Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

İsmail Gül

Cezaevleri üzerine birçok şey yazıldı, tartışıldı ve asıl en önemlisi yaşandı. Birçok cezaevi yazılarının konusunu cezaevleri ve şiddet, işkence ve ölüm, öldürülmenin teknolojik yenilikleri ve donanımlarının insan üzerindeki deneyleri oluşturur. Bu, bizim zorlamayla bulup çıkardığımız bir sonuç değildir. Bir kurum olarak cezaevlerinin tarihsel gelişiminin bir baskı ve zor aygıtı olarak devletin gelişimi ve kurumlaşmasıyla kopmaz bağlar içerisinde olmasından kaynaklanır. Tarihin her döneminde cezaevleri devlet erkini elinde bulunduranlar tarafından bir baskı ve yok etme en geniş anlamıyla devşirme aygıtı olarak kullanmıştır. Devletin cezalandırıcı, yok edici yüzünü cezaevleri oluşturmuştur.
200 yıllık tarihi kesiti kısaca hatırlayacak olursak, modern şiddet toplumu olan kapitalizmin doğuşuyla birlikte kapatarak cezalandırmaya geçilmesi, artık şiddetin örtülü ve daha katmerli uygulanışı anlamına gelmiştir. Cezalandırmanın itaat amaçlı gelişimiyle birlikte genel, geniş ve uzun bir zamana yayılabilen ve sürekli yeniden yapılandırılan bir şiddetin arka etiği mutlak itaat amaçlıdır ve insana dair her şey şiddet yoluyla yok edilerek suç ve suçluluk olgusu bir hastalık olarak tarif edilir.
Bu anlayıştan hareketle iktidardaki yasa koyucular “suçlu”yu tedaviye muhtaç bir hasta olarak ele alıp, tinsel ve tensel bütünlüğü üzerinde tasarruf hakkını kendilerinde görebilmektedir. Aslında cezalandırılmak istenen tüm toplumdur.
Bu nedenle hapishanelerin tasarımının mimarlar veya mühendisler tarafından değil de aynı zamanda fikir babası da olan bir iktisatçı tarafından planlanması ve tek merkezden yönetilebilirlik esası olarak bilinen Panapticonun kapitalizmin bir ütopyası olması son derece anlaşılır bir durumdur. Tüm toplumsal doku şiddete dayalı bir esasla, anlayışla oluşturulmuştur. Okul, hastane, tımarhane, hapishane; İtaatın esas olduğu her uygulamada merkezi kontrol esastır ve bunun tek kontrol yöntemi şiddettir. Artık çağımızda şiddet bilimsel söylemin ve demogojinin arkasına gizlenmiştir.
Modern kelimesinin çok sıkça kullanılması ve her yapılan yeniliğin bir reform olarak tarif edilmesi bu gerçekliğin kendisini anlatır. “Modern işkencehane” denilemez ama “modern cezaevi” denilebilir. “Modern Öldürme Yöntemleri” denilemez, “Hayata Dönüş Operasyonu” denilir. Bir gecede ülkenin 21 cezaevine girilir ve doğal yollar kullanılmaz, çağdışı teknoloji kullanılır, iş araçlarıyla duvarları yıkılır, hapishaneler ve cayır cayır insanlar yakılır, ateşli silahlar kullanılır ve “Hayata Dönüş” denilir bu işin adına. Bu Hayata Dönüş operasyonunda 28 insan öldürülür ve otopsi raporlarından anlaşıldığı kadarıyla ölü veya diriyken bu modern operasyon daha da modern bir hale getirilerek bu insanların yaralarının ağızları kesilir geride delil bırakmamak için.
Terör toplumsallaştırılır ve tüm toplum televizyonları karşısında bu öldürme operasyonlarını izler ve biçimlenir. Oradaki hak etmektedir bunu. Oradaki kimdir, nasıldır, ne yer, ne içer, ne düşünür, kaç yaşındadır, erkek midir, kadın mı? Oradakidir o. Artık duygu tasarrufuna da gerek yoktur. Oturacaksınız televizyonunuzun başına parmaklılıklara yapışan ve cayır cayır yakılan bir kadını izleyeceksiniz, belki de çayına şeker atacak bir an duracak bir yudum alamadan sakin ve çaresiz bir yüz ifadenizle öylece izleyeceksiniz.
Ertesi gün işinize gidecek ve unutacaksınız; eğer unutmazsanız sizinde sonunuz böyle olabilir, sizde oradakiler gibi adeta bir böcek gibi ezilebilir, yakılabilirsiniz, üzerinizden iş araçları, vinçlerle geçilebilir, bir torbaya sığacak kadar yanabilir ve kömür olabilirsiniz ya da kurşunlanabilirsiniz. Biraz içinizde insanlık kalmışsa üzüleceksiniz ve ertesi gün unutacaksınız. Ama mutlaka unutacaksınız. Unutmak zorundasınız. “Modern bir toplumun bireyi olarak yapmanız gerekenler var.”
Cezaevlerini anlamak için çok şey gerekmiyor. Fakat toplumun bu unutulmaya dayalı belleğinin biçimlendirilişini ve ne kadar kimliksiz ve kişiliksiz bir insan yığınına çevrilmeye çalışıldığımızı anlamak gerek. Reform adına topluma verilmeye çalışılan tamamiyle budur işte. Beş yıldızlı oteller ve lüks cezaevleri duvarlarının ve demirlerin arkasına gömülen insanlık tarihinin en dinamik duygularıdır. Bu nedenle dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde cezaevleri modelleri hiç bitmeyecek . Yeniden yeni modeller ve “reform”larla devrimciler, muhalifler, yurtseverler, düşünen, direnen insanlarımız öldürülecek, yok edilecek çıldırtılacak.
107 devrimci F tipi cezaevleri sürecinde öldürüldü. Son on yıllık cezaevleri tarihinde 300’e yakın devrimci ve muhalif öldürüldü cezaevlerinde. İşkence edilerek, demir çubuklarla kafaları parçalanarak, yakılarak, boğularak vb.. Ölüm kötüdür. Ama ölümün biçimi dahi bir cezalandırma tarzı olunca ölüm daha da kötüdür. İnsan olmanıza izin vermemek için, sizi siz yapan tüm özelliklerinizi elinizden alarak sizi kimliksiz ve kişiliksiz bir çuval haline getirmek için, özgürlüğünüzü özgünlüğünüzü elinizden almak için, sizi itaatkâr ve uysal ve şahsiyetsiz yapmak için her türlü zulmü beyniniz ve bedeninizi üzerinde uyguluyorlar ve siz “HAYIR “ dediğiniz için diri diri yakılarak ya da diri diri tabutluklara konularak sesli ya da sessiz bir ölüme terk ediliyorsanız bu ASLA UNUTULMAMALIDIR.
Çünkü insan olma onuru her zaman insanlık tarihinin canlı belleğini oluşturacaktır.
Devrimciler F tipi cezaevlerinde bu uygulamalara maruz kaldılar. Bugün F tipi cezaevleri yetmiyor. Açıldığından beri insani hiçbir uygulamayı barındırmayan bu cezaevleri de artık sisteme yetmiyor. “Islah edemiyorsanız eğer biraz daha şiddeti arttırın” projesi olarak D Tipi Cezaevleri gündeme getirilmiştir. Monoblok, yıldız mimari, şeffaf iletişim ve sürekli denetlenebilir olan bu yüksek güvenlikli diye tanımlanan cezaevlerinin biten Diyarbakır ve Denizli örnekleri biliniyor. İlgili Bakanlığın açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla bu yeni cezaevleri daha da yüksek bir şiddeti içermektedir. İzolasyonun boyutunun daha da arttırıldığı, H Blokları, Stanheim örneklerini anımsatan algılamanın ve duyumsamanın dahi en aza indirgendiği yeni izolasyon cezaevleridir D Tipi cezaevleri.
Adı ve markası ne olursa olsun insan unsuru düşünülmeden oluşturulan bu acı labirentlerinde kobay insandır. “Daha ne kadar dayanabilir” deneyleridir bu mimari projeler.
Unutulmamalıdır. İnsanlık tarihi, tarihin en karanlık yerlerinde imbiklenen acılardan Nazi Toplama kamplarından, yeraltı zindanlarından, aslan kafeslerinden, darağaçlarından geçen bir direnişin unutulamaz ve aşılamaz onurunu taşıyor. Bu insana reva görülen mezar tipi cezaevleri uzun ve kansız, sessiz yeni yokedilişlerin habercisidir. İzin vermeyelim. Bu insanlık tarihinin yeni ve karanlık kanlı sayfasına izin vermeyelim. Bilelim ve hazır olalım. Devrimci tutsaklar; onurun ve insanlığın o büyük tarihi serüvenini tabutluklara mezarlara kapatılmak istenen beyinlerinde ve yüreklerinde taşıyorlar. Bu serüven hiç bitmeyecek ve devrimci tutsaklar vazgeçmeyecek.
 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul