Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

F. Kızılırmak

Emperyalizmin Statüko Kırıcılığı
ve Özgürlük

ABD emperyalizminin Irak saldırısı ve işgali ile Ortadoğu’daki tüm dengelerin, statükoların yeni baştan kurulması, dünyanın emperyalist güçler arasında paylaşılması yeniden gündemde. Aslında bu süreç yeni değil, 1990 başlarında reel sosyalizmin çöküşü ile birlikte tüm dünyada oldukça kapsamlı ve çatışmalı olarak gelişen bir süreç. Paylaşım mücadelesi Afrika’da, Doğu Avrupa’da ve Asya’da ve özelde bölgemiz Ortadoğu’da kanlı çatışmalarla sürüyor.
Kimileri 20. yüzyılın başlarında, kimileri ise 1945 sonrasında kurulan gerici statükoların bugün yürütülen paylaşım mücadeleleri sürecinde kırılması pek çok durumda, özellikle ezilenler cephesinde, onların devrimci, demokratik ve ulusalcı güçleri arasında oldukça yanılsamalı tavır alışlara neden oluyor.
Geçmişte oluşmuş olan gerici statükoların özellikle sömürge ve yeni-sömürgelerde yarattığı pek çok ağır yıkım, ve bu yıkımların altında yıllarca ezilmiş olan çeşitli kesimler bu statükoların ABD emperyalizmi ve/veya başkaca emperyalistlerce yıkılmasını çoğunlukla sevinçle karşılıyor. Özellikle yerel gerici-faşist diktatörlüklerin baskısı altındaki ezilen ulusların burjuva ve küçük burjuva önderliklere sahip olan ulusal hareketleri, yerel diktatörlüklerle emperyalistler arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda derhal emperyalistlerle, -ki bu daha çok ABD emperyalizmi oluyor- işbirliğine giriyorlar, çoğu kez yüz kızartıcı tarzda iradelerini haydut ABD emperyalizmine teslim ediyorlar. Kendi özgücüne güvenmeyen bu ulusal/dinsel vb. hareketler, gerici güçler arasında ortaya çıkan çatışmalı ortamlardan yararlanarak, gerekirse ağır bedeller ödemeyi göze alarak devrimci, demokratik ve bağımsızlıkçı alanlar yaratarak, bunlar üzerinden yürümek yerine kaderlerini ABD emperyalizmi ile birleştiriyorlar. Tuzaklarla, ihanetlerle ve asla ne ulusal, ne de toplumsal anlamda özgürlük getirmeyecek, olası trajik sonuçlarla dolu bir bataklığa doğru yürüyorlar.
Bu noktada, öncelikle emperyalistlerin koltukları altında özgürlük beklentisi içine giren bu ezilen ulusların ve kesimlerin durumuna ve emperyalistlerin bu durum karşısındaki duruşlarına ilişkin iki genel saptama ile başlamak gerekiyor.
Herşeyden önce, bugün ezilen ulusların ve diğer kesimlerin geçmişten günümüze değin çektikleri acıların kaynağında emperyalistlerin bu halklara dayattıkları statükolar vardır. Yüzyıllardır yaşanan sömürgecilik emperyalizmin eseridir. Son yüzyıl içinde oluşan tüm gerici statükolar emperyalistlerin eseridir. Asya’da, Afrika’da, bölgemiz Ortadoğu’da halkların iradesini hiçe sayan, adeta cetvelle çizilen ve halkları parçalayan, onları düşman cepheler olarak ayıran tüm sınırlar emperyalistlerin ürünüdür. I. ve II. Paylaşım Savaşları sonrasında kurulan tüm yeni-sömürge devletlerdeki statükolar esas olarak emperyalistler tarafından kurulmuş, faşist barbar rejimler emperyalistlerin sınırsız destekleri ve yönlendirmesi ile, gerektiğinde doğrudan askeri desteğiyle tüm ezilenlerin üzerine salınmıştır. Özellikle 1945 sonrasında halkların iradesi ve istemleri dikkate alınmadan emperyalistlerin çıkarları temelinde biçimlendirilen çok uluslu yeni-sömürgelerde (Pakistan, Irak, İran, Hindistan, Endonezya, pek çok Afrika ülkesi vd.) kimi ulusların egemen konuma, kimilerinin ise sömürge konumuna itilmesi tümüyle emperyalistlerin geliştirdikleri planların, kurdukları gerici-faşist rejimlerin ürünüdür. Bu devletlerde ezilen ulusların yürüttükleri ulusal bağımsızlık mücadeleleri ise başta ABD emperyalizmi olmak üzere, tüm emperyalistlerin destekleriyle kanla boğulmaya çalışılmıştır. Bu nedenledir ki, 1945’den bu yana devrimci ulusal hareketlerin emperyalist sömürgecilikten kurtardıkları ülkeler dışında, emperyalistlerle işbirliği halinde kurulan, sömürgelikten yeni-sömürgeliğe terfi ettirilen hiç bir ülkede ulusal ve dinsel sorunlar, yani temel demokratik sorunların hiçbiri çözüme kavuşmamıştır. Bu ülkeler gerici faşist rejimlerin kanlı uygulamaları ile birer halklar hapishanesine dönüşmüştür. Bugün ABD emperyalizmden özgürlük getirmesini umanlar, yaşadıkları baskı ve sömürgecilik koşullarının esas olarak başta ABD olmak üzere tüm emperyalist güçlerin eseri olduğunu unutuyorlar. Daha doğrusu çaresizlik ve halkların özgücüne inançsızlıkla birleşmiş bir burjuva pragmatizmi ile kendilerini ABD emperyalizminin, yani bugüne değin kendilerinin cellatları olmuş güçlerin dünya planlarına teslim ediyorlar.
Dünkü cellat bugün özgürlük getirebilir mi? Celladı bir anda özgürlük havarisi yapan nedir? Ulusal hareketlerin ve diğer ezilen kesimlerin geçmişte yine ABD yardımı ile özgürlüğünü gaspeden yerel diktatörlüklere karşı, bugün iradelerini ve umutlarını ABD’ye teslim ederek, yani küçük celattan kurtuluşu büyük cellada teslim olarak kazanmaları mümkün mü?
Hiç kuşkusuz, tüm tarihsel deneyimin gösterdiği gibi bu mümkün değildir.
Tam da bu noktada, ABD emperyalizminin, güncel ve tarihsel olarak tüm emperyalist güçlerin bu tür durumlardaki yaklaşımlarına kabaca gözatmak dahi hiç bir emperyalist gücün halkların özgürlük talebi ile ilişkisi olmadığını açıkça ortaya koyar. Emperyalistler için aslolan kendi siyasal, ekonomik ve askeri çıkarları için daha geniş nüfuz alanları yaratmaktır.
Bu doğrultuda girişilen saldırgan ve kanlı müdahaleleri başka çalışmalarda daha ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz için şimdilik ayrıntılara girmeyeceğiz. Ancak konumuz bağlamında açık olan şudur ki, ABD emperyalizminin oluşturmaya çalıştığı yeni statükolar hiçbir biçimde halkların özgürlük taleplerini dikkate alan statükolar değildir. Daha da ötesinde, yüzyıllar boyunca başta proletarya olmak üzere ezilen halkların mücadeleleriyle ve emperyalist güçler arasındaki çatışmalardan yararlanılarak elde edilmiş olan tüm demokratik ve ilerici kazanımları da yok etmeyi hedefleyen bir yaklaşımı esas almaktadır ABD emperyalizmi. Bir bölümü ilerici insanlığın kazanımı olan tüm uluslararası kazanımları red eden, tam bir küresel diktatörlük kurmayı hedefleyen bir proje geliştiriyor. Kısacası geçmişin gerici statükolarının kırılması, bugün daha ileri bir statükonun oluşması anlamına gelmiyor. Tersine tüm emekçiler dünyası daha gerici, faşizan karakter taşıyan ABD emperyalizminin tek karar verici olduğu bir dünya içinde yaşamaya zorlanıyor. Böylesi bir dünyada ezilen halkların paylarına düşen ise en fazla büyük fetihçi ABD’nin payandası, onun çıkarlarının basit bir aracı, kuklalık olabilir. Bugün payanda iken, yarın çeşitli dengeleri korumak vb. nedenlerle yokedilmesi gereken düşman olabilirsiniz. İmparatorluk sevdası içindeki ABD emperyalizmi açısından ezilen halklar cephesindeki tüm siyasal aktörlere biçilen roller bunlardır; ya kullanılacak payandasınız, ya da düşman. Onun kitabında, projesinde geçici de olsa dostluk, özgürlük vb. yoktur. Eğer payanda olursanız kırıntılar karşılığında geçmiştekinden daha gerici statükoların oluşturulmasında ABD emperyalizminin işbirlikçisi olarak, işe yaradığınız ölçüde yaşama şansına sahip olursunuz.

Güney Kürdistan Nereye?
ABD emperyalizminin yukarıda kabaca özetlediğimiz politikalarının en çarpıcı örneklerinden biri Irak’ta ve Güney Kürdistan’da yaşanıyor.
1920’lerden bu yana başta İngiltere ve ABD olmak üzere tüm emperyalistlerin onayıyla oluşturulmuş olan gerici Irak devletinin baskısı altında sömürge bir ulus olarak yaşamak zorunda bırakılan, buna karşı kahramanca direnişler geliştiren, yenilgiler ve geçici başarılar kazanan ve ne yazık ki burjuva-feodal önderlikleri aşamayan Güney Kürdistan halkı günümüzde kendilerinin tarihsel celladı olan ABD-İngiltere ittifakından özgürlük bekliyor.
Kürt ulusunun parçalanmasının ve sömürgeleştirilmesinin başlıca sorumluları olan bu emperyalistler şu anda özgürlük havarileri olarak sunuluyor. Güney Kürdistan özgürlük beklentileri içinde emperyalizme payanda yapılmaya çalışılıyor.
Bu macera, Kürt ulusal kurtuluşçularında, sosyalistlerinde, Türkiye sol hareketinde ve dünya devrimci ve demokratik güçlerinde değişik biçimlerde yankısını buluyor.
Devrimci sosyalist hareketimiz çeşitli yazılarında bu gelişmeler karşısındaki tavrını ortaya koydu. Bütün kesimlerde kafa karışıklığının had safhaya ulaştığı koşullarda bölgemiz Ortadoğu’nun kaderi açısından oldukça belirleyici yeni gelişmeleri tetikleyecek olan Güney Kürdistan’daki gelişmeler karşısında devrimci sosyalist duruşu daha net çizgilerle derinleştirmek zorunludur.
İlkin devrimci sosyalizmin gerici güçler arasındaki çatışmalar karşısında alması gereken tutumun ana hatlarını ortaya koyarak başlamak gerekiyor. Devrimci sosyalistlerin yüz yıllık gerici statükoların gerici güçler arasındaki savaşlar ya da başkaca yollardan yıkılmasından üzüntü duymaları sözkonusu olamaz. Devrimci sosyalistler gerici güçlerin çatışmalarının bu ülkelerdeki ezilen emekçiler üzerinde yaratacağı tahribata dikkat çekerler ve bu temelde bu çatışmaların devrimci, demokratik müdahaleler ile durdurulması için mücadele ederler. Öte yandan bu çatışmalı süreçler dünya gericiliği cephesinde proletarya ve ezilen halkların kurtuluş mücadeleleri açısından yararlanabilecekler gedikler de açar. Proletarya ve ezilen halkların, bağımsız devrimci, demokratik örgütleri ve mücadeleleri temelinde bu gediklerden yararlanarak hedeflerine ulaşmak için atağa geçmeleri, yeni mevziler kazanmaları böylesi süreçlerde temel görevleridir. Çatışan gerici güçlerin hiçbirine payanda olmadan, onlar arasındaki çatışmalardan örgütsel ve siyasal bağımsızlığını koruyarak sonuna değin yararlanılmalıdır. Irak’ta ve özelde Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri ve gelecekteki olası gelişmeleri değerlendirmede temel hareket noktamız bunladır.
Öncelikle ABD emperyalizminin Irak’ı işgali ile ortaya çıkan bir karışıklığı kesin biçimde düzeltmek gerekiyor. Irak olarak adlandırılan devlet tek bir ülkeden oluşmuyor. Irak devleti; Arap ulusunun bir bölümünün yaşadığı topraklar ile Kürt ulusunun bir bölümünün yaşadığı Güney Kürdistan’dan yani iki ayrı ülkeden oluşmaktadır. Ve Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesine değin geçen sürede Güney Kürdistan Irak’ta egemen olan Arap burjuvazinin gerici-faşist devleti tarafından sömürgeci işgal altında tutulmaktaydı. ABD’nin Irak’a girişiyle birlikte Güney Kürdistan’da Irak işgali sona ermiş, ABD ile manda rejimi benzeri anlaşmalı yeni bir durum ortaya çıkmıştır.
Bu noktada, şunu netleştirmek zorunludur; Güney Kürtlerinin kendi topraklarını sömürgeleştiren, kimyasal silahların kullanımı da dahil olmak üzere her türden barbarca yöntemle soykırım uygulayan Irak devletini herhangi bir saldırı karşısında koruma vb. yükümlülüğü yoktur, olamaz. Sömürgeleştirilmiş bir ulusun, kendi faşist sömürgecisi her hangi bir güçle savaşa giriştiğinde kendi topraklarını sömürgeci işgalden kurtarmak için harekete geçmesi ve savaşmasından daha doğal birşey olmaz. Bu nedenle Irak-ABD savaşında Güney Kürtlerinin Saddam rejimi yanında savaşa katılmasını beklemek herhalde aymazlıktan başka birşey olamaz.
İşte sorun tam da bu noktada başlamaktadır. Güney Kürtleri cellatları Saddam’ın yanında elbette yer almayacaklardı, almadılarda, ancak küçük cellat Saddam’ın yaratıcısı büyük cellat, cellatların ve barbarlığın anası ABD yanında yer almak ise hangi gerekçelerle olursa olsun kabul edilemez bir durumdur. ABD emperyalizminin dünyanın tüm emekçilerini ve ezilenlerini bir dehşet imparatorluğunun kafesi içine almak için yürüttüğü büyük saldırganlığa şu ya da bu ölçüde destek olmak, tüm dünya halklarına karşı bir pozisyon almak, kendi geleceğini ABD emperyalizminin bölgesel ya da genel çıkarlarına bağlamak; çeşitli suç ortaklıkları için kapıyı aralamak anlamına geliyor.
Bunun pek çok somut göstergesi önümüzde duruyor; Irak savaşı sürecinde IKDP ve YNK’nin silahlı güçlerini ABD emperyalistlerinin komutası altına sokması, bu durumun hala devam ediyor oluşu, dünya halkaları için zulüm bayrağı olan ABD bayrağının Saddam’ın yıkılışı ardından yapılan kutlamalarda Kürt göstericiler tarafından taşınması, bir dönem anti-komünizmin kontr-gerilla seferlerinin simgesi Rambo resimlerinin taşınması vb... Bütün bunlar Güney Kürdistan halkının içine sokulduğu politik atmosferin çarpıcı göstergeleridir. Hiç kuşkusuz, ABD’den özgürlük beklentileri ve ABD ile birlikte hareket etme isteği sadece IKDP yada YNK ile sınırlı değildir. KADEK’in açıklamaları da bu yöndedir. Kosova sorununu çözdünüz, bizim sorunlarımızı da çözün çağrıları yapan KADEK’tir. Daha da ötesinde “ABD’nin Irak ve diğer rejimlere yönelik müdahalesi, insanlığın bu ortak değerlerine uygun gelişmelere yol açtığı oranda başarılı olacaktır. Eskinin devamı özelliklerini taşıyacak rejimlerin kurulması ise kaosa yol açacaktır. Bu nedenle ABD için tek çıkış yolu, halkların iradesine dayalı demokratik oluşumuna olanak tanıyıp, destek vermektir” açıklamalarıyla ABD’nin bölgedeki saldırganlığının nasıl demokratik bir düzen yaratabileceği konusunda ABD’ye akıl veriliyor. KADEK’in ABD’nin kendisini terör örgütleri listesine alıncaya değin, uzun bir süre demokratik çözüm gücü olarak görme tutumunu sürdürdüğü, bunun zayıflayarak da olsa daha hala devam ettiği biliniyor.
Öte yandan, kendini devrimci, komünist olarak ifade eden Kürt hareketlerinin de Güney Kürdistan’da ortaya çıkan durumdan hareketle ABD’nin bölgedeki varlığına, projelerine karşı açık bir duruş içinde olmadıkları görülüyor.
Peki nedir ABD’nin bölge projesi, bu projede Kürt ulusunun özgürlük taleplerine olumlu bir karşılık var mıdır? Bu sorunun yanıtı kesin biçimde olumsuzdur.
Ulusal sorunun demokratik çözüm platformu ancak ve ancak ulusların kendi kaderini tayin hakkının tanınması olabilir. Şu anda Irak’ta ve Güney Kürdistan’da siyasal gücü elinde tutan ABD emperyalizmi bu tarihsel ve meşru hakkın kullanılmasını kabul etmekte midir? Bu sorunun yanıtı da olumsuzdur. Güney Kürtleri’ne vaad edilen, payandalık karşılığında sömürgeciliğin yumşatılmış biçimi olan manda rejimidir. Yani ABD emperyalizminin otoritesi ve siyasal denetimi altında kimi siyasal hakların tanınmasıdır. Güney halkının talebini bakınız Barzani nasıl dile getiriyor;
“Biz bir Kürt devleti isteminde bulunmamışız. Bir kez daha tekrarlamak isterim talep etmemişiz. Bir Kürt devletinin kurulmasını kendimize hak görmediğimizden değildir bu, ve böyle bir şeyi istemediğimiz için de değildir. Ancak biz bunu reel görmüyoruz. Var olan koşullarda böylesi bir istemle öne çıkmak mümkün, ancak gerçekleşebilme ihtimali zayıftır. Bunu hayata geçirmede gücümüz olmadığı gibi bizi destekleyenler de yoktur. Öyle görünüyor ki böylesi bir girişimin halkımıza faydasından çok zararı olacaktır.” (Serbesti, Güz 2002, Sayı:8)
Bu sözler henüz Irak işgali gerçekleşmeden önce, yani Güney Kürtleri Saddam tehdidi altında iken söylenmiş sözlerdir. Şu anda yönetim ABD emperyalizminin elindedir. Eğer ABD gerçekten demokratik çözümden yana ise bunun önündeki engel nedir? Elbette ki engel ABD’dir. Diğer tüm sömürgeciler ve emperyalistler gibi ABD’nin Güney Kürtlerinin özgürleşmesi gibi bir sorunu yoktur. Çıkarları da bundan yana değildir. Öyleyse açıktır ki, bugün Güney Kürtlerinin gerçek özgürleşmesinin, kendi bağımsız devletlerini kurma hakkının önündeki engel ABD emperyalizmidir. Güney Kürtlerini bu aşamada manda rejimi altında tutan, gelecekte ise sonuçları belirsiz, Irak’taki diğer halkların iradesine rağmen onlara dayatılan ve kendi kaderini tayin hakkını içermeyen bir federasyona mahkum edecek olan ABD emperyalizmidir. Elbette ki, oluşan ve oluşacak olan bu statükolar mevcut duruma göre daha ileri statükolar olarak görülebilir. Ancak bunlar gerçek özgürleşme anlamına gelmiyor ve esas olarak da ABD emperyalizminin içine girdiği güç ilişkileri olarak biçimlendiği için hiçbir sağlam dayanağı bulunmuyor. Daha da ötesi Güney Kürtlerinin içine girdiği bu ilişkiler Kürt ulusunun bütünü açısından pek çok tehlikeyi de içinde barındırıyor. Güney Kürtlerini Irak’la zoraki evliliğe sürükleyen ABD damgalı federasyon vb. planları, parçalanmış Kürt ulusunun ulusal birliği ve ulusal demokratik haklarını da gayya kuyularına atıyor.
Kürt ulusal sorunun demokratik çözümü şu ya da bu devletle girilecek zoraki federasyonlardan vb. çözümlerden değil, Kürt ulusal varlığının birliğini de içeren kendi kaderini tayin hakkından geçiyor. Bunun yerine Kürt ulusunun parçalanmışlığını esas alan, kendi kaderini tayin hakkını tanımayan çözümler kısmi ilerlemeler sağlasalarda, gerçek çözümler olamazlar. Kendi kaderini tayin hakkını ve ulusal parçalanmışlığın ortadan kaldırılması mücadelesini başat ve güncel bir sorun olarak ele almayan bir ulusal hareketin, niyeti ne olursa olsun emperyalist planların peşinde gerici statükoların esiri olması, kaçınılmazdır.
ABD emperyalizmi bu sürecin taşlarını bugünden örmektedir. Kendisi ile işbirliğine açık davetiye çıkarmasına karşın, bölgesel çıkarları ile örtüşmediği için KADEK güçlerini gerekirse zor yoluyla tasfiye etmenin yollarını arıyor. Bunun için Güney Kürtlerini kullanmanın hesaplarını yapıyor. Kürt ulusunun bir parçasına elma şekeri sunulurken, diğer bir parçasının en önemli gücü bir biçimde tasfiye edilmeye çalışılıyor.
Hiç kuşkusuz, devrimci sosyalistler işbirlikçi karakterleri son 50 yıllık süreçte pek çok gelişme ile tescilli olan, IKDP ya da YNK’den tutarlı bir ulusal demokratik tavır beklemiyorlar. Bu güçler, Güney’deki burjuva-feodal sınıfların çıkarlarının temsilcileridir ve defalarca temsil ettikleri kliklerin, partilerinin çıkarları için bölgenin zalim sömürgeci güçleri ile işbirliği yapmışlardır. Öyle ki kendi aralarındaki çatışmalarda dahi bir tarafın Saddam’ı, diğer tarafın Türkiye, İran ya da Suriye’yi yanına alarak çatıştıkları sayısız durumlar vardır. Son olarak 1990’lı yılların ortalarında yaşanan çatışmada IKDP, YNK’ya karşı kimyasal katliamcı Saddam’ı Güney Kürdistan’a davet etmekten, YNK ise İran’ı çağırmaktan hiçbir biçimde sakınca görmemişlerdir. Bu güçler için parti ve temsil ettikleri sınıfların çıkarlarının ulusal demokratik çıkarların üstünde tutulduğu durumlar istisna değildir.
Durum açıktır; asıl vahimi Kürt sosyalistlerinin ve yurtseverlerinin Güney Kürdistan’da bu güçler eliyle sağlanan mevcut statükoyu adeta Kürt ulusunun en büyük kazanımı olarak karşılamaları ve bu güçler karşısında ulusal demokratik ve sosyalist duruşu almak yerine esas olarak bu güçlere karşı büyük bir sempati ile yaklaşmalarıdır. Bağımsız sosyalist ve ulusal demokratik duruş, olayların akışı içinde adeta belirsizleşmiştir.
Devrimci sosyalist hareketimiz enternasyonal bir harekettir ve en yakın bağlaşığı da Kürt ulusal demokratik güçleri ve sosyalist güçleridir.
Devrimci sosyalizm Güney’de ya da başkaca bir parçada Kürt ulusunun elde ettiği bütün ulusal demokratik hakların, kazanımların meşru olduğunu kesin biçimde kabul etmektedir.
Ulusal önderliğinin gerici ya da işbirlikçi karakterde olması Kürt ulusunun meşru demokratik haklarının ve kazanımlarının görmezden gelinmesini gerektirmez. Bu olsa olsa sosyal-şövenlerin tutumu olabilir. Ancak, enternasyonal bir hareket olan ve bölge devrimi perspektifine sahip bulunan devrimci sosyalizm Kürt ulusunun içine çekildiği girdabı da görmezden gelemez.
Devrimci sosyalist hareket Kürt ulusu ya da başkaca bir ulusun özgürleşmesinin onun bağımsız ulusal demokratik ve daha da ötesinde sosyalist hareketini geliştirmesiyle mümkün olduğu inancındadır.
Bu ise; herşeyden önce ulusların kendi kaderini tayin hakkınının tutarlı savuncusu olmaktan, ulusal hakların hiçbir biçimde ipoteğe alınmasını kabul etmemekten, ulusun birliğinin onun kurtuluşunun ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmekten geçer.
İkincisi, proletaryanın öncülüğünde tüm yoksulların, emekçi sınıfların çıkarlarının savunucusu olmaktan, ulusun burjuva-feodal kesimlerinin ulusal davayı satma, içeriğini sulandırma, reformist hayallerle boğma girişimlerine karşı amansız mücadele etmekten geçer.
Ulusal kurtuluş ve ulusun demokratik temellerde inşa edilmesi ancak bu yoldan mümkündür.
Ve görev her şeyden ve herkesten önce Kürt devrimcilerine düşmektedir. Kürt ulusu büyük devrimci dinamikleri ile günümüzde karşı karşıya olduğu handikapları aşacak olanaklara sahiptir. Yeter ki, Güney Kürdistan’da yaratılmaya çalışılan illüzyonu bozma iradesini Kürt devrimcileri gösterebilsin.
 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul