30 Mart 1972’de Tokat’ın Almus İlçesi Kızıldere
Köyü’nde bir dönüm noktası yaratılıyordu. Bir
tarihsel süreç noktalanırken bir yenisi açılıyor,
yaşadığımız toprakların tarihinde bir daha asla
kazınamayacak bir iz bırakılıyordu. Eğer Kızıldere’yi
salt bir çatışma-direnme-şehit olmaya indirgersek,
bu biçimiyle kavrarsak, onunla sonrasında yaşanan
daha nice çatışma ve direniş arasındaki farkı,
sonrasındakilerin neden aynı ya da benzer etkiyi
bırakamadıklarını açıklayamayız.
Kızıldere’de noktalanan, ama diyalektik mahtığın
farklı bir bakış açısıyla başlayan süreç, birçok
şeyin yanı sıra, bir kopuşu da bünyesinde barındırıyordu.
Genellikle kabaca “70 yıllık revizyonist-pasifist
gelenekten kopuş” diye nitelendirilen bu kopuş,
aslında çok daha fazlasını ifade etmektedir. Yaşanan
dünyanın sağlam bir çözümlemesiyle karşı karşıya
olunan çelişkiler tespit edilmiş ve bu tespitler,
tüm politik sonuçlarına dek götürülmüştür. Elbette
bu kopuş, bütünüyle reddetmek anlamını içermeyen,
ancak marksizmin tarihselcilik yöntemiyle tamamen
örtüşen ve yaşanılan günün diyalektik sürecini
geçmişten kopararak değil, onun gelişimini, vardığı
uğrakları takip edip, çözümleyerek ortaya konan
bir sonuçtur. Aslında Toplu Yazılar’da da çok
açık görülebileceği gibi Mahir’in kendi düşüncesinin
gelişimi de bu tarihselci diyalektiğin ve kopuş
basamaklarının tipik bir örneğidir.
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”
(Lenin). Teorik düzlemde yaşanan bu kopuş pratikteki
kopuşlarla eşgüdümlüydü. Bu sürecin doğal sonucu
olarak ortaya çıkan THKP-C, tıpkı o sürecin kendisi,
yani kendini yaratan teorik arka plan gibi statükoların
değil, hareketin, dinamizmin partisiydi. Ve yine
teorinin kendisi gibi pratik yansıması da bütünlüklü
bir dünya ve ülke çözümlemesinin çapına uygundu.
Dünyanın Türkiyesini değiştirmek için yola çıkanların
başka türlü davranması da beklenemezdi zaten.
Türkiye’yi de aşan, dünyanın gündemine giren eylemleriyle
THKP-C, Kızıldere’ye evrilen süreçte iktidar hedefiyle
yola çıkan bir partinin nitelikleri konusunda
da oldukça öğretici bir pratik ortaya koymuştur.
12 Mart cuntasını “durup bekleyelim, yeniden organize
olalım” vb. oyalamalarla değil, cuntanın içeriğini
ortaya koyacak, teşhir edecek eylemleri örgütleme
göreviyle karşılayan THKP-C’nin önderleri, cezaevinden
firar ettiklerinde de yurtdışına çıkmak, toparlanmak,
durup beklemek gibi bir “gündem”e hiçbir zaman
sahip olmadılar. Yine tarihe farklı bir noktadan
bakanlarca “Deniz’leri kurtarmak”a indirgenen
Kızıldere eylemi, gerçekte bütünsel bir politikanın
uzantısıdır, doğal sonucudur. Açıktan devlet,
sistem hedeflenmektedir ve emperyalizm olgusu,
bir vurgu, bir motif olarak değil, her zaman eylemin
eksenindedir.
THKP-C ve Kızıldere Manifestosu, bugünün, dünyadaki
ve ülkedeki tüm gerici gelişmeler karşısında devrimci
yenilenme ekseninde yeni bir kopuşun örgütlendirilmesinin
bir modelini de oluşturuyor. Bugünün çelişki ve
ilişkilerinin analizi ve bundan yeni bir devrimci
teorik/politik açılımın sentezi, devrimci yenilenme
sürecimizin başlıca gündem maddesidir ve bu süreç
pratikteki izdüşümleriyle birlikte ete kemiğe
bürünecektir. Yolumuz, yaşamın her alanında, her
yönüyle Çayan’ların Yoludur!
|