FAV: Daha önceleri, 1998
Aralık ayında İkinci Arap Zirvesi’nin kadın konferansına
katılmak için Beyrut’tan ayrılmanıza izin verilmediğini
çünkü yetkililerin aslında sizin Şam’daki muhaliflerin
konferansına katılacağınızı düşündüğünü belirtmiştiniz.
Ancak burada isterseniz kadın sorununa dönelim.
Simdiye kadar Filistin solunun kadın sorunu üzerine
resmi çizgisi ulusal hakların kadın hakları sorunundan
önce geldiği yönündeydi. Bundan ötürü sorun, işgale
direnişle doğrudan ilgisi olmayan tüm sorunlarda
olduğu gibi, kurtuluş sonrasına ertelendi.
Ama yine de son yıllarda kadın sorunu iki farklı
grup tarafından etkili bir şekilde gündeme getirildi:
Birinci grup, kadınların toplumdaki rolünü gerici
biçimlerde değerlendirmeye ve belli fikirleri
işlemeye çalışan aşırı dincilerdir. Ikinci grup
ise bizim toplumumuza yabancı, batı ürünü olarak
tanımlanabilecek kadınların özgürlüğü için alternatif
bir düşünce dayatmaya çalışan hatta bir ölçüde
toplumumuzu politik açıdan yok etmek için Siyonist
kampanyanın uzantısı ve parçası olan uluslararası
temsilcilikler ve sivil toplum kuruluşlarıdır
(NGO).
Yerel aşırı dincilerle batılı eylemciler arasındaki
çatışma böylece sürerken biz kadın sorununun yine
kurtuluşa kadar ertelenmesine devam mı edeceğiz?
Yoksa hem toplumsal hem de ulusal cephenin her
ikisinde birden mücadele vermekten başka bir seçeneğimiz
yok mu? Gerçekten de kadınların özgürleşmesi ile
anavatanın kurtarılmasını birbirinden ayırabilir
miyiz? Yoksa aşırı dinciler ve Avrupa merkezciler
tarafından gündeme getirildiğinde bu konuyu görmezden
gelerek enerjimizi Siyonist düşman üzerinde yoğunlaştırmamız
daha mı iyidir? Toplumsal geri kalmışlığı ve geleneklerimizin
ve davranışlarımızın bazılarını Siyonist işgale
karşı mücadeleden ayrı tutabilir miyiz? Leyla
Halid bu konularda ne düşünüyor?
Leyla: Gerçekten de geniş bir konu. Her
şeyden önce kadın sorunundan neyi kast ettiğimizi
açıklayalım. Kadın ya da erkek olduğuna bakılmaksızın
bir Filistinli’nin en temel sorunu mülteci olması
ya da işgal altında yaşamasıdır. Bizleri adeta
yok sayarak topraklarımızın, bizim enkazımızın
üzerine kurulmuş olan Siyonistlerin varlığı söz
konusudur. Halkımız, kadın ya da erkek olsun,
Filistinli kimliklerini geri istemektedirler.
Bu yüzden de Filistin ulusal hareketi Filistinli
kimliğinin yeniden tanınması amacı üzerinde yoğunlaşmıştır
ve bu yoğunlaşmadan kastım Arap karşıtı ve dar
kapsamlı anlayışlardan çok ilerici hedeflerdir.
Ama yine de bu mücadele deneyiminde kaçınılmaz
olarak ortaya çıkarak çok önemli konular arasında
en göze çarpan sorun elbette kadın sorunudur.
Kadınlar toplumun yarısını oluştururlar. Bu yüzden
eğer bu toplum tüm enerjisini düşmanla karşılaşmak
için harekete geçirmezse zafere ulaşılamaz. Filistinli
bir kadın aynı zamanda bir Filistinlidir. Onun
da diğer insanlar gibi benzer hedefleri vardır.
Ancak aynı zamanda, kadınlarımızın ezilmesi iki
misli fazladır. Bir Filistinli olarak işgal altında
ya da sürgünde ulusal bakımdan ezilmektedir. Bu
konunun ilk ve en acımasız bölümüdür. Sorunun
ikinci kısmı ise belli bir toplumsal sınıfın üyesi
olmasından kaynaklanan toplumsal-ekonomik sömürüdür.
En önemlisi de toplumumuzun cinsiyetçi olmasından
dolayı ezilmesidir. Bu yüzden kadının mücadelesi
karmaşık ve çok-yönlü olmak zorundadır. Özgürlük
mücadelesinde aslında kadın birçok cephede savaş
vermektedir: Ulusal, sosyo-ekonomik ve toplumsal
cephe. Bunun anlamı kadının gerçekten özgürlüğüne
kavuşması için bu üç cephede de aynı zamanda yer
alması gerektiğidir.
Kadınlar özgür olmadıkça köle bir insan (erkek)
onun ülkesini nasıl özgürleştirebilir?! Eğer ülkesi
işgal altındaysa bir kadın olarak özgür olamaz.
Dolayısıyla diyalektik süreç burada devreye girer.
Mücadele ettiğiniz sürece özgürlüğünüzü ve insanlığınızı
yeniden elde edersiniz. Kendinizi bu yolu izleyerek
özgürleştirmek ve sonra da bu özgürlüğü bir başka
boyuta taşımak için ülkeniz özgür olana dek ya
da birileri ülkenizi kurtarana kadar beklemezsiniz.
FAV (Fadia Rafeedie
soruyor): Kadın hakları ve kurtuluşu üzerine İngilizce
basılmış kitapların bazıları kişisel olarak sizi,
kadınların özgürleşme sorununu sonraki bir aşamaya
erteleyen erkek egemen düşünceyi benimsemekle
suçluyor. Buna yanıtınız nedir?
Leyla: Hayır ne kendi açımdan ne de FHKC
açısından durumun böyle olduğunu düşünmüyorum.
Ben FHKC içersinde kadınların özgürlüğünü bu açıdan
ele alan düşünceyle mücadele edenlerden biriyim.
Bunun ertelenmesi gereken bir sorun olduğunu düşünmüyorum;
çünkü burada tıpkı yoksulluk ya da geri kalmışlık
örneğinde olduğu gibi tüm bir toplumun sorunuyla
uğraşıyoruz. Ancak kadınları temel alan bu toplumsal
sorunlar üzerine bizim tarafımızda olan ilerici
erkeklerle birlikte mücadele etmemiz gerektiği
inancındayım. Bu, işçilerin haklarını elde etmeleri
için ya da üçüncü dünyada eğitim ve sağlığın geliştirilmesi
için mücadele edilmesinden farklı değildir. Bunlar
toplumsal sorunlardır ve ülkenin özgürleşmesine
kadar ertelenemezler. Tam tersine bu alanlardaki
ilerleme ulusal kurtuluşumuzu kazanmamızda bize
yardımcı olacaktır. Devrim sadece silahları ele
almak değildir. Avcılar ve kabadayılar da silah
taşıyorlar. Devrimin politik bir amacı vardır.
Daha etraflı yaklaşıldığında devrim aslında hayatı
birçok açıdan kuşatan bir değişim sürecidir. Biz
bu değişime ihtiyacı olan bir toplumuz. Devrimciler
geri kalmışlığa, cehalete, yoksulluğa ve hatta
burjuva tüketim kültürüne karşı mücadele ederler.
Ülkemizi işgal ederek tüm bunları yönlendirenlere
karşı mücadele içinde olmalıyız. Tüm bu sorunları
tıpkı iyi bir temel oluşturmadan bir ev inşa edemeyeceğiniz
gibi kurtuluşa kadar da erteleyemezsiniz.
FAV: Kadınlar hususunda
aşırı dinci çizgiye karşı nerede duruyorsunuz?
Leyla: Elbette köktendinci çizgi toptan
reddedilmelidir. Ancak diğer yandan onların varlığını
da görmezden gelemeyiz. Dini akım toplumumuzda
etkili olmaya başlamıştır. Etkilerine ve bildirilerine
hemen her yerde rastlanmaktadır. Bu yüzden bu
akımla diyalog yoluyla mücadele etmeliyiz. Ne
var ki bunu yaparken İslami kültürün duyarlı olduğu
duyguları inciten her şeyden kaçınmalıyız. Bu
konuları dar bir çerçeveden tartışmamamız gerektiğini
söylemek istiyorum. Tersine bunlara geniş bir
açıdan bakmaya çalışmalıyız. Dini yaklaşıma köktendinci
içeriğin aksine ilerici bir içerik kazandırmalıyız.
Dini bir toplumda yaşadığımızın farkındasınızdır.
Dolayısıyla insanları bizden uzaklaştıracak hassas
konularda alaycı davranmak yanlış olacaktır. Bunun
yerine kendi gerçekliğimizi kavramak ve bununla
mücadele etmemiz gerekmektedir. Onlara “Tanrı
bizim ne yapmamızı buyurdu?” diye sorun. Tanrı
bizim Cihat yapmamızı buyurmuştur, doğru mu? O
zaman bırakın cihat edelim. Ancak bu Cihat sadece
erkekler için değildir! Cihat hem erkek hem de
kadınlar içindir. Köktendinciler evlilik, boşanma
vb. toplumsal meşruiyet ile ilgili belli toplumsal
konuları gündeme getirmektedirler. Onlar açısından
toplumsal sorun kadınların nasıl kontrol edileceğine
denk düşer. Ancak bu bakış açısı işgale karşı
toplumun harekete geçirilmesi için çok yetersizdir...
hem de çok yetersiz. Bu yüzden hiçbir zaman ulusal
cephede ciddi herhangi bir sonuca ulaşamayacaklardır.
Fakat birlikte savaşmayı teklif ettiklerinde kafasında
kadınlara ilişkin tüm tuhaf düşünce biçimlerine
rağmen uzun sakallı bir adamla yan yana savaşmayı
istiyorum. O, işgale karşı savaşırken ben de onunla
savaşacağım. Beraber savaşırken kadınların peçe
takması gerekip gerekmediği değerlendirmesini
yapmasına fırsat vermeyeceğim. Beni savaşırken
gördüğünde o da benim peçe takıp takmadığıma dikkat
etmeyecektir. Beraber hücreye atıldığımızda peçe
takıp takmadığıma dikkat etmeyecektir. Mezarlığa
giderek yan yana yatan şehitleri gördüğümüzde
hangi şehidin ne giydiğini düşünmeyecektir.
Ama yine de genelde köktendinci bakış açısı ciddi
politik inisiyatiften yoksun olumsuzluklar barındırmaktadır.
Köktendincilik, saati geri çevirmeye çaba sarf
etmektedir. Ne yazık ki Filistin meselesinin yaşadığı
yenilgi dönemi de bu olguyu güçlendirmektedir.
Dolayısıyla insanlar ağır sıkıntılarını dışa vurmanın
yollarını ararken kolayca inanç tarafından metafiziğe
çekilmektedirler!
FAV: Peki kadın
sorunu üzerine Batılı bakış açısına dairne düşünüyor
sunuz?
Leyla: Pekin Kadın Konferansı’nda bu konuyu
tartışıyorduk...
FAV: Hillary Clinton’ın
katıldığı konferansı mı kast ediyorsunuz?
Leyla: Hillary Clinton kilisenin etkisiyle
ve seçimler nedeniyle ailenin öncelliği üzerine
vaazlar veriyordu. Ancak bu, ABD hükümet delegasyonunun
Pekin’deki konferans için gündeme getirdiği bir
ailenin yasal bir kontrat altındaki baba, anne
ve çocuklardan meydana geldiği fikriyle bağdaşmıyordu.
Resmi Amerikan bakış açısına göre yasal bir kontrat
olmadan bir çift, erkek ve kadın veya aynı cinsiyetten
kişi bir aile oluşturabilirdi. Elbette bu tuhaf
aile kavramı konferanstaki resmi Arap ve İslami
delegasyonlar tarafından reddedilmişti. Bu yüzden
de Hillary bizim geleneksel Arap aile düşüncesi
üzerine vaaz vermeye başladı. Politik kişiler
olarak biz, onun kocasına ve yönetimine yardım
elini uzatmasını anlayabiliyoruz. Ama yine de
konferansın en tehlikeli görüşü kadınların sorunlarının
“depolitize” edilmeye çalışılmasıydı.
FAV: Bu ne demek?
Bize açıklayabilir misiniz lütfen?
Leyla: “Depolitize” etmenin anlamı kadın
sorunun genelde toplumsal ve politik değişimin
parçası olarak düşünülmemesidir.
FAV: Öyleyse kadınların
özgürleşmesi üzerine batılı düşünceyle asıl sorun
sizce bu mu?
Leyla: Onların bakış açısına göre biz kadınlar
politik sistemlerimizi dikkate almaksızın sorunlar
üzerinde birleşebilirdik. Bu noktada aşağıdakı
soruyu yönelttik ve bu 1975 yılında Meksika’da
BM’in desteği altındaki Birinci Kadınlar Konferansı’ndan
bu yana (1995 Pekin) bizimle batılılar arasındaki
meydan savaşının konusu oldu: Konferanstaki Filistinli
Kadın Delegasyonlar neden seçme hakkına sahip
değiller? 1977’deki grup toplantısında seçebilmiştik
ama konferansta bu olmadı. Bize başka bir Birleşmiş
Milletler örgütü gibi davranılmaktaydı.
1980’de Filistinli kadınların sorunu gündemdeydi.
Filistin karşıtı güçler tarafından bu konunun
gündemden çıkarılması için ciddi çabalara girilmekteydi.
Ancak biz ısrarcı olduk ve geri püskürttük. Sosyalist
devletler bizi desteklediler ve sonuçta Filistinlilerin
haklarını gözeten kararları benimsettik. Bununla
beraber Nairobi’de büyük bir ricat vardı. Siyonizmle
ırkçılığı bir gören daha evvelki bir karar iptal
edilerek başka bir karar geçirilmişti. Son yıllarda
hem kadın cephesinde hem de Filistin tarafında
büyük bir geri çekilme yaşanmakta.
1995’deki Pekin Konferansı’nda, resmi delegasyonların
toplantısında “Kadınlara yönelik şiddet” başlıklı
bir paragrafın terminolojisi üzerine on beş güne
yakın ağız kavgası yaparak geçirdik. Tartışılan
paragraf işgal altındaki kadınların mı yoksa cinsel
istismara konu olan kadınların mı desteklenmesi
gerektiği üzerineydi. Biz, işgalle cinsel istismarın
aslında aynı politik düzlemde ele alınamayacağını
söyledik. Cinsel istismar, yaygınlığı bir yana,
tek tek bireylerin sorunuydu diğer yandan işgal
ise tüm halkın sorunuydu.
Daha önceki kadınların konferansında ayrımcılık
(apartheid), ırkçılık, yeni-sömürgecilik, sömürgecilik
vb. altındaki kadın sorunlarının kararlarını çıkarabilmiştik.
Ancak bu defa Pekin’deki konferansta, başını Amerikalı
delegasyonun çektiği alt-komitede ‘cinsel istismarın’
işgalle ilgili paragraftan farklı bir paragrafa
alınması için on beş gün kaybettik. Üstelik tüm
dünyada işgal altındaki, çok da şanslı olmayan,
kadınların açıkça vurgulanmasına çalıştık. ‘Cinsel
istismarı’ aynı paragraf içersinde ‘işgalden’
sonraya yerleştirmek yapabildiğimizin en iyisiydi.
İşgal altındaki kadınları vurgulamamızı da öfkeyle
reddettiler. Amerikan delegasyonuna dışarıda yanıt
verildi...
FAV: Amerikan temsilcisi
kadın mıydı erkek mi?
Leyla: Bir erkekti ve bizim Filistinli
temsilcilerimizden birine toplantı dışında: “Kimin
kimi işgal ettiğini biliyorsunuz. Neden vurgulamak
gereği duyuyorsunuz ki!” demişti. Bunun politik
açıdan kadın hareketiyle ilgisini bana söyler
misiniz?!
Dünyanın başka yerlerinden diğer kadınlar cinsel
baskı konusu üzerinde birleşebileceğimizi söylemişlerdi.
Etkinliğin programına ya da metnin neresine bakarsanız
bakın ‘cinsel’ kelimesini hemen her yerde bulursunuz.
Asıl nokta kadın sorunun depolitize edilmesi ve
kadınların sadece kadın oldukları için birleşebileceğini
kabul ettirmektir. Tamam birleşelim, ancak tam
olarak ne yapmak için? Örneğin, cinsel ticaret
sorunu üzerine birleşmemizi istiyorlar. Fakat
bu ne biz Filistinlilerin ne de Arapların bildiği
ya da anladığı bir şeydir. Bu bizim toplumlarımızdaki
en ciddi sorun değildir. Gördüğünüz gibi hala
bu kararlar üzerinde oy verme hakkını almak için
savaşıyoruz. Dolayısıyla cinsel ticareti bana
anlatmalarını istedim. Elbette biz buna karşıyız
ancak bu gerçektende bizim tanışık olduğumuz şeyler
değil. ‘Cinsel sektör’ üzerine tartışmaya başladıklarında
ben yine anlamıyorum çünkü bunlar bizim lügatımızda
olan ifadeler değil. Biz farklı sorunlardan oluşan
bir toplumda yaşıyoruz.
Örneğin, biz Filistinliler politik kıyıma maruz
kalıyoruz. Bu yüzden ben Filistinli olmayı daha
fazla benimsiyorum. Ancak bu adamlar halkın bizim
üzerimizdeki güvenini istemiyorlar. Seçme hakkı
benim için bireysel bir konudur. Bunun dış politika
olmasına gerek yoktur. Bu sorunu böyle görüyorum.
Avrupa’da ve ABD’de kürtaj sorunu politik tartışmalarda
merkezi bir konum işgal eder. Kilise kürtaja karşıyken
kadın hakları savunucuları desteklemektedir. Bu,
tavır geliştirilmesi ve anlaşılması mümkün, önemli
bir sorundur. Ancak bu bizim insanlarımız için
nasıl merkezi bir sorun olabilir? Bizim başka
önceliklerimiz vardır. Bizim sorunlarımız daha
önemsiz değildir. İnsanlığımız bizi reddetmekte.
O zaman bu konu üzerinde neden zaman kaybedeyim
ki? Şu an Filistin Ulusal Yönetimi’ne uygulanan
baskı gibi daha acil gündemlerle uğraşmalıyız.
Mültecilerin dönüp dönmeyeceği üzerine kaygılanmalıyız.
Öncelikle ve en çok bizimle ilgili politik uygulamaların
adil olup olmadığı ve yaşamakta olduğumuz adaletsizliğin
artıp artmayacağıyla ilgileniyoruz. Sürgünlere
ve Arap rejimlerinin baskılarına maruz kalıyoruz.
Halkımız yoksullaştırılmaktadır. Fakat konferanstaki
adamlar cinsel özgürlük konusunu en önemli gündem
maddesi yapmak istediler. Bireysel düzlemde bu
önemli bir sorun olabilir ancak bizim toplumsal
düzlemimiz açısından değil. Bunu, halkımız ve
toplumumuzu ilgilendiren gerçek sorunlar üzerinde
yoğunlasmamızı engellemek isteyen politik bir
sapma olarak görüyorum. İlgimizi saptırmak için
bizi ıvır zıvırla meşgul etmek, yapılan budur.
Eğer İsviçre’deki bir kadın bu konularla ilgileniyorsa
bu onun için bir anlam ifade eder. Amerika’daki
bir kadın eşcinsellerin donanmaya alınmasına izin
verilmeli mi yoksa verilmemeli mi gibi toplumunda
meydana gelen sorunlarla uğraşmak zorunda olabilir.
O, bu konuda endişe duyuyor olabilir ama ben duymuyorum;
çünkü açıkçası şu an Filistinlilerin en acil sorunu
bu değildir.
FAV: Dilerseniz
her iki cinsten de çok sayıda politik eylemciyi
ilgilendiren ve bireysel düzlemde olan önemli
bir sorunla devam edelim. Deneyimleriniz ışığında
sizce politik bir eylemciyle politik olmayan birisi
arasında uzun-vadeli bir ilişki ya da evlilik
yürütülebilir mi? Özellikle hangi koşullar altında
bu mümkündür? Örneğin, modern Arap kentlerinde
giderek sıradan insanlar mümkün olduğunca maksimum
oranlarda hedonizmi tercih ediyor. İmaj için yaşıyorlar.
Böyle biriyle birlikte olmak bir eylemciyi geriletebilir
ve belki de kadın ya da erkek olsun onu yaşamda
gerici bir güce dönüştürebilir. Diğer yandan,
toplumlarımız cinsiyetçi olduğundan erkek bir
militan açısından apolitik bir eşle birlikte olmak
kadın militana kıyasla daha mı kolaydır? Bunun
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Leyla: Herhangi iki çift
arasındaki bir evliliğin ortak düşünsel ve toplumsal
zemin temelinde bir sağlamlığa sahip olması gerektiğini
düşünüyorum. Elbette karşılıklı sevgi ve saygıya
sahip olmalılardır. Ne var ki erkek egemen toplumlarımızda
erkek bir politik militanın apolitik bir eşle
olması mümkündür. Yani durumu idare edebilirler
ancak bu başarılı bir evlilik olur mu? Hiç sanmıyorum.
Bir aile hayatı sürdürüp çocuk yetiştirebilirler
fakat yine de bu tam olarak başarı sayılmaz; çünkü
iki farklı dünyada yaşıyor olacaklardır. Erkek
sadece iyi bir ev kadını, geçimi sağlayacak biri
ya da kendisinin daha fazla politik meselelerde
yoğunlaşabilmesi için çocuklarını yetiştirebilecek
birini istediğinden bu onun için büyük ihtimalle
sorun olmayacaktır. Rahatça kitap okuyabilmek
için onlara bağırıp çağırabilir bile!
Bu yüzden kadın militan açısından işler gerçekten
çok daha farklıdır. Kadın politikleştiğinde yalnızca
politik bir eşle birlikte olabilir. Deneyimlere
dayanarak konuşuyorum. Kadın militanlar eşleri
tarafından oldukları gibi kabul edilebilirler;
ancak bu, yalnızca erkeğin evdeki çıkarlarıyla
çatışmamak kaydıyla mümkündür. Günün sonunda erkek
eşinden geleneksel bir ev kadını olmasını ister:
Kahve getir! Yemeği hazırla! Bu yüzden de sorunlar
artar.
Çiftler evliliğin bir paylaşım olduğunun belli
bir ölçüde de olsa farkındaysa işler çok daha
yolunda gider. Düşünsel, niteliksel ve beceri
düzeyleri açısından eşit olduklarında her şey
daha iyi olacaktır. Ancak bu alanlardan birinde
eşlerden biri diğerinin yerini aldığında, ilişki
pürüzlü hale gelir, hatta parçalanabilir.
Bazen öfkeli tartışmalar yaşanabilse de, doğal
diyalog her türlü ilişkinin başarısında önemli
bir rol oynar. Karşılıklı tavizler de ayrıca gereklidir;
ancak genellikle ilişkilerde kadınlar bu tavizleri
yerine getirmektedir. Çoğu erkek kadınların haklarını
desteklediklerini söylüyorlar. Ne var ki aslında
çoğu kez bunu, özellikle de kendi evlerinde, pratiğe
geçirmiyorlar. Elbette istisna bireyler vardır
ancak toplumsal düzeyde çok büyük bir ilerleme
katetmeliyiz. Başarılı örnekleri olsa da bunlar
yükselip alçalan bir değişkenlik gösterirler çünkü
hayat budur. Sonuçta eşim ve çocuklarımla iyi
bir anlayış çerçevesine sahip olsak da farklılıklar
da olabiliyor. İyi olan şey politik açıdan anlaşıyor
olmamızdır. Bu önemlidir.
FAV: Eşiniz politik
olarak aktif mi?
Leyla: Kendisi zaman zaman gazetelerde
köşe yazıları yazan bir fizikçi.
FAV: Öyleyse politik
biri de?
Leyla: Elbette, yoksa kim benimle yaşamaya
katlanabilirdi. Benim için önemli olan evdeki
sorumluluklarla dışarıdakiler arasında iyi bir
denge tutturmaktır. Örneğin şu an belki de eve
gidip çocuklarım için yemek pişirmeyi düşünüyorumdur.
FAV: Teşekkürler
Leyla Halid.
|