Sınıf Mücadelesi ve Toplumsal
Bilinç
1. İnsanın insan üzerinde sömürü ve tahakkümü esası
üzerinde kurulu olan sınıflı toplumlar kaçınılmaz
biçimde içlerinde sınıf karşıtlıklarını ve mücadelelerini
de barındırırlar. Toplumsal yaşamın tüm alanları
egemen ve ezilen sınıflar arasındaki çelişkiler
ve mücadeleler tarafından belirlenir. Bu mücadelede
egemen sınıfların hedefi varolan sömürü düzenini
ayakta tutmak ve sağlamlaştırmaktır. Ezilen sınıflar
ise varolan toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmak
ve kendi çıkarlarına denk düşen toplumsal düzen
kurmak hedefi ile hareket ederler.
2. Egemen sınıflar mevcut düzenin devamlılığını,
bir yandan mevcut ekonomik yapıyı güçlendirip emekçileri
daha yoğun sömürüye tabi tutarak, öte yandan ellerindeki
siyasi iktidarı, daha özlü bir ifade ile egemenlerin
emekçiler üzerindeki “cellatı” olmaktan öte fazlaca
bir anlam taşımayan devlet mekanizmasını kullanarak
ve bunların yanı sıra sömürü düzeninin tek doğru
ve meşru toplumsal düzen olduğu inancını yaratarak,
yani toplumsal bilinci her alanda kendi lehlerine
belirleyerek sağlarlar. Aynı biçimde emekçi sınıflar
da egemenlerin kendilerine yönelik bu saldırılarını
savuşturmak, giderek her alanda insiyatifi yakalayarak
egemenlerin dayanak noktalarını tahrip etmek çabası
içindedirler.
Kısacası toplumsal yaşamın tüm boyutlarında varolan
sınıf mücadelesi üç temel noktada somutlanır; ekonomik-demokratik,
politik ve ideolojik mücadele.
3. Geniş emekçi kesimleri nezlinde meşruluk zeminini
yitirmiş bir düzenin varolan yapısıyla uzun süre
yaşaması düşünülemez. Böylesi bir düzen emekçi kesimler
nezlinde kendisini yeniden meşru kılacak birtakım
düzenlemeler, değişiklikler yapmak zorundadır, yoksa
emekçi kitlelerin devrimci atılımıyla yok oluş kaçınılmazdır.
İşte ekonomik ve siyasi gücü ellerinde tutmalarına
rağmen egemen sınıflar ve zafer hedefiyle yürüyen
proletarya için toplumsal bilincin belirlenmesi
bu nedenle temel yaşamsal bir sorundur.
Lenin, egemen sınıfların toplumsal bilinci kendi
lehlerine belirleme çabalarını şöyle açıklar;
“Bütün ezen sınıflar egemenliklerini güvence altına
almak için iki sosyal îşleve gereksinim duyarlar;
celladın ve papazın işlevi. Cellat ezilenlerin protestolarını
ve öfkesini bastırmak; papaz da ezileni yatıştırmak,
onlara sıkıntılarını ve özverililiklerinin azalacağı
umudunu vermek (bu umutların gerçekleşeceği güvencesini
vermeden bunu yapmak özellikle kolaydır) için gereklidir.
Böylece sınıf egemenliği sürdürülürken onların,
sınıf egemenliğiyle uzlaşmasına, devrimci eylemden
uzak tutulmasına devrimci ruhun zayıflamasına ve
devrim kararlılığının yıkılmasına çalışılır...”
(Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky s.33. Lenin,,
Bilim ve Sosyalizm Y. 3.Baskı)
4. Egemen sınıflar, sınıflar mücadelesinin hemen
her alanında olduğu gibi toplumsal bilincin belirlenmesi
mücadelesinde de verili toplumsal ilişkilerin kendisinden
kaynaklanan tartışılmaz üstünlüklere sahiptirler.
Her şeyden önce toplumsal bilinç maddi yaşam ilişkilerine
bağlıdır ve ondan kaynaklanır. Bu nedenle maddi
yaşam ilişkilerine egemen olan sınıf veya sınıflar
toplumsal bilince ve manevi alana da egemen olurlar,
“...toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, egemen
manevi güçtür de... Egemen düşünceler, fikirler
biçiminde kavranan maddi, egemen ilişkileridir...”
(Alman İdeolojisi, s.79, Marks-Engels, Sol Y. 2.
Basım)
Egemenlerin toplumsal bilinci belirlemedeki güçlerinin
önemli bir kaynağı da binlerce yıllık sınıflı toplum
ilişkilerinin ürettiği ve günümüze taşımış olan,
her gün kendini yeniden üreten; egemen sınıfların
varlığını, kurulu düzeni meşru gösteren şartlanmalar,
alışkanlıklar, gelenekler, gerici yoz ideoloji ve
diğer toplumsal bilinç biçimleridirler.
Öte yandan egemen sınıflar toplumsal bilince egemen
olma konumlarını yukarıda sıralananların yanı sıra
bir yandan ezilen sınıfların kendilerinin belirlediği
nitelik ve alanlarda (uzlaşmacı, köleleştirici emekçileri
temel sorunlarından uzaklaştırıcı) sınırlı kalmak
koşulu ile düşünsel faaliyette bulunmalarını sağlayarak,
diğer yandan düşünsel faaliyet araçları ve yayma
olanakları (bireysel ve kitlesel iletişim) araçları
üzerinde denetim kurup, anti-düzen düşüncelerin
yayılımını engelleyerek sağlarlar.
Yukarıda belirtilenlerle bağlantılı biçimde “cellat”ın
baskı ve zor mekanizmalarıyla devlet de bu mücadele
alanında yerini alır. Devrimci düşüncelerin yayılması
üzerinde engeller, yasaklar, polis terörü ve işkence
ard arda gelir. Özellikle sömürge ve yeni-sömürgelerde
ezilen sınıfların ileri unsurları (örgütleri ve
önder militanları) sistematik bir biçimde yok edilerek
karşı düşüncelerin üretilmesi engellenmeye çalışılır.
5. Sınıf mücadelesinin tarihi göstermiştir ki egemen
sınıfların bütün çabalarına, egemen konumda olmalarından
kaynaklanan güce rağmen, sahip oldukları düzen,
proletaryanın önderliğindeki emekçi sınıfların mücadelesi
karşısında dayanamamış, paramparça olmuştur ve olacaktır.
Proletaryaya bu güce nasıl sahip ol/uyor/acaktır?
Proletaryanın bu gücü tarihsel gelişmenin daha ileri
toplum düzenine akışın olanaklarını sunmasından
ve onun tek bilimsel ve doğru dünya görüşü M-L ile
donanmasından kaynaklanır. Proletarya ve önderliğini
yaptığı emekçi kesimler tohum halindeki bilinçlenme
düzeyini aşıp sosyalist hareketle kucaklaştığında
egemen sınıfların, mücadelenin her alanındaki barikatları
yıkılmaya mahkum olmuş demektir.
İdeoloji
6. Yazının başında sınıf mücadelesinin üç temel
alanını saymış ve bunlardan birini ideolojik mücadele
alanı olarak belirtmiştik. Fakat dikkatli okuyucu,
yazının buraya kadar olan bölümündeki ideolojik
mücadeleye karşılık olarak toplumsal bilinci belirleme
mücadelesinden bahsettiğimizi fark etmiştir. Toplumsal
bilinç ideolojiye göre çok daha kapsamlı bir kavramdır.
Toplumsal bilinç çeşitli alanları ve biçimleri
(sanat, bilim, ideoloji, estetik vs.) kapsar ve
bunların bütünlüğünü ifade eder.
İdeoloji(ler) toplumsal yaşamın çeşitli noktalarında
yer alan sınıfların, doğayı ve toplumsal yaşamın
tüm boyutlarını (maddi-manevi) kendi sınıf çıkarlarına
göre analiz ederek oluşturdukları sistemli düşün
bütün/leri/dir.*
İdeoloji özgün konumuyla diğer toplumsal bilinç
biçimlerinin gelişmelerinde yol göstericidir.
Aynı zamanda diyalektik olarak bunların sonucudur
da. Toplumsal bilincin bütün biçimleri arasındaki
bağlantıyı sağlar, bunların içeriğini ve yönünü
belirler. Kısacası ideoloji kendi özgül yapısından
kaynaklanan özelliklerinden dolayı, bir bütün
olarak toplumsal bilincin oluşumunda, gelişiminde,
biçimlenmesinde başat rol oynar, damgasını vurur.
Bu nedenle toplumsal bilincin belirlenmesi mücadelesi
özlü bir biçimde ifade edilirse ideolojik mücadeledir.
7. Sınıflar gibi ideolojileri de savaşım içindedirler.
İdeolojik savaşım süreci aynı zamanda bu savaşım
içindeki ideolojilerin yetkinleşme, gelişme veya
yok olma süreçleridir de. Giderek artan ölçüde
daha dinamik, kavrayıcı ve kapsayıcı konuma gelemeyen
sınıf ideolojileri yenilgiye mahkumdurlar. Bu
alandaki mücadelenin başarısızlığı, diğer alanlardaki
mücadelenin başarısını engeller.
“Bizim düşüncemize göre kuram olmaması devrimci
bir akımı varolma hakkından yoksun kılar ve eninde
sonunda siyasal bir iflasa sürükler.” (Devrimci
Maceracılık, Sağ ve Sol Sapmalar Üzerine, Lenin,
s.10, Ser Yayınları)
İdeolojik Mücadele ve Günümüzdeki Yeri ve
Önemi
8. İdeolojik mücadele ve onun ürünü olan ideolojik
birliğin önemi ortaya konulurken gözden kaçırılmaması
gereken nokta ideolojik çalışmanın ana görevinin
proletaryanın iktidar mücadelesine hizmet etmesi,
onun yolunu aydınlatması olduğudur. Sınıf mücadelesinde
hiç bir şey siyasi mücadeleden yani iktidar mücadelesinden
ayrı düşünülmez. Bu perspektiften ayrılan ideolojik
çalışmaların varacağı nokta kendiliğindenciliktir,
sınıf perspektifinin bulanıklaşması, zayıflaması
ve çalışmaların amaçsızlaşmasıdır. İdeolojik çalışma
ancak siyasi mücadeleye bağlandığında somut süreçleri
kavrar, her yeni olguyu değerlendirme, çözüm üretme
ve genel hareket planları sunma yeteneğine kavuşur.
9. Devrimci güçlerin ideolojik çalışmasının içeriğini
esas olarak yaşamın her alanındaki somut süreçlerin
ve olayların M-L ışığında mümkün olduğunca eksiksiz
ve doğru analizi, bundan hareketle bu olay ve
süreçlerin proletaryanın ve diğer emekçi kesimlerin
çıkarları doğrultusunda her şeyden önce de iktidar
mücadelesi için nasıl dönüştürüleceğini gösteren
politikalar saptamak, hareket planları çizmek,
bu analiz ve politik saptamaları diyalektik bir
bütün halinde sistemleştirerek kitleleri eğitmek
ve bunları devrimci pratiğin hizmetine sokmak
oluşturur. Görüldüğü gibi ideolojik çalışmanın
ilk ve temel uğrağını somut süreç ve olguların
analizi olan ve bu niteliğinden dolayı toplumsal
yaşamın gelişim ve değişim yasalarını kavramamızı
sağlayan ve politika saptamada temel olarak hizmet
eden teorik çalışma oluşturmaktadır. Ancak devrimci
dünya görüşünün gücü ve toplumsal pratik üzerindeki
etkisi sadece toplumsal gelişmeleri doğru biçimde
analiz edip açıklamasından kaynaklanmaz. Bu, onun
aynı zamanda geniş emekçi kesimler arasında kök
salmasına, onlara mal olmasına bağlıdır, işte
bu nedenle M-L’lerin ideolojik çalışması sadece
teorik çalışma ile sınırlı kalamaz. Devrimci teorinin
sınıfa, emekçilere mal olması ise onun devrimci
politikalar halinde somutlanmasına, diğer sınıf
ideolojilerini etkisizleştirmesine, ideolojik-politik
eğitimle kitlelere ulaştırılmasına ve devrimci
pratikle sınanmasına bağlıdır.
10. İdeolojik çalışmanın (özellikle teorik) görevlerini
yerine getirebilmesi, iktidar hedefi gözden kaçırılmadan
gelişen süreçlere uygun içerik ve biçimler almasına
yani pratikle iç içe gelişmesine, pratikle birliğinin
sağlanmasına bağlıdır. Stalin, teorik çalışma
ile pratiğin birliğini “...Teori devrimci pratiğe
bağlanmadıkça amaçsız kalır; tıpkı yolu teori
ile aydınlatılmayan pratiğin el yordamı ile yürümesi
gibi...” (Leninizm ilkeleri, s. 24, Sol Y.) sözleri
ile ifade eder.
Nihai hedef gözden kaçırılmadan, her tarihsel
süreçte toplumsal pratiğin bulunduğu aşamanın
öne koyduğu sorunların çözümüne yönelik teorik
üretim, pratikle sağlıklı etkileşim içinde bulunabilir.
Böyle bir çalışma yürüten devrimci güçler ideolojik-teorik
çalışmalarını yaşamdan, devrimci pratiğin içinden
çıkarırken, genel toplumsal pratik üzerinde etkili
olma şansına sahip olabilirler. Mao’nun bu gerçeği
çok güzel ifade eden şu sözleri kılavuz ilke olmalıdır;
“Ancak tek bir tür gerçek vardır: Nesnel gerçekliğin
gözlemlenmesinden çıkan ve nesnel gerçeklikle
kanıtlanan teori. Bu teoriyle hiç bir şey boy
ölçüşemez.” (Teorik ve Siyasal Düşünceler, s.
26, Bilim ve Sosyalizm Y.)
Öte yandan teorik çalışmaların sürece uygunluğunun
denetimi de devrimci pratikle mümkündür. Proleter
devrimciler kendinden menkul, dogmatik ve küçük
burjuva entelektüel merakını tatmin etmeye yönelik
çalışmaların dışındadırlar. M-L’ler teorik çalışmalarını
sınıf mücadelesinin yolunu aydınlatmak hedefiyle
yaparlar. Bu nedenle ortaya çıkan teorik çalışmaların
sınıf çıkarlarına uygun ve doğru olması gerekir.
Bu ise açık ve net ifadeler taşımasına ve denetlenebilir
olmasına bağlıdır. Temel doğrulama ve denetleme
aracı ise devrimci pratiktir.
11. Teori ile pratik arasındaki ilişkide önemli
noktalardan biri de devrimci güçlerin teorik çalışmalarının
pratikle birliğini, uyumunu sadece tek tek olgular
bazında anlayıp olayların kuyruğuna takılmamaları
gerektiğidir. Hareket noktası olarak alınması
gereken pratik tek tek pratik olaylar değil, genel
toplumsal pratiktir. Teorik çalışmalarda, bunların
denetlenmesinde, zenginleştirilmesinde genel toplumsal
pratik değil de tek tek olgular birbirinden kopuk
ele alındığında çalışmanın yönü sapar, kapsamı
daralır, nihai hedefle bağlantısı kopar, her sürecin
öne koyduğu temel teorik sorunlar gözden kaçar,
savsaklanır. Bu çalışmaların yerini giderek temel
açılımlara dayanmaktan uzak, gündelik politikaların
üretilmesi alır.
12. Türkiye devrimci hareketinin ideolojik alandaki
çabalarına çoğunluklu damgasını vuran olgu kendiliğindencilik,
günlük politika üretimi ya da kuru bir teorisizmle
sakatlanmışlıktır. Bu noktada günlük düşünme ve
politika üretimi özel bir önem taşımaktadır. Mücadele
süreçlerinin getirdiği yoğun gündelik görevler
içinde temel ideolojik-teorik/politik görevlerin,
hedeflerin unutulması, siyasi çalışmanın kapsamının
daraltılması gibi olgular, ideolojik çalışmayı
giderek esas olarak gündelik dar pratiğin sorunlarının
çözümü ile sınırlandırmıştır. Temel ideolojik,
politik sorunlarda kapsamlı teorik açılımların
yapılması, bunların kılavuz ilkelerle, genel hareket
planları ile somutlanması ve bunlarla karşılıklı
bağıntı içinde gündelik politikalar üretilmesi
ve gündelik mücadelenin yolunun aydınlatılarak
nihai hedefe bağlanmasının yerini, genel olarak
gündelik politikalar üretilmesi almıştır. Devrimci
sosyalist hareketinde bu noktada payına düşen
eleştiri noktaları vardır.
Devrimci hareket saflarında ideolojik keşmekeşin
derinleştiği 90’lı yıllardaki günlük politikalarla
yetinme eğilimi hala güçlü bir eğilimdir. Bunun
yanı sıra sözde büyük teorisyenler ve teorik arayışların
peşinde devrimci mücadelenin somut görevlerinden
uzak durarak ‘teorik üretim yapan’ çeşitli çevreler
de söz konusu. Her iki eğilimin de sorunların
devrimci çözümünde uzun vadeli kalıcı yaklaşımlar
üretmeleri beklenemez.
13. Emekçi kitlelere, varolan andan bir adım ötesinin
gereklerini göstermekten uzak, günümüzün temel
teorik ve politik sorunlarına ilişkin açılımlar
üretememiş, yeni tarihsel süreci çözümlemekten
uzak siyasi yapılanmaların, emekçileri egemenlerin
ideolojik, politik, kültürel, vb. saldırılarından
koruyacak ciddi bir ideolojik-politik eğitimden
geçirmeleri, yaşam alışkıları kazandırmaları beklenemez.
Nihayetinde devrimcilerin zaman zaman “çok güçlü”
yapılar kurdukları alanlarda, bölgelerde bile
apolitikleşme, siyasi ve kültürel yozlaşma, yani
bilinçlerdeki yıkım, diğer alanlarda olduğu gibi,
kendini ciddi biçimde göstermiştir. Elbette bu
söylediklerimiz hiç politik eğitim yapılmadığı,
devrimci yaşam tarzı ve alışkıları yaratılamadığı
anlamına gelmiyor. Ama toplumsal pratiğin de gösterdiği,
bunların boyutu kitlelerin, oligarşinin saldırılarını
savuşturabilmelerini sağlayacak içerik, biçim
ve olgunluktan uzakta olduğudur.
14. İdeolojik mücadele, sınıf mücadelesinin her
alanda yükseltilmesi ve yeniden inşa sürecimize
hizmet ederken diğer yandan bu görevlerle bağlantı
içinde sosyalist insanın yaratılması sürecinde
de temel nitelikte fonksiyonlara sahiptir. Sürekli
olarak yinelenen devrimci teorinin kitlelere mal
edilmesi hedefi, sosyalist insanın ve ilişkilerin
yaratılmasında ilk adımdır. Devrimci dünya görüşünün
kitlelere mal edilmesi, yaşanan her somut soruna
denk düşen ideolojik-politik eğitim ile bu eğitim
ve devrimci pratik temelinde gelişecek kitlelerin,
öncünün her alandaki çalışmasının salt tüketicileri
olmaktan çıkarak üreticileri de olmaları sürecine
başlamasıyla mümkündür. Sosyalist insan böyle
bir sürecin içinde biçimlenecek, billurlaşacaktır.
Yani her alanda daha yoğun katılımla. Böyle bir
süreç ise ancak maddi koşulları yaratıldığında,
mekanizmaları oluşturulduğunda yaşama şansı bulur.
Öncünün görevleri bu koşulları ve mekanizmaları
kitlelerle birlikte yaratmaktır. Gerek her kademedeki
devrimci militanların, gerekse emekçi kitlelerin
toplumsal sorunların analizine, çözümler üretilmesine
(entelektüel çalışmaların tümüne) şu veya bu düzeyde
katılımının sağlanması, bu katılımın sürekli genişlemesi,
hem bu çalışmaların sağlıklı bir gelişimini hem
de bunların pratiğe sağlıklı bir biçimde uygulanmalarını
sağlayacaktır. Devrimci sosyalist özne-kişilik
devrimci eylemiyle, günlük yaşamın üretilmesindeki
eşitlikçi, dayanışmacı sosyalist tutumuyla olduğu
kadar, düşünsel üretkenlik çabalarına yoğun katılımla
biçimlenecek ve olgunlaşacaktır.
15. Devrimci sosyalist hareket ideolojik mücadelenin
önemini ve somut görevlerini değişik çalışmalarda
netleştirmiştir. Her devrimci sosyalist yaratıcı
yollar bularak kendi ideolojik eğitimini ve üretkenliğini,
ilişkide olduğu her kitle ilişkisini bu görevler
temelinde geliştirmek, ideolojik mücadelenin öznesi
haline getirmek zorundadır. İnsan beyni her an
faaliyet içindedir, bunun anlamı ideolojik mücadelenin
belirli tartışmalara özgü bir mücadele olmadığı,
her an her olguyla birlikte yeniden ve yeniden
üretilmesi gerektiğidir. Kalıcı, kökleşmiş, militan
bir kitle hareketi, bir devrim hareketinin besleneceği
ana damarlardan biri budur. Bu yaklaşım mücadeledeki
temel kılavuzlarımızdan biri olmalıdır.
*Burada şunu belirtmek gerekiyor. Bu tanımlama
esas olarak Lenin’in ideoloji kavramına yüklediği
anlam temelinde yapılmaktadır. İdeoloji kavramı
Lenin’de ve Marks-Engels’de farklı anlamlarda
kullanılır. Lenin’de yukarıda yaptığımız tanımlama
anlamında kullanılırken Marks-Engels’de ideoloji
ters bilinçlenmedir. Biz bu gün M-L literatürdeki
artık yerleşmiş bulunan Lenin’deki anlamında kullanacağız.
|