|
|
|
|
Güney
Kürdistan
Özgürlük
mü?
Yeni Mandacılık mı?
F. Kızılırmak
|
Emperyalizmin Statüko Kırıcılığı
ve Özgürlük
ABD emperyalizminin Irak saldırısı ve işgali ile
Ortadoğu’daki tüm dengelerin, statükoların yeni
baştan kurulması, dünyanın emperyalist güçler arasında
paylaşılması yeniden gündemde. Aslında bu süreç
yeni değil, 1990 başlarında reel sosyalizmin çöküşü
ile birlikte tüm dünyada oldukça kapsamlı ve çatışmalı
olarak gelişen bir süreç. Paylaşım mücadelesi Afrika’da,
Doğu Avrupa’da ve Asya’da ve özelde bölgemiz Ortadoğu’da
kanlı çatışmalarla sürüyor.
Kimileri 20. yüzyılın başlarında, kimileri ise 1945
sonrasında kurulan gerici statükoların bugün yürütülen
paylaşım mücadeleleri sürecinde kırılması pek çok
durumda, özellikle ezilenler cephesinde, onların
devrimci, demokratik ve ulusalcı güçleri arasında
oldukça yanılsamalı tavır alışlara neden oluyor.
Geçmişte oluşmuş olan gerici statükoların özellikle
sömürge ve yeni-sömürgelerde yarattığı pek çok ağır
yıkım, ve bu yıkımların altında yıllarca ezilmiş
olan çeşitli kesimler bu statükoların ABD emperyalizmi
ve/veya başkaca emperyalistlerce yıkılmasını çoğunlukla
sevinçle karşılıyor. Özellikle yerel gerici-faşist
diktatörlüklerin baskısı altındaki ezilen ulusların
burjuva ve küçük burjuva önderliklere sahip olan
ulusal hareketleri, yerel diktatörlüklerle emperyalistler
arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda derhal emperyalistlerle,
-ki bu daha çok ABD emperyalizmi oluyor- işbirliğine
giriyorlar, çoğu kez yüz kızartıcı tarzda iradelerini
haydut ABD emperyalizmine teslim ediyorlar. Kendi
özgücüne güvenmeyen bu ulusal/dinsel vb. hareketler,
gerici güçler arasında ortaya çıkan çatışmalı ortamlardan
yararlanarak, gerekirse ağır bedeller ödemeyi göze
alarak devrimci, demokratik ve bağımsızlıkçı alanlar
yaratarak, bunlar üzerinden yürümek yerine kaderlerini
ABD emperyalizmi ile birleştiriyorlar. Tuzaklarla,
ihanetlerle ve asla ne ulusal, ne de toplumsal anlamda
özgürlük getirmeyecek, olası trajik sonuçlarla dolu
bir bataklığa doğru yürüyorlar.
Bu noktada, öncelikle emperyalistlerin koltukları
altında özgürlük beklentisi içine giren bu ezilen
ulusların ve kesimlerin durumuna ve emperyalistlerin
bu durum karşısındaki duruşlarına ilişkin iki genel
saptama ile başlamak gerekiyor.
Herşeyden önce, bugün ezilen ulusların ve diğer
kesimlerin geçmişten günümüze değin çektikleri acıların
kaynağında emperyalistlerin bu halklara dayattıkları
statükolar vardır. Yüzyıllardır yaşanan sömürgecilik
emperyalizmin eseridir. Son yüzyıl içinde oluşan
tüm gerici statükolar emperyalistlerin eseridir.
Asya’da, Afrika’da, bölgemiz Ortadoğu’da halkların
iradesini hiçe sayan, adeta cetvelle çizilen ve
halkları parçalayan, onları düşman cepheler olarak
ayıran tüm sınırlar emperyalistlerin ürünüdür. I.
ve II. Paylaşım Savaşları sonrasında kurulan tüm
yeni-sömürge devletlerdeki statükolar esas olarak
emperyalistler tarafından kurulmuş, faşist barbar
rejimler emperyalistlerin sınırsız destekleri ve
yönlendirmesi ile, gerektiğinde doğrudan askeri
desteğiyle tüm ezilenlerin üzerine salınmıştır.
Özellikle 1945 sonrasında halkların iradesi ve istemleri
dikkate alınmadan emperyalistlerin çıkarları temelinde
biçimlendirilen çok uluslu yeni-sömürgelerde (Pakistan,
Irak, İran, Hindistan, Endonezya, pek çok Afrika
ülkesi vd.) kimi ulusların egemen konuma, kimilerinin
ise sömürge konumuna itilmesi tümüyle emperyalistlerin
geliştirdikleri planların, kurdukları gerici-faşist
rejimlerin ürünüdür. Bu devletlerde ezilen ulusların
yürüttükleri ulusal bağımsızlık mücadeleleri ise
başta ABD emperyalizmi olmak üzere, tüm emperyalistlerin
destekleriyle kanla boğulmaya çalışılmıştır. Bu
nedenledir ki, 1945’den bu yana devrimci ulusal
hareketlerin emperyalist sömürgecilikten kurtardıkları
ülkeler dışında, emperyalistlerle işbirliği halinde
kurulan, sömürgelikten yeni-sömürgeliğe terfi ettirilen
hiç bir ülkede ulusal ve dinsel sorunlar, yani temel
demokratik sorunların hiçbiri çözüme kavuşmamıştır.
Bu ülkeler gerici faşist rejimlerin kanlı uygulamaları
ile birer halklar hapishanesine dönüşmüştür. Bugün
ABD emperyalizmden özgürlük getirmesini umanlar,
yaşadıkları baskı ve sömürgecilik koşullarının esas
olarak başta ABD olmak üzere tüm emperyalist güçlerin
eseri olduğunu unutuyorlar. Daha doğrusu çaresizlik
ve halkların özgücüne inançsızlıkla birleşmiş bir
burjuva pragmatizmi ile kendilerini ABD emperyalizminin,
yani bugüne değin kendilerinin cellatları olmuş
güçlerin dünya planlarına teslim ediyorlar.
Dünkü cellat bugün özgürlük getirebilir mi? Celladı
bir anda özgürlük havarisi yapan nedir? Ulusal hareketlerin
ve diğer ezilen kesimlerin geçmişte yine ABD yardımı
ile özgürlüğünü gaspeden yerel diktatörlüklere karşı,
bugün iradelerini ve umutlarını ABD’ye teslim ederek,
yani küçük celattan kurtuluşu büyük cellada teslim
olarak kazanmaları mümkün mü?
Hiç kuşkusuz, tüm tarihsel deneyimin gösterdiği
gibi bu mümkün değildir.
Tam da bu noktada, ABD emperyalizminin, güncel ve
tarihsel olarak tüm emperyalist güçlerin bu tür
durumlardaki yaklaşımlarına kabaca gözatmak dahi
hiç bir emperyalist gücün halkların özgürlük talebi
ile ilişkisi olmadığını açıkça ortaya koyar. Emperyalistler
için aslolan kendi siyasal, ekonomik ve askeri çıkarları
için daha geniş nüfuz alanları yaratmaktır.
Bu doğrultuda girişilen saldırgan ve kanlı müdahaleleri
başka çalışmalarda daha ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz
için şimdilik ayrıntılara girmeyeceğiz. Ancak konumuz
bağlamında açık olan şudur ki, ABD emperyalizminin
oluşturmaya çalıştığı yeni statükolar hiçbir biçimde
halkların özgürlük taleplerini dikkate alan statükolar
değildir. Daha da ötesinde, yüzyıllar boyunca başta
proletarya olmak üzere ezilen halkların mücadeleleriyle
ve emperyalist güçler arasındaki çatışmalardan yararlanılarak
elde edilmiş olan tüm demokratik ve ilerici kazanımları
da yok etmeyi hedefleyen bir yaklaşımı esas almaktadır
ABD emperyalizmi. Bir bölümü ilerici insanlığın
kazanımı olan tüm uluslararası kazanımları red eden,
tam bir küresel diktatörlük kurmayı hedefleyen bir
proje geliştiriyor. Kısacası geçmişin gerici statükolarının
kırılması, bugün daha ileri bir statükonun oluşması
anlamına gelmiyor. Tersine tüm emekçiler dünyası
daha gerici, faşizan karakter taşıyan ABD emperyalizminin
tek karar verici olduğu bir dünya içinde yaşamaya
zorlanıyor. Böylesi bir dünyada ezilen halkların
paylarına düşen ise en fazla büyük fetihçi ABD’nin
payandası, onun çıkarlarının basit bir aracı, kuklalık
olabilir. Bugün payanda iken, yarın çeşitli dengeleri
korumak vb. nedenlerle yokedilmesi gereken düşman
olabilirsiniz. İmparatorluk sevdası içindeki ABD
emperyalizmi açısından ezilen halklar cephesindeki
tüm siyasal aktörlere biçilen roller bunlardır;
ya kullanılacak payandasınız, ya da düşman. Onun
kitabında, projesinde geçici de olsa dostluk, özgürlük
vb. yoktur. Eğer payanda olursanız kırıntılar karşılığında
geçmiştekinden daha gerici statükoların oluşturulmasında
ABD emperyalizminin işbirlikçisi olarak, işe yaradığınız
ölçüde yaşama şansına sahip olursunuz.
Güney Kürdistan Nereye?
ABD emperyalizminin yukarıda kabaca özetlediğimiz
politikalarının en çarpıcı örneklerinden biri Irak’ta
ve Güney Kürdistan’da yaşanıyor.
1920’lerden bu yana başta İngiltere ve ABD olmak
üzere tüm emperyalistlerin onayıyla oluşturulmuş
olan gerici Irak devletinin baskısı altında sömürge
bir ulus olarak yaşamak zorunda bırakılan, buna
karşı kahramanca direnişler geliştiren, yenilgiler
ve geçici başarılar kazanan ve ne yazık ki burjuva-feodal
önderlikleri aşamayan Güney Kürdistan halkı günümüzde
kendilerinin tarihsel celladı olan ABD-İngiltere
ittifakından özgürlük bekliyor.
Kürt ulusunun parçalanmasının ve sömürgeleştirilmesinin
başlıca sorumluları olan bu emperyalistler şu anda
özgürlük havarileri olarak sunuluyor. Güney Kürdistan
özgürlük beklentileri içinde emperyalizme payanda
yapılmaya çalışılıyor.
Bu macera, Kürt ulusal kurtuluşçularında, sosyalistlerinde,
Türkiye sol hareketinde ve dünya devrimci ve demokratik
güçlerinde değişik biçimlerde yankısını buluyor.
Devrimci sosyalist hareketimiz çeşitli yazılarında
bu gelişmeler karşısındaki tavrını ortaya koydu.
Bütün kesimlerde kafa karışıklığının had safhaya
ulaştığı koşullarda bölgemiz Ortadoğu’nun kaderi
açısından oldukça belirleyici yeni gelişmeleri tetikleyecek
olan Güney Kürdistan’daki gelişmeler karşısında
devrimci sosyalist duruşu daha net çizgilerle derinleştirmek
zorunludur.
İlkin devrimci sosyalizmin gerici güçler arasındaki
çatışmalar karşısında alması gereken tutumun ana
hatlarını ortaya koyarak başlamak gerekiyor. Devrimci
sosyalistlerin yüz yıllık gerici statükoların gerici
güçler arasındaki savaşlar ya da başkaca yollardan
yıkılmasından üzüntü duymaları sözkonusu olamaz.
Devrimci sosyalistler gerici güçlerin çatışmalarının
bu ülkelerdeki ezilen emekçiler üzerinde yaratacağı
tahribata dikkat çekerler ve bu temelde bu çatışmaların
devrimci, demokratik müdahaleler ile durdurulması
için mücadele ederler. Öte yandan bu çatışmalı süreçler
dünya gericiliği cephesinde proletarya ve ezilen
halkların kurtuluş mücadeleleri açısından yararlanabilecekler
gedikler de açar. Proletarya ve ezilen halkların,
bağımsız devrimci, demokratik örgütleri ve mücadeleleri
temelinde bu gediklerden yararlanarak hedeflerine
ulaşmak için atağa geçmeleri, yeni mevziler kazanmaları
böylesi süreçlerde temel görevleridir. Çatışan gerici
güçlerin hiçbirine payanda olmadan, onlar arasındaki
çatışmalardan örgütsel ve siyasal bağımsızlığını
koruyarak sonuna değin yararlanılmalıdır. Irak’ta
ve özelde Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri
ve gelecekteki olası gelişmeleri değerlendirmede
temel hareket noktamız bunladır.
Öncelikle ABD emperyalizminin Irak’ı işgali ile
ortaya çıkan bir karışıklığı kesin biçimde düzeltmek
gerekiyor. Irak olarak adlandırılan devlet tek bir
ülkeden oluşmuyor. Irak devleti; Arap ulusunun bir
bölümünün yaşadığı topraklar ile Kürt ulusunun bir
bölümünün yaşadığı Güney Kürdistan’dan yani iki
ayrı ülkeden oluşmaktadır. Ve Irak’ın ABD tarafından
işgal edilmesine değin geçen sürede Güney Kürdistan
Irak’ta egemen olan Arap burjuvazinin gerici-faşist
devleti tarafından sömürgeci işgal altında tutulmaktaydı.
ABD’nin Irak’a girişiyle birlikte Güney Kürdistan’da
Irak işgali sona ermiş, ABD ile manda rejimi benzeri
anlaşmalı yeni bir durum ortaya çıkmıştır.
Bu noktada, şunu netleştirmek zorunludur; Güney
Kürtlerinin kendi topraklarını sömürgeleştiren,
kimyasal silahların kullanımı da dahil olmak üzere
her türden barbarca yöntemle soykırım uygulayan
Irak devletini herhangi bir saldırı karşısında koruma
vb. yükümlülüğü yoktur, olamaz. Sömürgeleştirilmiş
bir ulusun, kendi faşist sömürgecisi her hangi bir
güçle savaşa giriştiğinde kendi topraklarını sömürgeci
işgalden kurtarmak için harekete geçmesi ve savaşmasından
daha doğal birşey olmaz. Bu nedenle Irak-ABD savaşında
Güney Kürtlerinin Saddam rejimi yanında savaşa katılmasını
beklemek herhalde aymazlıktan başka birşey olamaz.
İşte sorun tam da bu noktada başlamaktadır. Güney
Kürtleri cellatları Saddam’ın yanında elbette yer
almayacaklardı, almadılarda, ancak küçük cellat
Saddam’ın yaratıcısı büyük cellat, cellatların ve
barbarlığın anası ABD yanında yer almak ise hangi
gerekçelerle olursa olsun kabul edilemez bir durumdur.
ABD emperyalizminin dünyanın tüm emekçilerini ve
ezilenlerini bir dehşet imparatorluğunun kafesi
içine almak için yürüttüğü büyük saldırganlığa şu
ya da bu ölçüde destek olmak, tüm dünya halklarına
karşı bir pozisyon almak, kendi geleceğini ABD emperyalizminin
bölgesel ya da genel çıkarlarına bağlamak; çeşitli
suç ortaklıkları için kapıyı aralamak anlamına geliyor.
Bunun pek çok somut göstergesi önümüzde duruyor;
Irak savaşı sürecinde IKDP ve YNK’nin silahlı güçlerini
ABD emperyalistlerinin komutası altına sokması,
bu durumun hala devam ediyor oluşu, dünya halkaları
için zulüm bayrağı olan ABD bayrağının Saddam’ın
yıkılışı ardından yapılan kutlamalarda Kürt göstericiler
tarafından taşınması, bir dönem anti-komünizmin
kontr-gerilla seferlerinin simgesi Rambo resimlerinin
taşınması vb... Bütün bunlar Güney Kürdistan halkının
içine sokulduğu politik atmosferin çarpıcı göstergeleridir.
Hiç kuşkusuz, ABD’den özgürlük beklentileri ve ABD
ile birlikte hareket etme isteği sadece IKDP yada
YNK ile sınırlı değildir. KADEK’in açıklamaları
da bu yöndedir. Kosova sorununu çözdünüz, bizim
sorunlarımızı da çözün çağrıları yapan KADEK’tir.
Daha da ötesinde “ABD’nin Irak ve diğer rejimlere
yönelik müdahalesi, insanlığın bu ortak değerlerine
uygun gelişmelere yol açtığı oranda başarılı olacaktır.
Eskinin devamı özelliklerini taşıyacak rejimlerin
kurulması ise kaosa yol açacaktır. Bu nedenle ABD
için tek çıkış yolu, halkların iradesine dayalı
demokratik oluşumuna olanak tanıyıp, destek vermektir”
açıklamalarıyla ABD’nin bölgedeki saldırganlığının
nasıl demokratik bir düzen yaratabileceği konusunda
ABD’ye akıl veriliyor. KADEK’in ABD’nin kendisini
terör örgütleri listesine alıncaya değin, uzun bir
süre demokratik çözüm gücü olarak görme tutumunu
sürdürdüğü, bunun zayıflayarak da olsa daha hala
devam ettiği biliniyor.
Öte yandan, kendini devrimci, komünist olarak ifade
eden Kürt hareketlerinin de Güney Kürdistan’da ortaya
çıkan durumdan hareketle ABD’nin bölgedeki varlığına,
projelerine karşı açık bir duruş içinde olmadıkları
görülüyor.
Peki nedir ABD’nin bölge projesi, bu projede Kürt
ulusunun özgürlük taleplerine olumlu bir karşılık
var mıdır? Bu sorunun yanıtı kesin biçimde olumsuzdur.
Ulusal sorunun demokratik çözüm platformu ancak
ve ancak ulusların kendi kaderini tayin hakkının
tanınması olabilir. Şu anda Irak’ta ve Güney Kürdistan’da
siyasal gücü elinde tutan ABD emperyalizmi bu tarihsel
ve meşru hakkın kullanılmasını kabul etmekte midir?
Bu sorunun yanıtı da olumsuzdur. Güney Kürtleri’ne
vaad edilen, payandalık karşılığında sömürgeciliğin
yumşatılmış biçimi olan manda rejimidir. Yani ABD
emperyalizminin otoritesi ve siyasal denetimi altında
kimi siyasal hakların tanınmasıdır. Güney halkının
talebini bakınız Barzani nasıl dile getiriyor;
“Biz bir Kürt devleti isteminde bulunmamışız. Bir
kez daha tekrarlamak isterim talep etmemişiz. Bir
Kürt devletinin kurulmasını kendimize hak görmediğimizden
değildir bu, ve böyle bir şeyi istemediğimiz için
de değildir. Ancak biz bunu reel görmüyoruz. Var
olan koşullarda böylesi bir istemle öne çıkmak mümkün,
ancak gerçekleşebilme ihtimali zayıftır. Bunu hayata
geçirmede gücümüz olmadığı gibi bizi destekleyenler
de yoktur. Öyle görünüyor ki böylesi bir girişimin
halkımıza faydasından çok zararı olacaktır.” (Serbesti,
Güz 2002, Sayı:8)
Bu sözler henüz Irak işgali gerçekleşmeden önce,
yani Güney Kürtleri Saddam tehdidi altında iken
söylenmiş sözlerdir. Şu anda yönetim ABD emperyalizminin
elindedir. Eğer ABD gerçekten demokratik çözümden
yana ise bunun önündeki engel nedir? Elbette ki
engel ABD’dir. Diğer tüm sömürgeciler ve emperyalistler
gibi ABD’nin Güney Kürtlerinin özgürleşmesi gibi
bir sorunu yoktur. Çıkarları da bundan yana değildir.
Öyleyse açıktır ki, bugün Güney Kürtlerinin gerçek
özgürleşmesinin, kendi bağımsız devletlerini kurma
hakkının önündeki engel ABD emperyalizmidir. Güney
Kürtlerini bu aşamada manda rejimi altında tutan,
gelecekte ise sonuçları belirsiz, Irak’taki diğer
halkların iradesine rağmen onlara dayatılan ve kendi
kaderini tayin hakkını içermeyen bir federasyona
mahkum edecek olan ABD emperyalizmidir. Elbette
ki, oluşan ve oluşacak olan bu statükolar mevcut
duruma göre daha ileri statükolar olarak görülebilir.
Ancak bunlar gerçek özgürleşme anlamına gelmiyor
ve esas olarak da ABD emperyalizminin içine girdiği
güç ilişkileri olarak biçimlendiği için hiçbir sağlam
dayanağı bulunmuyor. Daha da ötesi Güney Kürtlerinin
içine girdiği bu ilişkiler Kürt ulusunun bütünü
açısından pek çok tehlikeyi de içinde barındırıyor.
Güney Kürtlerini Irak’la zoraki evliliğe sürükleyen
ABD damgalı federasyon vb. planları, parçalanmış
Kürt ulusunun ulusal birliği ve ulusal demokratik
haklarını da gayya kuyularına atıyor.
Kürt ulusal sorunun demokratik çözümü şu ya da bu
devletle girilecek zoraki federasyonlardan vb. çözümlerden
değil, Kürt ulusal varlığının birliğini de içeren
kendi kaderini tayin hakkından geçiyor. Bunun yerine
Kürt ulusunun parçalanmışlığını esas alan, kendi
kaderini tayin hakkını tanımayan çözümler kısmi
ilerlemeler sağlasalarda, gerçek çözümler olamazlar.
Kendi kaderini tayin hakkını ve ulusal parçalanmışlığın
ortadan kaldırılması mücadelesini başat ve güncel
bir sorun olarak ele almayan bir ulusal hareketin,
niyeti ne olursa olsun emperyalist planların peşinde
gerici statükoların esiri olması, kaçınılmazdır.
ABD emperyalizmi bu sürecin taşlarını bugünden örmektedir.
Kendisi ile işbirliğine açık davetiye çıkarmasına
karşın, bölgesel çıkarları ile örtüşmediği için
KADEK güçlerini gerekirse zor yoluyla tasfiye etmenin
yollarını arıyor. Bunun için Güney Kürtlerini kullanmanın
hesaplarını yapıyor. Kürt ulusunun bir parçasına
elma şekeri sunulurken, diğer bir parçasının en
önemli gücü bir biçimde tasfiye edilmeye çalışılıyor.
Hiç kuşkusuz, devrimci sosyalistler işbirlikçi karakterleri
son 50 yıllık süreçte pek çok gelişme ile tescilli
olan, IKDP ya da YNK’den tutarlı bir ulusal demokratik
tavır beklemiyorlar. Bu güçler, Güney’deki burjuva-feodal
sınıfların çıkarlarının temsilcileridir ve defalarca
temsil ettikleri kliklerin, partilerinin çıkarları
için bölgenin zalim sömürgeci güçleri ile işbirliği
yapmışlardır. Öyle ki kendi aralarındaki çatışmalarda
dahi bir tarafın Saddam’ı, diğer tarafın Türkiye,
İran ya da Suriye’yi yanına alarak çatıştıkları
sayısız durumlar vardır. Son olarak 1990’lı yılların
ortalarında yaşanan çatışmada IKDP, YNK’ya karşı
kimyasal katliamcı Saddam’ı Güney Kürdistan’a davet
etmekten, YNK ise İran’ı çağırmaktan hiçbir biçimde
sakınca görmemişlerdir. Bu güçler için parti ve
temsil ettikleri sınıfların çıkarlarının ulusal
demokratik çıkarların üstünde tutulduğu durumlar
istisna değildir.
Durum açıktır; asıl vahimi Kürt sosyalistlerinin
ve yurtseverlerinin Güney Kürdistan’da bu güçler
eliyle sağlanan mevcut statükoyu adeta Kürt ulusunun
en büyük kazanımı olarak karşılamaları ve bu güçler
karşısında ulusal demokratik ve sosyalist duruşu
almak yerine esas olarak bu güçlere karşı büyük
bir sempati ile yaklaşmalarıdır. Bağımsız sosyalist
ve ulusal demokratik duruş, olayların akışı içinde
adeta belirsizleşmiştir.
Devrimci sosyalist hareketimiz enternasyonal bir
harekettir ve en yakın bağlaşığı da Kürt ulusal
demokratik güçleri ve sosyalist güçleridir.
Devrimci sosyalizm Güney’de ya da başkaca bir parçada
Kürt ulusunun elde ettiği bütün ulusal demokratik
hakların, kazanımların meşru olduğunu kesin biçimde
kabul etmektedir.
Ulusal önderliğinin gerici ya da işbirlikçi karakterde
olması Kürt ulusunun meşru demokratik haklarının
ve kazanımlarının görmezden gelinmesini gerektirmez.
Bu olsa olsa sosyal-şövenlerin tutumu olabilir.
Ancak, enternasyonal bir hareket olan ve bölge devrimi
perspektifine sahip bulunan devrimci sosyalizm Kürt
ulusunun içine çekildiği girdabı da görmezden gelemez.
Devrimci sosyalist hareket Kürt ulusu ya da başkaca
bir ulusun özgürleşmesinin onun bağımsız ulusal
demokratik ve daha da ötesinde sosyalist hareketini
geliştirmesiyle mümkün olduğu inancındadır.
Bu ise; herşeyden önce ulusların kendi kaderini
tayin hakkınının tutarlı savuncusu olmaktan, ulusal
hakların hiçbir biçimde ipoteğe alınmasını kabul
etmemekten, ulusun birliğinin onun kurtuluşunun
ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmekten geçer.
İkincisi, proletaryanın öncülüğünde tüm yoksulların,
emekçi sınıfların çıkarlarının savunucusu olmaktan,
ulusun burjuva-feodal kesimlerinin ulusal davayı
satma, içeriğini sulandırma, reformist hayallerle
boğma girişimlerine karşı amansız mücadele etmekten
geçer.
Ulusal kurtuluş ve ulusun demokratik temellerde
inşa edilmesi ancak bu yoldan mümkündür.
Ve görev her şeyden ve herkesten önce Kürt devrimcilerine
düşmektedir. Kürt ulusu büyük devrimci dinamikleri
ile günümüzde karşı karşıya olduğu handikapları
aşacak olanaklara sahiptir. Yeter ki, Güney Kürdistan’da
yaratılmaya çalışılan illüzyonu bozma iradesini
Kürt devrimcileri gösterebilsin. |
|
|
|
|
|
|
|