Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

F. HANÇER

Diyalektiğin ilk kuralından söz edilirken, olguların ancak bütün bağlantılarıyla birlikte ele alınabileceği yolundaki düşüncenin kolay anlaşılması için verilen örnekler vardır: Spor ve siyasetin birbiriyle olan ilişkisinden, savaş ve ekonomi arasındaki bağlardan söz edilir... Bunlar, belki herkesin ilk anda, “e, ne var ki bunda?” diyebileceği basitlikte şeylermiş gibi görünür ama asıl sonradan, hayatın içinde tek tek olayları anlamaya çalışırken söylenenlerin önemini farkederiz. Birden, gözlerimizin önündeki bir perde düşer ve Irak’ta çocukların başına yağan misket bombalarını yapanlarla bizim günlük hayatımızda, örneğin bir hastanede çektiğimiz rezillliği yaratanların aynı güçler olduğunu bütün açıklığıyla görürüz.
Temmuzdayız... Yalnızca “çöl sıcakları”nın değil, politik gelişmelerin de ortamı ısıttığı günlerdeyiz. Ve sıcaklık, katı olan, birbirinden ayrıymış gibi duran her şeyi ısıtıp birbirine yapıştırıyor. Her şey daha açıklıkla gözlenebilir hale geliyor. Bir gün önce tekelci patronlarla oturup akşam yemeği yiyen başbakan ertesi sabah IMF heyetinin talimatlarını alıyor ve daha gün akşama kavuşmadan Bakanlar Kurulu “muhteşem projeleri”ni yasa teklifi haline getiriyor... Aynı günlerde Irak’ın Felluce kasabası yine kana bulanıyor, aynı günlerde Filistin’e “yol haritası” teslimiyeti dayatılıyor, vb. vb. Diyalektik, böylece sıkıcı bir ders olmaktan çıkıyor ve hayatın basit görüntülerinin arasından bize gözkırpan bir şey oluyor. Dünyanın her köşesini biçimlendirmek ve “aykırı” tek bir nokta bırakmamak... ABD emperyalizminin stratejik çizgisi budur.
Örneğin, Irak’ta olup bitenler sorulduğunda, “asker sayımızı artırabiliriz” diyor ABD genelkurmayı ve kimse şaşırmıyor. Bir ülkeyi askeri olarak yenilgiye uğratıp kentlerini işgal etmek, heykelleri yıkıp çok yıldızlı bayraklarla cip gezileri yapmak başka şeydir, o ülkeyi kalıcı bir biçimde işgal altında tutmak başka bir şey. İkincisi, işgalcilerden nefret eden milyonlarca insanın öfkesiyle baş etmeyi, her an hangi köşeden ateş açılacağını hesaplayarak yürümeyi, tel örgüleri zorlayan kadınları dipçikledikten sonra bunun sonuçlarına katlanmayı, vb. gerektiriyor. Örneğin, artık savaş öncesinin uğursuz sesi olarak tanınan Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı Muhammed El Baradey, “İran’ın kitle imha silahları konusunda adım atmasını” istiyor. Baradey konuştuğunda, arkasından namluların konuşacağını artık herkes biliyor. Öte yandan geçtiğimiz ay başlayan öğrenci gösterileri, herkesin dikkatini İran’a çekiyor. Nüfusunun yüzde 60’ı 25 yaşın altında insanlardan oluşan İran’daki bu muhalefet hareketinin nasıl bir bileşiminin henüz net olarak bilinmiyor. Ama ABD’nin İran sıkıntısını herkes biliyor, anlaşılabiliyor. Petrolün ötesinde, bir ülkenin ekonomisinin yaklaşık %80’inin dinsel vakıfların ve kamunun elinde olması da neoliberal dünya sistemi açısından öfke uyandırıcı olmalı. Üstelik, Hatemi’nin verdiği devlet işletmelerinin %15’ini özelleştirme sözü de işe yaramıyor ve öğrenciler başta olmak üzere huzursuzluk yaratıyor. Sonuçta, 90’lardan beri sermaye dolaşımının önündeki bütün ulusal-devletsel sınırları parçalamakta olan dünya kapitalist sisteminin bu duruma uzun süre katlanamayacağı anlaşılmakla birlikte, İran’ın güçlü ulusal kimliği, Şii toplumunun dinsel atmosferi, vb. emperyalist planları zorlaştırıyor.
Örneğin, geçenlerde, bazı Filistin örgütleri ateşkes ilan ettiklerinde “bu kadarı yetmez” diyor Powell, “eğer bir Filistin devleti olacaksa, bütün silahlar yalnızca devletin elinde olmalıdır.” Böylece, sınıflı toplumların politik tarihinin yüzlerce yıllık kuralını yeniden hatırlatmış oluyor: Kitlelerin silahsızlandırılması! Bağdat’ın düştüğü gün hemen “Yol Haritası” adımının atılması Filistin’in ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu iş için buldukları adamlar da, Arafat’ın uzun yıllar boyunca deyim yerindeyse “koynunda besleyip büyüttüğü” unsurlardır. New York Times’ın “kendisine çok saygı gösteren İsrail ve Amerikan yetkilileriyle anlaşabilen birisi” olarak tanıttığı Filistin Güvenlik Şefi Ebu Dahlan ve İsrail ve ABD’nin “seçtiği” Mahmut Abbas, bu işi omuzlarına almışlardır. Ancak asıl niyet başkadır. Bu çaptaki elemanlarla Filistin direnişinin kontrol edemeyeceğini bilen ABD ve İsrail’in asıl niyeti, Filistin direnişini parçalamak, Filistinli örgütler arasında yıllarca sürecek bir kan davasına yol açacak boğazlaşmalar yaratmaktır. Filistin örgütleri şu anda sağduyulu davranarak bu oyunu bozmuşlardır belki ama önümüzdeki aylarda Filistin bu tehlikeyle yan yana yaşayacaktır.
Bu arada Türkiye cephesinde de “burun sürtme” operasyonu devam ediyor..
Savaş sırasında gösterilen “konum pazarlama” işgüzarlığının pahalıya patlamasından sonra bin türlü güvencelerle durumu düzeltmeye çalışan işbirlikçiler cephesi, aslında son haftalarda biraz mesafe almış gibi görünüyordu. Özellikle Türkiye’nin üsleri ve limanları açma kararı almasından sonra, Washington Post artık durumun düzelebileceği ima etmekte ve “Artık birbirimizin ayağına basma ihtimalimiz muhtemelen daha az” gibi açıklamalar yayınlanmaktaydı. Ancak hemen ardından, “birbirinin ayağına basma” durumunun devam ettiği Süleymaniye’deki özel time yönelik gözaltıyla ortaya çıktı. “Şanlı ordumuz”un mensuplarına karşı tarihte ilk kez böyle bir hareketin yapılması herkesi çok şaşırtırken, işin arkasında Kerkük’ün Kürt Valisine suikast planları olduğu basına sızmıştı. Dergimiz baskıya verilirken olayın ayrıntıları henüz tam olarak netleşmemişti; ama olayın sessiz bir operasyon ya da uyarı yerine gürültülü bir yolla yapılmasının ardında “biraz daha burun sürtme ve iyice haddini bildirme” niyetinin olduğu anlaşılmaktadır. Öyle görünüyor ki ABD, Türkiye oligarşisi içindeki “dışa açılma ve pay kapma” heveslisi unsurları ezmek, “bölgenin patronunun kim olduğu”nun altını kalın çizgilerle çizmek istemektedir. Önümüzdeki günlerde bu rezaletin altından neler çıkacağını da hep birlikte göreceğiz. Biz Azerbaycan’da darbe örgütlemek gibi rezilliklere ve bütün diğer kontra faaliyetlere alıştığımız için, örneğin “Kerkük vali suikasti” gibi şeylere de çok fazla şaşırmıyoruz. Evrensel Gazetesi, İP ve TKP’nin TC kontra birliklerinin (Özel Harp Dairesi elemanları) ve MİT elemanlarının gözaltına alınması karşısında gösterdikleri tepki ise sosyal-şovenizmin ibret verici vesikaları olarak tarihe geçecektir. Özel Harp Dairesine bağlı kontra güçlerinin orada ne aradığını sormak ve bu güçlerin orada bulunmasını protesto etmek ve çekilmesini istemek yerine, ABD güçleri ile olan dalaşmalarını ve esir alınmalarını ulusal onurun çiğnenmesi olarak görmek ve feveran etmek bu yapıların TC’nin milliyetçilik anlayışının sınırlarında dolaşabilecek kadar sistem siyaseti ve pragmatizme yaklaştıklarını gösteriyor.
Tabii bu arada, bütün bunlar olurken, tıkır tıkır yürüyen bir başka süreç var: Neoliberalizmin “yeniden yapılanma” adımları... “İş Yasası”nı kotardıktan sonra şimdi de tarihin en büyük tasfiye operasyonu konusunda IMF talimatlarını almış olan hükümet, “Kamu Reformu” adı altında topladığı yasaları önümüzdeki haftalarda meclise indirmeyi planlıyor. Devletin “asli işleri” olarak baskı-terör faaliyetini net tanımlarla yerine oturtan, buna karşın bütün sosyal fonksiyonları sermayenin eline teslim eden tasarı, emekçi kitlelerin daha da yoksullaşmasının önünü açıyor. Yani her şeyin yeri ayrı, her şey kendi yolunda yürüyor ve her şey bir bütünün içinde anlam kazanıyor.
Dünya, Ortadoğu, Türkiye... Diyalektik hükmünü sürdürüyor. Sürdürüyor sürdürmesine ama asıl sorun, “her şeyin birbiriyle bağlantısını” açıklayan birinci ilkede değil artık. “Her şeyin sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olduğu” yolundaki ikinci ilke de sorun değilmiş gibi görünüyor da, asıl sorun “nicel birikimlerin nitel sıçramaya dönüşmesi”nin gerçek hayat içinde nasıl somutlanacağıyla ilgili olarak önümüze çıkıyor.
Gerçekten de artık bir espri olmaktan çıkarak yakıcı bir biçimde önümüzde duran sorun, tam da budur. Devrimci irade, durum saptaması yapmanın ötesinde, bir müdahale gücü olarak kendisini örgütlemedikçe de, sorun olarak kalacaktır. İşimiz budur; somut görevimiz budur.

 
 
 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul