada 200 milyondan fazla kişi bağımlı. Dünya çapında pazarlanan diğer mallar gibi, uyuşturucunun üretimi de kârlılık oranlarıyla belirleniyor. Daha doğrusu, neyin “uyuşturucu” olduğu da tartışmalı bir konudur. Chomsky’nin bir yerde çok doğru olarak söylediği gibi esasen “uyuşturucu-yatıştırıcı” statüsünde değerlendirilmesi gereken tütün ürünleri öyle büyük bir pazar ve öyle büyük bir endüstriyel sektördür ki, kimse bu konuyu sorgulamayı aklından bile geçirmez ve aslında belli bir psikolojik-kültürel zemin oluştuğunda büyük uluslararası şirketler esrar ve mariuhana gibi alanlara da resmen girmek konusunda heveslidirler. Tütün tüketimi, tahmini 1 milyar 100 milyon kullanıcı ve yaşamlarını tütün ticaretinden kazanan 100 milyon kişi ile tüm uyuşturucu tüketimini gölgede bıraksa da, BM raporlarında yer almaz ve BM yatıştırıcıları en yaygın kullanılan uyuşturucu olarak tanımlar.
Sonuçta narkotik, milyar dolarlarla ifade edilen bir ticarettir. BM’nin 1997 Dünya Uyuşturucu Raporu’nda, uyuşturucu ticareti, tüm uluslararası ticaretin % 8’i olarak saptanmıştır ki bunun karşılığı 250 milyar Sterlin olarak tahmin edilmektedir. Sadece 1986-1996 yılları arasında koka yaprağının dünya çapında üretimi ikiye, afyon üretimi üçe katlanmıştır.

Emperyalizmin Kirli Politikaları
Üstelik bu büyük ticari alanın önemli bir bölümü hiçbir zaman emperyalist devletlerin kontrolü dışına çıkmamıştır. Zaman zaman “uyuşturucuya karşı savaş” adı altında yeni-sömürgelerdeki askeri müdahalelerini meşrulaştırmak isteyen emperyalist devletlerin ne dünü ne de bugünü uyuşturucu ticareti açısından hiç temiz değildir.
Geçmişte İngiliz emperyalizminin sömürgelerdeki haşhaş üretim ve ticretini bile bile yaygınlaştırdığı biliniyor. Britanya Doğu Hindistan Şirketi Çin’e 130 yıl boyunca haşhaş satmış ve Çin’de tarihin en büyük kitle bağımlılığını yaratmıştır. Üstelik İngiltere, haşhaş ithal etmelerini sağlamak için Çin’le iki kez de savaşmıştır. 1842’de Britanya’ya savaş ganimeti olarak devredilen Hong Kong’un bu tarihten sonra dünyanın en büyük uyuşturucu işleme ve dağıtım merkezi haline geldiği de biliniyor.
Fransa Gizli Servisi (SDECE) de İngilizlerden geri kalmış değildir. SDECE, 1946-1954 yılları arasındaki ilk Vietnam savaşında afyon tacirlerini desteklemiş ve Saygon’u korumalarındaki yardımlarına karşılık yıllık ücret ödemiştir. Daha sonra da onlardan “görevi” devralan ABD, Vietnam afyon tacirlerinin en büyük alıcısı ve müttefikidir. En büyük alıcıdır derken bu somut bir gerçeğin ifadesidir; çünkü Vietnam savaşı boyunca ABD ordusunun kullandığı eroinin hesabı bile bilinmemektedir.
Aynı şekilde CIA, Sovyetler’e karşı sürdürülen Soğuk Savaş boyunca Avrupa ve Asya’daki uyuşturucu satıcılarıyla ittifak yapmıştır. 1948 ve 1950 yıllarında Fransa’nın Marsilya kentinde komünistlerin önderlik ettiği liman grevlerini bastırmak için CIA Korsika Mafyası ile işbirliği yapmış ve böylece Korsika mafyası, sonraki çeyrek yüzyılda Amerika eroin pazarına egemen olmak için Marsilya sahili üzerindeki kontrolünü kullanmıştır. II. Dünya Savaşı’nın sonlarında batı Sicilya’daki birçok kentte mafyanın önde gelenlerini vali olarak atayan da ABD’nin başını çektiği müttefiklerdi. Böylece güçlenen mafya, Sicilya’daki eroin işleme aktivitesinini genişletti ve işleri Marsilya’ya nakletmişlerdi.

İran, Afganistan ve Pakistan:
Altın Üçgen

CIA ayrıca Altın Hilal (İran, Afganistan, Pakistan) olarak bilinen Asya’nın dağlık şeridindeki ve Altın Üçgendeki (Burma, Tayland ve Laos) afyon üretiminin genişlemesine yardım etmek için müdahale etti. Amerika tarafından desteklenen Anti-komünist ordu Kuomintag (Guomintag) 1952-1953 yıllarında Burma’nın Shan eyaletindeki afyon ticaretinden silah ve finansman sağladı. 1960-1975 yılları arasında Laos’da CIA kontrolündeki Air Amerika, Hmong kabilesinden eroin taşıdı. Bu sayede Kuzey Vietnamlılara karşı bir gizli servis oluşturulmasını sağladı ve Vietnam’daki Amerikan ordusunun eroin ihtiyacını karşıladı.
1979’da Sovyet Ordusu Afganistan’a girdiğinde ise CIA, “mücahit”lerin organizatörü olmaya soyundu, ki bu, büyük bir uyuşturucu gelirinin kontrolü anlamına geliyordu. Peşaver kamplarındaki (El-Kaide dahil) birçok gerici-şeriatçı gücü örgütleyen CIA, Pakistan-Afganistan sınırında görev yapan Pakistan ordusuyla da işbirliği yaptı. Sonuçta bu “mücahit” kampları, büyük ölçüde afyon ticaretiyle finanse ediliyordu ve Pakistan ordusu da bu ticaretle zenginleşti.
Bugün ABD’deki eroinin %20’si bu bölgeden gelmektedir ve bölgedeki en büyük pay Pakistan’ındır. 1991 ve 1992 yıllarında Pakistan’da 200 ton afyon üretilmiştir ve Pakistan’ın uyuşturucu satışından elde ettiği yıllık gelir yaklaşık 2.7 milyar dolardır. Hem Pakistan ordusunun hem de İstihbarat Örgütünün bu uyuşturucu ticaretinde yoğun ölçüde yer aldığı bilinmektedir. Uyuşturucu mafyası kaçakçılık için Pakistan kamyonlarını kullanmaktadır. Afgan krizinde bile Mücahitlere silah taşıyan Pakistan kamyonları ve Milli Lojistik Dairesi araçları aynı zamanda uyuşturucuların işlenip paketlenerek gidecekleri yerlere gönderildiği Karaçi, İslamabad ve Rawalpindi gibi uyuşturucu üretimi yapılan şehir merkezlerinden alınan uyuşturucuların nakliyesinde kullanılmıştır. Zamanla bu para Hindistan’ın bir eyaleti olan Jammu ve Keşmir’de kışkırtmaları organize etmek için harcanmış ve böylece Jammu ve Keşmir’de tam bir uyuşturucu terörü yaratılmıştır.

Kokain ve “Uyuşturucu Savaşı”
CIA’in devrimci hareketleri bastırmak için yürüttüğü operasyonlardan kokain pazarı da desteğini aldı. Başlıca kokain üretim ve işleme bölgeleri olan Peru, Bolivya ve Kolombiya’nın sürekli olarak ABD destekli cuntalar tarafından yönetilmesi ve en büyük uyuşturucu baronlarının hükümetlerde yer alması boşuna değildi. Daha da önemlisi kırk yıl boyunca ABD çıkarlarına hizmet ederek halkın mücadelesini katliamlara boğan bütün kontra örgütler, ölüm mangaları, vb. aynı uyuşturucu ticaretinin bir parçası olmuştur.
CIA kokain ticaretine, 1979’da Nikaragua’da kurulan Sandinist hükümeti yıkmaya çalışan kontraları desteklemesiyle dahil oldu. Senato’nun terör ve narkotik alt-komitesinin 1989’da bildirdiğine göre, Yarbay Oliver North tarafından yönetilen “uyuşturucu ticareti tüm Kontra savaş gayretlerine yayıldı.” Rapor, Orta Amerika’daki Amerikan görevlilerinin kokain akışını kasıtlı bir şekilde görmezden geldiğini ve ticarette kullanılan hava taşıma şirketlerinin Amerika merkez hükümetinden para yardımı aldığı sonucunu çıkarıyordu.
“Kontra skandalı”ndan sonra Amerikan politikası birdenbire “uyuşturucuya karşı savaş”a dönüştürüldü. “Uyuşturucu satan komünistler” biçimindeki hayali tehdit de bu dönemde icat edildi. 1986 Şubat’ında Ronald Reagan, “Sovyet müttefikleri olan Küba ve Nikaragua gibi ülkelerle uluslar arası uyuşturucu ticareti ve terörizm arasındaki bağlantı gittikçe açığa çıkmaktadır. Bu ikiz şeytanlar, uyuşturucu ticareti ve terörizm, günümüzde yarıküreye yönelik en tehlikeli ve sinsi tehditlerdir.” yalanlarını uyduruyor ve saldırı işaretini veriyordu.
Daha sonra narko-terörizm “yalanı” George Bush tarafından 1989’da uyuşturuculara karşı açılan savaşı genişletti. Saldırı doruğa ulaştığında, Peru’deki insan hakları örgütleri raporlarında “Ordu uyuşturucu trafiğine karşı alınan önlemleri bir bahane olarak kullanarak, ilişkisiz örgütlerin merkezlerini, siyasi liderlerin evlerini yağmalıyor ve birçok insanı tutukluyor” diye yazıyorlardı. Kolombiya’da yaşanan da tam bir ikiyüzlülüktü. CIA danışmanları “uyuşturucuyla mücadele” adı altında Kolombiya’nın kontra çetelerine eğitim ve destek veriyor, bu arada kokainin nakledilmesine de muhafızlık ediyorlardı.
En çarpıcı olan ise Panama’daki Noriega skandalıydı. 1989’daki Amerika’nın Panama’ya saldırısı sırasında yüzlerce insan öldürüldü; 24,000’den fazla Amerikan askeri kullanıldı ve Panama’nın yoksul bölgeleri gelişmiş uçaklarla bombalandı. Panama’nın askeri diktatörü Başkan Noriega, Amerika’nın uyuşturucunun yok edilmesi konusundaki “kararlılığının”(!) bir göstergesi olarak tutuklandı. Amerika’da uyuşturucu suçlarından yargılanan Noriega 40 yıl hapse mahkum edildi. Ama Noriega zamanında Amerika’nın gözde adamlarından biriydi. Amerikan Ordusu ve CIA ona 31 yıllık bir dönem boyunca yüzbinlerce dolar ödemişti ve daha önemlisi Noriega, (şimdilerde yine Bush’un danışmanlarından olan) ABD’li Yarbay Oliver North’la birlikte Sandinistlere karşı kontra faliyetinde, bu faaliyetin uyuşturucuyla organize edilmesinde kilit adamlardandı.
Daha da vahimi, aynı Noriega, bir zamanlar Interpol uyuşturucuyla mücadele komitesinin başkanlığını bile yapmıştı! Bu bilgiyi veren ABD Ulusal Polis Şefleri Kurumu başkanı Gerald Arenberg işin Noriega ile de bitmediğini belirtmek için raporuna şu notu düşüyordu: “Son birkaç yıl içinde rahatsız edici sayıda Interpol çalışanının uluslar arası uyuşturucu ticaretiyle ilgisi olduğunu saptadık.”
1980’lerde Kolombiya kokain pazarının iki ana karteli Medellin ve Cali kentlerinde bulunuyordu. Noriega, Medellin grubuna yardım ediyordu. Cali grubunun tutuklanmasını sağlayarak Amerikan hükümetini memnun etti. Ayrıca Cali’nin kontrolünde bulunan First International Bank’ı kapattı. Noriega’nın tutuklanması Kolombiya’da Pablo Escobar’ın ve Medellin kartelinin diğer liderlerini hedef alan Amerikan eylemleriyle açıklığa kavuştu. Amerikan hükümetinin çift yönlü eylemlerinin sonuçları tek kelimeyle Cali karteli için pazarın açılmasıydı. Panama saldırısından sonra Amerikan hükümeti, uyuşturucu parası aklamakla ün yapmış bankaların eski müdürlerini görevden aldı; ancak işgalden sonra Panama’dan kokain geçişinin azaldığı yönünde herhangi bir kanıt yok.
1990’ların sonlarında Meksika kokain için önemli bir geçit haline geldi. Meksikalı tacirlerin yılda 10 milyar dolar kazandıkları ve bu miktarın %60’ını memurlara rüşvet olarak dağıttıkları tahmin ediliyor. Meksika hükümetinin kokain ticaretiyle ilişkisi de pek sır değil. Meksika anti-narkotik programının başındaki Rebollo, kötü şöhretli Carillo kartelinden rüşvet almakla suçlanmıştı. 1997’de Meksika’da jüri, eski başsavcı vekili Mario Riuz Massieu’nun Teksas’daki bir banka hesabına 9 milyon dolar yatırdığına karar verdi. Eski bir Meksika federal polis ajanının itirafı, Massieu’nun 1994’de polisin gözetiminde olan birkaç ton kokainin kaybolmasıyla ilişkisini açığa çıkardı. Ajan, kokain kayıplara karıştıktan sonra o dönemde başsavcı vekili olan Massieu’ya iki çanta dolusu nakit para verildiği yönünde tanıklık yaptı.
Birçok ülkede olduğu gibi Meksika’da da başlıca uyuşturucu baronları polis, bürokratlar ve politikacılar tarafından bilinirler. Eski “kurşun mu para mı” pazarlıklarını yapacak kadar zenginlerdir. Polis için bunun anlamı her zamanki rüşveti almak veya kurşunu yemektir.

Uyuşturucu Parasının
Aklama Yeri: Bankalar

Uyuşturucu ticaretinin bir diğer ayağı da parayı aklayan “soru sormayan” bankalardır. Yakın zamanlarda bu işin uzmanı, Uluslararası Kredi ve Ticaret bankası (BCCI) idi. Noriega’nın 1980-1988 yılları arasında Londra’daki 9 BCCI hesabında miktarı 17.3 milyon sterlini bulan yatırımı vardı. Oliver North’un Paris BBCI’da 3 hesabı bulunuyordu. BBCI Noriega tutuklandıktan hemen sonra dağıldı ve 5 yöneticisi uyuşturucu parası aklamaktan hapse gönderildi ama raporlara göre BCCI’nın 3000 adet suçla bağlantılı müşterisi vardı. Hesaplar, nükleer silahlar, uyuşturucu dağıtımı ve silah akışından finanse ediliyordu ama yine de İngiliz bankacılık sisteminin denetimlerinde BBCI’ın yasalara uygun işlediğine karar veriyordu.
Ama uyuşturucu parası aklayanlar sadece adı kötüye çıkmış bankalar değildir. Nakit rezervleri oluşturmak bir bankacılık uygulamasıdır ve bankalar yatırımlar için rekabet etmek zorundadır. Cezalar bankalardan nadiren tahsil edildiğinden, saygınlıkları için hiçbir risk yoktur.
Sadece İngiltere’de aklanan uyuşturucu paralarıyla ilgili en düşük tahmin yılda yaklaşık 2,5 milyardır. Raporlara göre başarılı uyuşturucu ticareti işi yüksek karlar getirir, yönetim kadrosuna yüksek meblağlar ödenir ve çok yüksek nakit hacmi sağlar. Böylece, amaçlanan sınırı ciddi bir şekilde aşmadıkça, son derece “sağlıklı”, etkin ve dürüstçe vergisini ödeyen bir iş olarak görünecektir. Eğer bir uyuşturucu taciri gerçekten sistemin bir parçası olmak istiyorsa, şüphelerini kimseye bildirmek zorunda olmayan bir vergi avukatı ve muhasebeci tutabilir.
Sonuçta büyük uyuşturucu tacirleri bankaların vergi kaçakçılarına sağladığı korumadan faydalanıyorlar. Yasal işlerle, otel zincirleriyle, kumarhanelerle, emlakla veya ticaretle para aklayabiliyorlar. Uyuşturucu tacirlerinin yatırımları ülkelerin para rezervlerini arttırıyor. “İngiliz hükümeti tüm düşük vergi cennetlerini bir kalem darbesiyle kapatabilir. Ama varolmalarını tercih ediyor.” Bu yüzden finansal ve sınıfsal sistemler büyük uyuşturucu tacirlerini koruyor.

Irkçılığın Bir Türü Olarak
Sözde “Uyuşturucuyla Savaş”

ABD emperyalizminin yurtdışındaki itibarını iade etmek için kullanılan uyuşturucuyla savaş, aynı zamanda Amerikan işçi sınıfının içindeki ırkçı ayrılıkları artırmakta da önemlidir.
Bugün uyuşturucu yüzünden tutuklanan, suçlu bulunan ve hapse gönderilenler çoğunlukla genç afro-amerikalılar ve latin-amerikalılar olmak üzere azınlıklardır. İstatistiklere göre beyazların yasadışı uyuşturucuları siyahlara oranla daha fazla kullanmalarına ve nüfusun %80’ini oluşturmalarına rağmen uyuşturucu suçundan hüküm giyen mahkumların %66’sı siyahlardan ve sadece %33’ü beyazlardan oluşuyor.
Siyah gençler bir iç tehditi göz önüne sermek için kasten suçlanıyorlar: siyah mahallelerin yoğun bir şekilde izlenmesi, siyah gençlere yapılan saldırılar ve kurumlaşmış ırkçılık, uyuşturucu kullanımını ve suçu, genç siyah erkeklerle ilgili bir sorun olarak tanımlıyor. Ama genç siyahlar başka bir yönden de uyuşturucuyla savaşın kurbanıydılar. Sadece devletin şiddetine değil, satıcıların ve crack kokainin tehlikelerine de maruz kalmaktadırlar. Örneğin 1985’de genç siyahlar için cinayet oranı beyazlardan altı kat fazlaydı.

Uyuşturucu, Sınıflar ve Yasalar...
Şüphesiz, uyuşturucunun kullanımı konusunda olduğu kadar “uyuşturucuya karşı mücadele” konusunda da sınıfsal ölçütler geçerlidir. En basitinden para ve güç, uyuşturucu baronlarının birçok ülkede polisi kontrol etmesini, hakimlere rüşvet vermesini ve politik partileri satın almasını sağlıyor. Bir tutuklama halinde bile, sınıf olgusu mahkumun nasıl muamele göreceğini belirliyor. Örneğin, Kolombiya’lı kokain baronu Pablo Escobar tutuklanma zaman ve yerini kendi seçti, yattığı yer hapisten çok 5 yıldızlı bir otele benzeyen, içinde futbol sahası olan 4 hektarlık bir alana yayılan ve milyarderin kendisi tarafından seçilmiş mobilyalarla döşeli çiflik tarzında bir yerdi. Bu koşulları, çoğu kuryelikten hüküm giyen yoksul Afrikalı ve Asyalıların hapishane koşullarıyla kıyaslamak bile mümkün değildir.
Ayrıca kullanıcıların bir kısmı da sınıfsal durumları nedeniyle korunurlar. Kapitalist metropollerin kokainle yükselip, eroinle sakinleşen zenginleri çok nadiren tutuklanırlar ve bazı tutuklanma hallerinde bile yasaların bütün kolaylaştırıcı maddeleri (sadece beyazlar ve zenginler için işletilen indirimler, vb.) onlar için uygulanır. Hapishaneleri dolduran ise çoğunlukla siyahlar ve yoksul mahallelerin gençleridir.

Uyuşturucu: Korkunç Bir
Boşluğu Doldurmak İçin

İnsanlığın geleceği açısından büyük bir tehdit oluşturan bu korkunç yayılma, şüphesiz iki yönlüdür: Bir yandan pazarın yarattığı kârlılık bu yayılmayı artırırken, diğer yandan ise kapitalist sistemin yarattığı büyük insanlık krizi ile sektörün alıcılarını her yıl katlayarak çoğaltıyor.
Özellikle işsizliğin ve yoksulluğun artışı, milyonlarca insanın hayatını her geçen gün daha da katlanılamaz hale getiriyor ve gelecekle ilgili en küçük bir umut beslemeyen genç insanlar, korkunç bir boşluğun içine gitgide daha fazla gömülüyorlar. Ama boşluk, boşluk olarak kalmıyor gerçek hayatta ve mutlaka yapay rahatlama yollarıyla doluyor. Paraguay’da yapılan bir araştırmada sokak çocuklarının %80-85’inin “gerçeklikten geçici olarak kaçmak için” bali kokladığınının belirlenmesi bu bakımdan çarpıcıdır. Gerçeklik, katlanılmaz bir şey haline geliyor çünkü yoksulların dünyasında.
Çünkü kapitalizm insanlara eşya gibi davranarak normal vücut kimyası için başedilmesi güç olacak miktarda stres, acı ve üzüntü yaratır. Yaratıcı enerjiyi azaltan ve insan ilişkilerini çarpıtan şiddetli rekabet, içe dönüklük ve ezici bir sıkıntı, sistemin temel sonuçlarıdır ve artık geçici mutluluk ve stresten uzaklaşma, pazardan satın alınabilecek mallar haline gelmiştir.
Kapitalizm insanları kendi insanlıklarına yabancılaştırır. Hayatının bir bölümünü işverene satan (çoğu zaman bu şansı bile yakalayamayan) işçi, kalan bölümü yoğun yaşamak istediğinde ise elindeki seçenekler sınırlıdır: Alkol ve rahatlatıcı diğer şeyler...
Bu genel olgunun yanında yeni sömürge gerçeğine gelindiğinde ise süreç çok daha vahşidir. Büyük kentlere yığılmış milyonlarca genç insanın umutsuz dünyası son derece yakıcıdır. Devlet terörüyle de sakatlanmış olan sosyal hayat, bu umutsuzlukla birleştiğinde ortaya çıkan şey, olağanüstü bir yalnızlık ve boşluktur.
Üstelik bu kez devreye doğrudan devletin politik yönelimi de girer. Polis, sadece uyuşturucu dünyasının rüşvetle satın alınan koruyucusu olmaktan çıkar ve doğrudan “özendirici” bir noktaya yerleşir. Son yirmi yılda gençlik için saptanıp uygulanan “apolitikleştirme” politikasının gelip dayandığı yer, gençliğin devrimci olmaması için “her şeyin mubah” sayılmasıdır. İşçi sınıfının ve yoksulların mahallelerinde, özellikle de belli bir muhalefet geleneği olan yerlerde alkol satışının polis tarafından korunup artırıldığı bilinen bir gerçekliktir. Aynı biçimde bu semtlerde her küçük kıpırdanmayı vahşice bastıran polisin her köşebaşına yerleşmiş bulunan uyuşturucu satıcılarını himaye ettiği, hatta gözaltına aldığı gençlere “devrimcilikten vazgeçmeleri” için yoz yaşantıları örnek gösterdiği de bilinmektedir. En hafif anlatımla, semtlerdeki bütün uyuşturucu satıcılarını isim isim bilen polisin dikkatini bu alana değil, devrimci hareketin gelişimine yönelttiği rahatça söylenebilir.
Böylece vahşi kapitalizmin yarattığı acı verici boşlukla emekçi gençlere “devrimci olmasınlar da...” diye bakan devlet politikası (ve şüphesiz uyuşturucu sektörünün sağladığı muazzam paralar) birleşmekte ve Türkiye’nin metropol kentleri giderek uyuşturucu cenneti haline gelmektedir.

Zehirin Panzehiri:
Devrimci Mücadele

Sorunun bugün vardığı noktada artık uyuşturucuyla mücadele, sorunun zaten bir parçası olan düzen ve onun kolluk kuvvetlerine yaslanılarak, o cephede boş umutlar arayarak yapılamaz.
Her şeyden önce sorun, devrimci düşüncelerin, genç insanların dünyasındaki boşluğu doldurabilecek bir hızla yayılması sorunu haline gelmiştir. Devrimci güçler, bu boşluğu doldurabilecek sosyal-siyasal-kültürel araçları yaratıcı biçimde bulup çoğaltmalı ve genç emekçilerin hayatında anlamlı bir unsur haline gelmelidir. İşçi sınıfının devrimci mücadelesini salt politik-ekonomik-ideolojik alanlarla sınırlamayan, çok ciddi bir kültürel seferberliği bu üçlünün yanına ekleyen politik-kültürel odaklar yaklaşımı bu anlamda çok büyük bir öneme sahiptir. Devrimci sosyalizm, kuşkusuz her durumda, gücü oranında doğrudan doğruya uyuşturucu ticaretine yönelik önlemler de alabilir ve almalıdır; ama bu konuda hayalci olmak da doğru değildir. Devrimci düşüncelerin ve devrimci kültürün emekçi mahallelerinin bütün sokaklarında yayılması sağlanamadıkça aynı sokakların bugünkü “sahibi” olan çürümüş kültür biçimlerinden ve uyuşturucudan kurtulmak mümkün olmayacaktır.
Ancak böyle yaratıcı bir çalışma, aynen bir insanın damarlarından uyuşturucu maddenin temizlenmesi gibi emekçilerin hayatlarından uyuşturucu kültürünün temizlenmesini sağlayacaktır.


 
 

İngiltere Sosyalist İşçi Partisi (SWP)' nin 3 ayda bir yayınlanan INTERNATIONAL SOCIALISM dergisinin Aralık 1997 sayısındaki Audrey Farrell’ın
Kapitalizm ve Uyuşturucular
yazısından yararlanılmıştır. Türkçe çeviri: www.geocities.com/uflentius sitesine aittir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İller Açısından Sigara, Alkol ve Uyuşturucu Kullanımı
Sigara kullanımında en yüksek orana sahip iller arasında ise yüzde 16.5 ile Eskişehir ilk sırayı aldı. Lise öğrencileri arasında alkol kullanımının en yüksek olduğu il İzmir olarak tespit edildi. Eskişehir ve Kocaeli ise esrar ve uçucu madde kullanımında ilk sırayı aldı. Araştırmaya göre, hap kullanma oranı yüzde 5.2 olarak tespit edilirken, iller bazında ilk sırayı İzmir ve Adana aldı.
Yaşam boyu en az bir kez esrar kullanma oranı yüzde 4.0 iken, bu kategoride yüzde 7.3 ile Diyarbakır ilk sırada yer aldı. İstanbul’da ise bu oran yüzde 4.8 oldu. Yine yaşam boyu en az bir kez uçucu madde (tiner, bali) kullanma oranı yüzde 3.1 ile 6.2 arasında değişirken, bu konuda da İzmir yüzde 6.2 ile başı çekti. İstanbul’da ise bu oran yüzde 5.1 olarak tespit edildi. Yaşam boyu en az bir kez eroin kullanım oranı yüzde 2.5 iken, İstanbul’da bu rakam yüzde 2.4 olarak saptandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1996 Dünya Uyuşturucu kullanımı.
(Bir önceki yıl uyuşturucuların en az
bir kere alınma oranı)
Eroin 8 milyon
Kokain 13 milyon
Amfetaminler 30 milyon
Cannabis 141 milyon
Sedatives 227 milyon

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul