“Bush’un savaşın bittiğini ilan
ettiği 1 Mayıs’tan bu yana…”
Haber ajansları ve televizyonlar ABD ordusunun kayıplarını
vermeye her seferinde bu cümlelerle başlarken gizli
bir keyif duyuyorlar sanki. İşler sarpa sarıyor
ve yalnızca Rumsfeld gibileri değil, savaş günlerinde
en Amerikancı nutuklar atan yazarlar bile artık
durumu itiraf etmekten çekinmiyorlar.
Immanuel Wallerstein’in bir yazısında aktardığına
göre ABD’de de durum pek parlak değil. Yapılan son
kamuoyu yoklamalarına göre Amerikan halkının yüzde
64’ü Irak işgalinin “terörist saldırı” olasılığını
artırdığına inanıyor. Yüzde 77 İslam dünyasında
ABD’ye karşı olumsuz yaklaşımların “terörist kadrolaşmayı”
yükselttiğine inanıyor. Ve yüzde 81, 11 Eylül’den
çıkartılacak gerçek dersin ABD’nin daha “çok taraflı”
davranması zorunluluğu olduğuna inanıyor.
Bu arada, yani-sağ cephede de farelerin gemiyi terk
etmeye başladığı ve Bush’un etrafının (özellikle
medya dünyasında) yavaş yavaş boşaldığı ifade ediliyor.
“Ya geriye dönmeli ya da ilerlemek için eski burnu
büyük tavırdan vazgeçmeli ve başkalarını da bu pis
işe bulaştırmalıyız!” Şimdilik böyle bir hava esiyor
çete elemanları arasında. Ve tabii her cenaze kargosu,
daha fazla moral çöküntüsü anlamına geliyor. Fatura
büyüdükçe emperyalist hasımları işin içine katma
çabası artıyor ve elbette bu, ABD’nin ilk günlerdeki
kesin hegemon tavrının yumuşatılması, zorunlu paylaşımlar
pahasına gerçekleşiyor.
Sonuç olarak, Irak’tan bir Vietnam çıkıp çıkmayacağı
tabii ki tartışılabilir ya da devrimcilerin Irak
direnişini nasıl bir perspektif ve hangi çekincelerle
desteklemesi gerektiği üzerine çok konuşulabilir.
Ama bütün bunların ötesinde bugün Irak’ta olan şey,
emperyalist tasarımların her zaman istendiği gibi
tıkır tıkır işlemediğinin kanıtlanmasıdır ve bütün
tartışmalardan daha önemli olan budur. Bağdat sokaklarında
olup bitenler, hem emperyalist sistemin kendi içinde
hem de emekçi halklarla emperyalizm arasındaki çatışmada
bir çok unsuru etkilemeye devam ediyor ve edecek.
Ve yalnızca bu değil. Belki coğrafi yakınlıktan
ötürü bize öyle görünüyor olabilir ama emperyalist
sistemin baş ağrıları Irak’tan ibaret değil. Hava
giderek dönmekte ve üst perdeden verilen emperyalist
direktifler eskisi kadar kolayca hayata geçirilememektedir.
Cancun zirvesinde neoliberal politikaların aldığı
yara şimdilik ağır olmayabilir ama yoksul ülkelerin
koyduğu tavır önemlidir. Son bir yıl boyunca Latin
Amerika’da yaşanan kitlesel hareketler ise hiç gözden
kaçırılmamalıdır. Geçtiğimiz ay Bolivya’da yaşanan
ayaklanma, (ve ondan öncekiler, Arjantin, Brezilya,
vb.) IMF-DB programlarının artık hiçbir ülkede değişmez
ayet gibi algılanmadığını gösteriyor ve bu arada
Latin Amerika’ya cumhurbaşkanı dayandırmak giderek
zorlaşıyor.
***
Bütün bu gelişmeler olurken Beyoğlu ve Şişli’de
aynı anda patlayan bombalar, ortalığı kana buladı.
Olayın ardından artık alıştığımız gibi “terör” ve
“ortadoğu” uzmanları binbir türlü komplo teorisiyle
TV kanallarını doldurmaya başladılar ve önümüzdeki
günlerde birbirinden orjinal fikirleri dinlemek
mümkün olacak.
Ancak sonuçta, bütün laf kalabalığı bir yana, 15
Kasım kıyımı, gerçekten insanlık dışı niteliğiyle
tarihe geçecek ve bu topraklarda benzeri örnekler
çok görüldüğü için hiç komplocu düşünmeyen insanlar
bile olayın arkasında ABD ve oligarşiyi arayacaklar.
Böyle olabilir ya da olmayabilir. Ama sonuç olarak
saldırının Türkiye’deki politik kargaşayı artıracağı
ve “El-Kaide/terörizm/Şer Ekseni” propagandasının
değirmenine su taşıyacağı kesin görünüyor. 11 Eylül’den
hemen sonra yaptığı bir konuşmada “meşru silahlı
mücadele ile bu tür eylemler aynı gösteriliyor”
diye uyaran Fidel’in haklılığı da ortaya çıkıyor;
çünkü gerçekten genel atmosfer bu yönde gelişiyor
ya da geliştiriliyor. Bu, devrimcilerin ne kadar
hassas bir çizgi üzerinde yürüdükleri ve yürüyecekleri
üzerine düşünmemizi gerektiriyor.
***
Bu arada Türkiye de, yoğun gündem maddeleriyle yüklü
bir sürece giriyor. Bir yandan neoliberal programın
en ciddi adımlarından biri olan Kamu Reformu gibi
tasarılar bir tehlike olarak ufukta belirirken,
diğer yandan faiz ödemelerine ayrılmış bir bütçeyi
IMF uzmanlarıyla birlikte hazırlayan hükümet (artık
işler böyle yürüyor!) ekonomiyi ve ücretleri daraltan
bir politikayı sürdürüyor. İç talebi daraltmak,
“kemer sıkma” politikasını sürdürmek, bütçenin temel
unsurları. Maaşların kısılması, sosyal harcamaların
tırpanlanması ve sosyal güvenlik sistemine saldırı,
önümüzdeki yılın belli başlı hedefleri. Öte yandan
“işlerin iyi gittiği” bugünlerde herkesin dilinde;
Özellikle birdenbire AKP hayranı kesilen medya patronları
ve haber kanallarının finans yorumcuları, “piyasalar”ın
keyfinin yerinde olduğu konusunda hemfikir görünüyorlar.
Dünya kapitalist sisteminin ve Türkiye’nin yeni-sömürge
ekonomisinin nasıl ince kırmızı çizgiler üzerinden
yürüdüğünü ise her seferinde yeniden öğreniyorlar
ve çok şaşırmış gibi yapıyorlar.
***
Bütün bunlar olup biterken “cumhuriyetin kurucusu
ve kollayıcısı” partinin kongresi de geçenlerde
yapıldı ve tüm zamanların bu en yavan, en gereksiz
siyasi toplantısında Baykal yeniden seçildi. Bu
kez Ricky Martinvari sis bulutları, ışık oyunları
bile olmadığı için gazeteciler ve izleyiciler
sıkıntıdan patladı. Hatta o kadar ki, iyi haber
izleyicisi olmayanlar CHP’nin bir kongre yaptığından
bile haberdar olmadılar.
Aslında bu, Türkiye’deki siyasal sistemin son
yirmi yılda merkeze çekilen yapısının bir göstergesiydi.
Her şey, o kadar renksizleştirilip birbirine o
kadar benzetilmişti ki, artık kimsenin bir muhalefet
partisi kongresinden bir şey bekleyecek hali kalmamıştı.
Gerçekten de, bugün artık Türkiye’de mevcut düzenin
işleyişine muhalif olup da elindeki oyu verecek
parti arayan sıradan insan açısından durum tam
bir çıkmaz sokaktır. Bu sıradan TC yurttaşı, sözgelimi
Kürt olsa, en son tercihi CHP olacaktır; ya da
işçi olsa CHP’nin IMF programları hakkında ne
düşündüğünü merak edecektir; böyle demokrasi ve
oy aşığı bir yurttaş, örneğin köylü olsa, Şeker
ve Tütün yasaları başta olmak üzere tarıma en
ağır darbeleri vuran IMF memuru Derviş’in partisini
sevmek için kendisini ikna edemeyecektir; öğrenci
olsa mevcut YÖK monarşisini baş tacı eden bir
partinin güvenilir bir yanını bulamayacaktır,
vs. vs. Sonuç olarak, ortaya çıkan durum, tam
anlamıyla “olsa da olur olmasa da” manzarasıdır
ve emekçi kitlelerin bu tür kof umutlardan kopuşması,
doğrusu devrimciler açısından sevindirici bir
gelişmedir.
***
Geçen ayın politik açıdan iki önemli gelişmesinden
biri, Kürt hareketinin son bir yıl içinde ikinci
kez yeni isim kararı almasıydı. PKK’den KADEK’e
geçiş yapan İmralı politikası, bu kez de KADEK’i
feshederek yeni bir oluşumu ilan etti. PKK değişime
doymuyor; daha doğrusu “değişin” demekle değişilmiyor
olmalı ki yeni adımlar atılıyor. Oysa her iki
kararın da resmen açıklanan gerekçesi aşağı yukarı
aynıydı: “Eski kültürü ve dar yapılanmayı terk
edip daha geniş ve daha kapsayıcı-demokratik bir
yapı kurmak.”
Hatta daha da ileri gidilip “Leninist tarzın kısıtlayıcılığının
aşılacağı” gibi (Leninizm neyi kısıtlıyorsa!)
tam da postmodern zamanlara uygun gerekçeler icat
ediliyordu. Ancak öyle görünüyor ki, bu kadarı
da yetmeyecek; çünkü oligarşinin istediği tam
ve kesin çöküşten başkası değildir. Her gün sokakları
dolduran öfkeli Kürt halkının bundan daha fazla
“değişim”i kaldıracağı şüpheli görünüyor.
Diğer değinilmesi gereken politik olgu ise artık
rutinleşmiş de olsa her yıl belli bir gündem yaratan
6 Kasım protestolarıydı. Bu yıl da üniversiteliler
sokağa çıktılar fakat bu kez özellikle İstanbul’da
yaklaşık 6-7 ayrı parçadan oluşan bir eylem tablosunu
yaratmak gerçekten bir “yetenek” işiydi.
Öyle görünüyor ki artık 6 Kasım da, örneğin 1
Mayıs gibi kendi içeriğinden taşarak o yılın sürecinde
öne çıkan gündem maddeleri üzerine oturan bir
“geleneksel eylem günü” haline geliyor ve siyasal
hareketler açısından o yılın gençlik çalışmasının
açılış töreni olarak algılanıyor. Bu, çok sakıncalı
bir şey değil tabii ki; ancak bir arada olmanın
da engeli değil. Güç gösterisi yapmakla başkalarıyla
birlikte olmak arasında bir çelişki yok çünkü.
***
Önümüzdeki süreç, daha fazla örgütsel çabayı,
daha fazla programatik çalışmayı gerekli kılıyor.
Devrimci sosyalizmin ufku, günlük ve basit değildir;
o yaratılan kaos ortamını ve sol kanattaki darlığı
aşma hedefini tek bir sürecin işi olarak görmektedir;
bunun gerçekleştirilmesi ise her alanda bütün
enerjimizin açığa çıkarılmasıyla mümkün olacaktır.
Ortadoğu'ya Komünizm lazımsa...
Bir İbret Tablosu
Irak işgali ve sonrası üzerine geçtiğimiz
sayılarda yazarken Kürtler bakımından "yeni
mandacılık" ilişkilerine dikkat çekmiş
ve Güney Kürdistan'daki Kürt örgütlerinin
Amerikan emperyalizmi ile girdikleri işbirlikçi
ilişkiyi sorgulamıştık. Ancak geçtiğimiz ay
okuduğumuz tüyler ürpertici bir röportaj,
mandacılık eğiliminin başka boyutlarını görmediğimizi
açığa çıkardı. Üstelik görmediğimiz şey, dünya
tarihi bakımından da çok önemliydi; ABD tarihinin
en sağcı, yönetimlerinden biri, "yönetim
konseyi" dediği kukla tiyatrosunda Irak
'Komünist' Partisi'ne yer verdiği gibi, aynı
'kızılların' Kültür Bakanlığı'nı üstlenmesine
de ses çıkarmıyordu.
Ancak, 19 Ekim'de IKP genel sekreteri ve Irak
Geçici Hükümet Konseyi Üyesi Hamid Mecid Musa
ile yapılan röportajı okuyunca, bunun aslında
çok anlaşılabilir nedenleri olduğunu kavramak
zor olmuyor. Örneğin, "Irak'ta komünistler
serbest çalışabiliyor mu? Çalışmalarınıza
konan yasaklar var mı?" sorusuna Musa'nın
verdiği yanıt şöyle: "Herkes istediği
gibi çalışıyor. Herkes Irak'ın yeniden yapılanmasında
serbest. Bu süreçte hemen hemen her yerde
kendi örgütlenmemizi kuruyoruz."
Daha sonra açıldıkça açılıyor Mecid Musa,
yeni anayasa konusunda bir soru geldiğinde
yanıtı hazır: "Siz de biliyorsunuz ki,
Komünist Partisi, Geçici Hükümet'te görev
alıyor. Şimdiye kadar hiçbir engelle karşılaşmadık.
Hükümette Kültür Bakanlığı görevi de Komünist
Parti'dedir. Konsey'de, Bakanlık'ta her yerde
varız." Ne güzel değil mi? Tarihi bir
an: Komünistler, ülkeleri işgal eden emperyalist
haydutlarla el ele!
Peki sabotajlar, bombalı saldırılar?
"Bir sürü yanlış aktarım var" diyor
Musa, "Basra'da olan eylemlilikleri ayırmak
gerekir. Basra'da eylem yapanlar işçilerdir.
Onlar iş ve aş talep ediyor. Patlamalar, intihar
saldırıları, suikastler Saddam ve çevresi
tarafından yapılan eylemlerdir. Rant amaçlı
yapılıyor. Terörist İslami hareketlerle işbirliği
halinde yapılıyor."
İşte bu kadar! Tanrıya şükür ki, “komünist”
Musa, yine de işçi kuzularını kolluyor; diğerlerinin
ise katli vaciptir!
Yıl, 2003. Aylardan Kasım. Bir kenara yazmak
gerekiyor; tarihte bu da görülmüştür, diye... |
|