Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Yeni bir emperyalist savaşın, Ortadoğu halklarına karşı açılan savaşın içindeyiz. Herşey çok net, açık ve çıplak; savaş her cephede sürüyor, devrimci sosyalistlerin, devrimcilerin, yurtseverlerin önüne net görevler koyuyor. Küreselleşme masalları; “demokrasi”, “insan hakları”, “ulus devletin ortadan kalktığı”, “tarihin sonu” vb. balonları tek tek sönüyor, çarpıtılan bilinçler yaşamın nesnel gerçekleri karşısında geri adım atıyor, sisler dağılıyor, gerçekler açığa çıkıyor. Şimdi, bir kez daha gerçeğin gözünün içine bakma zamanı. Şimdi bir kez daha Marksizm-Leninizm ile savaş ilişkisini bilince çıkarmak, tereddütsüz emperyalist saldırganlığa karşı, ezilen halkların saflarında savaşma zamanı. Net ve tereddütsüzce...
Ortadoğu halklarına karşı açılan bu emperyalist savaş ilk değildir, sonuncusu da olmayacaktır. Bir an düşünelim ve yeni bir dönemin başlangıcını işaret eden ‘90’lı yıllara bakalım. 1990’lara değin gelen dönemin ana çizgilerinden biri; II. Paylaşım Savaşı sonrası dünyanın 1/3’ünde sosyalizmin zafer kazanması, ama bu sürecin, önce revizyonizmin elinde yozlaşması, daha sonra ise, 1985-90 sürecinde kapitalist restorasyon yaşanmasıdır. Yani, II. Paylaşım Savaşı sonrasında, tek ülkede, Ekim Sosyalist Devrimi ile Rusya’da zafer kazanan sosyalizm, Doğu Avrupa, Çin, Vietnam, Kore, Küba devrimleri ile büyümüş, dünyanın 1/3’ü kapitalist sömürü dışına çıkmıştır. Tarih düz bir hat izlemiyor; sosyalizm yukardan aşağı örgütleniyor, sosyalizmin bünyesinde ortaya çıkan, toplumsal-sınıfsal zeminden beslenen revizyonizm, giderek kapitalist restorasyonun yolunu açıyor. Ve bu süreç, bir tarihsel kırılma ile sonuçlanıyor. İkinci olarak; sosyalizmin büyük prestiji ile ulusal/halk kurtuluş savaşları, Asya-Afrika-L. Amerika’da dev boyutlara ulaşmıştır, ancak bu süreç, bir dizi nedene bağlı olarak, ‘80 sonrası gerilemiştir. Üçüncü olarak; 2. Paylaşım Savaşı içinde en az yıpranan ve en güçlü çıkan ABD emperyalizmi, emperyalist-kapitalist sistemin öncülüğünü ele geçirmiş, kapitalizmi yeniden örgütlemiş, yeni-sömürgeciliği geliştirmiştir. Sosyalizm ve ulusal/halk kurtuluş savaşlarına karşı kapitalist entegrasyon yaşanmış, ABD önderliğindeki kapitalist sistem II. Paylaşım savaşının yarattığı yıkımın giderilmesi sürecine ve yeni-sömürgeci yöntemlerin geliştirilmesine bağlı olarak göreceli ve geçici bir gelişme yaşamıştır. Ancak bu gelişme çizgisi, kapitalizmin içsel çelişkileri ve özelllikle Vietnam yenilgisi ile 1970’lerden itibaren, hala devam eden uzun bir kriz içine girmiştir. Bu krize karşı geliştirilen, aynı zamanda kapitalist sömürü modelinde bir değişimi ifade eden Neo-liberalizm, halklara yeni bir saldırı programını dayatmıştır. Bağımlı kapitalizmi ifade eden, derinleşen yeni-sömürgecilikle birlikte, açlık-yoksulluk-yabancılaşma-savaş olarak halklara dayatılan bu saldırılar, sosyalizmde yaşanan tarihsel kırılma ile pervasızlaşmıştır. Dördüncü olarak- tüm bunlar ekonomik ayağı “özelleştirme”, “esnek üretim” gibi uygulamalarda ifadesini bulurken, sosyal ve kültürel alanda, yoğun bir ideolojik maniplasyonla, postmodern kültür ve yaşam biçimi halklar üzerine püstürtülmüş; ve siyasal alanda, metropol ülkelerde tekelci polis devletinde, yeni-sömürgelerde ise sömürge tipi faşizmin yeni bir biçiminin -açık ve gizli faşizm uygulamalarının bileşiminden oluşan yeni bir versiyon- kurumsallaşmasında ifadesini bulmuştur.
İşte, ‘80’li yıllarda ortaya çıkan, ancak bir tarihsel dönemi işaret eden 1. Ortadoğu Savaşı (veya “körfez savaşı”) sırasında çok daha belirginleşen bu özellikler, bugün, 2. Ortadoğu savaşında tam bir netliğe kavuşmuştur. Emperyailzmin “sosyalizm öldü”, “tarihin sonu” yalanları ile ilan ettiği “YDD” bu dönemde, her açıdan iflas etmiş, tüm çelişkileri gün ışığına çıkmıştır. Bir yandan, aynı zamanda hegamonya mücadelesini ifade eden, emperyalistler arası çelişki hızlanırken, diğer yandan emperyalizm ile dünya hakları arasıdaki çelişki bir kez daha her yönüyle gündemleşmiştir.
Tarih yeniden yazılıyor. ABD ve diğer emperyalistler aralarında sürmekte olan çok yönlü hegamonya mücadelesinin ağır sonuçlarını halklara dayatıyor; dün Afganistan, bugün Irak işgal ediliyor, emperyalistler arası pazar savaşı hızlanıyor. Ve buna karşı, halklar, anti-emperyalizm temelinde, sosyalizm perspektifi henüz zayıfda olsa ayağa kalkıyor. Herşey net, herşey sınıfsal zeminde gelişiyor. Tarih sınıflar mücadelesidir; tarihte özne olanlar kendi tarihini yazıyor. Ve tarih hiç kimseye “ara yol” “orta yol” bırakmıyor. Emperyalizm kendi tarihini açlık-yoksulluk-savaş, yani kapitalist barbarlıkla yazıyor. Proletarya ve ezilen halklar ise, buna karşı direniş tarihini yazıyor.
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni-sömürge bir ülkedir. Dahası, sadece, empreyalist-kapitalist sistemin tüm çelişkilerinin, krizlerinin dolaysız yansıdığı ülke olarak kalmamakta, aynı zamanda, örneğin emperyalist saldırı programlarının ilk uygulandığı, test edildiği ülkelerden biridir. Bu anlamda, emperyalist-kapitalist sistemin içine düştüğü kriz ülkemize yansımakta, bu, çarpık Türkiye kapitalizminin üretmiş olduğu kriz dinamikleri ile bütünleşmekte, böylece krizler sürekli ve yapısal karakter taşımaktadırlar. Ekonomik-politik-toplumsal boyutları olan bu kriz; savaş ortamında, yeni ve daha ağır açlık-yoksulluk dalgası olarak proletarya ve emekçi sınıfların gündemine girmektedir. Bir yanda, Anadolu ve Mezopotamya, bir dizi poltik manevra ve yalanlarla açık askeri işgali yaşamakta; diğer yanda “vergi”, “zam”, “sıfır ücret” vb. olarak yani, sosyal yıkım olarak ortaya çıkmaktadır. Savaş ve yoksulluk, bu ortamda, aynı kaynaktan beslenmektedir; Bu bağlamda emperyalist savaşa ve işgale karşı mücadele, yoksulluğa karşı mücadele ile içiçe geçmiş durumdadır. Bir savaş hükümeti olarak kurulan AKP hükümeti, daha şimdiden meşruluğunu yitirmiştir. Zaten, 3 Kasım 2002 seçimleri, siyasal meşruluk açısından tartışmalı bir sonuç yaratmıştır- bu tartışmalı sonuç, emperyalist postallar altında, savaş rantı hesapları içinde, işbirlikçi tutumlarla, dayatılan sosyal yıkımla netleşmiştir. Hiç bir burjuva hükümeti emekçi sınıfları kısmen de olsa rahatlatacak ciddi bir adım atma iradesi ve gücü taşımıyor. Onlar IMF programlarını uyguluyor, emekçi sınıflara savaş açıyor ve daha ilk adımda tüm cilalarını dökmek zorunda kalıyor.
Oligarşi hiçbir sorunu çözemiyor. Kriz ve savaş sarmalında, tüm demokratik talepler baskı ve terör ile susturmaya çalışıyor. Başta Kürt ulusal özgürlük sorunu olmak üzere, tüm demokratik sorunlar inkar ediliyor, terörle susturulmaya, örtülmeye çalışılıyor. Açlık-yoksulluk-eşitsizlik devasa boyutlar kazanıyor, “demokrasi” faşizmin ağzında, tüm bunları örtmeye yarayan söylem oluyor. Emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm, somut ve güncel şiarlar ve görevler olarak devrimci hareketin önünde duruyor. Demokratik ve sosyalist görevleri içeren, anti-emperyalist, anti-oligarşik Demokratik Halk Devrimi sadece emperyalizmi bu ülkeden kovmak, faşizmi yıkmakla kendini sınırlamıyor, tüm bunların gerçek çözümünü sosyalizme bağlıyor. Ve devrimci sosyalizm; Mezopotamya devrimini tasfiye için geliştirilen “Demokratik Cumhuriyet” liberal hayalleriyle, sınıf perspektifini dışlayan demokratizmle, popülizmle arasında kalın bir mesafe koyuyor. İster sağdan, liberal tasfiyecilikten gelsin, ister “sol”dan, devrimci zeminden gelsin tüm bu akımlarla, programatik düzeyde devrimci sosyalizmin ortak yanı yoktur. Devrimci sosyalizm, Leninist kesintisiz devrim anlayışı ile, kendi yolunda yürüyor. Hedefimiz nettir, bu hedefe ulaşmak için yürüyüş tarzımız berraktır. Devrimci sosyalizm, büyük toplumsal projelerle uğraşmayı ve bunu tartışmayı tek gündem maddesi yapmıyor; tam tersine, böylesi bir toplumsal-siyasal hedef için bugünün de kazanılmasının bilincindedir. Devrim ve sosyalizm iddiası olmayanlar geleceğe yönelik bugünün mücadele görevleriyle somut bağlar kurmayan bir dizi kurgular yapabilir, bunun etrafında sözüm ona tartışabilir. Devrimci her adımı, burnunun ucu ile küçük gören bu tipler, ne bugüne, ne de geleceğe iz bırakabilirler. Tersi de bir çocukluk hastalığı olarak karşımıza çıkıyor; devrimcilik adına, günü kurtarmaya çalışan, dar pratikçi bir anlayış, devrim ve sosyalizm mücadelesinin maddi zeminini, teorik-politik zeminini hızla daraltıyor.
Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Devrim, uzun süreli bir savaşla, bir dizi kanlı-kavgalı aşamayı içeren mücadele ile zafere ulaşacaktır. Devrim, nesnel zeminleri olmayan hayaller için değil, maddi-nesnel koşulları kapitalizmde ortaya çıkan, proletaryanın öncülüğünde emekçi sınıfların iktidarını hedefleyen, daha ileri bir toplumsal düzen için (demokratik halk iktidarı ve sosyalizm için) mücadeleyi ifade ediyor. İktidar mücadelesinden kopuk, hiçbir adım anlamlı değildir; böyle bir mücadele “en az direniş”le kazanılamaz. Devrim, toplumsal bir eylemdir, sosyalizm de insanlığın kurtuluşunda zorunlu bir tarihsel dönemdir, toplum biçimidir. Ve böylesi büyük hedeflere, ancak büyük adımlarla ulaşılır.
Böylesi bir netlikle yürüyoruz. Önümüze böylesi bir toplumsal-siyasal hedef koyuyoruz; bu nedenle bugün ile gelecek arasındaki bu “mesafe”yi, daha hızlı adımlamak zorundayız. Savaş-yoksulluk-kriz bir dizi devrimci olanak yaratıyor; “ya kapitalist barbarlık ya sosyalizm” şiarı her zamandan daha fazla nesnel durumu ve seçenekleri ifade ediyor. Devrim ve sosyalizm için atılan her adım, sınıfsal-toplumsal kurtuluşu büyütüyor; veya tersine her tarihsel-toplumsal gerileme kapitalist barbarlığı azdırıyor. Ve, bir an aynayı kendimize tuttuğumuzda, savaş-yoksulluk-kriz içinde, devrim ve sosyalizm için nesnel koşulların olgunlaştığı bir tarihsel süreçte, alınması gereken mesafelerin sorumlu luğunu çok ağır hissetmek, günü kazanmak bir görev olarak karşımıza çıkıyor. Bir kez daha, dar dünyamızın nesnel zemininden beslenen sorunlarını aşmamız, sınırlarımızı zorlamamız, teori ile pratik arasında güçlü bağlar kurmamız, her adımı parti yaşamında büyütmemiz, tüm bunları bir savaş örgütü yaratma perspektifi ile ele alıp, kendimizi ve partiyi örgütlememiz öncelikli görevlerimiz durumundadır.
Devrim, sınıf mücadelesinin tüm alanlarında, kendi yolunu açarak ilerlerken, düzen içi tüm alışkanlıklar, davranışlar, düşünceler gerici bir kültürel kuşatma yaratıyor. Devrim ile düzen, devrimci hareket insana yabancılaşmış kültürel kuşatma oligarşinin bir dizi pasifikasyon yöntemiyle çatışıyor. Bu kültürün etkisindeki birçok insan, şu veya bu nedenle, mevcut düzene tepki duyuyor, devrim saflarına katılıyor. Devrimci sosyalizm, proletaryanın en yüksek örgüt biçimini, partiyi örgütlerken, saflarındaki insanları, matematiksel bir mantıkla ele almaz, onları değiştirip-dönüştürme sürecinde örgütler. Zorlu, sabır isteyen bir süreçtir bu; insanı, toplumsal bir varlık olarak anlamayı, hiçbir çıkar beklemeden, büyük bir sabırla eğitmeyi, onlardan öğrenmeyi, örgütlü devrimci bireyler haline gelmelerinin koşullarını yaratmayı içerir. Eleştiri ve özeleştiri, parti yaşamında önemli bir yöntem, silahtır; bu yöntem, sadece partinin yolunu aydınlatmakla kalmaz, parti saflarında değişip-dönüşme işlevini de yerine getirir. Bencil, parçalanmış, zayıf insanı güçlendirmek, ortak bir kültürle bütünsel, özgür birey haline gelmesini sağlamak, ancak çok yönlü, bütünlüklü ve programlı bir mücadele ile mümkündür. Mevcut düzen, yeni-sömürgeci zeminde yükselen faşizm, insanı parçalıyor, insanı kendine yabancılaştırıyor, onu ev-iş-maddi sorunlar vb. cenderesinde sakatlıyor. Direnme gücünü zayıflatıyor, kolay teslim olan insanlar yaratıyor. Sanal umutlar yaratıyor, din vb. ideolojik saldırılarla düzene bağlıyor. İşte, devrim, kendisindeki bütün dinamikleri açığı çıkarabilen devrimci insanı-kadroları ancak kendi kültürünü yaratarak ilerlediği ölçüde yaratabilir.
Sınıf mücadelesi, devrimci sosyalizmin önüne, tam da bu eksende, tatışma-yürüme/örgütlenme ve mücadele etme diyalektiğini güçlü kurma görevini koyuyor. Tartışma-yürüme/örgütlenme ve mücadele, birbirini dıştalayan, farklı süreçlerde farklı ele alınması gereken olgular değildir. Tam tersine, iç içe, bir bütünün parçaları olup, aynı sürecin birbirini besleyen olgularıdır. Ancak, böylesi bir bütünlükle ülkemiz ve dünya devriminin sorunlarını ele alıp kapsamlı, çok yönlü adımları atabiliriz.
Devrimci sosyalizm az olanla yetinmiyor; devrimci yenilenme sürecinde bir ucu marksizmin yeniden üretimine, diğer ucu günlük mücadeleyi örgütleyen adımlara uzanan kapsamlı bir hedefi önüne koyuyor, bu yönde adımlar atıyor. Atılan her adım, zorunludur, gereklidir; bu kapsamlı mücadelede mütevazi bir yeri işgal eder. Bu adımları hızlandırmak, parti birliğimizin güçlü zeminini oluşturan, ideolojik-politik birliğimiz ile devrimci pratiği adım adım örmek, daha da güçlendirmek, bugünün görevidir. Teori ile pratik ilişkisi, Türkiye Devrimci Hareketi’nde, hiçbir dönem bu kadar sakatlanmamıştır; teorik kriz ve teori ile pratik arasında bir yarılma hiçbir dönem bu kadar etrafı kirletmemiştir. Devrimci sosyalizm tüm bu olumsuzluklara son verme iradesine sahiptir.
Ancak, tüm bunların düğümlendiği nokta, kadro sorunudur. Savaş-kriz ortamında, devrimin nesnel zemini güçlenirken, kadro sorunu bir kez daha önem kazanıyor. Devrimci sosyalizmin “nasıl yürüneceği”ne yönelik bir belirsizlik içinde olmadığı açıktır. Tam tersine, 30 yılı aşan bir birikimle, Mahir’den bu yana pratikte yaşanan tüm iniş çıkışlara rağmen parti çizgimiz nettir; dahası “devrimci yenilenme” şiarı ile, bu çizginin 1990 sonrası yeni süreç ile güçlü bağlar kurduğu biliniyor. Bu noktada durmak eşyanın tabiatına aykırıdır; proletaryanın partisini örerken, güçlü bir teorik-politik zeminin öneminin bilincindeyiz, bu yöndeki adımlar somuttur, ideolojik birliğimizi güçlendirmektedir. Ancak, bu sorunun bir yanıdır, önemli bir yanıdır; ve bunun sınıf mücadelesinde somutlanması bugünün görevidir.
“... Doğru politik çizgiye sahip olmak-bu elbette birinci ve en önemli meseledir. Fakat yine de yetersizdir. Doğru politik çizgi ilan etmek için değil, hayata geçirmek için gereklidir. Doğru politik çizgiyi hayata geçirmek için, partinin politik çizgisini anlayan, bu çizgiyi kendi çizgisi olarak benimseyen, bu çizgiyi hayata geçirmeye hazır, pratikte gerçekleştirmeye hazır, bu çizginin sorumluluğunu alabilecek, savunabilecek, bu çizgi için mücadele edecek kadrolara, insanlara ihtiyaç vardır. Aksi halde politik çizgi kağıt üzerinde kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalır.” (Stalin/L. Sorunları, Sf: 746)
O halde, her devrimci sosyalist, bugünü kazanmak ve geleceğe yürümek için tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Bizde, “eski” ve “yeni” kadro ayrımı, “büyük” ve “küçük” iş ayrımı, ayrıcalıklı bir yaşam, özel statüler vb. yoktur, olmayacaktır. Politik bilinç, emek, devrimci sosyalist kişiliğin özellikleri; bu temelde partiyi ve kendini örgütleme herşeyden önemlidir. Devrim ve sosyalizm için savaşan, bu savaşımını partili mücadelede somutlayan her devrimci sosyalist bu yönde doğru adımlar atmak zorundadır. Her adım somut olmalı; devrimci pratik ile anlamlı kılınmalıdır. Bunun için, kadroları tanımak, her kadronun, devrimci sosyalistin üstün ve eksik yönlerini incelemek, eleştiri-özeleştiri zemininde eksiklik ve zaafları aşmak, ileri özellikleri daha da geliştirmek yaşamsal bir öneme sahiptir. Çalışkan, üretici, katılımcı, emeğine cimrilik yapmayan, parti çizgisi ile bütünleşen veya bu yönde çaba gösteren her devrimci sosyalistin önü açılmalı, sabır ve emekle yenilenme-dönüşme eylemine destek verilmelidir. Düzen içi zeminden beslenen her dar ilişki, kendini sınırlama, kişisel sorunlarla parti yaşamını bozma, elbette nesnel-öznel yanları ile ele alınmalıdır; ama somut adımlarla mutlaka aşılmalı, devrimci yenilenme sürecinin öznesi olunmalıdır. Bireysel yetenekler geliştirilip örgütlü yaşam ile bütünleşmelidir. Kadronun bu temelde doğru seçimi, kadroların mevzilenmesi, kadroların parti çizgisi ile bütünleşmesi yaşamsal önemdedir.
Elbette bu süreç ve ilişkiler kendiliğinden, tek başına devrimci sosyalistin omuzlarında değildir; tam tersine, ilkeli-kurallı-disiplinli bir parti yaşamında, her kurum ve alanı ile bütün bir iradeyi ifade eden parti iradesi bu sürece yön verecektir, yön veriyor. Devrimci sosyalist ile parti ayrı ayrı değil, parti birliği içinde, bir bütünün kendisidir.
Bu aynı zamanda, örgütsel önderliğin politik önderlik düzeyine yükseltilmesi; örgütsel-pratik çalışmaların, politik şiar ve kararlarla bütünleşmesi, örgütsel önderliğin tüm çalışmaları garanti altına alması demektir. Ve, elbette bu çalışmalar, partinin politik-teorik düzeyinin yükseltilmesi; parti faaliyetleri ve çalışmalarında M-L’in eksen yapılması; dahası parti saflarını ve çevresini bu temelde eğitmesi ile birlikte ele alınacaktır. Teori ile pratiğin birliği; bu temelde kolektif çalışma ve kültür; bunun parti yaşamında taşıyıcısı devrimci sosyalist kadro ancak bu süreçte bütünsel devrimci dinamiklere kavuşur.
Her devrimci sosyalist bu bilinçle ileri atılmalı, sürecin görevlerini omuzlamalıdır. Proletaryanın partisi, Leninist merkeziyetçilik ilkesine göre örgütlenir, her adımını merkezi iradeye bağlar. Ancak, herşey “yukarı”dan beklenmez, zaten “yukarı” herşeye yetişemez. Böyle bir bekleyiş içinde olanda, devrimci yenilenme sürecimizi anlamamış demektir, devrim ve sosyalizm mücadelesinin sorumluluklarından uzaklaşmıştır.
Yapılacak çok iş var, birçok alan ve nesnel olanak söz konusu. Her devrimci sosyalist bunu kavramalı, tam bir kafa açıklığı ile çalışma alanının sorunlarını ele almalı, somut çözümler üretmeli, sınırlarını aşarak, parti ile bütünleşmelidir. Hiçbir şey devrim ve sosyalizmin, partinin çıkarlarından üstün değildir; bu nedenle parti yaşamında ve faaliyetlerinde kişisel kaygı, eleştiri vb. örgütlü çalışmanın önünde tutulamaz. Parti yaşamında, her devrimci sosyalistin hakları vardır; bu haklar ancak sorumlulukla birlikte ele alınır. Bu sorumluluğu taşıyamayanların, üretmeyenlerin, katılımcı tarzda kandini ve partili ilişkileri çoğaltamayanların eleştirilerinin anlamlı olmayacağı, kimi haklı yanlar taşısa bile değiştirici-dönüştürücü gücünün olmayacağı, hatta pek çok durumda ciddiye alınmayacağı açıktır. Hiçbir devrimci sosyalistin partinin çıkarlarından öte, özel bir çıkarı, hesabı olamaz; bireysel yeteneği vb. partili yaşam ile bütünleştirmeyen devrimci sosyalist olamaz. Herşey parti için; herşey devrim ve sosyalizm için. Partili yaşamda, politik duruş, ortak kültür, ancak yüksek bir sorumluluk ve bilinçle mümkündür. Bundan dolayı, partili yaşamda, her devrimci sosyalist ikna etmeye, ikna olmaya açık olmak, partili üslup ve tarzı özümlemek, bunlarla çelişen yanları hızla törpüleyip, düzeltmek zorundadır. Toplumsal gelişmenin yasalarını kavrayarak, teorik-politik düzeyimizi yükselterek, parti çizgisi ve geleneğinden güç alarak, sorun üreten değil, sorun çözen olmalıyız.
İçinden geçtiğimiz bu süreç, birkez daha tüm bunları bize hatırlatıyor. Her boyutu hızla olgunlaşmakta olan yeni tarihsel süreç önümüze pek çok büyük görev koyuyor. Marksizm-Leninizmin büyük tarihsel birikimini derinlikli olarak özümsemiş ve onu her alanda daha ileri noktalara sıçratma azmi taşıyan bir parti yaratarak sürecin görevlerini yerine getirebiliriz. Her devrimci sosyalist, her kadro bu sürecin temel yapı taşıdır.
Tarihin yönünü ve bize yüklediği görevleri kavrayarak ilerleyebiliriz/ilerleyeceğiz. İyi kadro olmanın, devrimci sosyalizmi ileriye taşımanın yolu budur. Bu bağlamda bugün hayatın her alanında; teoride, pratik alanda, örgütsel alanda özgücümüzü büyük bir hızla büyütme görevi ile karşı karşıyayız. Görevlerimiz bize “bekleme” veya düşük tempolu çalışma tarzı lüksünü vermiyor. Sınıflar mücadelesinde beklemek veya sürecin gereksindiği tempoyu yakalama çabası içinde olmamak gerilemek ve yokoluş demektir.
Ölü yıldızlara yaşamı taşıyacağız; bizde bu güç var, bunun için küçük adımları büyütme, çok daha hızlı koşma bugünün görevidir. Bunun bilinci ile yürüyelim, günü ve geleceği kazanalım!


 
 
8 Nisan 2003
tarihli Narco News Bulletin’de yayınlanan Jeremy Bigwood’un bu araştırma-haberi, Sibel Özbudun ve Temel Demirer
dostlarımız
tarafından Türkçeye
çevrildi.
Okurlarımız yazının karşı devrimin örgütleniş
yöntemleri vebizim coğrafyamızdaki
benzerlikler
açısından önemini hemen
farkedecektir.
Bu önemli belgeyi Türkçeleştirerek okurla buluşturdukları için Demirer ve Özbudun’a bir kez daha teşekkür
ediyoruz.
 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul