Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Devrimci hareketlerin tarihinde öyle trajik ve sarsıcı anlar vardır ki, yaşlı ağaçlara atılmış derin çentikler gibi aradan kaç yıl geçerse geçsin silinip gitmezler. Belleğimizin bir köşesinde kalırlar hep, kanayan bir yara ya da coşkulu bir bayram anısı gibi. Böyle durumlarda zaman, ne onarıcıdır ne de hafifletici. Yalnızca o an ile ilgili duyduğumuz ne varsa, sevgi, acı, onur, burukluk, belleğimizde ne birikmişse, onu büyütür, pekiştirir.
İnsanların sonradan “o gün ben de oradaydım” diyeceği büyük sıçrama ve onur günleri böyledir; karar anları, bol nikotinli, kavgalı-gürültülü toplantılar böyledir; tarihin yapıldığı yerde olmak, tarihin somut bir parçası ve kurucusu olmak, -bazen böyle olduğunu sonradan farketsek de- üstümüzde çok derin izler bırakır. Bu, başka bir tarihtir hem; görünenin-bilinenin dışında, daha derinde bir şeydir. Bir devrimden, bir kurtuluş anından söz ettiğimizde örneğin, aslında yüzbinlerce insanın hepsi de kendine özgü olan öykülerinden söz ediyoruz demektir; birkaç sayfaya, hatta bazen birkaç cümleye sığdırılan olaylar dizisinin arkasında, can sıkıcı tartışmalardan üst üste biriken küçük çabalara dek binlerce ayrıntı vardır. Bir gün durup geriye baktığımızda gördüğümüz şey ise bunların toplamı, artık birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe geçmiş olan bileşimidir.
Ölümler de böyledir; hafifletilemez, onarılamaz. Daha birkaç gün önce oturup saatlerce tartıştığınız insanı bir morg odasında gördüğünüzde, artık siz de başka bir insan olursunuz. Hissettiğiniz, yalnızca acı değildir; yokluk ve yoksulluk duygusudur. Artık imkânsız olduğunu bile bile onun geriye dönmesini, yeniden yanınızda olmasını istersiniz; kaybedilenin büyüklüğünü daha derinden anlamışsınızdır çünkü.
Ve sonra aradan yıllar geçer... Tarih akar gider, bir çok gelişme uç uca eklenir, kahramanlıklar, ihanetler, doğrular, yanlışlar birbirini izler. Ve bir gün, durup yeniden geriye, bizi var eden, başımızın dikliğini borçlu olduğumuz zamanlara, insanlara, ilişkilere baktığımızda, yine aynı duygu gelir bastırır. Şimdi olsalardı, asıl şimdi olsalardı demekten kendinizi alamayız bir türlü.
6 Haziran, yalnızca devrimci sosyalist hareketin değil, genel olarak Türkiye devrimci hareketinin tarihinde trajik bir noktadır. İhanet, kahramanlık ve öfkenin yalnızca 24 saatin sınırları içine sığdığı bir dönemeçtir. Yalnızca 24 saatte, en yüksek insani duygularla alçaklıkların en korkuncu bir arada yaşanmış ve geriye yılların hiç azaltmadığı bir öfke kalmıştır.
Ama yalnızca öfke değil, bir tamamlama azmi de kalmıştır geriye. Yoldaşlık, yol arkadaşlığıdır çünkü; yol ise insanların fiziki ömürleriyle sınırlı değildir. Yoldaşlık, yol arkadaşlığıdır; o kadar ki, yürüyüşçülerden biri ya da birkaçı olmadığında da böyledir. Onlar için de, onlar adına da yürümektir yoldaşlık. Yol nereye kadar gidiyorsa oraya kadar yürümektir.
Tamer, Atilla, Doğan, Ercan... Ve Hakkı, Ahmet, Kadir... Sonra daha başkaları ve daha başkaları... Asıl şimdi olsalardı diyebileceğimiz onlarca insan, birer kutup yıldızı gibi, yol işaretleri gibi...

ERCAN YURTBİLİR
1961 yılında küçük esnaf bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Kocamustapaşa‘da doğdu. Devrimci mücadeleye Şehremini Lisesi’nde okuduğu yıllarda devrimci sosyalist hareketin genç bir sempatizanı olarak katıldı ve Kocamustafapaşa‘nın yanı sıra Kanarya’da, Atatürk Öğrenci Sitesi’nde faşistlerle süren çatışmaların içinde yer aldı. 1977’de bir kamulaştırma eyleminde çatışmayla yakalandı. Yaklaşık iki yıl sonra Niğde Cezaevi’nden mücadeleye katılmak için firar etti ve daha sonra Gaziosmanpaşa, Alibeyköy, Topkapı, Pazariçi vb. birimlerinde yer aldı. Parti aday üyesi olan Yurtbilir, bu süreçte çok sayıda politik-askeri eylemde yer aldı. 12 Eylül askeri faşist cuntasından sonra kaçkınlığın, yılgınlığın kol gezdiği bu ortamda daha çok şeyler yapacağına inanan Yurtbilir, 1981’de yoldaşlarıyla birlikte Maltepe‘de partiye ait evde kalırken hain Şemsi Özkan’ın ihanetiyle kuşatıldı. Siyasi polisin ‘teslim olun‘ anonsuna hiç tereddütsüz silahı ile karşılık verdi. Yoldaşlarıyla birlikte partinin sloganlarını, devrimin marşlarını haykırdı. Ercan, 6 Haziran şafağında yoldaşı Doğan ile birlikte devrimin bayrağını yükseklerde tutarak, devrim savaşcılarına yakışır bir tavır alarak ölümsüzleşti .

***
2003 Haziranındayız...
Yoldayız...
Tarihin yapıldığı yerde ve zamandayız. Tam oradayız.
Yol işaretlerine bakarak, anımsamalarla, öfke ve kararlılıkla...

***
2003 Haziranındayız.
Yoldayız...
Bu Haziran başkadır. Kimse şaşırıp yanılmasın. Yoldayız. Üstelik yürümeye de yeni başlamadık; uzun bir yolun çok önemli bir kilometre taşındayız yalnızca.
“Uzun bir yol. Ve çok kan içti” diyor Nikolay Tihonov dizelerinde; sonra devam ediyor: “Nasıl da doluyduk yaşam sevgisiyle / darağaçlarında can verirken / Ve kurşunlanırken bir duvar dibinde.”
“Çocuklara anlatamayacağız bütün bunları / Hepsini kendileri anlayacaklar büyüdüklerinde / Soracaklar, fakat bir yanıt çıkmayacak soğumuş dudaklardan / Ve bir gülümseyiş bulamayacaklar donmuş gözlerde.”
“Gösterip onlara güzelliklerle dolu dünyayı / Bizim yerimize yanıt veren biri çıkacaktır nasıl olsa / Barış çocukları, hiçbir ücret istenmiyor sizden / Ödendi çünkü bütün bu gördükleriniz, kanla.”
Uzun bir yoldan geliyoruz ve bedeller ödeyerek geliyoruz. Yeniyiz ve gelenekten çıkıp geliyoruz. Tamer vurulduğunda var olanla aynı günlerde henüz yeni doğmuş olan bir arada ve yanyanadır bugün. Bitmez tükenmez o yokluk duygusu, yürüme azmiyle ve yürüyüşçülerin şarkılarıyla onarılıyor şimdi.
Yeniyiz ve yıllar öncesinden geliyoruz. Atilla yanımızdadır, Doğan, Ercan, Nurettin, Gürkan ve diğerleri, hepsiyle birlikteyiz; bu, tarihin tekerleğinin ileriye doğru dönüşüdür. Bu yüzden, Haziran’ın bu yıldönümü hiç olmadığı kadar anlamlıdır.

***

TAMER ARDA

Tamer Arda, Bakırköy’de bir işçi ailesinin çocuğuolarak doğdu. Aynı ilçede ilk ve ortaokula devam eden Arda çeşitli nedenlerle ortaokuldan ayrıldı. 1974 yılından itibaren devrimci çevrelerin içine girdi. Oldukça genç yaşta çeşitli fabrikalarda çalıştı ve devrimci sosyalist hareketin genç kuşağının bir üyesi olarak örgütlenme faaliyetlerinde bulundu. Devrimci sosyalist hareketin ilk parti üyelerinden olan Arda, o yıllarda bir çok silahlı eylemde yer aldı.
1975 yılında silahı ile ele geçirilen Tamer Arda, örgütle ilişkisini reddettiği için yalnızca silah bulundurmaktan tutuklandı. Serbest kalışının ardından bir lisenin önünde bildiri dağıtılırken silahlı olarak yeniden yakalandı.
1977’de patinin Lübnan’da düzenlediği bir kampta askeri eğitim alarak geri döndü. Aynı yıl içerisinde bir parti evinde siyasi polisin eline düştü. Dönemin en ağır işkencesine maruz kaldığı halde örgütle ilişkisini reddetti. Yeniden tutuklandı ve bir yıl yattı. 1978 yılında serbest kalmasının ardından İstanbul‘un bir çok bölgesinde sorumluluklar aldı. 12 Eylül’den sonrada büyük bir kararlılıkla bir çok görev üstlendi. Geçici Merkez Komitesi‘ne bağlı olarak çalışmaların ve ilişkilerin organizasyonunda önemli görev üstlenen kadrolardan biri oldu. Cunta günlerindeki eylemlerin çoğunun planlayıcısı oıldu. İsrail Başkonsolusunun cezalandırılması eyleminde o da görevli kadrolardan biriydi. Eylemin son hazırlıklarını gözden geçirmek için yoldaşlarıyla buluşacağı yere giderken Şemsi Özkan‘ın ihanetiyle Sefaköy’de yaşanan çatışma sonucu yaralı olarak ele geçirildi. Yaralı olarak yerde yatarken Amerikan kimliği de taşıyan dönemin Emniyet Müdürü Şükrü Balcı tarafından üzerine çok sayıda kurşun sıkılarak katledildi. “Son yılların en büyük şehir gerillası” olarak tanınan devrimci komutan Arda‘nın üzerinde kırk dolayında kurşun tesbit edildi.


2003 Haziranındayız.
Yoldayız...
Yürüyüşümüz rastgele değildir. “Ben bilmem rüzgar bilir” değil; “kervan yolda düzülür” değil; “bir deneyelim bakalım” hiç değil. Devrimci sosyalist hareket, Haziran’ın çizdiği yol üzerinde, Hazirancıların ayak izlerine basarak yürümektedir. Bu, birkaç adımlık bir gezinti değil, Türkiye devrimci hareketinin makus talihinin kalıcı ve kapsamlı olarak kırılması, suların geriye doğru akıtılması işidir.
Devrimci yenilenme ve bilimsel sosyalist aydınlanma, akademik bir ihtiyacın eseri değil; bu topraklarda tıkanmış olan bir damarın açılması, Haziran’dan akıp gelen çizginin hayata geçirilmesidir. Teorik değil aynı zamanda pratik bir sıçramadır. Gündelik değil uzun vadeli bir pratik-örgütsel çabanın ifadesidir. Saman alevi gibi parlayıp sönecek bir atak ya da gözkamaştırıcı ama gelip geçici bir havai fişek gösterisi yapmıyoruz. Bir devrimci hareketi örüyoruz. Devrimci tarihte her zaman yola çıkanların ufkunun enginliğiyle olanaklarının sınırlılığı arasında keskin bir çelişki olmuştur, olur, bunu biliyoruz. Keskin ama aşılabilir bir çelişkidir bu. Çelişkinin farkındayız, insanla yapılan bir işin çelişkilerinin yalnızca insanla çözülebileceğinin de farkındayız.
Yoldayız. Ufkumuz açıktır, sınırsızdır. Nereye gitmek istediğimizi ve nasıl gideceğimizi biliyoruz; çünkü nereden ve nasıl geldiğimizi biliyoruz. Artık azim ve disiplin eksiği dışında hiçbir güç yürüyüşümüzün önünü kesemez. Israrla ve azimle hep aynı noktaya vurma basiretini göstermek, ısrarla ve azimle tek tek tuğlaları yerine koymak, işimiz budur.

Siyasi tarihte, “eşik” kavramı vardır. Siyasi tarih, küçük küçük gelişmelerin uç uca eklendiği bir aritmetik zincir değildir; o, birikme ve sıçramalarla yürür. Bugün bütün enerji ve çaba, bu eşik noktası için harcanıyor, harcanmalıdır. Sonrası, kolaydır ve zordur. Kolaylık ve zorluk, devrimci çalışmada aynı sürecin yapışık ikizleridir. Kolaylık yürümekte, zorluk ise “yol uzadıkça yük ağırlaşır” diyen bilgelerin kastettiği sırrın içindedir. Bu sır, kalıcılık ve dayanıklılıktır.
Sürdürülebilir bir hareket... asıl sorun budur. Bunun ise kurumlaşmak ve sökülmez kökler salmaktan başka bir anlamı yoktur.
Yoldayız...
Hazirancıların ayak izlerine basarak ilerliyoruz. Tek tek adımların hiçbiri birbirinden bağımsız, rastlantısal değildir; hepsi bütün bir yürüyüşün mantığı içinde kendi anlamlarını bulmaktadır, bulacaktır. Ve kalıcılık, kişisel direnç değildir, kişisel dirençlerin aritmetik toplamı da değildir. Asıl önemli olan, yapının her koşulda ve her zaman çalışabilir bir biçimde ayakta kalmasıdır.
Dayanıklılık da böyledir. Salt güvenlik değildir, salt basınca karşı ayakta durabilir olmak değildir. İşleyen bir yapı olarak ayakta kalmak ve eğilip bükülmeden günlük ve uzun vadeli fonksiyonlarını sürdürebilir olmaktır.

AHMET SANER

1959 yılında Trabzon (Akçaabat) da orta halli bir ailenin çocuğu olarak doğan Ahmet Saner, İstanbul‘da liseliyken parti saflarına katıldı. İstanbul Devrimci Ortaöğrenim Derneği (İDOD), İstanbul Ortaöğretim Derneği (İÖD), İstanbul Yurtsever Devrimci Öğrenim Derneği (İYDÖD) ve İstanbul Demokratik Gençlik Derneği (İDGD) derneklerinin içerisinde örgütlenme ve mücadele etkinliklerinde bulundu. Dönemin devrimci gençliğinin İstanbul‘da gerçekleştirdiği eylemliliklerde bir parti sempatizanı olarak yerini aldı ve çeşitli düzeylerde faaliyetlerde bulundu.
1979 sonları ve 1980‘li yılların başlarına kadar bir çok silahlı devrimci eylemde yer alan Ahmet, 1980 başlarında parti üyesi olarak yeni bir sürece girdi. Şişli, Levent, Okmeydanı, Kasımpaşa vb. bölgelerinde çalışmalar yürüten hücrede görev yaptı.
Parti ABD‘nin Türkiye‘deki ajanlarından Amerikalı subay Sam Novello ve CIA‘ya hizmet eden Ali Sabri Baytar’ın cezalandırılmasına karar verdiğinde16 Nisan 1980‘de Kabataş Setüstü’nde yapılacak bu eylem için Hakkı Kolgu, Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner görevlendirildi. Üç şehir gerillası eylemden sonra kuşatmaya düştüklerinde, uzun kovalamacalar sonucu ikisi yaralı olmak üzere ele geçirildiler. Hakkı Kolgu kaldırıldığı hastanede gerekli bakım olmadığından şehit oldu.
Ahmet ve Kadir ise tutuklandı. Tutuklu bulundukları cezaevlerinde devrimci direnişi ödünsüz olarak sürdüren Ahmet ve Kadir, faşist cuntanın askeri mahkemesinde alel acele idam cezasına çarptırıldılar.
Faşist generaller Kadir ve Ahmet‘i, bir ABD üst düzey heyetinin Türkiye‘ye yaptıkları ziyaret sırasında, 25 Hazıran 1981‘de idam ettiler. Böylece Amerikalı “dostlar”a karşılama töreni yapılmış oluyordu.
Darağacına, sloganlarımızı haykırarak, marşlarımızı söyleyerek çıkan Ahmet, devrimin bayrağını yükseklerde dalgalandırdı. Son sözleri ise şöyleydi:

“Yaptıklarımdan hiç bir zaman pişmanlık duymadım. Şunu bilin ki dünyaya bir daha gelirsem aynı mücadeleleri, aynı şeyleri bir daha yaparım. Onun için kimsenin üzülmesini istemiyorum. Kimse üzülmesin, ben pişman değilim. AMERİKAN EMPERYALİZMİNE VE ONUN UŞAKLARINA KARŞI MÜCADELE VERDİM. Verdiğim mücadele doğru bir mücadeleydi. Bundan dolayı üzüntü duymuyorum..”

***
2003 Haziranındayız.
Yoldayız...
Artık bütün geri alışkanlıklardan arınma zamanındayız.
“İyi çocuklar” denildiğinde, bu bize yetmez. Doğru çözümlemeler yapan ama hayatın gordiom düğümünü çözemeyen bir duruş noktası bize yetmez. Artık bütün geri alışkanlıklardan arınma zamanındayız. Radikalizmle sekterlik birbirinin ikiz kardeşi değildir. Ama sekter olmamak da liberalizmle hiç bir biçimde akraba değildir. Kalıcı ve dayanıklı olmak, başka bir dizi şeyin yanında disiplin ve örgütlülük sayesinde mümkündür. Türkiye devrimci hareketinde bol bol bulunan kötü örneklerin yarattığı bir tepki olan naif duruş, bugün bir meziyet değil, engeldir. Şüphesiz böyle örnekler vardır; ama dünyanın bütün kötü örneklerinin toplamından tek bir iyi örnek çıkmaz.
Sıkı sıkıya uygulanan parti kararları ve disiplin, her gerçek devrimci hareketin asli unsuru ve yaşamını sürdürebilmesinin tek koşuludur. Ve kimi zaman sanıldığı gibi onların olmadığı yerde ortaya “özgürlük” çıkmaz; onların yokluğu, çoğu kez kendisini “keyfiyet” kavramıyla açığa vurur. Keyfiyet biçiminde kendisini ortaya koyan bu “özgürlük” ise, bizim işimizde, başkalarının özgürlüğü ve yaşamına mal olabilecek ölçüde vahim sonuçlar yaratır. En önemlisi de, böylece tehlikeye atılan, her durumda yapının kalıcılığı ve dayanıklılığıdır.

***
2003 Haziranındayız.
Yoldayız...
Devrimci iyimserlik bize Granma teknesine ve meteoroloji raporlarına güvenip yola çıkanlardan mirastır. Bu topraklarda daha çürük teknelere daha fırtınalı havalarda binmekten çekinmeyecek devrimci potansiyel vardır.
1950’lerde Azerbaycan’da üniversite öğrencilerine şiirlerini okuyan Nazım, “bir gün sizler de İstanbul sosyalist üniversitesine geldiğinizde...” diye başlıyordu sözlerine, hüzünlü ama iyimser bir bir sesle, gerçek bir memleket hasretiyle. Bugün, postmodern peygamberler çağında, hepimize düş gibi gelebilir; ama Nazım’ın dileğinin gerçekleşmesi önümüzdeki süreçte artık geçmişten daha fazla mümkündür. Türkiye’de ve dünyada suların akış yönü, belki henüz yavaş yavaş ama istikrarlı şekilde değişmektedir ve tarih, hep bildiğimiz gibi, birikmeler ve sıçramalarla gelişen bir süreçtir. Yeter ki doğru zamanda doğru müdahalelerle olguların önü açılsın...
“Yaşam yaşayanların üzerine kuruluyor” diyordu Kadir Tandoğan, idam sehpasına çıkmadan önceki son mektubunda. Doğrusu alçakgönüllülüğün bu kadarı da biraz fazla. Yaşam yaşayanların üstüne kurulacak elbette; ama onlar, geçmişin ışıklı izleri üzerinden yürüyecekler.

***
2003 Haziranındayız.
Yoldayız...
Tarih yapılıyor.

KADİR TANDOĞAN'IN SON MEKTUBU
Sevgili aileme, anneme, Mediha ablama, Nuriye ablama, kardeşim Meliha, yeğenim Servet ve enişteme:
İnanın bu yaşamımda ölmeme değil, sizleri arkada, gözü yaşlı bıraktığıma üzülüyorum. Kolay değil, benimki bir anlık şey. Ya sizler? Ömür boyunca içinizde bir burukluk, bir acı duyacaksınız. İsteğim beni aklınıza getirdikçe ailenin bir ferdini, Kadir‘inizi üzülmeden, acı duymadan anabilmeniz. Kolay değil, biliyorum. Beni düşünürken dünyada tek oğlunuz Kadir‘inizi yitirmiş bir kişi olarak değil, sadece binlerce kişiden biri olarak düşünmenizi isterim. Böylesi belirli bir teselli, ama daha iyisini düşünemiyorum. Ölmek de doğmak gibi doğal bir olaydır. Ölenlere değil, insan yaşayanlara sarılmalıdır. İşin en doğrusu budur. İnsan acıyla yaşayamaz. Yaşarsa da mutlu olamaz. İnsan yok olanla değil, ancak varolanla yaşarsa mutlu olabilir. Temennim, bir arada hep beraber mutlu yaşamaktı, mümkün olmadı. Üzgünüm. Yaşam benle son bulmuyor, bensiz de devam ediyor. Yaşam yaşayanların üstüne kuruluyor. Üzgün değilim; çünkü sizin de bir süre sonra kendinizi toparlayacağınızı, eksik aksak da olsa aile yaşamınızı eski rayının üstüne oturtacağınızı tahmin ediyor, teselli ediyorum kendimi. Bu mektup elinize geçtiğinde ben ölmüş olacağım, üzgün değilim... Mektubum baştan sona hüzün dolu. Ama bu şartlar altında yazmak için aklıma hiçbir şey gelmiyor. Sizleri hüzne boğmak istemezdim. Mektubu uzun tutmayacağım. Hem yazacak fazla bir şey bulamıyorum hem de fazla hüzün ve ayrılık kelimeleri iyi olmasa gerek. Bütün arkadaşlara, komşulara, akrabalara selam ederim. Her zaman sizi canı kadar seven,
KADİR‘iniz ... 25 haziran 1981

 

 
 
ATİLLA ERMUTLU
1952 yılında Kars’ ta doğan Atilla, devrimci mücadeleyle lisede tanıştı. 1971’den sonra üniversite eğitimi için geldiği İstanbul‘da devrimci çevrelerle ilişkiler kurdu. 1973 sonrası gelişen gençlik hareketleri içinde yer alan Atilla, MMYO’daki mücadeleye önderlik edenler arasında yer aldı.
1975 yılında artık mücadelenin bir öğrenci hareketi çerçevesine sıkıştırılmaması ve daha kapsamlı yürütülmesi gerektiğine inandığı için çevresindeki devrimcilerle o güne kadar yürüttüğünden daha farklı bir faaliyete yöneldi. Aynı dönem devrimci sosyalist hareketin tarih sahnesine çıktığı dönemdi. Atilla, kuruluşundan bir süre sonra bütün olanaklarıyla harekete bağlandı. Özellikle, 1977 yılında itibaren örgütsel mekanizmalar ve her tür politik-askeri eylem içinde yer aldı. Hareketin olanaklarıyla yurtdışında askeri eğitimden geçen Atilla, Genel Komite üyeliği, çeşitli bölge sorumlulukları ve İstanbul dışındaki çalışmalarının koordinasyonu gibi çok yönlü görevler üstlendi. 12 Eylül’den sonra cuntaya karşı silahlı mücadelenin yükseltilmesi için büyük çaba harcadı ve Geçici Merkez Komitesi üyeliği görevini üstlendi.
Atilla Ermutlu ve yoldaşları önderliğindeki hareket, cuntaya karşı bir dizi gerilla eylemi planlamasına girmişti. Bunlardan biri de İsrail İstanbul Başkonsolosu‘nun cezalandırılmasıydı. Eylemin son hazırlıklarının gözden geçirilmesi için eylemde yer alan gerilla grubunun İstanbul Sefaköy‘de buluşmaları gerekiyordu. 5 Haziran günü ele geçtikten sonra polisle işbirliğine giren hain Şemsi Özkan‘ın buluşma yerini polislere bildirmesi üzerine polis pusu kurdu. 6 Haziran 1981 günü kendi kullandığı araba ile buluşma yerine giderken ehliyet kontrolu bahanesiyle etrafı çevrilen Atilla, sol şakağından sıkılan kurşunla sabah saat 8 sularında şehit edildi.
O, devrimci sosyalist hareketin anti-emperyalist/anti-oligarşik mücadelesinde hep yaşayacak.


DOĞAN ÖZZÜMRÜT

1957 yılında İzmir’de emekçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Doğan Vefa Lisesi’nde okurken İDOD çatısı altında hareketin sempatizanı olarak mücadeleye katıldı. Bu dönem devrimci gençlik eylemlerinde yer alan Doğan, öğrenimi nedeniyle 1977 yılında devrimci çalışmalarına Diyarbakır’da devam etti. 1977 yılında polisin sürdürdüğü bir operasyon sırasında gözaltına alınıp ardından tutuklanan Doğan bir süre cezaevinde yattı . Serbest kaldıktan sonra bu kez bir eylem anında ele geçirildi. Diyarbakır MİT‘te ve İstanbul Emniyeti’nde tek bir bilgi vermedi.
1978’de İstanbul’a gelen Doğan, 1979 yılından itibaren hücre çalışmasında görevlendirildi ve devrimci sosyalist hareketin örgütlediği bir çok gerilla eyleminde görev aldı. 12 Eylül askeri faşist cuntasından sonra silahlı mücadeleyi yükseltmek için yoğun çaba sürdüren Doğan, Şemsi Özkan‘ın barındıkları parti evini polise bildirmesi üzerine 5 Haziran’ı 6 Haziran‘a bağlayan gece evde çembere alındı. Yoldaşlarıyla birlikte olduğu evden siyasi polisin ‘Teslim olun‘ çağrılarına ‘Ya Özgür Vatan Ya Ölüm‘, ‘Kurtuluşa Kadar Savaş‘ sloganlarıyla Devrimci Kurtuluş marşıyla yanıt verdiler. 6 Haziran 1981 şafağında iki kararlı militan, Doğan Özzümrüt ve Ercan Yurtbilir ölümsüzleştiler.

HAKKI KOLGU

Devrimci düşüncelerle 1977-78-79 yıllarında öğrenciyken tanıştı. Gençliğin devrimci-demokratik mücadelesinde özveriyle yer aldı. Bir süre İYDÖD yönetiminde bulunan ve daha sonra Parti saflarına katılarak bir dizi eylem ve çalışmada yer alan Hakkı, son olarak ABD ajanı subay Sam Novello ve Ali Sabri Baytar’ın cezalandırılması eylemine katıldı. Yoldaşlarıyla birlikte kuşatılan Hakkı, ağır yaralı olarak tutsak edildi. Pis bir hastane odasında tedavi edilmeksizin tutulan Hakkı böylece şehit düştü. Son anına kadar zafer işaretleri yaparak işkencecilere direnmekten hiç vazgeçmedi, onurlu bir ölümü tercih etti.
KADİR TANDOĞAN

1958 yılında istanbul‘da emekçi bir ailenin çocuğu olarak doğan Kadir, devrimci mücadele ile bir çok yoldaşı gibi, genç yaşlarda, liseliyken tanıştı . Devrimci mücadelede parti sempatizanı olarak yer alan Kadir, dönemin öğrenci gençlik eylemlerinde ve devrimci sosyalist hareketin örgütlediği bir çok kitlesel eylemde aktif olarak yer aldı.
Partiye bağlı olarak yıllara yayılan bir mücadele ortamında giderek kendini geliştiren Kadir, Güngören, Tozkoparan vb. bölgelerinde örgütlenme çalışmalarında çok önemli roller oynadı. Bir çok silahlı eylem pratiği içerisinde pişen Kadir, 1979 yılı sonlarında Parti üyesi olarak yeni görevler üstlendi ve Şişli, Levent, Okmeydanı, Kasımpaşa vb. bölgelerinde çalışmalar yürüten Parti hücrelerinde birinde çalıştı. 16 Nisan 1980‘de Amerikalı subay Sam Novello ve CIA için faaliyet gösteren Ali Sabri Baytar‘ın cezalandırılması eyleminde Ahmet Saner ve Hakkı Kolgu ile birlikte görevlendirilen Kadir, eylemden sonra, yoldaşları ile birlikte, çatışmayla yakalandı. Kadir, devrimci mücadelesini bu kez ödünsüz cezaevi direnişleri ile devam ettirdi. Yoldaşı Ahmet ile birlikte, idam cezasına çarptırıldı. Faşist cunta, Ahmet ve Kadir‘i, bir ABD heyetinin Türkiye‘ye yapmakta olduğu resmi ziyaret günlerinde, 25 Haziran 1981‘de idam etti. Kadir, yoldaşı Ahmet gibi idam sehpasına işçi sınıfı ve emekçi halklara, marksizm-leninizme olan inanç ve bağlılığını haykırarak çıktı.

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul