Yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından oldukça
zengin bir kıta olan Afrika, son dönemlerde emperyalistlerin
güzünü diktiği bir bölge haline geldi.
Yakın geçmişte, özellikle Kuzey bölgesi Osmanlı
İmparatorluğu’nun sömürgesi konumunda bulunan
Afrika, daha sonraları tamamen Almanya, İtalya,
Fransa ve İngiltere’nin de “nüfuz alanı” haline
gelmişti. II. Paylaşım Savaşı sonrasında Fransa
ve İngiltere’nin egemenliği altında bulunan Afrika,
yeni dönemde ABD emperyalizminin sömürgeleştirme
politikalarıyla karşı karşıya bulunuyor.
Kendisini, emperyalist dünyanın “süper gücü” olarak
gören ABD, Afrika Kıta’sında da tümüyle hakim
olmaya yoğunlaşmış durumda.
ABD’nin Afrika Çıkartması
Afrika üzerinde, yakın geçmişte, Fransa ile çıkarları
çakışan ve bu anlamda karşıt güçler konumunda
bulunan ABD, Somali harekatının başarısızlığını,
Ruanda üzerinde oynadığı bir başka oyunla kapatmaya
çalışarak, egemenliğini tesis etmeye çalışıyor.
Temel bağlaşığı konumunda bulunan İngiltere ve
İsrail’in çeşitli katkıları, ABD’nin bölge üzerindeki
sömürgeci politikalarına yardım ediyor. Bu iki
ülkenin şirketlerinin de yardımıyla Afrika’da
değişik yatırımlarda bulunan ABD, özellikle 11
Eylül sonrasında, bu çabalarını yoğunlaştırdı.
“Terörizmle mücadele” adı altında sürdürdüğü katliamlarını,
şu sıralar petrol ithalatının %15’ini karşıladığı
Afrika’da da gerçekleştirmek istiyor.
Nijerya, Sao Tome ve Principe, Kongo ve bazı Afrika
ülkelerinde ekonomik, askeri ve siyasi ilişkileri
bulunan ABD’nin yeni hamleler yaparak, diğer emperyalist
devletler karşısında gücünü artırma hesapları
yaptığı biliniyor...
Bush yönetiminin politikaları doğrultusunda ABD
Kongresi ve Pentagon’un, Batı Afrika ülkeleriyle
askeri üsler kurma dahil askeri işbirliğini artırma
planları yaptığı basın-yayın kurumlarınca da gizlenmiyor.
Örneğin, Batı Afrika’da iki adadan oluşan bir
ülke olan Sao Tome ve Principe’ye, ABD’nin bir
donanma üssü kuracağı bildiriliyor.
Sao Tome Devlet Başkanı Fradique de Menezes, ülkede
bir Amlerikan üssü kurulması konusunda Washington
ile anlaşmaya vardıklarını geçenlerde açıkladı.
Menezes, üssün uçak gemileri ve bölgede devriye
görevi yapan gemiler için barınak sağlayacağını
belirtti.
Batı Afrika’-nın, yaklaşık 240 km açıklarında,
Kıta’nın en aktif petrol arama bölgelerinden Sao
Tome ve Principe, nüfusu yaklaşık 100 bin olan,
dünyanın en fakir ülkelerinden biri olarak biliniyor.
Ada ülkesi açıklarında yeni bulunan petrolün,
son zamanlarda hayat şartlarında kısmi bir iyileşme
sağladığı belirtiliyor. (bkz. Evrensel, 25 Ekim
2002)
Batı Afrika’dan çıkarılacak petrol ve Çad’ın güneyini
Atlantik Limanı’na bağlayacak boru hattı sayesinde
ABD’nin, bu payını artıracağı belirtiliyor. Gelecek
on yıl içerisinde, Afrika çevresindeki sularda
yeni keşfedilen rezervlerin sayesinde Batı Afrika,
ABD’nin petrol ithalatının %25’ini karşılayabilecek.
Basra Körfezi’nin, ABD’nin petrol ithal ettiği
bir numaralı bölge olarak kalacak olmasına karşın,
yeni Afrika petrolü sayesinde ABD, ilişkilerinin
gerilediği Suudi Arabistan gibi ülkelerin burnunu
sürtmeyi planlamaktadır.
Petrol sanayisinin önde gelen danışmanlık şirketlerinden
Petroleum Financing’in başkanı Robin West; “kaynakların
güvencede olması için, çeşitli yerlerden temin
edilmesi esastır. Yakın ve orta vadede, Batı Afrika
uluslararası pazarlar için Rusya’dan daha önemli
petrol kaynağı olacaktır.” (Radikal, 20 Eylül
2002) diyor. Beş yıl içerisinde Basra dışında
kalan bölgelerden gelecek yeni petrolün %25’inin
Afrika’dan karşılanacağının belirtileri gözlemlenmektedir...
ABD yönetimi, Afrika’ya olan ilgisini Dışişleri
Bakanı C. Powell’ı Kıta’nın üç ülkesine göndererek
ortaya koymaktadır. 2003 yılında Kıta’ya gitmeyi
planlayan Bush’un önemli duraklarından biri olan
Nijerya, ABD’ye en çok petrol ihraç eden ülkelerin
beşincisini oluşturmaktadır. ABD Enerji Bakanı
Spencer Abraham’ın “enerji güvenliğimiz açısından
Afrika, giderek daha önemli rol oynamaktadır”
derken kastettiği bu olmalıdır.
Yeni Afrika petrolü, ABD harekatı so-nucunda Irak’ın
petrol üretiminde yaşanacak kaybı telafiye yetecek
denli hızla çıkarılamayacaktır. ABD, yılın ilk
yarısında Irak’tan 110 milyon varil ham petrol
ithal etti. Ancak, Ortadoğu karıştığında, Afrika
petrolünün tavana çıkacak fiyatları aşağı çekebileceği
de hesap edilmektedir.
Bu durumun, ABD’ye yönelik başka avantajları da
var. Petrolün çoğu, Atlantik Okyanusu’nun altında
ya da Batı Afrika sahili yakınında bulunuyor.
Bu da ABD açısından Basra Körfezi ya da Hazar
Denizi’nden çok daha kolay bir rota anlamına geliyor.
Dahası, OPEC üyesi tek Sahra Altı ülkesi Nijerya
olduğundan, Afrika’nin yeni petrol üretimi “kartel”
kotaları tarafından sınırlanmayacak.
Gabon, 1995’te OPEC’ten ayrıldı, Nijerya ayrılmayı
planlıyor. Bu da örgütün pazar hakimiyetini sarsacağı
anlamına gelmektedir.
Petroleum Finance’in yöneticilerinden Roger Diwan’a
göre “OPEC’in pazar hakimiyetini azaltmak, ABD
yönetiminin uzun vadeli satratejisidir. Bunu yapmanın
bir yolu da, belli ülkeleri örgütün yörüngesinden
çıkarmak”tır.
ABD, Ortadoğu’da petrolünden ve jeo-stratejik
konumundan yararlandığı bağlaşıklarını kızdırmamak
için, Afrika’ya olan ilgisini açıkça ortaya koymuyor.
Fakat alttan alta pek çok Afrika ülkesiyle diplomatik
ilişkiler yürütüyor. Powell, BM’ye “Afrika’nın
Gelişimi İçin Yeni Ortaklık” adlı çokuluslu bir
yatırım grubu kurduklarını anlattı. Bush da, BM
toplantısında, on Afrika lideriyle görüştü. Yine,
ABD Kongresi ve Pentagon, Batı Afrika ülkeleriyle
askeri işbirliğini artırma ve bölgede askeri üs
kurma planlarını tartışıyor/hazırlıyor.
ABD’nin, Ortadoğu ve Orta Asya’dan sonra Afrika’yı
da gözüne kestirmesi; geçmişte olduğu gibi bugün
de tüm dünya halklarının kaybedeceği ve başta
ABD olmak üzere, tüm dünya tekellerinin kazanacağı
bir sömürü alanı yaratılacağı anlamına gelmektedir.
ABD, geçmişte Amerika yerlilerinin canına kıyıp
topraklarını nasıl ele geçirdiyse ve yeraltı/yerüstü
kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda nasıl
kullandıysa; şimdi de Afrika’nın yeraltı/yerüstü
kaynaklarını nasıl ele geçireceği çabasına girişmiştir.
ABD’nin Kıta’da sömürü-soygun ve talan politikasına
karşı geliştirilecek her hareketin desteklenmesi,
bugün çok daha fazla önem taşımaktadır...
Afrika Birliği
Kısa süre önce, Afrika Kıtası’ndaki 52 ülkenin
biraraya gelmesiyle Afrika Birliği kuruldu. Birlik,
yaklaşık 40 yıllık görev süresinden sonra fesh
edilen Afrika Birliği Örgütü’nün (ABÖ) devamı
niteliğindedir. Afrika Birliği’nin ilk dönem başkanlığına,
Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Thabo
Mbeki getirildi.
Afrika Birliği, ilk etapta yoksullukla mücadele
ve insan hakları ihlalleriyle ilgilenecek. Birlik,
kıtada ortak parlamento, adalet divanı, güvenlik
konseyi, barış gücü, merkez bankası ve ortak para
birimi hedeflemektedir.
Bu proje gerçekleştirildiği koşulda, geçmiş dönemin
“Bağlantısızlar” hareketine benzeyen bir durumun
oluşabileceği ve emperyalistlerin “ırkçılık ve
sömürgecilik” politikalarına karşı, bir muhalif
odağın yaratılabileceği en azından teorik olarak
düşünülebilir.
Elbette bunun için, öncelikle geçmiş mirasını
devraldığı Afrika Birliği Örgütü’nün; “sömürgecilik
ve ırk ayrımcılığı”na karşı önemli başarılar sağladığı
politikalarının da mirasçısı olması gerekmektedir.
Ama, emperyalizmin “böl, parçala ve yönet” politikalarının
izdüşümü olan ve geçmiş dönemde ABÖ’ne girmeyen
Arap kökenli hakların yaşadığı ülkelerin (ki,
genellikle Kuzey Afrika’da yaşamaktadırlar) bu
davranışlarından ders çıkarılması kaydıyla...
Ayrıca, projenin bugünkü neoliberalizm koşullarında
kendi içinde de sınırları ve kısıtlılıkları vardır.
Yeni kurulan Afrika Birliği’nin ilk kararı olumlu
oldu ve kendisinden önceki ABÖ’nün kararlarını
destekleyerek, gayrimeşru yollardan Madagaskar’ın
başına geçen Marc Ravalomanana’nın devlet başkanlığını
tanımayarak, ülkede anayasal yolların esas alındığı
yeni bir seçim yapılması istendi.
Birlik’in kuruluşuna giden yol, Libya lideri M.
Kaddafi’nin 1990’lı yılların ortasında, ABD güdümlü
BM yaptırımlarından kurtulmak için, örgüte yanaşması
ile başladı. 1997’de, Batı ve Güneydeki komşularına
sınırlarını açarak, su kaynaklarının kullanılması
karşılığında, petrol ve doğalgaz kaynaklarından
yararlanma hakkı tanındı. Aynı yıl Cezayir, Tunus,
Mali, Nijer, Çad ve Burkina Faso ile Akdeniz’deki
limanların gümrüksüz kullanılması üzerine anlaşma
yapıldı. Bir yıl sonra, Sudan’ın da katılımı ile,
güvenlik konusunda işbirliğinin kararlaştırıldığı
Sahra Ülkeleri Birliği, kısa adıyla COMESSA kuruldu.
1999’da, Libya devriminin 30. yıl kutlaması vesilesiyle
Afrika Birliği Örgütü’nü olağanüstü toplayan Kaddafi,
katılımcıların önüne “Afrika Birleşik Devletleri”
projesini koydu. Yapılan görüşmeler sonrasında,
Afrika Birliği modelinde anlaşma sağlandı ve birlik,
böylece kurulmuş oldu.
Gelinen noktada Afrika Birliği’nin izleyeceği
çizgi dikkatle izlenmelidir. Birlik’in önüne koyduğu
projeler, salt kendi başına gelecek için bir yorum
yapma imkânını bize vermemektedir. Çünkü aslında
sorun projelerin kendisinden değil, yeni dönemin
emperyalist hegemonya biçimlerinin boğucu etkisinden
kaynaklanmaktadır. Bu anlamda onların, geçmişteki
“Bağlantısızlar” hareketini tekrarlamaları dünya
devrimci güçleri için istenir bir durum olsa da
pratik olanakları yok denecek ölçüdedir. Toplumsal
kurtuluşu da bir proje olarak önüne koymayan,
bu arada kendi içlerindeki etnik-ulusal sorunları
kardeşlik temelinde çözmeyen bu ülkelerin Afrika’da,
açlığı ve yoksulluğu, sömürü ve ırkçılığı körükleyen
emperyalist politikalara karşı bir set oluşturabilmesi
zor görünmektedir.
Afrika’nın, emperyalistlerce yeniden paylaşılmak
ve her türden zenginliklerinin talan edilmek istenildiği
günümüzde Afrika Birliği’nin kurulmuş olması,
her şeye karşın önemli bir gelişmedir. Birlik’in
ortaya koyduğu çizginin hayat içersinde ne ölçüde
anlam kazanacağı ise şüphesiz süreç tarafından
belirlenecektir.
Dünya devrimci güçleri, sonuçta, ABD emperyalizmini
geçici olarak bile frenleyecek her türlü adımı
desteklerler ve desteklemelidirler. Ama halkların
gerçek kurtuluşunun emperyalizmden köklü bir kopuşla
mümkün olduğu vurgusunu hiç eksik etmeden...
|