Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

M. Akif Karadeniz

19 Kasım 2003 tarihinde Brüksel’de toplanan NATO Konseyi, Afganistan’da “NATO Yüksek Sivil Temsilcisi” olarak, Türkiye’de uzun yıllardır politikanın içinde bulunan Hikmet Çetin’in atanmasını kararlaştırdı.
Böylece Türkiye, bir kez daha emperyalizmin “global vurucu kılıcı” olarak, Afganistan’ın “sömürge valiliği” göreviyle onore(!) edilmiş oldu.
1 Ocak 2004’te, görevini Jaap de Hoof Sheffer’e devredecek olan NATO Genel Sekreteri George Robertson’ın, bu atamada belirleyici olduğu dünya medyasında yer aldı. Elbette, ABD-İngiltere emperyalist bağlaşıklığı için çok önemli bir konumda bulunan Afganistan’ı, “Bilge” ve “Çetin” birine devretmek gerekiyordu... ,
Irak’taki meslektaşı Bremer gibi, Afganistan’da “sömürge valiliği” yapacak olan H. Çetin, “özel”(!) bir gezi için bulunduğu İsrail’den yaptığı açıklamada; “Bu görev, benden fazla Türkiye’ye verilen önemin göstergesi. Benim için çok büyük bir onur. Ancak çok zor bir görev. ...Biliyorsunuz, bize hep zor işler, dağılan parçaları toplamak düşer.” dedi. (Hürriyet ve Milliyet, 20 Kasım 2003)

“Türkiye’ye Verilen Önemin Göstergesi”
Afganistan’ın sömürge valiliğine Türkiye’de Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı ve TBMM Başkanlığı yapmış Hikmet Çetin’in atanmış olması, elbette emperyalizmin, Türkiye’ye verdiği “önemin göstergesi” olarak değerlendirilmelidir. Zira emperyalizmin askeri gücü NATO’da, asker sayısı olarak ikinci büyük orduya sahip olan Türkiye, emperyalistler için özel bir öneme sahiptir. Gelinen noktada, Mezopotamya’da edinmiş olduğu “özel savaş” deneyimiyle birlikte, savaş harekat ve manevra yeteneğine sahip olan Türk Silahlı Kuvvetleri/TSK aracılığıyla kendini emperyalistlere pazarlayan Türkiye, emperyalistler için sadece “bölgesel kılıç” değil, aynı zamanda onların “global vurucu kılıcı” olarak da öne çıkarılmıştır. 1950 yılında, Kore’de başlayan emperyalist uşaklık, Afganistan’daki İSAF Komutanlığı’na kadar sürdürülmüş ve böylece Türkiye, emperyalistlerin kendisine verdiği tüm görevleri layıkıyla yerine getirdiği içindir ki; şimdi “Afganistan Sömürge Valiliği”ne mazhar(!) olmuştur!..
Çeşitli ülkelerle “askeri eğitim ve işbirliği anlaşmaları” imzalayarak, “40 ülkeyi eğittiği” belirtilen TSK aracılığıyla emperyalizme hizmeti görev bilen Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ı, ülkelerinde NATO üsleri açmaya teşvik etmiş; yine Somali’de ABD ile birlikte işgalci kimlikle hareket etmiş ve Bosna, Makedonya, Arnavutluk, Kosova vb. yerlerde görev yapan ve omurgasını NATO ülkelerinin oluşturduğu IFOR, SFOR, KFOR vb. çok uluslu güçler içerisinde yer almıştır. Tüm bu yapılanların ortaya koyduğu gerçek odur ki, Türkiye; Abhazya’dan-El Halil’e, Somali’den Arnavutluk’a, Kosova’dan Bosna’ya, Doğu Timor’dan Afganistan’a kadar, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin “global vurucu kılıcı” olarak başarılı görevler üstlenmiştir.
Özellikle Afganistan’daki ISAF Komutanlığı, Türkiye’ye yeni görevin verilmesini koşullamıştır. Amerikan kaynaklarına göre; “Türkiye’nin ISAF bünyesindeki olumlu hizmeti ve müslüman bir NATO ülkesi olarak Afganistan’daki ortamı iyi kavraması” (Milliyet, 20 Kasım ‘03) dışında, Afganistan’ın coğrafi yapısının Türkiye’yle benzeşik olması, “sömürge valiliği”nin Türkiye’ye verilmesinin arkasında yatan gerçeklerdir...
Basında da yer aldığı gibi; ABD’nin, bu görev için Türkiye adayı H. Çetin’i desteklemesi, NATO bileşenlerinin ikna olmasında önemli bir rol oynadı ve diğer ülkeler, kendi adaylarını H. Çetin lehine geri çektiler. Elbette ABD, Türkiye adayını destekleyecekti. Zira, tüm dünyayı egemenliği altına almak amacıyla sıkıca tutunduğu “Avrasya Stratejisi”ni yaşamsal kılmak için, Türkiye’den daha iyi bir hizmetkar bulamazdı. NATO eski Genel Sekreteri Manfred Wörner’in de altını çizdiği gibi; Özellikle, bulunduğu bölge açısından: “Türkiye, coğrafi, tarihi ve kültürel açıdan çok önemli bir köprü” (Cumhuriyet, 28 Ocak 1990) ve Jeo-politik önemi olan bir ülkeydi. Geçmişte yaptığı olumlu hizmetler de göz önüne alınınca, böylesi bir görev için Türkiye’nin seçilmesi kaçınılmazdı. Zengin petrol ve doğalgaz yatakları (“enerji koridoru”), ayrıca yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ve jeo-politik konumu nedeniyle Orta Asya, ABD’nin gözünü diktiği bir bölgeydi. İşte bu nedenledir ki; “terörizm”i bahane ederek işgal ettiği Afganistan, bir sıçrama tahtası olarak kullanılacak ve Orta Asya’ya yerleştirilen askeri güçler ile bölge kontrol altında tutulacaktı. Bu nedenledir ki; sadık uşak Türkiye’ye “sömürge valiliği” verilmesini ABD destekledi. İşte, emperyalizmin Türkiye’ye verdiği “önemin göstergesi”nin ardında yatanlar...

“Sömürge Valiliği”nin Görevleri
Afganistan’daki yeni görevin içeriğine özetle bakınca, yukarıda ifade ettiğimiz düşünceler daha iyi anlaşılacaktır.
Bonn Anlaşması çerçevesinde, Afganistan’daki “Uluslararası Güvenlik Destek Gücü/ISAF”ın görevini devralan NATO’nun, Afganistan’daki en üst siyasi temsilciliği (siz, “sömürge valiliği” olarak okuyun/yn) görevi; “NATO’nün Afganistan’daki operasyonları çerçevesinde, yerel makamlarla koordinasyon ve diyalog, siyasi temaslar, komşu ülkelerle temaslar gibi alanlarda rol oynayacak.” (Milliyet, agy) olarak tanımlanıyor.

Bunları, maddeler halinde ifade edecek olursak:
* İttifak’ın, Afganistan’daki siyasi-askeri hedeflerine yardımcı olmak.
Yani, Afganistan’daki Geçiş Yönetimi’nin, “işbirlikçi” içerikli tüm askeri ve siyasi hedeflerini yaşamsal kılmasını sağlamak.
* Bu amaçla, Afgan Geçiş Yönetimi üst düzey yetkilileriyle temasta bulunmak.
Açıkça ifade edilecek olursa; emperyalizmin çizdiği politik sınırların dışına çıkanları ikna etmek ve bunları hizaya getirmek. Afganistan’da, çok parçalı aşiret ilişkilerinin, “Geçiş Yönetimi”ne egemen olduğu anımsandığında, bu görev maddesinin önemi ortaya çıkıyor.
* UNAMA ve AB gibi, Afganistan’da faaliyet gösteren diğer kuruluşların yöneticileriyle koordinasyonda bulunmak.
“Koordinasyon”un amacının, ABD-İngiltere omurgalı emperyalist güçlerin çıkarlarını gözetmek ve başka emperyalist odakların, bu çıkarları zedeleyecek türden ilişkiler geliştirmesini engellemek olduğu açıktır.
* NATO siyaseti ile uyumlu olarak ve NATO karargahından alacağı talimatlar doğrultusunda, Afganistan’a komşu ülkelerin temsilcileriyle temaslarda bulunmak.
Görüldüğü üzere, Afganistan’daki “valilik” görevinin bağlı olduğu yer; ABD’nin başat olarak yer aldığı NATO’dur. Yani, “talimatlar” ABD’den alınacak ve “komşu ülkeler”in, bu talimatları boşa düşürecek nitelikteki politik strateji ve taktikler geliştirmesi önlenecektir!
* Afgan sivil toplum kuruluşları ve siyasetçileri ile uluslararası NGO (Sivil Toplum örgütleri) temsilcileriyle temas kurmak.
Bu görev maddesinden anlaşılması gereken şudur: Öncelikle, “bu ülkenin emperyalist işgal altında tutulduğu”nun gizlenilmesine çalışılarak, NATO Karargahı’nca saptanan politikaların, dünya kamuoyuna; “Afgan halkının yararına ve insancıl” içerik taşıdığı türden bir manüplasyoncu öz taşımaktadır. Böylece, bir kez daha görülmektedir ki; NGO’lar, emperyalistlerin denetimindeki kuruluşlardır ve dünya halkları, emperyalistlerin “insancıl” olduğu yanılsamasına düşürülmek istenmektedir!
“Kabil’de, ittifakın siyasi liderliğini resmen ve açıkça temsil etmek. (Görev maddeleri için bkz; Hürriyet, 20 Kasım ‘03)
Yeni Afgan Anayasası’nın oluşturulması ve güvenlik güçlerinin yapılandırılmasını da içeren bu madde; bir anlamda Afganistan’ın, emperyalizmin işbirlikçiliğini anayasal ve askeri güvenceye almayı koşullayan; “Yeni Siyasi Yapılandırılma”yı kapsamaktadır!..
Şimdilik altı ay sürmesi kararlaştırılan ve başarı(!) koşullarında, görev süresinin daha da uzatılacağı belirtilen “sömürge valiliği”; Afganistan’ın başkenti Kabil’de görev yapacak ve ülkede konuşlu bulunan işgal gücü; “Uluslararası Güvenlik Gücü”nün komutası da, bu “valiliğe” bağlanacak. Afganistan Sömürge Valisi; gereksinim halinde Türkiye ve diğer müttefik ülkeleri ziyaret edebilecek ve Washington-Brüksel-Kabil güzergahında mekik dokuyacak.
Görüldüğü üzere; Afganistan’ı ABD-İngiltere omurgalı emperyalist odağın “yeni-sömürgesi” haline getirmeyi amaçlayan bu görev için, Türkiye’den daha iyi bir hizmetkar bulunamazdı...

NATO Tatbikatı Komutası Türkiye’de
NATO Mukabele Gücü’nün (NATO Response Force/NRF) dünya kamuoyuna tanıtılması amacıyla yapılan ilk fiili gösteri tatbikatı Allied Response 2003’e ev sahipliği yapan Türkiye, bu tatbikatın komutasını üstlendi. ABD’nin kurup büyüttüğü ve sonra kendi denetiminden çıkan El-Kaide Örgütünce yapıldığı söylenen İstanbul’daki “kör terör eylemleri”nin gölgelediği bu tatbikata, on NATO ülkesi katıldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün yanısıra, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı (SACEUR) General James Jones ile, NRF Komutasını üstlenen General Sir Jack Deverell’in de bizzat izlediği tatbikat, İZMİR/Doğanbey’de gerçekleştirildi.
Revizyonist politikalara bağlı olarak çözülen “reel sosyalizm” sonrasında yeniden biçimlenen dünyada, emperyalizmin egemenliği başat kılınınca, NATO da buna uygun olarak yeni bir konsept belirleyerek, yapılanma/konuşlanma biçimini değiştirdi. Özellikle 11 Eylül sonrasında hız kazanan bu biçimleniş, kendini “küçük ama caydırıcı askeri yapılanma”ya uygun olarak yapılandırılan; “NATO Mukabele Gücü/NRF”nin oluşturulmasıyla gösterdi. Müşterek çokuluslu kara, hava, deniz ve özel harekat birliklerini tek bir komuta çatısı altında toplayan NATO Mukabele Gücü’nün prototipi, 15 Ekim 2003’te yaşamsal kılındı. Bünyesinde 21 bin asker bulunan NRF’nin, 2006 yılında tam operasyonel yeteneklere sahip olması planlanıyor. Her türlü operasyonu gerçekleştirebilecek donanım ve hareket kabiliyetine sahip olan NRF, beş gün içerisinde “savaş durumu” alabilecek özelliğe sahip.
Balkanlar, Orta Avrupa ve Ortadoğu’da emperyalistlerin denetiminden çıkan ve “terörist devlet” yakıştırması yapılan ülkeler için de; “müdahale ve işgal gücü olarak” kullanılması planlanan NRF’nin ilk tatbikatının Türkiye’de yapılmasının nedeni açıktır. Allied Response 2003 tatbikatının İzmir’de yapılma nedeni; NATO’nun sadık uşağı ve “global vurucu kılıcı” Türkiye’ye olan güveninin bir sonucu olsa gerektir. Zaten, İstanbul Ayazağa’daki 3. Kolordu Komutanlığı, “NATO Yüksek Hazırlık Düzeyinde Kara Kuvvetleri/HRF” olarak kabul edilmiş ve NRF’nin kara unsurları liderliği de bir yıl süreyle Türkiye’ye verilmişti.

Lice’den NATO’ya İşbirlikçilik “Onur”u
NATO tarafından kendisine verilen görevi; “benim için çok büyük bir onur” diyerek, sevincini gizlemeyen Hikmet Çetin’in kimlik bilgilerine ulaştığımızda, karşımıza tek kelimelik bir gerçek çıkmaktadır: İşbirlikçilik!
1937 yılında, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğan Hikmet Çetin, Kürt kökenlidir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitiren H. Çetin, daha sonra ABD’de, Williams Koleji’nde master yaptı. TBMM’nde, dört dönem milletvekilliği yapan Çetin, kurulmasında önemli rol oynadığı DYP-SHP koalisyon hükümetinde 1991-1994 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı görevinde bulundu. 1995 yılında, SHP-CHP birleşmesinde, “Hikmet Abi” formülüyle ifade edildiği gibi; ilk kongreye kadar CHP Genel Başkanı oldu. Bu dönemde, yine Dışişleri Bakanlığı’na ek olarak, Başbakan Yardımcılığı da yaptı. Kürt kökenli bir milletvekili olarak, oligarşiye yapmış olduğu hizmetler karşılığında, 1997-1999 döneminda TBMM Başkanlığı ile ödüllendirildi. Bu dönemde, beş partili meclisin en az üyeye sahip partisi, 53 milletvekili bulunan CHP olmasına rağmen, yine de CHP milletvekili H. Çetin, TBMM Başkanı seçilmişti...
Görüldüğü üzere, Kürt kökenli Hikmet Çetin, sömürgeci faşist Türkiye oligarşisine hizmet ederek, “işbirlikçi” -Kürtçe tanımla, “caş”- karakter sergilemeye başlamıştır. Yapmış olduğu hizmetlerle, Türkiye oligarşisine öyle çok güven vermiştir ki; resmi protokolde iki numarada bulunan TBMM Başkanlığı göreviyle ödüllendirilmiştir. Artık, işbirlikçiliğini uluslararası boyutlara taşımak için, ABD’den İsrail’e kadar bir çok gezi yapan ve her türden göreve hazır olduğunu bildiren H. Çetin, emperyalistlerce “sömürge valiliği” göreviyle onore edilmiştir. Bu görevde, hem NATO’nun ve hem de Afganistan’ın “yeniden yapılandırılmasında son söz sahibi olan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı “Patroniçe” Condoleezza Rice’nin “emireri” olarak, işbirlikçiliğini küresel boyuta taşımıştır. Williams Koleji’nde almış olduğu eğitim ve terbiye, emperyalistlere yapacağı uşaklığın referansıdır! Özcesi H. Çetin, Lice’den-NATO’ya işbirlikçilik yapmakla “onur”landırıldığını söylerken, sadece Türk ve Kürt halklarına karşı değil; tüm dünya ezilen halklara karşı da hainlik ettiğinin bilincindedir!..
H. Çetin’i, AKP Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün önerdiği de, medyada yer almaktadır. Laik kimlikli CHP üyesi H. Çetin’i, Afganistan’a sömürge valisi olarak öneren dinsel kimlikli AKP’nin, emperyalistlere hizmet etmek için, nasıl bir araya gelmiş oldukları üzerine fazla kelama gerek yoktur. Çünkü, taşıdıkları siyasal kimlik ne olursa olsun, tüm düzen partileri oligarşiye ve emperyalizme hizmet etme yarışındadırlar. Öyle ya, bunlar için Meclis kavgaları görüntüsel, ülke ve dünya egemenlerine hizmet etmek esastır. Gelecek yıl NATO Başkan Yardımcısı olacağı söylenen AKP milletvekili Vahit Erdem de, emperyalistlere hizmet etmek için heyacanla beklemektedir...
Türk, Kürt, Arap, Fars ve tüm dünya halkları da, emperyalizmin sonunu getirmek için çok daha büyük bir heyacanla bekliyorlar. Eninde sonunda emperyalizm yenilecek ve dünya emekçi halkları zafere ulaşacaktır!..

Silah Sanayiinde İsrail Etkinliği
Yayılmacı Siyonist politikaları yaşamsal kılmak için, Filistinli küçük çocukları bile öldürmekten çekinmeyen israil, dünya silah ihracatçısı ülkeler arasında üçüncü sıraya yükseldi. Amerikan Defence News dergisinin, 2002 yılı anlaşmalarına bakarak saptadığı silah ihracatçısı ülkeler sıralamasında, ilk iki sırayı 13.2 milyar $ ile ABD ve 4.4 milyar $ ile Rusya alıyor, İngiltere ve Fransa, dördüncü ve beşinci sırayı paylaşıyor. (Radikal,20 Kasım 2003)
Toplam ihracat geliri 30 milyar $ olan İsrail, 2002 yılında 4.1 milyar dolarlık silah anlaşması yapmış durumda. Bir önceki yıl, 2.6 milyar $ olan bu rakamın artmasının nedeni ise; Hindistan ve Türkiye’ye yapılan yeni silah satışları ve bu ülkelerle yapılan silah modernizasyon anlaşmaları... Uzi tüfekleri, pilotsuz saldırı uçakları ve erken uyarı radar sistemleri (Awacs uçakları dahil) vb. nitelikteki geniş bir silah yelpazesine sahip bulunan İsrail, silah satışınının yarısını Hindistan'a yapmaktayken, diğer silah ihrac ettiği ülkeler ise, ABD, Singapur ve Sri Lanka’dır. 1996 yılından bu yana, İsrail'den toplam 3 milyar dolarlık silah satın alan Türkiye, sadece tank modernizasyonu için bu ülkeye 700 milyon $ ödedi. Yine, F-4 ve F-5 uçaklarının modernizasyonu ve ortak füze üretimi de, 3 milyar doların ana gövdesini oluşturuyor. Yaklaşık 200 silah üreticisi firmanın bulunduğu İsrail'de; silah ihracatının %90'ını, devletin sahip olduğu IAI (İsrail Uçak Sanayii), İsrail Ordu Sanayii ve Rafael ile, özel sektöre ait Elbit ve Elrisa karşılıyor. İstediği ülkeye Arrow füzesi satabilen İsrail'e, üretici firmada ABD'nin Boeing firması da ortak olduğu için, Washington sessiz kalıyor. Bu gidişle İsrail, çok yakın bir zamanda, dünya silah ihracatçısı ülkeler içinde, sürekli etkin bir konumda bulunacaktır...

 

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul