|
|
|
|
Diz
Çökmeden Ölmek ve Kanla Yazılan Tarih:
19
Aralık
|
Tarihler 19 Aralık 2000’i gösteriyordu
ve faşist cellatlar, sabahın ilk ışıklarıyla yeni
bir katliama daha imza atıyorlardı. Ülke çapındaki
birçok cezaevinde, aynı anda başlayan operasyon,
açıkça bir katliam operasyonuydu. Ve bu katliam
operasyonunda, Ümraniye Zındanında şehit olan Alp
Ata Akçayöz yoldaşımızın da aralarında bulunduğu
28 devrimci tutsağı, inancımızın ateşini körükleyen
sloganlarımızla ölümsüzlüğe uğurladık.
Devrimci tutsaklar tarih boyunca birçok defa operasyonlara,
katliamlara maruz kaldılar. 12 Eylül sürecinde bile
yaşanan operasyonlarda devrimci tutsakların katledilmesi,
başlangıçta oligarşi açısından hedeflenmeyen bir
şeydi. Ancak Buca, Ümraniye, Diyarbakır ve Ulucanlar
katliamları, artık yeni bir sürecin açıldığının
habercisiydi. 12 Eylül’de bile görülmeyen, katletmeye
dönük operasyonlar süreci açılmıştı. Savaş ahlakı
gereği tutsakların öldürülmemesi, belki de modern
tarihin en eski yasalarından biridir. Bunu bile
çiğnemeyi göze alabilen oligarşi, bu provalar üzerinden
adım adım 19 Aralık katliamını örgütledi.
Elbette ki 19 Aralık katliamı, Sosyalist Barikat’ın
ilk sayısında ve geleneğimize ait daha önce çıkmış
diğer yayınlarda da belirttiğimiz gibi bütünsel
bir saldırı dalgasının ilk adımlarından biriydi.
Bu bütünsel saldırı, yeni yeni adımlarla, kimi zaman
hızlanıp kimi zaman yavaşlayarak hala sürmektedir.
19 Aralık katliamıyla başlayan F-Tipi hücrelerdeki
tutsaklık sürecinde devrimci tutsaklar, maruz kaldıkları
tüm işkence, saldırı, tecrit ve diğer baskı uygulamalarına
rağmen devrimci kimliklerini ödünsüz korumaya ve
geliştirmeye devam ediyorlar. Çünkü tarihte birçok
defa görüldüğü gibi, en ağır baskı koşulları bile,
ezilen sınıfların haklı direnişini asla yok edememiş,
onları teslim alamamıştır. Şeyh Bedrettin ve yoldaşları,
Münzer ayaklanmalarının köylüleri, Avrupa’nın dört
bir yanındaki zındanlara tıkılan 1848 devrimcileri,
1871’de kurşuna dizilen Paris Komünarları, Varşova
Gettosu direnişçileri, Haydari Kampı’nın tutsakları,
Saygon Zindanlarındaki Vietnam’lı yurtseverler ve
burda adını anamadığımız tüm direnişçiler, bunun
somut örneğidir.
Elbette ki tüm bu direnişler, tıpkı 12 Eylül sürecinde
olduğu gibi, en olumsuz koşullarda dahi halkların
kurtuluş umudunu her zaman diri tutan moral değerlerimizdir.
Bu direnişler ve onlara sahip çıkanlar bir ağacın
kökleri ve gövdesi gibidir; her zaman ve her koşulda
birbirlerini beslerler...
Bugünlerde F Tipi ve yeni açılan, yine hücre yapısında
olan D Tipi cezaevlerine yeni sevkler yapılmaktadır.
Bugüne kadar istisnalar dışında bu tip cezaevlerine
götürülmemiş olan “Kongra-Gel” tutsakları da hücrelere
kapatılmaktadır. Ne ilginçtir ki bu gelişme, kimi
çevrelerde, bugüne kadar sanki kimse hücrelere kapatılmamış,
bu tip cezaevleri ilk defa açılıyormuş gibi bir
“duyarlılık” yaratmaktadır. Daha öncesinde de tecriti
bir tutsak kitlesinden çok sadece bir kişinin sorunuymuş
gibi algılayan bu çevrelerin hangi ülkede ve hangi
koşullarda yaşadıklarını, oligarşinin bu hamlesiyle
anımsamaları, elbette ki bizler açısından düşündürücüdür.
Şüphesiz devrimci sosyalistler, F Tipi cezaevlerine
karşı genel duruşları itibarıyla bu konudaki duyarlılıklarını
sürdüreceklerdir ve zaten bu konuda yapılan etkinliklere
de güçleri oranında katılmaktadırlar. Ancak bu noktada,
19 Aralık sürecinde acılı devrimci tutsak yakınlarının
haykırışlarına gereken duyarlılığı göstermeyen ya
da o süreçte bambaşka gündemlerle hareket edenlerin
bugünkü tavırları da düşündürücüdür.
Sonuçta 19 Aralık Katliamı ve arkasından geliştirilen
politikalarla aramızdan koparılan 107 devrimcinin
tümü de bizim, devrimci hareketin şehitleridir ve
kanla yazılan tarihimizin parçalarıdır. Bugün yurtsever
harekete de yönelmiş olan F Tipi zulmü, bütün devrimci
ve demokrat insanların gündeminden düşmemelidir.
|
|
|
|
|
|
|
|